J.K. Rowling’in kaleminden yeni bir peri masalı: The Ickabog. Yazar, Harry Potter serisini yazdığı sıralarda başladığı bu öyküyü yıllar sonra internet üzerinden ücretsiz olarak yayınlanıyor. FantastikCanavarlar.com olarak bizler de bölümleri Türkçeye çevirip sizlerle buluşturuyoruz.
The Ickabog hakkında daha detaylı bilgi için buraya tıklayabilirsiniz.
– giriş, önsöz ve ilk bölümler-
– bölüm 52 –
– bölüm 53 –
– bölüm 54 –
bölüm 55
Spittleworth’un Kabahati
Kaçak posta arabası felaketinden sonra, Lord Spittleworth böyle bir şeyin yeniden yaşanmaması için tedbirler almaya başlamış. Kralın haberi olmadan yeni bir bildiri yayımlanmış. Bildiriye göre, bundan böyle mektuplar vatan hainliğine dair izler taşıyıp taşımadığının kontrol edilmesi için Baş Danışman tarafından açılacakmış. Ayrıca, bildirilerde bugünün Cornucopia’sında vatan hainliği sayılacak şeylerin sağlam bir listesi de yayımlanmış. Ickabog’un gerçek olmadığını ve Fred’in iyi bir kral olmadığını söylemek hala vatan hainliği sayılıyormuş. Lord Spittleworth ile Lord Flapoon’u eleştirmek de vatan hainliği, Ickabog vergisinin çok yüksek olduğunu söylemek de vatan hainliği, Cornucopia’nın eskisi gibi mutlu ve bereketli olmadığını söylemek de vatan hainliğiymiş.
Şimdi artık herkes mektuplarda, postalarda ve hatta neredeyse hiçbir şeyin azalmadığı başkente seyahatlerinde gerçeği söylemeye çok korkuyormuş –ki Spittleworth’un istediği tam da buymuş. Böylece Spittleworth da planının ikinci aşamasına geçmiş. Bu da, Fred’e çok sayıda hayran mektupları göndermekmiş. Her mektup aynı el yazısıyla yazılamayacağı için, Spittleworth birkaç askeri bir yığın kâğıt ile çok sayıda tüy kalemle bir odaya kapatmış ve onlara ne yazmaları gerektiğini anlatmış.
“Kralı övün, elbette,” demiş Spittleworth, askerlerin önünde bir ileri bir geri yürüyüp cüppesiyle yerleri süpürerek. “Ona ülkenin şimdiye kadar gördüğü en iyi hükümdar olduğunu söyleyin. Beni de övün. Lord Spittleworth olmadan Cornucopia ne halde olurdu bilmiyoruz, deyin. Ve Ickabog Savunma Birliği olmasaydı, Ickabog çok daha fazla insanı öldürürdü, deyin ve Cornucopia’nın hiç olmadığı kadar zenginleştiğini anlatın.”
Böylelikle Fred, kendisinin ne kadar mükemmel bir insan olduğu, ülkesinin hiç olmadığı kadar mutlu olduğu ve Ickabog’a karşı verilen mücadelenin çok iyiye gittiğini anlatan mektuplar almaya başlamış.
“Pekâlâ, her şey mükemmel görünüyor!” demiş Kral Fred, yüzü ışıl ışıl bir halde ve Lord’larla birlikte yediği öğle yemeği esnasında mektuplardan birini elinde sallamış. Sahte mektuplar gelmeye başladığından beri keyfi çok daha yerindeymiş. Sert geçen kış yüzünden yerler donduğu için ava gitmek tehlikeliymiş, ama Fred bugün giyindiği sarı yakut düğmeli, koyu turuncu renkli ipek kumaştan görkemli yeni kıyafetiyle kendini zaten çok yakışıklı hissediyormuş ve bu haberler de neşesine neşe katıyormuş. Çıtır çıtır yanan şöminesinin önünde masası her zamanki gibi baştan sona pahalı yiyeceklerle dolup taşarken, pencereden düşen kar tanelerini izlemek çok keyifliymiş.
“Bu kadar çok Ickabog’un öldürüldüğünü bilmiyordum, Spittleworth! Aslında – düşünüyorum da – ben bir Ickabog’dan daha fazlasının olduğunu da bilmiyordum!”
“Ee, evet, efendim,” demiş Spittleworth, o sırada lezzetli bir krem peynirini ağzına tıka basa dolduran Flapoon’a öfkeli bir bakış atarak. Spittleworth’un yapacak o kadar çok işi varmış ki, sahte mektupların krala gönderilmeden önce kontrol edilmesi görevini Flapoon’a vermiş. “Sizi telaşlandırmak istemedik, ama bir süre önce şeyi fark ettik, canavarın–”
İhtiyatla öksürmüş.
“–yavruladığını.”
“Anlıyorum,” demiş Fred. “O zaman bu durumun da üstesinden geldiğinizi duymak harika bir haber. Doldurulmuş bir örneğine ihtiyacımız var, yani, insanlar için bir gösteri hazırlayalım!”
