Quantcast
Channel: Fantastik Canavarlar
Viewing all 1607 articles
Browse latest View live

8 Büyük Yazarın Gözünden Harry Potter’ı Baştan Yazmak

$
0
0

Şu kesin ki J.K. Rowling ve Harry Potter birbirinden ayrı düşünülemez. Fakat hiç merak ettiniz mi, bu muhteşem seriyi başka bir yazar yaratsaydı ortaya nasıl bir iş çıkardı? Dan Dalton bu soruya en iyi şekilde cevap vermiş. Hadi birlikte inceleyelim!

1. Potter  ve Önyargı – Jane Austen

İyi servet sahibi genç bir büyücü kesinlikle bir asasının olmasını ister, bu herkes tarafından kabul edilmiş bir gerçektir.  Fakat Diagon Yolu’nun ünlü asa yapımcısı Ollivander’ın sahibi Garrick Ollivander, dükkanına ilk kez giren bu gencin ne düşüncelerinden ne de hislerinden  haberdardı. Garrick Ollivander’ın zihninde konuşlanmış olan bir doğru vardı; her büyücü ona uyan belirli ve tek bir asanın sadakatini kazanabilir. Başkaları, ve özellikle Mr. Ollivander tarafından kabul edilen diğer bir gerçek ise şuydu; doğru telek seçilmiş ve uygun gövdeden yapılmış bir asa mutlaka kendisine uygun bir büyücü aramaktadır.

Ollivander genç büyücüye döndü: “Bu tür bir şeyin yaşanması tuhaf,” dedi.  “İnanıyorum ki, sizden büyük şeyler beklemeliyiz Mr. Potter.’”

Mr. Potter cevap vermedi, bilmediği bir şey vardı. Bir gerçek daha; Garrick Ollivander doğru bir tahminde bulunmuştu.

2. Hermione – Roald Dahl

O zamandan itibaren Hermione Ron’u mümkün olduğunca az görmeye çalıştı. Haftada bir eski kitapları iade etmek ve yenilerini almak için kütüphaneye uğruyordu, küçük yurt odası ise yeni okuma odası haline gelmişti. Derslerden ve akşam yemeğinden sonra genellikle yanında bir kupa çayla burada oturuyordu. Kitaplar onu yeni dünyalara götürüyor, heyecan dolu hayatlar yaşayan ilginç insanlarla tanışmasını sağlıyordu. Bathilda Bagshot’la geçmişi ziyaret etti, Newt Scamander’la Amerika’ya uçtu. Hogwarts’ta kaldığı minik odada okurken tüm dünyayı geziyordu.

3. Tom Hakkında Konuşmalıyız – Lionel Shriver

Sevgili Harry,

Neden içgüdülerime güvenmediğimden, neden ondan daha fazla rahatsızlık duymadığımdan emin değilim. Buna masumiyet veya saflık diyebilirsin, belki de her iyi insanın yaptığı hatayı yaptım. Herkesin kendim gibi olduğunu düşündüm.

Fakat sorunu cevaplamam gerekirse; hayır, dünyanın en karanlık büyücülerinden biriyle tanıştığımın farkında değildim. Aslına bakarsan tanıdığım oğlanın, Tom Riddle’ın büyüyüp dönüşeceği şey hakkında hiçbir fikrim yoktu.

Yalnızca vicdan sahibi olanları cezalandırabilirsiniz, umudu veya onlardan kopabilecek arkadaşları olanları. Tanıştığınızda hakkında ne düşüneceğimizi umursayan insanları. Tanıştığımızda Tom Riddle yalnızdı ve hiç arkadaşı yoktu. Güçleri şaşırtıcı derecede gelişmişti ve çoktan bu güçleri diğerlerini korkutmak ve kontrol etmek amacıyla kullanmaya başlamıştı. Fakat Büyük Salon’da 83 öğrenciyi öldürene dek onun kurtarılamayacak derecede şeytani olduğunu fark edememiştim.

İçinde az da olsa iyilik olan insanları cezalandırabilirsin Harry, fakat Tom Riddle üç kabuğun da boş çıktığı bir oyun gibiydi.

