J.K. Rowling’in kaleminden yeni bir peri masalı: The Ickabog. Yazar, Harry Potter serisini yazdığı sıralarda başladığı bu öyküyü yıllar sonra internet üzerinden ücretsiz olarak yayınlanıyor. FantastikCanavarlar.com olarak bizler de bölümleri Türkçeye çevirip sizlerle buluşturuyoruz.
The Ickabog hakkında daha detaylı bilgi için buraya tıklayabilirsiniz.
– giriş ve önsöz –
– bölüm 1 –
– bölüm 2 –
– bölüm 3 –
– bölüm 4 –
– bölüm 5 –
– bölüm 6 –
bölüm 7
Lord Spittleworth’un Zevzekliği
O gece her iki Lord da, her zamanki gibi, Kral Fred’le akşam yemeğine oturmuşlar. En iyi Jeroboam şarabı eşliğinde Baronstown’ın pahalı geyik etinden oluşan yemekle birlikte, Kurdsburg’un peynirleri ile Bayan Beamish’in son derece hafif Peri Yatakları’ndan oluşan spesiyalin de ardından, Lord Spittleworth doğru zamanın geldiğini düşünmüş. Boğazını temizlemiş ve şöyle demiş:
“Majesteleri, bugün avluda çocukların arasında çıkan çirkin kavganın başınızı ağrıtmamış olmasını umuyorum.”
“Kavga mı?” diye sormuş Kral Fred; o esnada yeni pelerininin tasarımı için terzisiyle konuşmakta olduğu için hiçbir şey duymamış. “Ne kavgası?”
“Hay aksi… Ben Majesteleri’nin bildiğini zannediyordum,” demiş Lord Spittleworth, irkilmiş gibi yaparak. “Binbaşı Beamish size olanları anlatmıştır diye düşünmüştüm.”
Ama Kral Fred rahatsız olmak şöyle dursun, keyifli görünüyormuş.
“Ah, çocuklar arasında olur böyle didişmeler, Spittleworth.”
Spittleworth ve Flapoon, Kral’ın arkasından birbirlerine bakmışlar ve Spittleworth şansını bir daha denemiş:
“Majesteleri, her zamanki gibi iyiliğin vücut bulmuş halisiniz,” demiş Spittleworth.
“Kesinlikle öyle, başka bir kral olsa ve,” diye mırıldanmış Flapoon, yeleğinin önündeki kırıntıları süpürürken, “bir çocuğun kendisi hakkında böyle saygısızca konuştuğunu duysa…”
“Ne?” demiş Fred, yüzünden gülümsemesi silinirken. “Çocuklardan biri benim hakkımda… saygısızca mı konuşmuş?” Fred buna inanamıyormuş. Balkondan çocukları selamladığında hepsinin heyecandan titrediğini görmeye alışkınmış, nasılsa.
“Ne yazık ki öyle, Majesteleri,” demiş Spittleworth, tırnaklarını incelerken. “ancak, söylediğim gibi… çocukları ayıran Binbaşı Beamish idi… tüm detayları o biliyor.”
Mumlar gümüş şamdanlarında hafifçe titreşmiş.
“Çocuklar… şaka yollu şeyler söylerler,” demiş Kral Fred. “Çocuğun herhangi bir art niyeti olmadığına kuşkum yok.”
Fred şarabını yudumlamış. O anda, uşaklardan biri puding tabaklarını toplamak için odaya girmiş.
“Cankerby,” demiş Kral Fred, uşağa ismiyle seslenerek, “git ve Binbaşı Beamish’i buraya getir.”
Kral ile Lord’ların aksine, Binbaşı Beamish akşam yemeklerinde yedi tabak yemek yemezmiş. O yemeğini saatler önceden bitirmiş ve Kral’ın çağrısı ona ulaştığında ise yatmaya hazırlanıyormuş. Apar topar pijamalarını çıkarıp üniformasını giyinmiş ve hızla saraya doğru yol almış; o esnada Kral Fred, Lord Spittleworth ve Lord Flapoon Sarı Salon’a çekilmiş, saten kumaştan koltuklarında oturmuş, Jeroboam şarabı içmeye devam ediyor ve Flapoon ise Peri Yatakları’ndan ikinci bir tabak daha gömüyormuş.
