J.K. Rowling’in kaleminden yeni bir peri masalı: The Ickabog. Yazar, Harry Potter serisini yazdığı sıralarda başladığı bu öyküyü yıllar sonra internet üzerinden ücretsiz olarak yayınlanıyor. FantastikCanavarlar.com olarak bizler de bölümleri Türkçeye çevirip sizlerle buluşturuyoruz.
The Ickabog hakkında daha detaylı bilgi için buraya tıklayabilirsiniz.
– giriş, önsöz ve ilk bölümler-
– bölüm 25 –
– bölüm 26 –
– bölüm 27 –
bölüm 28
Kaknem Ana
Kaknem Ana ön kapısını iyice kilitledikten sonra, yeni mahkûmunun başındaki çuvalı çıkarmış.
Işığa karşı gözlerini kırpıştıran Daisy, kendini, dar ve oldukça pis bir koridorda çok çirkin yaşlı bir kadınla yüz yüze bakarken bulmuş. Baştan ayağa siyahlar giyinen kadının burnunun ucunda üzerinden kılların çıktığı kocaman, kahverengi bir siğil varmış.
“John!” diye seslenmiş kurbağa gibi bir sesle, gözlerini Daisy’den ayırmadan. Daisy’den çok daha iri ve çok daha büyük olan, duygusuz ifadeli, sert bakışlı bir çocuk ayaklarını sürüye sürüye ve parmaklarını kıtlata kıtlata koridora gelmiş. “Yukarı çık ve Jane’lere odaya bir döşek daha koymalarını söyle.”
“Bunu o küçük veletlerden birine yaptır,” diye homurdanmış John. “Ben daha kahvaltı bile etmedim.”
Kaknem Ana aniden elindeki ağır, gümüş kuplu bastonu çocuğun kafasına doğru savurmuş. Daisy gümüşün kafaya çarpan o korkunç sesini duymayı beklemiş, ama çocuk, sanki bunu defalarca yaşamış gibi, ustalıkla eğilip bastondan kaçmayı başarmış. Parmaklarını yeniden kütleterek asık suratlı bir halde konuşmuş: “Anladık, anladık!” ve köhne bir merdivenden çıkıp gözden kaybolmuş.
“Adın ne senin?” demiş Kaknem Ana, Daisy’ye dönerek.
“Daisy,” demiş Daisy.
“Hayır, değil,” demiş Kaknem Ana. “Senin adın Jane.”
Daisy, Kaknem Ana’nın evine gelen her çocuğa aynı şeyi söylediğini çok geçmeden öğrenecekmiş. Bu evde her kıza Jane ismi, her erkeğe de John ismi verilirmiş. Her gelen çocuğun yeni ismine verdiği tepki, Kaknem Ana’ya bir çocuğun cesaretini kırmanın ne kadar zor bir iş olduğunu hatırlatırmış.
Elbette, Kaknem Ana’ya getirilen ufacık çocuklar isimlerinin John ya da Jane olmasına kolaylıkla alışır ve eski isimlerini çok geçmeden unuturlarmış. Ayrıca, evsiz çocuklar ya da kayıp çocuklar da, John ya da Jane isimlerini almak başlarını sokacak bir çatıları olduğunu müjdelediği için, bu değişimi çabucak kabullenirlermiş.
Ancak, arada sırada, Kaknem Ana yeni ismini kavgasız dövüşsüz kabullenmeyecek bir çocukla tanışırmış ve daha Daisy ağzını bile açmadan bu kızın da onlardan biri olduğunu anlamış. Yeni gelen kızın görünüşünde huysuz, kendini beğenmiş bir hava varmış ve ne kadar çırpı gibi de olsa, orada iş tulumlarının içinde yumruklarını sıkarak dururken güçlü görünüyormuş.
“Benim adım,” demiş Daisy, “Daisy Dovetail. Ben annemin en sevdiği *çiçeğin ismini taşıyorum.”
[ÇN. Daisy, çayır papatyası anlamına gelir.]
“Senin annen öldü,” demiş Kaknem Ana, çünkü eline düşen bütün çocuklara hep ailelerinin öldüğünü söylermiş. Bu zavallı çocukların onları kurtaracak birilerinin olmadığını düşünmeleri en iyisiymiş.
“Doğru,” demiş Daisy, kalbi deli gibi çarparken. “Benim annem öldü.”
“Ve baban da,” demiş Kaknem Ana.