4. Victor, Orada Mısın? Benim, Hermione – Judy Blume

Şöyle ki, oğlanlar hakkında fazlasıyla bilgi sahibiyim.

Onlardan bıkmış haldeyim. Fakat Victor Krum, o bir oğlan çocuğu değil, yetişkin bir erkek. Daha once böyle birini tanıma şansı bulamamıştım. On sekiz yaşında, inanılmaz derecede tatlı ve bu en iyi kısmı bile değil. En iyi kısmı beni ciddi anlamda görmesi, gerçek beni. Bana yarım bir gülüşle bakıyor, sır saklar gibi. Ron ve Harry anlayamıyor. Beni gerçek anlamda gördüklerini söyleyemem. Onlar için Victor ünlü bir Quidditch oyuncusu, hepsi bu. Fakat benim için o Victor Krum, on sekiz yaşında ve ilk erkek arkadaşım.

5. Hogwarts Masalı – Margaret Atwood

İhtiyacımız olan şekle bürünen odada uyuduk. Yerler tozlu ahşaptandı, odanın eskiden hizmet ettiği amaca dair tek işaret yüksek tavana dek uzanan sütunlardı. Odada hamaklar asılıydı, bagajlar ve bavullar oturmak için kullanılıyordu. Ve çok hafif, anlık ortaya çıkıp kaybolan ışıklar gibi, mayhoş bir ter kokusunun Bertie Botts’un Fasulye Şekerlemeleri ve Hogsmeade’den yürütülmüş diğer atıştırmalıkların üstünden geldiğini düşündüm. Öğrenciler şekerlemeleri yiyor, haftalardır değiştirmedikleri yırtık pırtık cübbeleriyle oturuyorlardı. Dumbledore’un Ordusu buluşmaları burada yapılıyordu; geçmişin kırıntıları odada dolaşıyordu. Umut ve cesaret, yerlerde yumuşak halılar, ilk Patronus büyüsünü yapan ve mavi beyaz parlayan asalar, ilerlemenin getirdiği heyecanlı çığlıklar, savaşılan ve kazanılan düellolar, ünlü bir oğlan çocuğu olan büyücünün cesaretlendirmesiyle orada eğitilen cadı ve büyücülerin gösterdiği az görülür cinsten cesaret.

Odada eski bir korkunun varlığı, yalnızlık, beklenti ve bedensiz ve şekilsiz bir şeyin varlığı hissediliyordu. Geleceğin hasretini çekiyorduk. Açgözlülüğü nasıl öğrenmiştik? Kolonlardan sarkan hamaklarda uyumaya çalışırken bu havada asılıydı ve hala oradaydı, sonradan gelen bir düşünce gibi. Işıklar kısılmıştı fakat tamamen kapanmamıştı; dışarıda, koridorlarda Ölüm Yiyenler devriye geziyordu, asaları deri kemerlerine takılı kayışta asılıyordu.

6. Anka Yoldaşlığı – Dan Brown

Yazın en sıcak günüydü ve ünlü büyücü Harry Potter çiçek tarhının üstünde sırtüstü yatıyordu, bir haçın üstünde yatar gibi kollarını yanlardan uzatmıştı. Serin toprak ve çitlerin gölgesi sıcağın etkisini azaltmıştı fakat endişe düzeyi konusunda pek yardımcı olduğu söylenemezdi. Arkadaşının cansız bedenine ait korkutucu imgeler zihnine kilitlenmiş gibiydi.

Cedric Diggory öldü.

Son birkaç ay ona ağır bir darbe vurmuştu, dağınık görüntüsü de farklı bir düşünceye yer bırakmıyordu. Klasik anlamda yakışıklı sayılmasa da, on dört yaşındaki Potter arkadaşı Hermione’nin adlandırdığı gibi ‘’kazanılmış’’ bir görüntüye sahipti – uzak mesafe koşucularını hatırlatacak derecede sıska, gür siyah saçlı ve siyah kenarlı gözlüklerin arkasında araştıran yeşil gözler. Fakat yalnızca keskin bakışlı biri onun İsa mesihe olan benzerliğini farkedebilirdi.