“Ah, Beamish,” demiş Kral Fred, binbaşı onun önünde saygıyla eğilirken. “Bugün avluda küçük bir kargaşa çıkmış diye duydum.”
Binbaşının kalbi teklemiş. Bert ile Daisy’nin kavgasının kralın kulağına gitmemiş olmasını umuyormuş.
“Ee, önemli bir şey değildi, Majesteleri,” demiş Beamish.

“Hadi ama, Beamish,” demiş Flapoon. “Oğluna vatan hainlerini hoş görmemesi gerektiğini öğrettiğin için kendinle gurur duymalısın.”
“Ben… şey… hainlik mevzu bahis değildi,” demiş Binbaşı Beamish. “Onlar yalnızca çocuk, efendim.”
“Anladığım kadarıyla, oğlun beni savunmuş, öyle mi, Beamish?” diye sormuş Kral Fred.
Binbaşı Beamish kendini çok talihsiz bir konumda bulmuş. Daisy’nin söylediklerini krala anlatmak istemiyormuş. Krala olan sadakati bir yana, annesiz kalmış küçük bir kızın Fred hakkında neden öyle hissettiğini gayet iyi anlıyormuş ve yapmak isteyeceği son şey de, küçük kızın başını derde sokmakmış. Aynı zamanda, Daisy’nin tam olarak neler söylediğini krala anlatabilecek yirmi görgü tanığı olduğunun da fena halde farkındaymış. O yüzden biliyormuş ki, yalan söylerse, Lord Spittleworth ile Lord Flapoon krala onun da hain ve güvenilmez olduğunu söyleyebilirmiş.
“Ben… evet, Majesteleri, oğlumun sizi savunduğu doğru,” demiş Binbaşı Beamish. “Ancak, Majesteleri hakkında… talihsiz şeyler söyleyen o küçük kıza müsamaha gösterilmelidir. Çok büyük bir sıkıntıdan geçti, Majesteleri ve kaldı ki, mutsuz yetişkinler bile öyle bir durumda düşüncesizce konuşabilirler.”
“Kızın başından nasıl bir sıkıntı geçti?” diye sormuş Kral Fred; onun hakkında kaba şeyler söylemesine neyin sebep olabileceğini hayal edemiyormuş.
“O… onun ismi Daisy Dovetail, Majesteleri,” demiş Binbaşı Beamish, gözlerini kralın başının üzerinden babası Doğrucu Kral Richard’ın resmine dikerek. “Annesi sizin Terzi Başınız–”
“Tamam, tamam, hatırladım,” demiş Kral Fred, yüksek sesle, Büyük Beamish’in sözünü keserek. “Pekâlâ, bu kadarı yeter, Beamish. Gidebilirsin.”
Binbaşı Beamish, biraz olsun rahatlamış bir halde, yeniden yerlere kadar eğilmiş; ancak, tam kapıya ulaşmışken, kralın seslendiğini duymuş.
“Kız tam olarak ne söyledi, Beamish?
Binbaşı Beamish eli kapı tokmağında öylece kalakalmış. Doğruyu söylemekten başka şansı yokmuş.
“Siz Majestelerinin bencil, kendini beğenmiş ve acımasız olduğunuzu söyledi,” demiş Binbaşı Beamish.
Krala bakmaya dahi cüret edemeden odayı terk etmiş.
Bölüm 8: Talep Günü
The Ickabog hakkındaki yorumlarınızı bizimle paylaşmayı unutmayın!
The post The Ickabog #7: J.K. Rowling’den Bir Peri Masalı – Lord Spittleworth’un Zevzekliği | OKU appeared first on Fantastik Canavarlar.