J.K. Rowling’in kaleminden yeni bir peri masalı: The Ickabog. Yazar, Harry Potter serisini yazdığı sıralarda başladığı bu öyküyü yıllar sonra internet üzerinden ücretsiz olarak yayınlanıyor. FantastikCanavarlar.com olarak bizler de bölümleri Türkçeye çevirip sizlerle buluşturuyoruz.
The Ickabog hakkında daha detaylı bilgi için buraya tıklayabilirsiniz.
– giriş, önsöz ve ilk bölümler-
– bölüm 13 –
– bölüm 14 –
– bölüm 15 –
bölüm 16
Bert’in Son Vedası
Spittleworth saray duvarlarının yanında bir karmaşanın koptuğunu fark etmiş ve hemen neler olduğunu görmeye çalışmış. Yerde yatan kadını gördüğü ve onun şok ve acı içindeki haykırışlarını duyduğu anda, planlarını alt üst edebilecek bir şeyi hesaplamadığı kafasına dank etmiş: geride bırakılmış dul bir kadın! Spittleworth, atıyla, Bayan Beamish’in etrafına toplanmış, yüzünü yelpazeleyen kalabalığın yanından geçerken, bir an önce yapmak istediği banyosunu biraz ertelemesi gerektiğini anlamış ve çakal beynini yeniden çalıştırmaya başlamış.
Kralın birliği sağ salim avluya varır varmaz, hizmetkârlar hemen Fred’e atından inmesine yardım etmek için koşuşturmuşlar. Spittleworth ise Binbaşı Roach’ı bir kenara çekmiş.
“Dul kadın, Beamish’in karısı!” diye homurdanmış. “Neden ona ölümünün haberini yollamadın?”
“Çünkü bu hiç aklıma gelmedi, Lord’um,” demiş Roach, dürüstçe. Yol boyunca eşsiz kılıcı düşünmekten başka bir şey düşünememiş. Kafasında sürekli onu en iyi nasıl satabileceğini ve kimse fark etmesin diye parçalarına ayırıp ayırmaması gerektiğini düşünüp durmuş.
“Lanet olsun sana, Roach, her şeyi ben mi düşünmek zorundayım?” diye hırlamış Spittleworth. “Şimdi git ve Beamish’in bedenini saran o kirli pelerinleri çıkart. Üzerine bir Cornucopia bayrağı örtüp onu Mavi Salon’a taşı. Kapıya muhafızları dik ve sonra da, Bayan Beamish’i bana, Taht Odası’na getir.
“Ayrıca, şu askerlere ben onlarla konuşana kadar evlerine gitmemelerini ve ailelerine hiçbir şey söylememelerini tembihle. Hepimizin anlattığı hikâyenin aynı olması çok önemli! Şimdi, çabuk ol, seni salak, hadi! Yoksa Beamish’in karısı her şeyi mahvedecek!”
Spittleworth askerleri ve seyisleri yararak geçip atından indirilen Flapoon’un yanına gitmiş.
“Kralı Taht Odası’ndan ve Mavi Salon’dan uzak tut,” diye fısıldamış Spittleworth, Flapoon’un kulağına. “Onu yatağına gönder.”
Flapoon başıyla onaylayınca Spittleworth hızla sarayın loş koridorlarına girmiş ve üniformasının tozlu ceketini çıkararak yürürken ona temiz kıyafetler getirmeleri için hizmetkârlara bağırmış.
Boş olan Taht Odası’na girdiğinde, Spittleworth üzerine temiz bir ceket geçirmiş ve bir hizmetçiye ışıklardan birini yakmasını ve ona bir bardak şarap getirmesini emretmiş. Sonrasında ise beklemeye başlamış. Sonunda, odanın kapısı tıklanmış.
“Girin!” diye bağırmış Spittleworth ve Binbaşı Roach yanında yüzü kireç gibi beyaz Bayan Beamish ve genç Bert ile birlikte içeri girmiş.
“Sevgili Bayan Beamish… Ah çok sevgili Bayan Beamish,” demiş Spittleworth, ona doğru hızla ilerleyip kadının boştaki eline yapışarak. “Kral size üzüntüden ne kadar kahrolduğunu iletmemi istedi. Ben de size baş sağlığı diliyorum. Ne büyük bir trajedi… Ne kadar korkunç bir trajedi.”
“N-neden kimse bana haber göndermedi?” diye sormuş Bayan Beamish, hıçkırarak ağlarken. “O-onu bu-bu halde görerek mi öğrenmek zorundaydık?”
Bayan Beamish’in bedeni ayakta sarsılmaya başlayınca, Roach hemen ona küçük altından bir sandalye çekmiş. Hetty adlı bir hizmetçi elinde Spittleworth’un şarabıyla içeri girmiş. Hizmetçi bardağı doldururken, Spittleworth şöyle demiş:
“Sevgili leydi, aslında biz size haber göndermiştik. Bir ulak gönderdik, değil mi, Roach?”
“Evet, doğru,” demiş Roach. “Genç birini gönderdik, hatta adı…”

Ama o esnada tıkanıp kalmış. Roach hayal gücü pek âlâ kıt bir adammış.