7. Üçbüyücü Oyunları – Suzanne Collins

Seçim zamanı gelmişti. Albus Dumbledore kadehi geçti ve kadeh bir parça kağıdı tükürürken bekledi. Kalabalık ortak şekilde nefesini tutmuştu, iğnenin yere düştüğünü bile duyabilirdiniz ve midemin bulandığını hissederek yarışacak yaşa erişmemiş olmama rağmen çaresizce umut ettim;  ben olmayayım, ben olmayayım, ben olmayayım…

Dumbledore kıvrılmış kağıdı düzeltti ve berrak bir sesle ismi okudu. Ben değildim.

“Ron Weasley.”

Bir hata olmalıydı. Bu yaşanamazdı. Düzinelerce kağıt parçası vardı, üstelik yaşı bile tutmuyordu. Seçilme ihtimali öyle uzaktı ki bu konuda endişe etmeye gerek bile duymamıştım. Sürüyle kağıt parçası arasından seçilen tek bir kağıt parçası, ihtimaller tamamen onun lehineydi. Fakat bunun anlamı yoktu.

Uzaklardan kalabalığın bunun adil olmadığına dair fısıldadığını duyabiliyordum. Ron yeterince iyi değildi, kesinlikle öldürülecekti. Fakat Kadeh kararını vermişti ve yapabileceğimiz hiçbir şey yoktu. Ve sonra onu gördüm, kan yüzünden çekilmişti ve elleri yanlarında yumruk halini almıştı. Donuk, küçük adımlarla sahneye yürüyordu, yanımdan geçerken yutkunduğunu duydum, tıpkı başı dertteyken yaptığı gibi. Ve o yutkunma beni kendime getirdi.

“Ron!” boğuk bir çığlık boğazımdan yükseldi ve kaslarım tekrar harekete geçti. “Ron!” Kalabağı itip geçmeme gerek yoktu, sahneye doğru  ilerlerken kenara çekilerek yolu açtılar. Basamaklara ulaşmak üzereyken ona ulaştım. Kolumun bir hareketiyle onu arkama çektim.

“Gönüllü oluyorum,” diye soludum. “Onun yerine gönüllüyüm.”

“Harry,” dedi Dumbledore. “Ron’un yaşına dair problemi anlıyorum, aynı zamanda o şey, um…”  Sesi azalarak yok oldu.

“Ne fark eder?” dedi Snape. “Gönüllünün tamamlayıcı olduğunu sen de benim kadar iyi biliyorsun. Gönüllü olmasına izin ver.”

“Öyleyse… Kapıdan içeri Harry.” dedi Dumbledore. Gülümsemiyordu.

8. Büyü ve İksirin Şarkısı – George R.R. Martin

Kapı çerçevelerinden parçalandı, menteşeler büküldü, kilitler parçalandı ve sonunda dümdüz yere düştü. Vernon Dursley tüfeğiyle nişan aldı fakat şiddetli bir korku onu tökezletti ve saçmalar duvar dışında her yeri ıskaladı.

Dev tekrar sallandı, büyük kaya parçalarına benzeyen yumruklarıyla külübenin yan tarafında kendi geçebileceği büyüklükte bir boşluk yaratarak taştan yapıya doğru ilerledi. Dev eğildi ve Vernon’a hem ateşten hem de buzdan bir bakış attı. Yerde uzanan kapıyı aldı ve Vernon’un üzerine fırlattı, zarar görmüş eklemler, kırılan kemikler ve yırtılan derinin sesi duyuldu. Taşın üstünden kan süzülüyordu. Neden olduğu bilinmez şekilde çıplak olan Petunia çığlık attı. Dev, yumruğunun tek bir hareketiyle kadının kafatasını oydu. Külübe sessizliğe büründü.

Dudley korkudan donmuş şekilde oturuyordu. Köşede oturan çocuğa işaret etti: “İstediğin o.”

Hagrid etrafında döndü ve çığlık atan Dudley’i ve üstünde oturduğu sandalyeyi korkunç bir çatırtıyla ezerek üstüne eğildi. Artık Dursley’ler yoktu. Birkaç dakika bekledi, soyunun uygunsuzluğundan olmalı, birkaç dakikada çok az çabayla her şey bitmişti. Yorgun nefesler alıp verdi. Harry titredi.

