J.K. Rowling’in kaleminden yeni bir peri masalı: The Ickabog. Yazar, Harry Potter serisini yazdığı sıralarda başladığı bu öyküyü yıllar sonra internet üzerinden ücretsiz olarak yayınlanıyor. FantastikCanavarlar.com olarak bizler de bölümleri Türkçeye çevirip sizlerle buluşturuyoruz.
The Ickabog hakkında daha detaylı bilgi için buraya tıklayabilirsiniz.
– giriş, önsöz ve ilk bölümler-
– bölüm 22 –
– bölüm 23 –
– bölüm 24 –
bölüm 25
Lord Spittleworth’un Sorunu
Lord Spittleworth için ne üzücü ki, Ickabog’la ilgili şüphelerini dile getiren tek kişi Bay Dovetail değilmiş.
Cornucopia zaman geçtikçe fakirleşiyormuş. Zengin tüccarlar Ickabog vergilerini ödemekte hiçbir sorun yaşamıyorlarmış. Çünkü her ay vergi toplayıcılara iki düka ödediklerinden, haliyle bu paranın onlara geri dönmesi için pastaların, çöreklerin, peynirlerin, jambonların ve şarapların fiyatlarını yükseltmişler. Gel gelelim, daha fakir durumdaki insanlar için ayda iki düka altını ödemek, özellikle de pazarlardaki yiyecekler pahalılaşınca daha da zor bir hale gelmiş. Aynı zamanda, ülkenin yukarısında, Marshland’deki çocuklar da iyice bir deri bir kemik kalmışlar.
İnsanlar verdikleri altınların nerelere harcandığını bilmek ve hatta canavarın hâlâ bir tehlike arz edip etmediğine dair ispatlar görmek istediklerini dile getiriyormuş ve tüm bu sözler, ülkenin her bir kentine ve köyüne casuslar yerleştiren Spittleworth’un kulağına da gelmeye başlamış.
Cornucopia halkının kentten kente farklı karakter özelliklerine sahip olduğu söylenirmiş. Jeroboam’luların kavgacı ve hayalperest, Kurdsburg’lülerin uysal ve nazik, Chouxville halkının ise gururlu ve hatta sık sık söylendiği gibi burnu havada olduğu bilinirmiş. Gel gelelim, Baronstown insanları da açık sözlü ve dürüst satıcılar olarak tanınırlarmış. Ickabog’a dair şüphelerin ilk ateşlendiği yer, işte tam da burada başlamış.
Tubby Tenderloin adlı bir kasap tüm halkı genel bir toplantı yapmaya çağırmış. Tubby her ne kadar Ickabog’a inanmadığını açıkça söylemese de, toplantıya katılan herkesi krala bir imza kampanyası başlatmaya davet etmiş. Ondan Ickabog vergisinin hâlâ gerekli olduğuna dair bir kanıt sunmasını isteyeceklermiş. Toplantı biter bitmez, Spittleworth’un –elbette ki toplantıyı kaçırmayan– casusu atına atladığı gibi güneye doğru yol alarak gece yarısı saraya varmış.
Spittleworth, bir uşağının gelip onu uyandırmasıyla, hızla Lord Flapoon ile Binbaşı Roach’ı da yataklarından kaldırarak yanına çağırtmış. Her ikisi de casusun neler diyeceğini dinlemek için Spittleworth’un odasında toplanmışlar. Casus hain toplantıda olan bitenleri bir bir anlatmış ve sonra da haritayı açarak, içinde Tuddy Tenderloin’in evinin de bulunduğu, tüm elebaşlarının evlerini daire içine alıp işaretlemiş.
“Aferin,” demiş Roach, homurdanarak. “Hepsini vatan hainliğinden tutuklayıp hapse tıkalım. Olsun bitsin!”
“O hiç de dediğin kadar basit değil,” demiş Spittleworth, sabırsızca. “O toplantıda iki yüz insan vardı ve biz iki yüz insanı da hapse atamayız! Birincisi, o kadar odamız yok; ikincisi, herkes Ickabog’un gerçek olduğunu ispatlayamadığımızı söyler!”
“O zaman biz de onları vururuz,” demiş Flapoon, “ve sonra da, Beamish’e yaptığımız gibi sarıp sarmalar ve bulunmaları için bataklığın kenarına bırakırız. İnsanlar da bunu Ickabog’un yaptığını sanır.”
“Şimdi de Ickabog silah mı kullanıyor, yani?” diye gürlemiş Spittleworth. “Bir de, iki yüz kurbanının üzerini tek tek pelerinle mi örtüyor?”