Kötü yaşlı kadının görüntüsü, Daisy’nin gözlerinin önünde dönüyor gibiymiş. Daisy dün öğle yemeğinden beri hiçbir şey yememiş ve tüm geceyi Prodd’ın yük arabasında korku içinde geçirmiş. Ona rağmen yine de soğuk ve kendinden emin bir sesle şöyle söylemiş: “Benim babam yaşıyor. Ben Daisy Dovetail’im ve babam Chouxville’de yaşıyor.”
Babasının hâlâ orada olduğuna inanmaktan başka çaresi yokmuş. Aklının bulanmasına izin veremezmiş, çünkü babası öldüyse şayet, tüm umudu da onunla birlikte ebediyen kaybolurmuş.
“Hayır, öldü,” demiş Kaknem Ana, bastonunu kaldırarak. “Baban nalları dikti ve senin adın da Jane.”
“Benim adım–” diye başlamış Daisy, ama ani bir vınlamayla, Kaknem Ana’nın bastonu kafasına doğru savrulmuş. Daisy büyük çocuğun yaptığını yaparak eğilmiş. Ama baston bir kez daha gelince, Daisy bu kez kulağından vurulup acı içinde yana doğru devrilmiş.
“Yeniden deneyelim,” demiş Kaknem Ana. “Dediğimi tekrar et. ‘Benim babam öldü ve benim adım Jane.’”

“Hayır,” diye bağırmış Daisy; baston yeniden üzerine savrulmadan önce, Kaknem Ana’nın kolunun altından fırladığı gibi, arka kapının sürgülü olmamasını ümit ederek evin içinde koşmaya başlamış. Mutfağa geldiğinde, solgun yüzlü, korkmuş görünen bir kız ile bir erkek çocuğu yeşil renkli pis bir sıvıyı kepçelerle taslara koyarken bulmuş. Mutfakta bir de kapı varmış, ama tıpkı diğerinde olduğu gibi onun da üzerinde zincirler ve asma kilitler varmış. Daisy hızla dönerek hole geri koşmaya başlamış, önüne çıkan Kaknem Ana’yı atlatarak hızla merdivenleri çıkmış. Üst katta da daha cılız görünen solgun yüzlü çocuklar temizlik yapıyor ve eski püskü çarşafları sererek yatakları hazırlıyorlarmış. Kaknem Ana, onun arkasından merdivenleri tırmanmaya başlamış bile.
“Söyle,” demiş Kaknem Ana, kurbağa gibi sesiyle. “Söyle, ‘benim babam öldü ve benim adım Jane.’”
“Benim babam yaşıyor ve benim adım Daisy!” diye bağırmış Daisy, şimdi de bir odaya açıldığını tahmin ettiği tavanda duran bir kapağa yönelerek. Korkmuş kızlardan birinin elinden toz alıcı tüyü kapıp kapağı zorlayarak açmış. Açtığı gibi, kapaktan aşağıya bir ip merdiven düşmüş. Daisy merdivene tırmanmış ve Kaknem Ana ile bastonu ona ulaşamasın diye ipi yukarı çekip tavan arasının kapısını çarparak kapatmış. Aşağıda yaşlı kadının gıdaklar gibi güldüğünü ve oğlanlardan birine Daisy’nin oradan çıkmaması için kapağın altında nöbet tutmasını emrettiğini duyabiliyormuş.
Daisy sonraki günlerde bu çocukların birbirlerine başka isimler taktıklarını keşfedecekmiş; hangi John ya da Jane’den bahsettiklerini bu sayede anlayabiliyorlarmış. Tavan arasına açılan kapağın altında nöbet tutan büyük çocuk alt katta gördüğü çocukmuş. Diğer çocukların ona taktığı isim, kendinden küçük çocuklara yaptığı zorbalıklar yüzünden Zorba John’muş. Zorba John aynı zamanda Kaknem Ana’nın bir çeşit temsilciliğini yapıyormuş. Şimdi ise Daisy’ye doğru seslenerek o tavan arasında açlıktan ölen çocukların olduğunu ve etrafına iyice bakarsa onların iskeletlerini bulacağını söylüyormuş.