Dev, çocuğu ense kökünden tutarak göz hizasına dek kaldırdı. “Pot-ter.”

Çocuğun yüzüne işaret etti ve tek bir kelime mırıldandı: “Büyücü.”

* * *

Sizler en çok hangi uyarlamayı beğendiniz? Görüşlerinizi yorum olarak belirtmeyi unutmayın!


Günümüz Casusluğunu Potter Evreniyle Kesiştiren Kitap: “Harry Potter ve Casusluk Sanatı”

$
0
0

Türkçe baskısı ne yazık ki bulunmasa da, sizlere ilginizi çekecek bir kitaptan bahsetmek istiyoruz: Harry Potter ve Casusluk Sanatı.

Kitap, adından da anlaşılabileceği gibi Harry Potter kitaplarını irdeleyip günümüz casusluk sanatına göre yorumluyor. Burada yazarlara değinmeden edemeyeceğim. Lynn Boughney uzun zamandır casusluk kitapları yazan ve oldukça sevilen bir yazar. Peter Earnest ise eski bir CIA çalışanı. Şimdilerde Uluslararası Casusluk Müzesi‘ni yönetmekte. Bu açıdan baktığımızda yazarların konuyla ne kadar alakalı olduklarını görmüşsünüzdür.

Peki kitap neler anlatıyor? Yazarlar 5. kitap olan Zümrüdanka Yoldaşlığı ile başlayarak karakterlerin gelişimin sürecini günümüz casuslarının çocuklukları ile bağdaştırmış. Harry büyücülük dünyasına hiçbir bilgisi olmadan atılmıştı. Yol boyunca öğrendiklerini bir kenara koyarsak okuyucu olarak gittiği yol hakkında biz her zaman ondan daha çok şey biliyorduk. Harry ve arkadaşları legal veya illegal yoldan bir şeyler öğrenmek için daima çabalıyorlardı. Biz her zaman bunun farkında değildik. Harry Potter and the Art of Spying kitabında yazarlar her anı dikkatlice inceleyip bizlere Harry ve dostlarının aslında gerçek casuslara ne kadar benzediklerini gösteriyorlar. Örneğin Severus Snape tarihin gördüğü en iyi ikili çalışan casusu değil mıydı?

Kitabın Genç Ajanlara Özel edisyonu 6 Mart tarihinde yurt dışında çıkışını yapacak. Bu edisyon nispeten daha ağır araştırma çalışmasının yanında gazetelerde görmeye alıştığımız bulmacaların büyücülük dünyasına uydurulmuş halleriyle karşımıza geliyor. Eğer ilginizi çektiyse başlamak için mükemmel bir yer!

Kitabın ele aldığı araştırmanın ağır olduğunu söylediğimize de bakmayın. Ortalama bir İngilizceye sahip herkes zevk alarak okuyabilir.

Belki bir gün bu harika eseri Türkçe olarak da okuyabiliriz, kim bilir?

Dolores Umbridge: Otoriter Kötülüğün Tanımı

$
0
0

İyisiyle, kötüsüyle birçok kadın karakter geçti Harry Potter serisi boyunca. Bunlardan birisine, kulak tırmalayan küçük kız sesi, tahammül edilemez gülüşü ve mide bulandırıcı pembe elbiseleriyle ifrit olduğumuz Dolores Umbridge‘e, Sarah Gailey’nin makalesiyle gelin yakından bakalım.

Kimdir kötü olan?

Hareketi başlatan kişi midir kötü olan? İyi olduğunu düşünen insanların kalplerinde yatan küçük zalimlikleri cesaretlendirmeye karar veren bir lider mi? Bir araya gelip her şeyi yok eden bir alev oluşturana kadar nefretin küllerin üfleyen biri mi?

Ya da kendini güçlü bir pozisyonda bulup ateşi yok etmemeyi seçen kişi mi? O ateşin önüne oturup ellerini ısıtan kişi midir yoksa kötü olan?

Dolores Umbridge eminiz ki kendisini asla kötü biri olarak görmemiştir. Kötü insanlar asla yapmaz bunu. Kendilerinin yaşadıkları dünyayı daha iyi bir yer haline getirmek için çalıştıklarını düşünürler. Dolores Umbridge’in yaşadığı dünyaysa kurtadamlardan deniz halkına, Mugglelar’dan büyücülere kadar her türlü varlığın yaşadığı bir dünya.

