J.K. Rowling’in kaleminden yeni bir peri masalı: The Ickabog. Yazar, Harry Potter serisini yazdığı sıralarda başladığı bu öyküyü yıllar sonra internet üzerinden ücretsiz olarak yayınlanıyor. FantastikCanavarlar.com olarak bizler de bölümleri Türkçeye çevirip sizlerle buluşturuyoruz.
The Ickabog hakkında daha detaylı bilgi için buraya tıklayabilirsiniz.
– giriş, önsöz ve ilk bölümler-
– bölüm 9 –
– bölüm 10 –
– bölüm 11 –
bölüm 12
Kralın Kayıp Kılıcı
Saniyeler içinde, kralın birliğindeki herkesin gözleri beyaz ince bir göz bağı ile kapanmış gibiymiş. Sis o kadar yoğunmuş ki, gözlerinin önündeki kendi ellerini bile göremiyorlarmış. Sis, bataklık suyunun ve çamurun ağır, pis kokusunu taşıyormuş. Adamların çoğu düşünmeden hareket etmiş ve üzerinde durdukları yumuşak zemin ayaklarının altında adeta hareket ediyor gibiymiş. Birbirlerini görmek için çırpına dursunlar, tüm yön duyularını da yitirmişler. Her biri kör edici bir denizde akıntıya kapılmış gibi hissediyormuş ve Binbaşı Beamish aralarında soğukkanlılığını yitirmeyen çok az kişiden biriymiş.
“Dikkatli olun!” diye seslenmiş. “Zemin çok tehlikeli. Kıpırdamadan durun, hareket etmeye kalkışmayın!”
Ancak Kral Fred bir anda korkuya kapılarak Beamish’in sözlerine hiç kulak asmamış. Hızla Binbaşı Beamish’in bulunduğu yön olduğunu zannettiği yere doğru hareket etmiş, ama birkaç adımın ardından çivi gibi soğuk bataklığın içine daha da gömüldüğünü fark etmiş.
“Yardım edin!” diye bağırmış, parlak botları bataklığın dondurucu suyuna iyice gömülürken. “Yardım edin! Beamish, neredesin? Batıyorum!”
Panik dolu sesler ile zırh seslerinin birbirine karışmış gürültüsü içinde bir feryattır kopmuş. Muhafızlar kralı bulmak için hemen harekete geçmişler. Birbirlerine toslayarak ve kayarak bir o yöne bir bu yöne ilerleyip durmuşlar. Gel gelelim, kralın çırpınış sesleri her birinin sesini bastırıyormuş.
“Botlarımı kaybettim! Neden kimse bana yardım etmiyor? Hepiniz neredesiniz?”
Lord Spittleworth ile Lord Flapoon, Beamish’in tavsiyesini dinleyen tek kişilermiş ve sis etraflarını sardığından beri bulundukları yerden hiç kıpırdamamışlar. Spittleworth Flapoon’un dev pantolonundan bir parçayı tutarken, Flapoon da Spittleworth’un üniformasının eteğine sıkı sıkıya yapışmış halde duruyormuş. Her ikisi de Fred’e yardım etmek için kılını bile kıpırdatmamış; onun yerine, sakinliklerini korumaya çalışarak korkudan titreyerek bekliyorlarmış.
“Bari bu salak bataklık tarafından yutulsa da, eve dönebilsek,” diye mırıldanmış Spittleworth, Flapoon’a.
Ortamdaki kargaşa git gide daha da artmış. Şimdi, Saray Muhafızları’nın büyük çoğunluğu da kralı bulmaya çalışırken bataklığa saplanmış. Hava şlap sesleri, zırhların tıngırtısı ve haykırış sesleriyle doluymuş. Binbaşı Beamish emirler vererek boşuna feryat edip duruyormuş ve kralın sesi, sanki onlardan uzağa sürükleniyormuş gibi, kör edici gecede git gide uzaklaşıyor gibiymiş.
Sonrasında, zifiri karanlığın kalbinde dehşet verici bir çığlık duyulmuş.
“BEAMISH, YARDIM ET, CANAVARI GÖREBİLİYORUM!”
“Geliyorum, Majesteleri!” diye bağırmış Binbaşı Beamish. “Bağırmaya devam edin, efendim, sizi bulacağım!”
“YARDIM ET! YARDIM ET BANA, BEAMISH!”
“O salağa ne oluyor?” diye sormuş Flapoon, Spittleworth’a; ama daha Spittleworth bir şey diyemeden, iki lordun etrafını saran sis geldiği hızla seyrelmeye başlamış. Böylece ikisi de birbirlerini biraz olsun görerek orada öylece durmaya devam etmişler, ama yine de her bir yanları ince beyaz sisten oluşan yüksek duvarlarla kaplıymış. Kralın sesi, Beamish ile diğer askerlere daha da uzaktan gelmeye başlamış.