Kaknem Ana’nın tavan arasının duvarı o kadar alçakmış ki, Daisy hep çömelerek durmak zorunda kalıyormuş. Ayrıca çok da pismiş, ama çatıda içeriye bir parça da olsa güneş ışığının düştüğü küçük bir delik varmış. Daisy kıvrıla kıvrıla ilerleyerek oraya ulaşıp gözünü deliğe koymuş. Şimdi, Jeroboam semalarını görebiliyormuş. Çoğunlukla binaların bembeyaz olduğu Chouxville’in aksine, burası koyu gri taşların hâkim olduğu bir şehirmiş. Aşağıda iki adam sokaktan sallana sallana geçiyor, son zamanlarda içerken söylemesi popüler olan bir şarkı tutturuyorlarmış:
“Bir şişe devirdi mi, Ickabog olur yalan,
Bir şişe daha, Ickabog ahlar ufaktan,
Hadi bir şişe daha, Ickabog sıvışır yavaştan,
Ickabog geliyor, ölmeden son kez daha içelim!”
Daisy bir gözü deliğin üzerinde bir saat kadar orada öylece oturmuş; ta ki, Kaknem Ana gelip bastonuyla kapağa vurana kadar.
“Adın ne?”
“Daisy Dovetail!” diye feryat etmiş Daisy.
Ve ondan sonraki her saat başı aynı soru gelmiş, aynı cevap gitmiş.
Saatler böyle böyle geçedursun, Daisy artık açlıktan başının dönmeye başladığını hissediyormuş. Kaknem Ana’nın sorusuna ‘Daisy Dovetail’ diye bağıran sesi git gide zayıflamaya başlamış. Sonunda, tavan arasındaki delikten havanın kararmaya başladığını görmüş. Artık çok susamış ve kendini gerçekle yüzleşmeye zorlamış. İsminin Jane olduğunu reddetmeye devam ederse, ileride Zorba John’un başka çocukları korkutmak için kullanacağı tavan arasındaki bir iskelete dönüşebilirmiş.
Böylece Kaknem Ana bir kez daha tavan kapağına vurup ona adının ne olduğunu sorduğunda, Daisy, “Jane,” diye cevap vermiş.
“Baban yaşıyor mu?” diye sormuş Kaknem Ana.
Daisy parmaklarını çapraz yaparak:
“Hayır,” demiş.
“Çok güzel,” demiş Kaknem Ana, kapağı çekip açarak; böylece ip merdiven de aşağı inmiş. “Aşağı gel, Jane.”
Daisy yaşlı kadının yanına yeniden inince kadın yanağına bir tokat atmış. “Bu terbiyesiz, yalancı, pis küçük bir velet olduğun için. Şimdi gidip çorbanı iç, kâseni yıka ve yatağına git.”
Daisy, içi lahana çorbası dolu küçük bir kaseyi lüp diye mideye indirmiş –ki aslında hayatı boyunca yediği en kötü yemekmiş. Sonra, Kaknem Ana’nın bulaşık yıkanması için koyduğu yağlı fıçıda kâseyi yıkamış ve yatmak için üst kata çıkmış. Kızların yatak odasında yerde boş bir döşek duruyormuş. Diğer tüm kızların gözleri onun üzerindeyken yavaşça içeri süzülmüş ve kıyafetlerini çıkarmadan eski püskü battaniyenin altına girmiş, çünkü oda çok soğukmuş.
Daisy, kendini, kendi yaşıtı, ince yüzlü bir kızın kibar mavi gözlerine bakarken bulmuş.
“Çoğumuzdan daha uzun dayandın,” diye fısıldamış kız. Daisy’nin daha önce hiç duymadığı bir aksanı varmış. Sonra, Daisy bu kızın Marshland’li olduğunu öğrenecekmiş.
“Adın ne?” diye sormuş Daisy, fısıldayarak. “Gerçek adın?”
Kız unutma-beni mavisi gözlerini kocaman açarak ona bakmış.
“Söylememiz yasak.”
“Söz veriyorum, kimseye söylemem,” diye fısıldamış Daisy.
Kız ona bakakalmış. Tam Daisy cevap vermeyeceğini düşündüğü anda, kız fısıldamış:
“Martha.”
“Tanıştığıma memnun oldum, Martha,” diye fısıldamış Daisy. “Ben Daisy Dovetail ve benim babam hâlâ yaşıyor.”
Bölüm 29: Bayan Beamish’in Tedirginliği
The Ickabog hakkındaki yorumlarınızı bizimle paylaşmayı unutmayın!
The post The Ickabog #28: J.K. Rowling’den Bir Peri Masalı – Kaknem Ana | OKU appeared first on Fantastik Canavarlar.