Ve yürekten inanıyordu ki bu insanlardan bazıları -azınlık olanlar, daha az önemli olanlar- kendisi gibi olanlara hizmet ederse dünya çok daha iyi bir yer olurdu. Ya da ölselerdi. İkisinden biri olacaktı. Her iki şekilde de kırılmaları gerekiyordu. Kendisine, herkes için daha iyi bir dünya olacağını söylüyordu.

Bu yüzden yorulmadan, canını dişine takarak, geceyi gündüze katarak çalışacaktı, ta ki dünyasını olabilecek en iyi dünya yapana kadar.

Genellikle güce sahip olan insanların güçlerini kötülükten çok iyilik için kullanacaklarına güveniyoruz. Sistemimize güveniyoruz: güçlerini kötülük için kullanan insanlar yerinden edilecek, cezalandırılacak ve ortak arzu olan iyilik için defedileceklerdi.  Ancak unuttuğumuz bir şey vardı, değil mi? “iyi”nin tanımının herkes için aynı olmadığını unutuyoruz. Biz “iyi”yi “herkes eşit, herkes arkadaş” olarak düşünürken diğerleri “o insanların gitmesi” olarak düşünebilirdi.

Biz güveniyoruz ki bizimle aynı fikirde olmayanlar -kendilerinden farklı olanları ölü, yoksun ya da kimsesiz gören insanlar- o güçlü oldukları yerden devrilecekler. Çünkü eminiz ki onlara izin verilmeyecek.

Sonra bir gün okula gidiyoruz, personel listesine bakıyoruz ve onların orada, amaçlarından emin bir şekilde bize gülümsediklerini görüyoruz.

Başta korku hissetmiyoruz. Başta güçlerini insanları incitmek için kullanmayacaklarını düşünüyoruz.

Başta, rahatız.

Dolores Umbridge, gecenin bir vakti, tek bir lambayla aydınlatılmış şekilde masasında oturuyor. Diğer herkes evine gitmiş.

Ancak o masasında oturuyor ve çığır açacak olan kanunları tasarlıyor. Daha önce kullanılmayan, binlerce insanın hayatını değiştirecek bir dil kullanıyor. Dünyayı değiştirecek bir dil. Kurtadam sorunları olan hiç kimsenin tam zamanlı bir iş bulamayacağını söyleyen bir dil.

İşleyene kadar kurallarını dayatan Dolores Umbridge.

Dünyayı değiştiren Dolores Umbridge.

Şüphenin ilk ürpertisini ne zaman hissedecektik?

O insanların tasarlanan kanunla işlerine devam etmelerine izin verilmediği zaman mı? Yoksa kanunları tasarlayan kişi, o insanlardan biri olmadığımız için Büyük Salon’da bize gülümsediğinde mi?

O insanların yüzlerinde korkuyu gördüğümüz zaman mı? Yoksa o insanlardan olmadığımız için korkuya yüzümüzü çevirmeye karar verdiğimiz zaman mı?

Kanunları tasarlayan kişinin bir çocuğu disiplin için odasına kapattığını gördüğümüzde mi? Yoksa o çocuk yüzünde boydan boya yazılmış utanç ve sıkılı yumruğundan kan damlarken odayı terk ettiği zaman mı?

Sistemin, gücü elinde tutan insanların kötülük yapmasını durdurmak için çalışıp çalışmayacağını ne zaman sorgulayacağız? Ne zaman şüphe duymaya başlayacağız?

Bir girişimde bulunuyor ve ilk kez gerçek gücün tadına varıyor. Gerçek, hakiki güç. Bu yargılamanın, bir insanın zincirlere bağlı terörle titremesini izlemenin gücü. Bu hükmetmenin gücü.

Bu korkunun gücü.

Bu çağrısını bulan bir kadın.

Genç yüzlerden oluşan bir denize baktığınızı hayal edin. Çocuk onlar, kimisi on bir kimisi on yedi yaşında, ama kesinlikle çocuklar.

