J.K. Rowling’in kaleminden yeni bir peri masalı: The Ickabog. Yazar, Harry Potter serisini yazdığı sıralarda başladığı bu öyküyü yıllar sonra internet üzerinden ücretsiz olarak yayınlanıyor. FantastikCanavarlar.com olarak bizler de bölümleri Türkçeye çevirip sizlerle buluşturuyoruz.
The Ickabog hakkında daha detaylı bilgi için buraya tıklayabilirsiniz.
– giriş, önsöz ve ilk bölümler-
– bölüm 18 –
– bölüm 19 –
– bölüm 20 –
bölüm 21
Profesör Fraudysham
Cenaze gününün ertesi sabahı, Spittleworth yine kralın şahsi odasına gelip kapısını tıklatmış ve kucağında yığınla parşömen tomarıyla içeri girip onları kralın oturduğu masaya bırakmış.
“Spittleworth,” demiş, Ölümcül Ickabog’a Karşı Üstün Cesaret Madalyası’nın altına onu daha iyi gösteren kırmızı bir takım giyinen Fred. “Bu pastaların tadı her zamanki gibi iyi değil.”
“Ah, bunu duyduğuma çok üzüldüm, Majesteleri,” demiş Spittleworth. “Dul Beamish’e birkaç gün izin vermenin doğru olacağını düşünmüştüm. Bunlar yardımcı pasta şefinin yaptıkları.”
“Tatları sakız gibi,” demiş Fred, Süslü Düşler’in yarısını önündeki tabağa atarak. “Peki, tüm bu tomarlar da neyin nesi?”
“Bunlar, efendim, krallığın Ickabog’a karşı savunmasını geliştirecek tavsiyeler,” demiş Spittleworth.
“Harika, harika,” demiş Kral Fred, pastalar ile çaydanlığı kenara itip masada daha çok yer açarken, Spittleworth da kendine bir sandalye çekmiş.
“En başta yapılması gereken, Majesteleri, Ickabog’u nasıl yenebileceğimizi bulmak için kendisi hakkında bol bol bilgi toplamak.”
“Evet, evet, ama nasıl, Spittleworth? Canavarın kendisi tam bir gizem! İnsanlar bunca yıl onun bir hayal ürünü olduğunu zannediyordu!”
“İşte burada, Majesteleri, beni affedin, ama yanılıyorsunuz,” demiş Spittleworth. “Aralıksız yürüttüğümüz araştırmalar sonucunda, Cornucopia topraklarının gelmiş geçmiş en iyi Ickabog uzmanını bulmayı başardım. Majesteleri de izin verirse–”
“Onu getir, getir onu, hemen!” demiş Fred, heyecanla.
Böylelikle Spittleworth odadan çıkmış ve kısa bir süre sonra, yanında Lord Flapoon ile birlikte, kar beyazı saçları olan ve gözlerini neredeyse hiçlikte kaybolmuş gibi gösteren kalın gözlüklü ufak, yaşlı bir adamla geri dönmüş.
“Bu kişi, efendim, Profesör Fraudysham,” demiş Flapoon, köstebeğe benzeyen ufak tefek adam iyice eğilerek kralı selamlarken. “Ickabog ile ilgili bilmediği hiçbir şey yok!”
“Ben bu zamana kadar neden seni hiç duymadım, Profesör Fraudysham?” diye sormuş kral. Bunu sorarken, içinden, Ickabog’un uzmanı olacak kadar gerçek olduğunu bilsem en başından onun peşine düşmezdim diye geçiriyormuş.
“Ben emeklilik hayatı yaşıyorum, Majesteleri,” demiş Profesör Fraudysham, ikinci kez eğilerek. “Çok az kişi Ickabog’a inandığından, ben de bildiklerimi kendime saklamayı alışkanlık haline getirdim.”
Bu cevap Kral Fred’i tatmin etmişe benziyormuş ve bunu gören Spittleworth koca bir oh çekmiş. Çünkü Profesör Fraudysham da, tıpkı Er Nobby Buttons ve Nobby’nin cenazesinde ağlayıp zırlayan kızıl peruklu yaşlı dul Buttons gibi, gerçek değilmiş. Asıl gerçek, peruklar ile gözlüklerin ardında gizliymiş. Profesör Fraudysham ve Dul Buttons aslında aynı kişilermiş. Kendisi, Lord Spittleworth’un kendi şahsi malikânesine bakan kâhyası Otto Scrumble imiş. Scrumble’ın da, aynı efendisi gibi, altın için yapmayacağı hiçbir şey yokmuş ve yüz dükaya hem dul hem profesör taklidi yapmayı kabul etmiş.
