J.K. Rowling’in kaleminden yeni bir peri masalı: The Ickabog. Yazar, Harry Potter serisini yazdığı sıralarda başladığı bu öyküyü yıllar sonra internet üzerinden ücretsiz olarak yayınlanıyor. FantastikCanavarlar.com olarak bizler de bölümleri Türkçeye çevirip sizlerle buluşturuyoruz.
The Ickabog hakkında daha detaylı bilgi için buraya tıklayabilirsiniz.
– giriş, önsöz ve ilk bölümler-
– bölüm 11 –
– bölüm 12 –
– bölüm 13 –
bölüm 14
Lord Spittleworth’un Planı
Sonunda sis tamamen dağıldığında, bir saat önce bataklığın kenarına varan adamların şimdiki hali ve tavrı öncekinden çok farklı durumdaymış.
Binbaşı Beamish’in ani ölümünün yarattığı şok bir yana, onlara verilen açıklama karşısında da Saray Muhafızları’ndan birkaçının iyice aklı karışmış. İki Lord, bir kral ve apar topar binbaşılığa yükselmiş Roach, yıllar boyunca peri masalı diye anlatılan canavarla yüz yüze geldiklerine dair yeminler ediyorlarmış. Gerçekten de, Beamish’in pelerinlerle sarıp sarmalanmış bedeninin üzerinde Ickabog’un diş ve pençe izleri olabilir miymiş?
“Bana yalancı mı diyorsun?” diye gürlemiş Binbaşı Roach, genç bir askerin yüzüne hırlayarak.
“Krala da mı yalancı diyorsun?” diye bağırmış Lord Flapoon.
Asker kralın sözünü sorgulamaya cüret edememiş ve başını iki yana sallamış. Binbaşı Beamish’le iyi arkadaş olan Kaptan Goodfellow’un ise sesi hiç çıkmıyormuş. Gel gelelim, Roach ona sis yeniden çökmeden bir an önce gidip bulduğu en sağlam zemine çadırları kurmasını emrettiğinde, Goodfellow’un yüzünde öfkeli ve şüpheli bir ifade varmış.
Kralın altına samandan bir döşek ve sırf onun rahatı için askerlerden alınan battaniyeler serilmiş olsa da, Kral Fred daha önce bundan daha rahatsız bir gece hiç geçirmemiş. Yorgun, üstü başı kir içinde ve ıslakmış; üstelik çok da korkuyormuş.
“Ya Ickabog bizi bulmak için buraya gelirse, Spittleworth?” diye fısıldamış kral, karanlığın içinde. “Ya kokumuzu takip ederse? Zavallı Beamish’in tadına baktı bile. Ya bedeninin geri kalanını da almak için gelirse?”
Spittleworth kralı yatıştırmaya çalışmış.
“Korkmayın, Majesteleri. Roach, Kaptan Goodfellow’a çadırınızın dışında nöbet tutmasını emretti. Yenecek biri olursa, o en son siz olursunuz.”
Ortam, kralın Spittleworth’un yüzündeki sırıtışı göremeyeceği kadar karanlıkmış. Spittleworth, krala güven vermek istemek şöyle dursun, aslında kralın korkusunu daha da körüklemek istiyormuş. Planının işlemesi için kralın yalnızca Ickabog’a inanması değil, aynı zamanda, canavarın bataklıktan çıkıp onun peşine düşecek olmasından da korkması gerekiyormuş.
Ertesi sabah, kralın birliği Jeroboam’a doğru yola çıkmış. Spittleworth, Jeroboam’ın belediye başkanına önden bir mesaj yollamış; ona bataklıkta can sıkıcı bir kaza yaşandığını ve kralın onu karşılayacak hiçbir trampet ya da şarap mantarı gürültüsünü kaldıramayacağını iletmiş. Böylece kralın birliği şehre vardığında, şehir çok sessizmiş. Şehir halkının bir kısmı yüzlerini evlerinin pencerelerine yapıştırmışken, bir diğer kısmı da kapılarının aralığından çaktırmadan bakıyormuş. Kralı bu kadar kir pas içinde ve perişan halde görünce şok olmuşlar, ama bu şok, Binbaşı Beamish’in çelik grisi atının üzerinde pelerinlere sarınmış bir beden gördüklerinde yaşadıkları şokun yanında hiç kalırmış.
Misafirhaneye vardıklarında, Spittleworth mekanın sahibini bir kenara çekmiş.
“Bu gece için bedeni koyabileceğimiz, belki mahzen gibi, soğuk ve emniyetli bir yere ihtiyacımız var. Ve anahtarı da bizzat bende duracak.”
“Neler oldu, Lord’um?” diye sormuş adam, Roach Beamish’in bedenini mahzene inen taş merdivenlerden indirirken.
“Bizimle layıkıyla ilgilenirsen şayet, sana her şeyi anlatırım, sevgili dostum, ama bu aramızda kalmalı,” demiş Spittleworth, alçak ve ciddi bir sesle. “Ickabog gerçek ve adamlarımızdan birini acımasızca öldürdü. Şimdi anlıyorsun, değil mi, bu haberin neden yayılmaması gerektiğini? Bu korkunç bir paniğe yol açar. Kral apar topar saraya geri dönüyor; böylece, o ve danışmanları –buna tabii ben de dâhil– ülkemizin güvenliği için ne tür tedbirler alınması gerektiği üzerine çalışmaya başlayacak.”
