J.K. Rowling’in kaleminden yeni bir peri masalı: The Ickabog. Yazar, Harry Potter serisini yazdığı sıralarda başladığı bu öyküyü yıllar sonra internet üzerinden ücretsiz olarak yayınlanıyor. FantastikCanavarlar.com olarak bizler de bölümleri Türkçeye çevirip sizlerle buluşturuyoruz.
The Ickabog hakkında daha detaylı bilgi için buraya tıklayabilirsiniz.
– giriş, önsöz ve ilk bölümler-
– bölüm 31 –
– bölüm 32 –
– bölüm 33 –
bölüm 34
Üç Ayak Daha
Beş dakika sonra, Spittleworth casusun beklediği Mavi Salon’a girerken, “vaktimi boşa harcamıyor olsan iyi edersin,” diye aksi aksi söylenmiş.
“Lo – Lo – Lord’um,” demiş adam, nefes nefese kalmış bir halde, “diyorlar ki – canavar – sekiyormuş.”
“Ne yapıyormuş?”
“Sekiyormuş, Lord’um! Sekiyormuş!” demiş adam. “Oradakiler – tüm ayak izlerinin – aynı – sol – ayağa – ait olduğunu fark etmiş!”
Spittleworth dumura uğramış. Sıradan halkın böyle bir şeyi çakacak kadar akıllı olmasını hiç beklemiyormuş. Tabii, kendisi, ömrü boyunca tek bir canlıya dahi bakmadığı için – buna kendi atları da dâhilmiş– bir canlının yerde birbirinin tıpatıp aynısı ayak izleri bırakamayacağı aklının ucuna dahi gelmemiş.
“Her şeyi de ben mi düşüneceğim?” diye kükremiş Spittleworth ve salondan fırtına gibi çıkıp Muhafızlar Odası’na doğru ilerlemiş. Binbaşı Roach’ı odada bir iki arkadaşıyla birlikte şarap içip kart oynarken bulmuş. Spittleworth’u gören Binbaşı ayağa fırlayıp ona odanın dışına gelmesini işaret etmiş.
“Ickabog Savunma Birliği’ni acil toplanmanı istiyorum, Roach,” demiş Spittleworth, alçak bir sesle. “Kuzeye doğru at sürün ve giderken yapabildiğiniz kadar çok gürültü yapın. Chouxville’den Jeroboam’a kadar herkesin sizi geçerken görmesini istiyorum. Sonra oraya varınca dağılın ve bataklığın sınırına bir muhafız yerleştirin.”
“Ama–” diye başlamış Binbaşı Roach; Chouxville sokaklarında tam takım üniformasını kuşanıp ara sıra at sürmeye de, sarayda bol bereketli ve rahat bir hayat yaşamaya da çok alışmış.
“’Ama’ falan duymak istemiyorum, hemen harekete geçmeni istiyorum!” diye bağırmış Spittleworth. “Kuzeyde hiçbir askerin konuşlanmadığına dair dedikodular almış başını gidiyor! Şimdi hemen git ve uyandırabildiğin kadar çok insanı uyandır. Ayrıca, benim yanıma iki adam bırak, Roach. Sadece iki. Onlara vereceğim başka küçük bir iş var.”
Böylece Roach homurdana homurdana birliğini toplamak için harekete geçmiş. Spittleworth da tek başına zindanlara doğru yol almış.
Zindanlara vardığında kulağına gelen ilk ses, hiç durmadan milli marşı söylemeye devam eden Bay Dovetail’in sesi olmuş.
“Sessiz ol!” diye böğürmüş Spittleworth; kılıcını çıkarıp gardiyana onu Bay Dovetail’in hücresine almasını işaret etmiş.
Marangozun görünüşü Lord Spittleworth’un onu en son gördüğü halinden bu yana bir hayli değişmiş. Zindanlardan çıkıp Daisy’yi görmesine izin verilmeyeceğini öğrendiğinden beri, Bay Dovetail’in gözlerine vahşi bir bakış yerleşmiş. Bunun yanında, elbette, haftalardır tıraş da olamıyormuş ve saçları da bir hayli uzamış.

“Sessiz ol, dedim!” diye hırlamış Spittleworth, çünkü Bay Dovetail kendine engel olamayarak milli marşı mırıldanarak söylemeye devam ediyormuş. “Üç ayağa daha ihtiyacım var, duyuyor musun beni? Sol ayaktan bir tane daha, sağ ayaktan da iki tane. Beni anlıyor musun, marangoz?”
Bay Dovetail mırıldanmayı kesmiş.
“Eğer yaparsam, kızımı görmeme izin verecek misiniz, Lord’um?” diye sormuş, hırıltılı bir sesle.
Spittleworth gülümsemiş. Adamın yavaş yavaş akli dengelerini yitirmekte olduğu barizmiş. Çünkü yalnızca bir deli, üç Ickabog ayağı yaptıktan sonra çıkıp gitmesine izin verileceğini düşünebilirmiş.
“Tabii ki, izin vereceğim,” demiş Spittleworth. “Yarın sabah ilk iş sana tahta göndereceğim. Sıkı çalış, marangoz. Bitirdiğin zaman, kızını görmen için buradan çıkmana izin vereceğim.”
Spittleworth zindanlardan çıkar çıkmaz, çağırttığı iki askeri orada onu beklerken bulmuş. Adamları kendi şahsi odasına götürmüş ve uşak Cankerby’ın pusuya yatmadığından da emin olduktan sonra talimatlarını vermek için adamlara dönmüş.
“Bu işi başarırsanız, her ikinize de ellişer düka altın vereceğim,” demesiyle, askerler heyecanlanmış.
“Sabah, öğle, akşam Leydi Eslanda’yı takip edeceksiniz, anlaşıldı mı? Onu takip ettiğinizi asla anlamamalı. Yalnız olduğunu gördüğünüz bir anda ise onu kaçıracaksınız, ama kimse ne bir şey görmeli ne de duymalı. Olur da kaçacak olursa ya da siz görülecek olursanız, ben size böyle bir emir verdiğimi reddeder, sizi de ölüme mahkum ederim.”
“Onu kaçırıp ne yapacağız?” diye sormuş, askerlerden biri; artık yüzünde heyecan yerine ciddi bir korku varmış.
“Hmm,” demiş Spittleworth, pencereden dışarı bakmak için dönerken. Eslanda’yla en iyi nasıl başa çıkabileceğini düşünüyormuş. “Bir saray leydisi bir kasapla aynı değil. Ickabog saraya girip onu yiyemez… Hayır, bence en iyisi,” demiş Spittleworth, kurnaz yüzüne yavaş yavaş bir gülümseme yerleşirken, “Leydi Eslanda’yı benim malikâneme götürmeniz. Onu oraya götürünce bana haber gönderin, ben de orada olacağım.”
Bölüm 35 bugün FantastikCanavarlar.com’da!
The Ickabog hakkındaki yorumlarınızı bizimle paylaşmayı unutmayın!
The post The Ickabog #34: J.K. Rowling’den Bir Peri Masalı – Üç Ayak Daha | OKU appeared first on Fantastik Canavarlar.