“O zaman, bize Ickabog ile ilgili neler söyleyebilirsin, Profesör Fraudysham?” diye sormuş kral.
“Şöyle söyleyeyim,” diye başlamış sahtekâr profesör; nasılsa, ne söylemesi gerektiğini Spittleworth ona önceden söylemiş. “İki at büyüklüğünde–”
“Tabii, daha büyük değilse?” diye araya girmiş Fred, Marshland’den döndüğünden beri kâbuslarında devasa bir Ickabog görüyormuş.
“Majesteleri’nin dediği gibi, daha büyük değilse, tabii,” demiş Fraudysham. “Şöyle bir tahminde bulunabilirim ki, orta boylu bir Ickabog’un büyüklüğü iki at kadarsa, büyük bir örneği de ortalama–”
“İki fil kadar,” diye fikir vermiş kral.
“İki fil kadar,” diye onaylamış Fraudysham. “Ve gözleri de fenerler gibi–”
“Ya da yanan atış topları gibi,” demiş kral.
“Söylemek istediğim tam da buydu, efendim!” demiş Fraudysham.
“Peki, canavar gerçekten bir insan dilini konuşabilir mi?” diye sormuş Fred; çünkü kâbuslarında canavar karanlık sokaklardan saraya doğru süzülürcesine gelirken, ‘Kral… Kralı istiyorum… Neredesin, küçük kral?’ diye fısıldıyormuş.
“Evet, kesinlikle,” demiş Fraudysham, bir kez daha hafifçe eğilerek. “Ickabog’un insan dilini insanları tuzağa düşürmek için öğrendiğini düşünüyoruz. Kurbanlarını, esir alıp yemeden önce, ona dil öğretmeleri için zorluyormuş.”
“Aman Azizim, bu ne büyük bir vahşet!” diye fısıldamış Fred, beti benzi atmış bir halde.
“Yalnızca bu da değil,” demiş Fraudysham, “Ickabog’un hınç tutmasına yarayan geniş bir hafızası da var. Eğer kurbanı onu atlatacak olursa – tıpkı sizin onun ölümcül pençelerinden kaçtığınız gibi, efendim– bazen karanlığın gizi içinde bataklıktan usulca çıkar ve kurbanını uyurken istermiş.”
Fred’in suratı, şimdi, yarısı yenmiş Süslü Düşler’in üzerindeki kremadan daha da beyazmış ve kurbağa gibi bir sesle söyle demiş:
“Şimdi ne yapacağız? Hapı yuttum ben!”
“Hiç de değil, Majesteleri,” demiş Spittleworth, canlandırıcı bir sesle. “Sizin korunmanız için bir yığın önlem aldım.”
Bunları söyledikten sonra, Spittleworth yanında getirdiği tomarlardan birini eline alıp açmış. Masanın neredeyse tamamını kaplayan parşömende, ejderhaya benzeyen renkli bir resmi varmış. Resimdeki, kalın siyah pulları, parlak beyaz gözleri, zehirli sivri bir kuyruğu, sivri dişlerinin göründüğü ve bir insanı yutacak kadar geniş bir ağzı ve uzun, jilet gibi keskin pençeleriyle kocaman ve çirkin bir canavarmış.

“Ickabog’a karşı savunmaya geçebilmek için halledilmesi gereken çok problem var,” demiş Profesör Fraudysham; şimdi, eline aldığı kısa bir çubukla sırasıyla canavarın sivri dişlerini, pençelerini ve zehirli kuyruğunu işaret ediyormuş. “Ancak, en büyük problem, bir Ickabog’u öldürmenin ortaya iki yeni Ickabog çıkarması.”
“Hadi canım?” demiş Fred, bayılacak gibi bir halde.
“Ah, ne yazık ki doğru, Majesteleri,” demiş Fraudysham. “Tüm hayatım bu canavarı araştırmakla geçti ve sizi temin ederim ki, bulgularım tam anlamıyla gerçek.”
“Majesteleri, Ickabog’la ilgili anlatılan eski hikâyelerin çoğunda bu ender rastlanan durumdan bahsedildiğini duymuşsunuzdur,” demiş Spittleworth, araya girerek. Ickabog’un özellikle bu özelliğine kralın mutlaka inanması gerekiyormuş, çünkü planının büyük bir kısmı buna bağlıymış.