“Ee… olur, tabii, efendim, ne harika bir fikir,” demiş Spittleworth, sıkılmış dişlerinin arasından.
“Yalnız anlamadığım bir şey var,” demiş Fred, mektuba yeniden bakıp kaşlarını çatarak. “Profesör Fraudysham, bir Ickabog her öldüğünde iki taneye bölünür, dememiş miydi? Onları böyle öldürünce sayıları iki katına çıkartmış olmuyor musunuz?”
“Ah… hayır, efendim, hiç öyle değil,” demiş Spittleworth, kurnaz aklı deli gibi çalışırken. “Aslında biz bunu engellemenin bir yolunu bulduk, şeyle – ee – şeyle–”
“Kafalarına tek bir darbe indirerek,” demiş Flapoon.

“Kafalarına tek bir darbe indirerek,” diye tekrar etmiş Spittleworth, başıyla onaylayarak. “İşte bu. Eğer onları öldürmeden önce bayıltacak kadar yaklaşırsanız, efendim, ee, şey, ikiye bölünme işlemi… duruyor, anlaşılan.”
“Ama böyle harika bir keşfi bana neden söylemediniz?” diye bağırmış Fred. “Bu her şeyi değiştirir. Çok kısa bir sürede Ickabog’ları Cornucopia’dan ebediyen silebiliriz!”
“Evet, efendim, harika bir haber, değil mi?” demiş Spittleworth, Flapoon’un sırıtan suratına bir tane yapıştırmayı hayal ederek. “Ancak, yine de geride birkaç Ickabog daha var…”
“Fark etmez, sonunda hedefe yaklaştık!” demiş Fred, keyifle; mektubu kenara koyup bıçağını ve çatalını yeniden eline almış. “Ah, canavara karşı zafer kazanmaya bu kadar yakınken zavallı Binbaşı Roach’ın bunu görmeden ölmesi ne kadar üzücü!”
“Çok üzücü, efendim, evet!” demiş Spittleworth; krala, Binbaşı Roach’ın ani kayboluşunu, Ickabog’un güneye gelmesini engellemek için Marshland’de kendini feda ettiğini söyleyerek açıklamış.
“Tüm bunlar, merak ettiğim bir şeyi de açıklığa kavuşturuyor,” demiş Fred. “Çalışanlar durmadan milli marşı söyleyip duruyor, duydunuz mu? Çok heyecan verici, ama artık biraz banal olmaya başladı. Ama şimdi anladım! Ickabog’a karşı zaferimizi kutluyorlar, değil mi?”
“Öyle olsa gerek, efendim,” demiş Spittleworth.
Aslında şarkı sesleri çalışanlardan değil, zindanlardaki mahkûmlardan geliyormuş, ama Fred arkasından zindanlara elli kadar insanın tıkıldığını bilmiyormuş.
“Kutlama için bir balo düzenlemeliyiz!” demiş Fred. “Çok uzun zamandır balo yapmıyoruz. Leydi Eslanda’yla dans ettiğim günün üzerinden asır geçmiş gibi.”
“Rahibeler dans etmez,” demiş Spittleworth, sinirli bir halde. Birden ayağa fırlamış. “Flapoon, dışarı gel.”
İki Lord da kapılara giden yolu tam yarılamış ki, kral seslenmiş:
“Durun.”
İkisi de dönmüş. Kral Fred aniden canı sıkılmış gibi görünüyormuş.
“İkiniz de kralın masasından kalkmak için izin istemediniz.”
Lord’lar birbirlerine bakmışlar ve sonra Spittleworth eğilmiş, Flapoon da onu taklit etmiş.
“Affınıza sığınıyorum, Majesteleri,” demiş Spittleworth. “Harika önerinize istinaden ölü bir Ickabog’un doldurulması için hemen harekete geçmemiz gerekiyordu. Aksi takdirde, ee, çürüyebilir.”
“Fark etmez,” demiş Fred, boynunda, kendisinin ejderha görünümlü bir canavarla savaştığı kabartma bir resmin olduğu altın madalyayı okşayarak. “Ben kralım, Spittleworth. Senin kralın.”
“Elbette, efendim,” demiş Spittleworth, yeniden yerlere kadar eğilerek. “Sadece size hizmet etmek için yaşıyorum.”
“Hmm,” demiş Fred. “O zaman, bu dediklerimi aklından çıkarma ve Ickabog’un doldurulması işlemlerine hemen başla. Onu insanlara göstermek istiyorum. Sonrasında, kutlama balosunu konuşuruz.”
Bölüm 56: Zindan Harekâtı
The Ickabog hakkındaki yorumlarınızı bizimle paylaşmayı unutmayın!
The post The Ickabog #55: J.K. Rowling’den Bir Peri Masalı – Spittleworth’un Kabahati | OKU appeared first on Fantastik Canavarlar.