“Ickabog mu? Gerçek mi?” demiş adam, korkudan afallamış bir halde.
“Gerçek, kindar ve saldırgan,” demiş Spittleworth. “Ama dediğim gibi, bu haber buradan çıkmamalı. Paniğin yayılması kimsenin hayrına olmaz.”

Aslında, paniğin yayılması, Spittleworth’un tam da istediği şeymiş, çünkü planının bir sonraki aşaması buna bağlıymış. Tam da beklediği gibi, misafirhanenin sahibi misafirleri yataklarına çekilene kadar beklemiş ve ardından hızla karısına koşmuş, karısı da komşularına derken, ertesi sabah kralın birliği Kurdsburg’e doğru yola çıktığında, arkalarında bıraktıkları şehrin dört bir yanına panik hakimmiş.
Spittleworth Kurdsburg’e de önden bir mesaj göndererek peynir yapımcısı bu kente kral için yaygara koparmamalarını tembihlemiş. Böylelikle saray birliği şehrin sokaklarına girdiğinde, şehir karanlık ve sessizmiş. Pencerelerden bakan yüzler çoktan korku doluymuş. Görünen o ki, Jeroboam’dan bir tüccar, altında özellikle süratli bir atla, Kurdsburg’e bir saat öncesinden varıp Ickabog’la ilgili söylentileri tüm kente duyurmuş.
Bir kez daha, Spittleworth, misafirhanenin sahibinden Binbaşı Beamish’in bedeni için bir mahzen ayarlamasını rica etmiş ve yine, o adama da, Ickabog’un kralın adamlarından birini öldürdüğünü söylemiş. Beamish’in bedeninin mahzene iyice kilitlendiğinden emin olduktan sonra ise yatmak için üst kata çıkmış.
Tam Spittleworth poposundaki kabarcıklara merhem sürüyormuş ki, kraldan gelmesini söyleyen acil bir çağrı almış. Yüzünde pis bir sırıtışla pantolonunu giymiş. O anda bir peynir ile turşulu sandviç gömen Flapoon’a göz kırparak eline mumunu almış ve koridora çıkıp kral Fred’in odasına doğru yol almış.
Kral kafasında ipekten gece başlığıyla yatakta sinmiş bir halde oturuyormuş. Spittleworth içeri girip arkasından kapıyı kapatır kapatmaz, Fred şöyle demiş:
“Spittleworth, Ickabog’la ilgili söylentiler duyup duruyorum. İki genç seyis aralarında konuşuyordu, hatta az önce odanın önünden geçen hizmetçi bile konuşuyordu. Neden sence? Olanları nasıl duymuş olabilirler?”
“Ah, Majesteleri,” diyerek iç geçirmiş Spittleworth. “Saraya sağ salim ulaşana kadar sizden bu gerçeği saklamayı ümit ediyordum, ancak Majestelerinin kandıralamayacak kadar zeki biri olduğunu aklımdan çıkarmamalıydım. Bataklıktan ayrıldığımızdan beri, Majesteleri, tam da korktuğunuz gibi, Ickabog çok daha saldırganlaşmış.”
“Ah hayır!” diye inlemiş kral.
“Ne yazık ki öyle, efendim. Ama sonuçta, ona saldırmak onu çok daha tehlikeli bir hale getirdi.”
“İyi de ona kim saldırdı ki?” diye sormuş Fred.
“Siz saldırdınız ya, Majesteleri,” demiş Spittleworth. “Roach, bana, canavarın peşinden koşarken sizin kılıcınızı canavarın boynuna saplanmış halde bulduğunu söyledi. Ah, Majesteleri, özür dilerim, siz bunu konuşmamış mıydınız?”
Kraldan bir çeşit viyaklama gibi bir ses çıkmış, ama bir iki saniye sonra, başını iki yana sallamış. Spittleworth’un söylediklerini düşünüyormuş. Olanları böyle anlatmadığına eminmiş. Ama sisin içinde yaşadığı o korkunç deneyimdense, Spittleworth’un ona anlattığı hikâye kulağa daha hoş geliyormuş. Kralın tam bir budala gibi kılıcını fırlatıp kaçması mı, yoksa geri adım atmayıp Ickabog’la savaşmış olması mı?
“Ama bu korkunç bir haber, Spittleworth,” diye fısıldamış kral. “Ya canavar daha da vahşileşirse? O zaman ne yapacağız?”
“Merak etmeyin, Majesteleri,” demiş Spittleworth, kralın yatağına doğru yaklaşıp. Elinde tuttuğu mumun loş ışığı uzun burnuna ve acımasız gülüşüne vuruyormuş. “Sizi ve krallığı Ickabog’dan korumak benim boynumun borcudur.”
“Te-teşekkür ederim, Spittleworth. Sen gerçek bir arkadaşsın,” demiş kral, minnertarlıkla ve kuş tüyü yorganın altından bir elini beceriksizce çıkarıp kurnaz Lord’un elini sıkmış.
Bölüm 15 çok yakında FantastikCanavarlar.com’da!
The Ickabog hakkındaki yorumlarınızı bizimle paylaşmayı unutmayın!
The post The Ickabog #14: J.K. Rowling’den Bir Peri Masalı – Lord Spittleworth’un Planı | OKU appeared first on Fantastik Canavarlar.