“Pekâlâ, madem planlarımıza burun kıvırıyorsunuz, Lord’um,” demiş Roach, “o zaman neden kendiniz ortaya daha zekice bir plan koymuyorsunuz?”
Ancak, Spittleworth’un yapamadığı da zaten buymuş. Ne kadar kafa yorarsa yorsun, Cornucopia’lıları vergilerini şikâyet etmeden ödeyecek kadar nasıl korkutacağını bir türlü bulamıyormuş. İhtiyacı olan şey, Ickabog’un gerçekten olduğuna dair bir kanıtmış, ama bunu nereden bulabilirmiş ki?
Diğerleri yataklarına döndükten sonra, Spittleworth şöminesinin önünde tek başına volta atarken kapısının yeniden tıklandığını duymuş.
“Gene ne var?” diye gürlemiş.
Uşak Cankerby usulca odaya girmiş.
“Ne istiyorsun? Çabuk söyle, işim var!” demiş Spittleworth.
“Beni mazur görün, efendim,” demiş Cankerby, “ama odanızın önünden geçerken, sizin, Lord Flapoon ve Binbaşı Roach’la birlikte Baronstown’daki hain toplantı hakkında konuştuklarınıza kulak misafiri oldum.”
“Oh, kulak misafiri oldun demek?” demiş Spittleworth, tehlikeli bir sesle.

“Size söylemem gerektiğini düşündüm, Lord’um. Burada, Kent-İçi-Kent’te, Baronstown’da toplanan hainler gibi düşünen biri var,” demiş Cankerby. “O da tıpkı o kasaplar gibi kanıt istiyor. Ben de duyunca bunun bir vatan hainliği olduğunu düşündüm.”
“Evet, tabii ki, bu bir vatan hainliği!” demiş Spittleworth. “Sarayın gölgeleri içinde bunları söylemeye kim cüret eder? Kralın hizmetkârları hangi cüretle kralın sözünü sorgulamaya kalkar?”
“Evet… o yüzden…” demiş Cankerby, ayaklarını sürerek. “Bazıları bunun değerli bir bilgi olduğu görüşünde, bazıları ise–”
“Söyle bana, kim o,” diye hırlamış Spittleworth, uşağın ceketinin önüne yapışarak, “ben de senin bir ödemeyi hak edip hak etmediğine bakayım! İsimleri – bana isimlerini ver!”
“D-D-Dan Dovetail!” demiş uşak.
“Dovetail… Dovetail… bu ismi bir yerden biliyorum,” demiş Spittleworth, uşağı bırakarak; uşak da yana doğru sendeleyerek sehpaya doğru devrilmiş. “Bir terzi kadın vardı hani…?”
“Karısı, efendim. Öldü,” demiş Cankerby, doğrulurken.
“Evet,” demiş Spittleworth, yavaşça. “Mezarlığın yanındaki evde yaşıyor ve pencerelerinde ne kralın bir portresi ne de bir bayrak asılı. Sen bu hain görüşleri dile getirdiğini nereden biliyorsun?”
“Bayan Beamish bulaşıkhanede çalışan hizmetçiye söylerken kulak misafiri oldum,” demiş Cankerby.
“Sen de bakıyorum her şeye kulak misafiri oluyorsun, öyle mi, Cankerby?” demiş Spittleworth, yeleğinin içindeki altınlara dokunarak “Çok güzel. Al bakalım, sana on düka.”
“Çok teşekkür ederim, Lord’um,” demiş uşak, yerlere kadar eğilerek.
“Bekle,” demiş Spittleworth, Cankerby gitmek için dönerken. “Ne iş yapar bu Dovetail?”
Spittleworth’un bilmek istediği şey, Bay Dovetail ortadan kaybolursa kralın onu özleyip özlemeyeceğiymiş.
“Dovetail mi, Lord’um? Marangoz,” demiş Cankerby ve yeniden eğilerek odadan çıkmış.
“Marangoz,” diye tekrarlamış Spittleworth, yüksek sesle. “Bir marangoz…”
Cankerby’ın arkasından kapı kapanırken, Spittleworth’un aklına yıldırım misali yine bir fikir düşmüş ve kendi parlak zekâsına o kadar şaşırıp kalmış ki, düşüp yuvarlanmamak için koltuğun arkasına tutunmak zorunda kalmış.
Bölüm 26 çok yakında FantastikCanavarlar.com’da!
The Ickabog hakkındaki yorumlarınızı bizimle paylaşmayı unutmayın!
The post The Ickabog #25: J.K. Rowling’den Bir Peri Masalı – Lord Spittleworth’un Sorunu | OKU appeared first on Fantastik Canavarlar.