“Ama bu… bu hiç… mantıklı değil!” demiş Fred, hastalıklı bir halde.
“Bu şeye bakınca mantık zaten aranmıyor, değil mi, efendim?” demiş Spittleworth, yeniden eğilerek. “Aslında, bu, sıradan halkın –yani aptal insanların, efendim– sadece gülüp geçeceği, ancak yalnızca en zeki olanlarımızın anlayabileceği olağanüstü ve şaşırtıcı bir durum.”
Fred bakışlarını Spittleworth’tan Flapoon’a, oradan da Profesör Fraudysham’a çevirmiş. Üç adamın da kendisinin ne kadar zeki bir adam olduğunu kanıtlamasını bekler gibi bir halleri varmış ve tabii ki, kral da aptal gibi görünmek istemiyormuş. O yüzden şöyle söylemiş: “Evet… Peki, profesör öyle söylüyorsa, bu benim için yeterli… Ama canavar her öldürüldüğünde iki canavara dönüşüyorsa, onu nasıl öldüreceğiz?”
“Ee, planımızın ilk aşamasında, öldürmeyeceğiz,” demiş Spittleworth.
“Öldürmeyecek miyiz?” demiş Fred, süngüsü düşmüş bir halde.
Spittleworth, şimdi de, içinde Cornucopia’nın bir haritasının gösterildiği ikinci bir tomarı açıyormuş. Haritada ülkenin en kuzey ucuna dev bir Ickabog resmedilmiş. Geniş bataklığın çevresinde kılıçlar tutan yüz kadar küçük çubuk şekil duruyormuş. Fred resme yaklaşıp şekillerden biri taç takıyor mu diye yakından bakmış, olmadığını görünce de rahatlamış.
“Gördüğünüz gibi, Majesteleri, ilk planımız özel bir Ickabog Savunma Birliği oluşturmak. Bu adamlar Ickabog’un bataklıktan ayrılmamasını sağlamak için Marshland sınırlarında kol gezecekler. Böyle bir ekip için gerekli olan harcamayı da hesapladık; içinde üniformalar, silahlar, atlar, maaşlar, eğitim, yeme içme, konaklama, hastalık payı, risk payı, doğum günü hediyeleri ve madalyalarla birlikte, ortalama on bin düka altını tutuyor.”
“On bin düka altını mı?” diye sormuş Kral Fred. “Bu çok fazla. Neyse, beni koruyacaksa, yani demek istediğim, Cornucopia’yı koruyacaksa–”
“Aylık on bin düka çok az bir tutar,” diyerek son sözünü de söylemiş Spittleworth.
“Aylık on bin düka mı?” diye çığlık atmış Fred.
“Evet, efendim,” demiş Spittleworth. “Eğer krallığımızı tam anlamıyla savunacaksak, harcamalar da bir o kadar önemli. Ama Majesteleri bunu daha az silahla yapabileceğimizi düşünüyorsa–”
“Hayır, hayır, öyle bir şey demedim–”
“Elbette, siz Majesteleri’nden tüm harcamaları karşılamanızı beklemiyoruz,” diye devam etmiş Spittleworth.
“Öyle mi?” demiş Fred, bir anda umutlanarak.
“Ah, tabii ki, efendim, bu size çok büyük bir haksızlık olurdu. Hem her şey bir yana, Ickabog Savunma Birliği’nden ülkenin tamamı faydalanacak. O yüzden bir Ickabog vergisi çıkarmayı öneriyorum. Cornucopia’daki bütün ev sahiplerine her ay bir düka altını ödemelerini söyleyeceğiz. Elbette, bu, asker alımları ve askeri eğitim için çok sayıda yeni vergi toplayıcı alınacağı anlamına geliyor, ama alınacak vergiyi iki dükaya çıkarırsak, onların ödemesini de halletmiş oluruz.”
“Harika, Spittleworth!” demiş Kral Fred. “Ne kadar zekisin! Hem ayda iki düka nedir ki? İnsanlar eksikliğini hissetmeyecektir bile.”
Bölüm 22 çok yakında FantastikCanavarlar.com’da!
The Ickabog hakkındaki yorumlarınızı bizimle paylaşmayı unutmayın!
The post The Ickabog #21: J.K. Rowling’den Bir Peri Masalı – Profesör Fraudysham | OKU appeared first on Fantastik Canavarlar.