J.K. Rowling’in kaleminden yeni bir peri masalı: The Ickabog. Yazar, Harry Potter serisini yazdığı sıralarda başladığı bu öyküyü yıllar sonra internet üzerinden ücretsiz olarak yayınlanıyor. FantastikCanavarlar.com olarak bizler de bölümleri Türkçeye çevirip sizlerle buluşturuyoruz.
The Ickabog hakkında daha detaylı bilgi için buraya tıklayabilirsiniz.
– giriş, önsöz ve ilk bölümler-
– bölüm 23 –
– bölüm 24 –
– bölüm 25 –
bölüm 26
Bay Dovetail’e Bir İş Teklifi
Binbaşı Roach marangozhanenin kapısını tıklattığında, Daisy okulunda, Bay Dovetail ise işinde gücündeymiş. Bay Dovetail, Roach’ın, eski evinde yaşayan ve Binbaşı Beamish’in yerine Saray Muhafızları’nın başına geçen kişi olduğunu biliyormuş. Roach’ı içeri davet etmiş, ama binbaşı kabul etmemiş.
“Sarayda acil bir iş için sana ihtiyacımız var, Dovetail,” demiş. “Kralın at arabasının gövdesinde bir kırık var ve yarın arabaya ihtiyacı var.”
“Yine mi?” demiş Bay Dovetail. “Oysaki daha geçen ay onarmıştım.”
“Çiftelenmiş,” demiş Binbaşı Roach, “arabayı çeken atlardan biri tarafından. Geliyor musun?”
“Elbette,” demiş, kraldan gelen bir işi reddetme gibi bir lüksü olmayan Bay Dovetail. Böylelikle dükkânını kilitleyip kapatarak Kent-İçi-Kent’in aydınlık sokaklarına adım atmış ve Roach’la birlikte, at arabalarının bulunduğu saray barınaklarına gelinceye kadar oradan buradan laflaya laflaya yürümüşler. Altı asker kapının önünde aylak aylak takılıyormuş ve Bay Dovetail ile Binbaşı Roach’ın yaklaşmakta olduğunu görünce hepsi birden başlarını kaldırıp bakmış. Bir askerin ellerinde boş bir un çuvalı, bir diğerinde de uzun bir ip varmış.
“Günaydın,” demiş Bay Dovetail.
Yanlarından yürüyüp geçeyim derken, daha ne olduğunu bile anlamadan, bir asker elindeki un çuvalını Bay Dovetail’in kafasına geçirmiş ve iki tanesi de kollarını arkasına geçirip bileklerini iple bağlamış. Bay Dovetail güçlü bir adammış, sıkı bir mücadele veriyormuş, ama Roach kulağına eğilip şöyle fısıldamış:
“Tek bir ses dahi çıkaracak olursan, bedelini kızın öder.”
Bay Dovetail’in sesi hemen kesilmiş. Askerler onu sarayın içine götürürken karşı koymamış, ama o aslında nereye gittiklerini göremiyormuş. Gel gelelim, kısa bir süre sonra nereye götürüldüğünü anlamış, çünkü onu merdivenlerden iki kat aşağı indirdikten sonra bir üçüncü merdivene geldiklerinde, zemin kaygan taşlardan oluşuyormuş. Bedeninden soğuğun geçtiğini hissedince, önce zindanlarda olduğundan şüphelenmiş, ama sonra demir bir anahtarın çevrildiğini ve parmaklıkların tıngırtısını duyunca zindanlarda olduğundan emin olmuş.
Askerler Bay Dovetail’i soğuk taş zemine fırlatmışlar. Birisi başındakini çekip çıkarmış.
Etraf neredeyse tamamen zifiri karanlıkmış ve ilk başta Bay Dovetail etrafında ne olduğunu hiç anlamamış. Sonra askerlerden biri bir meşale yakınca, Bay Dovetail kendini güzelce parlatılmış bir çift bota bakarken bulmuş. Başını kaldırıp bakmış. Karşısında duran adam, sırıtan bir Lord Spittleworth’muş.
“Günaydın, Dovetail,” demiş Spittleworth. “Seninle küçük bir işim var. Eğer işini düzgün yaparsan, bir an önce kendini kızınla birlikte evinde bulursun. Ha eğer reddedersen –ya da işini düzgün yapmazsan– kızını bir daha asla göremezsin. Birbirimizi yeterince anladık, değil mi?”

Altı asker ve Binbaşı Roach, ellerinde tuttukları kılıçlarla, hücre duvarının önünde sıra halinde duruyormuş.
“Evet, Lord’um,” demiş Bay Dovetail, alçak bir sesle. “Anladım.”
“Mükemmel,” demiş Spittleworth. Kenara çekilince arkasında duran dev bir tahta parçası ile bir midilli kadar büyük bir ağaç kütüğü ortaya çıkmış. Tahtanın küçük bir masa olması bir yana, üzerinde marangoz aletlerinden oluşan bir set de bulunuyormuş.
“Bana dev bir ayak izi oymanı istiyorum, Dovetail, sivri uçlu pençelerin olduğu kocaman bir ayak. Ayağın üstüne de uzun bir sopa koymanı istiyorum, böylelikle at sırtındaki biri ayağı iz bırakacak şekilde yumuşak toprağa basabilsin. Görevini anladın mı, marangoz?”
Bay Dovetail ile Lord Spittleworth göz göze gelip birbirlerinin gözünün içine bakmışlar. Elbette, Bay Dovetail ne yapması gerektiğini gayet iyi anlamış. Ondan Ickabog’un varlığına dair sahte bir kanıt yaratmasını istiyormuş. Ama Bay Dovetail’i asıl korkutan şey başkaymış: sahte canavar ayağını yaptıktan sonra ne yaptığını kimselere anlatmasın diye Spittleworth’un onu salacağını hiç zannetmiyormuş.
“Yemin eder misiniz, Lord’um,” demiş Bay Dovetail, usulca, “bunu yaparsam kızıma hiçbir zarar gelmeyeceğine dair yemin eder misiniz? Ayrıca, ona dönmeme izin verecek misiniz?”
“Tabii ki,” demiş Spittleworth, neşeyle; hücrenin kapısına doğru ilerlemeye başlamış bile. “Görevini ne kadar erken tamamlarsan kızına o kadar erken kavuşursun.
“Şimdi, her gece, bu araç gereçleri buradan toplayıp sabahına yeniden geri getireceğiz, çünkü mahkûmların bu aletlerle tünel kazarak buradan kaçmalarına fırsat veremeyiz, değil mi? İyi şanslar, Dovetail. Sıkı çalış. Ayağımı görmek için sabırsızlanıyorum!”
Ve böylelikle Roach Bay Dovetail’in bileklerindeki ipleri kesmiş ve elindeki meşaleyi duvarda asılı duran bölmeye yerleştirmiş. Ardından Spittleworth, Roach ve diğer askerler hücreden ayrılmışlar. Demir kapı gürültüyle kapanıp kilidin içinde anahtarın döndürülmesiyle, Bay Dovetail dev bir tahta parçası ve kesici aletlerle yapayalnız bırakılmış.
Bölüm 27 çok yakında FantastikCanavarlar.com’da!
The Ickabog hakkındaki yorumlarınızı bizimle paylaşmayı unutmayın!
The post The Ickabog #26: J.K. Rowling’den Bir Peri Masalı – Bay Dovetail’e Bir İş Teklifi | OKU appeared first on Fantastik Canavarlar.