“Kıpırdama,” diye uyarmış Spittleworth, Flapoon’u. “Sis bulutları biraz daha inince atları bulur, sonra da güvenli bir alana geçebil-“
İşte tam o anda, sis duvarının ardında çamurlu siyah bir şekil belirmiş ve kendini iki lordun üzerine atmış. Flapoon avazı çıktığı kadar bağırırken, Spittleworth da yaratığın üzerine atılmış, ama ayağı kaydığı için çığlık çığlığa yere yapışmış. İşte tam o anda, Spittleworth baştan ayağa çamurla kaplı, anlamsız sesler çıkaran ve kesik kesik soluyan şeyin aslında Korkusuz Kral Fred olduğunu anlamış.

“Tanrıya şükürler olsun, sizi bulduk, Majesteleri, her yerde sizi arıyorduk!” diye bağırmış Spittleworth.
“Ick – Ick – Ick –” diye kekeliyormuş kral.
“Hıçkırık tuttu herhalde,” demiş Flapoon. “Onu bir korkut.”
“Ick – Ick – Ickabog!” diye inlemiş Fred. “O-onu g-g-gördüm! Dev gibi bir canavar! Beni neredeyse yakalıyordu!”
“Anlayamadım, Majesteleri?” diye sormuş Spittleworth.
“Ca-canavar gerçek!” diyerek yutkunmuş Fred. “Ha-hayatta kaldığım için şanslıyım! Atlara! Kaçmalıyız, hemen!”
Kral Fred Spittleworth’un bir bacağını tutunup kendini kaldırmaya çalışmış, ama Spittleworth çamura bulanmamak için fişek gibi bir hızla yana kaçmış. Buna karşılık, Fred’in en temiz yeri olan başını teselli edercesine pat patlamış.
“Ee – geçti, geçti, Majesteleri. Bataklığa düşmekle ne kadar talihsiz bir deneyim yaşadınız. Önceden de konuştuğumuz gibi, kayalıklar böyle bir sisin içinde canavar gibi şekillere benziyor–”
“Yo, Spittleworth, onu gördüm!” diye bağırmış kral, yardımsız bir şekilde sendeleyerek ayağa kalkarken. “İki at büyüklüğündeydi ve gözleri ise iki kocaman fener gibiydi! Kılıcımı çektim, ama ellerim kaygan olduğu için kılıç ellerimin arasından kayıp gitti. O yüzden batan botlarımı çıkarıp kaçmaktan başka çarem yoktu!”
Etraflarındaki bir parça seyrelmiş sisin ardında bir adam daha görünmüş: Kaptan Roach. Roderick’in babası olan Kaptan Roach, Binbaşı Beamish’ten sonra gelen ikinci komutanmış ve simsiyah bıyıkları olan iri yarı güçlü bir adammış. Kaptan Roach’ın aslında nasıl biri olduğu o gece gün yüzüne çıkacakmış. Ama şimdilik bilinmesi gereken tek şey, kralın onu görmekten ne kadar mutlu olduğuymuş, çünkü o Saray Muhafızları’nın en iri adamıymış.
“Ickabog’dan hiçbir iz gördün mü, Roach?” diye sormuş Fred, inleyerek.
“Hayır, Majesteleri,” demiş Kaptan Roach, saygıyla eğilerek, “tek gördüğüm sis ve çamurdu. Her şey bir yana, Majesteleri’nin güvende olduğunu görmek ne güzel! Siz, beyler, lütfen burada kalın, ben de diğerlerini bulup bir araya toplayayım.”
Roach gitmeye yeltenince Kral Fred ciyak ciyak bağırmış. “Hayır, burada benimle kal, Roach, ya canavar bu yöne gelirse? Tüfeğin yanında, değil mi? Harika! Gördüğün gibi, ben kılıcımı da botlarımı da kaybettim. En sevdiğim aksesuarım, kabzası eşsiz taşlarla süslü kılıcımdı!”
Kral her ne kadar Kaptan Roach’u görünce kendini daha güvende hissetse de, hayatında hiç olmadığı kadar üşüyor, korkuyor ve tir tir titriyormuş. Ayrıca, içinde, Ickabog’u gördüğüne kimseyi inandıramayacağına dair kötü bir his de varmış; bu hisse, Spittleworth’un Flapoon’a gözlerini devirerek baktığını gördüğü anda kapılmış.
Kralın gururu incinmiş.
“Spittleworth, Flapoon,” demiş. “Kılıcımı ve botumu geri istiyorum! Orada bir yerlerde,” diye eklemiş, etraflarını çepeçevre saran sise doğru kolunu sallayarak.
“Sis – sis gidene kadar beklesek daha iyi olmaz mı, Majesteleri?” diye sormuş Spittleworth, gerginlikle.
“Kılıcımı istiyorum!” diye kükremiş Kral Fred. “O büyükbabama ait çok değerli bir kılıç! Gidip bulun onu, ikiniz de! Ben Kaptan Roach ile burada bekleyeceğim. Sakın eli boş döneyim demeyin.”
Bölüm 13 çok yakında FantastikCanavarlar.com’da!
The Ickabog hakkındaki yorumlarınızı bizimle paylaşmayı unutmayın!
The post The Ickabog #12: J.K. Rowling’den Bir Peri Masalı – Kralın Kayıp Kılıcı | OKU appeared first on Fantastik Canavarlar.