J.K. Rowling’in kaleminden yeni bir peri masalı: The Ickabog. Yazar, Harry Potter serisini yazdığı sıralarda başladığı bu öyküyü yıllar sonra internet üzerinden ücretsiz olarak yayınlanıyor. FantastikCanavarlar.com olarak bizler de bölümleri Türkçeye çevirip sizlerle buluşturuyoruz.
The Ickabog hakkında daha detaylı bilgi için buraya tıklayabilirsiniz.
– giriş, önsöz ve ilk bölümler-
– bölüm 5 –
– bölüm 6 –
– bölüm 7 –
bölüm 8
Talep Günü
Bencil, kendini beğenmiş ve acımasız. Bencil, kendini beğenmiş ve acımasız.
Bu sözler kralın ipekten gece başlığını giyinirken kafasının içinde yankılanıp duruyormuş. Bu doğru olamazmış, değil mi? Fred’in uykuya dalması da uzun sürmüş ve sabah uyandığında kendini daha da kötü hissediyormuş.
İyi bir şeyler yapmak istediğine karar vermiş ve aklına ilk gelen şey, onu o küçük yaramaz kız çocuğuna karşı savunan Beamish’in oğlunu ödüllendirmek olmuş. Bunun üzerine, genellikle en sevdiği av köpeğinin boynunda sallanan küçük madalyonu eline almış. Hizmetçilerinden birine madalyona bir kurdele geçirmesini istemiş ve Beamish’leri sarayına çağırtmış. Annesinin gelip sınıftan çıkardığı ve apar topar üzerine mavi kadifeden bir takım giydirdiği Bert, kralın huzurunda küçük dilini yutmuş. Bu, Fred’in çok hoşuna gitmiş ve Binbaşı Beamish ile Bayan Beamish’in gururdan neredeyse tam anlamıyla koltukları kabarırken, o da çocukla tatlı tatlı sohbet ederek uzun dakikalar geçirmiş. Nihayetinde Bert boynunda küçük, altın bir madalyonla okuluna geri dönmüş ve akşamüzeri oyun alanında, ona genelde en büyük zorbalığı yapan Roderick Roach bile onu öve öve bitirememiş. Daisy ise hiçbir şey söylememiş. Onunla göz göze gelince Bert’in yüzünü terler basmış ve kendini huzursuz hissetmiş; böylelikle madalyonu tişörtünün altına saklayıp göz önünden kaldırmış.
Bu sırada, kral hâlâ tam anlamıyla mutlu değilmiş. Tıpkı hazımsızlık çeker gibi, içinde rahatsız edici bir his varmış ve o gece de uykuya dalmakta çok zorlanmış.
Ertesi gün uyandığında, o günün Talep Günü olduğunu hatırlamış.
Talep günü, Cornucopia halkının kralla resmi görüşme yapmasına izin verilen ve yılda bir kez yapılan özel bir günmüş. Elbette, Fred’in huzuruna çıkarılacak bu insanlar, Fred’in danışmanları tarafından titizlikle seçilirmiş. Fred bu zamana kadar büyük problemlerle hiç karşılaşmamış. Birkaç altın sikkeyle çözebileceği ya da birkaç tatlı sözle halledebileceği problemleri olan insanları görmüş; örneğin, sabanı kırılmış bir çiftçi ya da kedisi ölen yaşlı bir hanım gibi. Fred Talep Günü’nü hep iple çekermiş. Bu gün, en şaşaalı kıyafetlerini giyinmesi için bir fırsatmış ve Cornucopia’nın sıradan insanları için ne ifade ettiğini görmek onun için çok dokunaklıymış.
Kahvaltıdan sonra Fred’in kostümcüleri, önceki aydan istettiği yeni takımı ile birlikte onu bekliyorlarmış: beyaz saten kumaştan bir pantolon, ona uygun bir yelek, altın ve inci düğmeler, kenarları kürklü ve kırmızı şeritli bir pelerin, beyaz saten kumaştan, altın ve inci tokaları olan bir ayakkabı. Şahsi uşağı Fred’in bıyıklarını kıvırmak için elinde altın bir maşayla hazır bekliyor, bir diğer uşağı ise Fred’in seçmesi için üzerinde değerli taşlarla süslü yüzüklerin olduğu kadife bir minderle hazır dikiliyormuş.
“Kaldırın şunu, istemiyorum,” demiş Kral Fred, sinirli bir halde, kostümcülerin onun için tuttuğu takımı eliyle iterek. Kostümcüler donup kalmışlar. Doğru duyup duymadıklarından emin olamamışlar. Kral Fred kostüm hazırlığını fazlasıyla önemsermiş ve kırmızı şeritler ile süslü tokaların eklenmesini de kendi istemiş. “Size kaldırın şunu dedim!” diye terslemiş, kimsenin kıpırdamadığını görünce. “Bana sade bir şey bulup getirin! Babamın cenazesinde giydiğim takımı getirin!”