O yüzlere baktığınızı ve yaptığınız etkilerle o çocukların korku veya güvende hissetmelerini sağlayabilecek güce sahip olduğunuzu bildiğinizi hayal edin. Onlara kendilerini korumayı öğretebileceğinizi ya da savunmasız bırakabileceğinizi bildiğinizi hayal edin. O çocuklara bakıp, “Bazılarının ölmesine izin vereceğim, bazılarına ise öldürmeyi öğreteceğim,” diye düşündüğünüzü hayal edin.

O yüzlere bakıp, “Onlara nefret etmeyi öğreteceğim,” diye düşündüğünüzü hayal edin.

Yönetmek kolay bir iş değildir.

Hogwarts’ın büyücülük dünyası üzerinde muazzam bir etkisi vardı, bu konuyla ilgili hiçbir hata yapılmamalıydı. Ve Dolores Umbridge’e bu etkiyi şekillendirecek muhteşem bir güç verildi.

Ve o da şekillendirdi.

Başlangıçta her  şey güzel gidiyordu. Çok çalışıyor, dünyanın iyi, parlak ve saf geleceğine zarar verecek dersleri ortadan kaldırıyordu. Çocuklara disiplini, sessiz kalmayı ve düşüncelerde, kelimelerde ve eylemlerde itaatkar olmanın önemini öğretiyordu. Yüksek Müfettişlik’e terfi edildiğinde ise hakimiyeti çok daha sert bir şekilde hissedilmeye başlandı.

Ancak sonra…küçük bir kısmı ellerinden kaymaya başladı, ve tek gereken de buydu. Çocuklar organize oldular, isyan ettiler. Kendilerine ordu diyebilecek cüretleri vardı. Çocuk askerler, onlar buydu işte, yaklaşmakta olan bir savaştaki çocuk askerler. Onları, kendileri için yaptığı kalıba tıkabilmek için elinden geleni yaptı ancak hepsi elinden kurtuldu, üstelik Dumbledore yolundan çekilmiş ve onlara itaat ettirmek için otoritesinin tüm ağırlığını koymuş olmasına rağmen. Başarılı oldular, muzafferlerdi. Bu Umbrigde’e, yumruğunu bir an bile gevşettiğinde neler olabileceğini öğretti. Bu merhametin bedeliydi.

Biz sistemin kötünün karşısında güçlü bir şekilde duracağına inandık. O bizi kanatmadan önce kırılacağını umduk.

Ancak bazen kırılmaz, hatta çatlamaz bile.

Bazen sadece bükülür.

Dolores Umbridge kendini utançtan bozguna uğramış bir halde buldu. Hogwarts işi pek iyi gitmemişti, hala ayakkabısındaki tozları silkelemeye çalışıyordu. Aşağılanmasıyla, at-adamlar tarafından saldırıya uğrayıp okuldan kaçışıyla, genç dimağları kendisine karşı gelmemeleri için nasıl şekillendiremediğiyle ilgili şakaları görmezden gelmeye çalışıyordu. Melezler ve çocuklar.

Gerçi bunun kendisini alt etmesine izin vermeyecekti çünkü Bakanlık’a geri dönmüş ve hayalindeki işi yapıyordu. Önemli bir iş yapıyordu.

Muggle-Doğumluları kaydediyordu.

Bir liste yapıp iki kere kontrol ediyordu. Safkan olmayan herkesin gözlerinin yere bakacağını garantiye alıyordu. Herkesin hakikati bildiğinden emin olmak için – esas gerçekler değil, daha derin bir hakikat. Dünyanın nasıl olduğu ve nasıl olması gerektiğiyle ilgili gerçekler. Umbridge’in işinin önemiyle ilgili gerçekler. Bakanlık’ın amacıyla ilgili gerçekler.

Düzen.

Saflık. Hepsinin de üstünde, kan-saflığı.

Dünyayı değiştiren Dolores Umbrigde. Bunu nasıl yapacağı konusunda haklı olduğunu biliyordu, sadece içinde olduğu için değil, masasının üstündeki isim levhasında da olduğu için. Yetkiliydi, bu önemli işi Sihir Bakanı’nın bizzat kendisinden istemişti. Eğer işlerin nasıl olması gerektiğini gördüğü  ve bunları daha iyi hale getirmek için zor adımlar atmaktan korkmadığı için değilse, o zaman neden elinde bu güç vardı ki?