“Nobby,” demiş Spittleworth, aklına gelen ilk ismi söyleyerek. “Küçük Nobby… Buttons,” diye de eklemiş; çünkü odada titreşen ışık o an Roach’ın üzerindeki altın düğmeleri aydınlatıyormuş. “Evet, küçük Nobby Buttons bu işe gönüllü oldu ve sonra da dörtnala yola çıktı. Başına bir şey mi geldi acaba? Roach,” demiş Spittleworth, “Nobby Buttons’a neler olduğunu öğrenmek için hemen bir arama ekibi göndermemiz gerek.”
“Emredersiniz, Lord’um,” demiş Roach, eğilip selam vererek ve odadan çıkmış.
“Kocam… kocam nasıl öldü?” diye sormuş Bayan Beamish, fısıltıyla.
“Ee, madam,” diye başlamış Spittleworth, sözlerini dikkatle seçerek. Şimdi söyleyeceği hikâyenin kayıtlara geçeceğinin ve söyleyeceklerinin sonuna kadar arkasında durması gerektiğinin farkındaymış. “Sizin de duymuş olabileceğiniz gibi, Ickabog’un bir köpeği öldürdüğüne dair bir haber aldıktan sonra Marshland’e doğru yola çıktık. Bataklığa vardıktan çok kısa bir zaman sonra, çok üzülerek söylüyorum ki, birliğimiz canavarın saldırısına uğradı.
“Saldırdığı ilk kişi kralımızdı, ama kendisi oldukça cesur davranarak onunla savaştı ve kılıcını canavarın boynuna sapladı. Ancak, Ickabog’un derisi sert olduğu için ona göre bu bir çeşit arı sokması gibiydi. Haliyle sinirlenince kendine daha çok kurban aradı ve Binbaşı Beamish kahramanca bir mücadele gösterse de, ne yazık ki, kral için kendi hayatını feda etmiş oldu.
“Sonra, Lord Flapoon çok isabetli bir kararla silahını ateşleyip Ickabog’u korkuttu. Biz de zavallı Beamish’i bataklıktan çıkarttık ve ailesine ölümünün haberini götürmesi için bir gönüllü aradık. Sevgili küçük Nobby Buttons kendisinin yapacağını söyledi ve Chouxville’e gelmek üzere atına atladı. Ne yazık ki, ben onun buraya varıp bu korkunç trajediyi size bildirmiş olmasını bekliyordum.”
“Kocamı – kocamı görebilir miyim?” demiş Bayan Beamish, ağlayarak.
“Elbette, elbette,” demiş Spittleworth. “Kendisi Mavi Salon’da.”
Spittleworth, Bayan Beamish ile onun elini sıkı sıkı tutan Bert’in önüne düşüp salonun kapılarına doğru yol almış ve kapılara gelince de durmuş.
“Üzgünüm ama,” demiş, “üzerine örttüğümüz bayrağı kaldıramayız. Üzerindeki yaralar sizin görmeyi kaldıramayacağınız kadar ağır… Bilirsiniz işte, diş ve pençe izleri…”
Bayan Beamish durduğu yerde yeniden sarsılmış ve Bert onu tutarak sabit tutmaya çalışmış. Şimdi, Lord Flapoon elinde bir tepsi turtayla onlara doğru yürüyormuş.
“Kral yatağında,” demiş Spittleworth’a. “Ah, merhaba,” diye de eklemiş, ismini bildiği çok az hizmetkârlardan biri olan Bayan Beamish’e, çünkü o pastalar yapıyormuş. “Binbaşı için çok üzgünüm,” demiş Flapoon, ağzındaki turta parçalarını Bayan Beamish ile Bert’in üzerine sıçratarak. “Onu hep sevmişimdir.”
Yürüyüp uzaklaşarak Spittleworth ile diğerlerini yalnız bırakmış. Spittleworth Mavi Salon’un kapılarını açıp Bayan Beamish ile Bert’i içeri almış. Beamish’in Cornucopia bayrağıyla örtülmüş bedeni orada yatıyormuş.
“Onu son bir kez öpemez miyim?” diye sormuş Bayan Beamish, hıçkırarak.
“Ne yazık ki, bu mümkün değil,” demiş Spittleworth. “Yüzünün yarısı gitmiş.”
“Eli, anne,” demiş Bert, ilk kez konuşarak. “Elinin sağlam olduğuna eminim.”
Ve Spittleworth daha çocuğu durduramadan, Bert elini bayrağın altına sokup babasının tek bir çiziğinin dahi olmadığı elini tutmuş.
Bayan Beamish dizlerinin üzerine çökerek kocasının elini defalarca defalarca öpüp koklamış; ta ki, el gözyaşlarından bir porselen gibi parıldayıncaya dek. Sonra, Bert ona ayağa kalkmasında yardım etmiş ve ikisi de başka tek bir kelime etmeden Mavi Salon’u terk etmişler.
Bölüm 17 çok yakında FantastikCanavarlar.com’da!
The Ickabog hakkındaki yorumlarınızı bizimle paylaşmayı unutmayın!
The post The Ickabog #16: J.K. Rowling’den Bir Peri Masalı – Bert’in Son Vedası | OKU appeared first on Fantastik Canavarlar.