“Ma-majesteleri, iyi misiniz?” diye sormuş şahsi uşağı, neye uğradığını şaşıran kostümcüler eğilerek beyaz takımı alelacele götürürken ve ellerinde siyah takımla jet hızıyla geri dönerken.
“Tabii ki, iyiyim,” diye hırlamış Fred. “Ama ben bir adamım, bir gösteriş budalası değil.”

Sahip olduğu en sade kıyafet olan siyah takımını üzerine geçirmiş. Sadeymiş sade olmasına, ama bu takım bile paça ve kol yenlerine gümüşün işlendiği, oniks taşından ve elmastan düğmeleriyle oldukça göz alıcıymış. Bunun ardından, uşağını yeniden dumura uğratarak, ondan bıyıklarının yalnızca uçlarını kıvırmasını istemiş ve işi bitince de, yüzüklerle dolu minderi tutan uşak ile ikisini de kovmuş.
İşte, diye düşünmüş Fred, kendini aynada incelerken. Bana kim kendini beğenmiş diyebilir ki? Ama… siyah… kesinlikle… benim renklerimden biri değil.
Böylece Fred’in hiç beklenmedik bir hızla giyinmesiyle, Fred’in hizmetkârlarından birine kulak kirini temizletmekte olan Lord Spittleworth ile mutfaktan istettiği Dük Lezzetleri’nden bir tabağı hapır hupur götürmekte olan Lord Flapoon neye uğradıklarını şaşırmışlar ve apar topar üzerlerine yeleklerini giyinip ayakkabılarını seke seke ayaklarına geçirip odalarından dışarı fırlamışlar.
“Acele edin, sizi tembeller!” demiş Kral Fred, iki Lord da koridora çıkıp arkasına takılırken. “Yardımımı bekleyen insanlar var!”
Ve hangi bencil kral ondan iyilik isteyen sıradan insanlarla buluşmak için böyle acele eder, diye düşünmüş Fred. Ama… hayır, o etmezmiş!
Fred’in danışmanları onun zamanında geldiğini ve sade bir kıyafet giydiğini görünce şoka uğramışlar. Gel gelelim, Baş Danışman Herringbone’un yüzünde, eğilirken onaylayan bir gülümseme belirmiş.
“Majesteleri, erkencisiniz,” demiş. “Halkınız müteşekkir olacaktır. Gün doğumundan beri sırada bekliyorlar.”
“Onları içeri al, Herringbone,” demiş kral, tahtına yerleşirken ve Spittleworth ile Flapoon’a her iki yanındaki yerlere oturmalarını işaret ederken.
Kapılar açılmış ve talepkarlar teker teker içeri girmişler.
Halkın kraliyet binalarında asılı portrelerden görmeye alıştıkları krallarını karşılarında görünce çoğunlukla dilleri tutulurmuş. Bazıları kıkırdamaya başlar, bazıları da ne için geldiğini unuturmuş; bir iki kere bayılanlar bile olmuş. Kral bugün ayrı bir cana yakınmış ve taleplerin her biri kralın birkaç altın sikke sunmasıyla, bir bebeği kutsamasıyla ya da yaşlı bir kadına elini öpmesine izin vermesiyle sonlanmış.
Gerçi, bugün gülümserken, altınları uzatırken ve sözler verirken, Daisy Dovetail’in sözleri kralın kafasının içinde yankılanmaya devam ediyormuş. Bencil, kendini beğenmiş ve acımasız. Kendisinin ne kadar harika bir adam olduğunu kanıtlamak için özel bir şey yapmak istiyormuş. Kendisini başkaları için feda etmeye hazır olduğunu göstermeliymiş. Talep Günü’nde Cornucopia’nın gelmiş geçmiş tüm kralları altın dağıtıp işe yaramaz iyilikler yapıyormuş zaten. Fred ise çağlar boyunca konuşulacak türden muhteşem bir şey yapmak istiyormuş. Sonuçta, bir meyve çiftçisinin sevdiği şapkasını yenileyerek tarih kitaplarında yerinizi alamazmış.
Fred’in her iki yanında duran Lord’lar sıkılmaya başlamışlar. Burada oturup köylülerin saçma sapan sorunlarını dinlemektense, öğle yemeğine kadar odalarında pineklemeyi daha çok tercih ediyorlarmış. Saatler sonra son talepkar da Taht Odası’ndan memnuniyetle çıktığında, neredeyse bir saattir midesi guruldayan Flapoon rahat bir nefes alarak kendini sandalyesinden atmış.
“Yemek zamanı!” demiş Flapoon neşeyle, ama tam muhafızlar kapıları kapatmak üzereyken, bir şamata kopmuş ve kapılar yeniden ardına kadar açılmış.
Bölüm 9 çok yakında FantastikCanavarlar.com’da!
The Ickabog hakkındaki yorumlarınızı bizimle paylaşmayı unutmayın!
The post The Ickabog #8: J.K. Rowling’den Bir Peri Masalı – Talep Günü | OKU appeared first on Fantastik Canavarlar.