Eğer haklı olduğu için değilse neden bu güce sahipti ki?

Genç dimağları şekillendirdi. Ancak onları şekillendirirken nasıl başarılı olacağını hesaba katmadı.

Onlara nasıl isyan edeceklerini öğretti.

Bu onun ilk hatasıydı: yumruğunu her sıkılaştırdığında, parmaklarının arasından kaymanın bir yolunu öğrendiler. Her yeni duvar ördüğünde, daha derin bir tünel kazmayı öğrendiler.

Onlara nasıl plan yapacaklarını, nasıl organize olacaklarını ve nasıl saklanacaklarını öğretti. Hepsinden önemlisi, onlara kötünün bir kürsünün arkasında olabileceği gibi üzerindeki kağıt işleriyle büyük bir masanın arkasında olabileceğini de öğretti. Onlara kötünün asa da çay fincanı da tutabileceğini öğretti. Onlara kötünün zararsızca bakabileceğini öğretti. Onlara güvenilir gözüken ve güvende olduklarını söyleyen kişileri sorgulamayı öğretti. Sizin çıkarlarınızı yürekten gözettiklerini söyleyenler, kaçınılmaz olduğunu, değişim için bir kuvvet olduklarını, en iyisini bildiklerini söyleyenler…Onlara kötülerin kurumsal bir otoriteyi kullanabileceklerini öğretti. Onlara hiçbir kötünün yenilemeyecek kadar güçlü olmadığını öğretti.

Onun sayesinde, direnmeyi öğrendiler.

Kötü, müritlerini kana susamış vahşilere dönüştürmek için kırbaçlayan liderdir.

Kötü, şifrenin “saflık” ve soruların yasak olduğu gizli toplantılardır.

Kötü, acımasız, güce aç ve elleri kana bulanmış göstermelik bir başkandır.

Kötü, yüzünü öte yana çeviren, güvenen, itaat eden insanlardır.

Ve hepsinden öte, kötü bizim savaştığımız şeydir.

Kaynak: tor.com


Bunlar da ilginizi çekebilir:

Sarah Gailey’in sitemizdeki diğer makalelerine buradan ulaşabilirsiniz!

Dolores Umbridge: Lord Voldemort’tan Daha Şeytani Olmak Mümkün mü?

J.K. Rowling’in Kaleminden “Dolores Jane Umbridge” Hakkında Her Şey

* Umbridge Rolünde Gördüğümüz Staunton, “Harry Potter”daki En Zor Sahnesini Anlatıyor

J.K. Rowling’in Kaleminden “Vampirler” Hakkında Her Şey

$
0
0

Adı çok sık anılmasa da vampirler, Harry Potter dünyasındaki bir gerçek. Hayranlar arasındaki Snape’in vampir olduğu iddiaları her ne kadar J.K. Rowling tarafından yalanlanmış olsa da, kendisinin de vampirler için edeceği iki çift lafı varmış.

Harry Potter ve arkadaşlarının Karanlık Sanatlara Karşı Savunma dersinde de gördükleri üzere, vampirler Harry Potter dünyasında var olmalarına rağmen hikayede onlara ayrılan kısım oldukça az. Vampir miti çok zengin ve birçok kere hem edebiyata hem de filmlere konu olmuştur, ben de bu kültüre katkıda bulunabileceğimi hissettim. Her hâlükârda, vampirler Doğu Avrupa’ya ait bir kültür ve ben Harry’nin düşmanlarını yaratırken genellikle Britanya’nın mitolojisinden ve folklorundan esinlendim. Sözlü olarak bahsedilmesinin dışında Harry’nin kitaplarda tanıştığı tek vampir Melez Prens’te, partideki hafif gülünç görünümüyle Sanguini’ydi.

Ancak ilk defterlerime geri dönüp baktığımda, ilk öğretmen listemde ‘Trocar’ isimli, branşı belli olmayan ve unuttuğum vampir bir öğretmen olduğunu gördüm. Bir Trocar, sivri uçlu, damarlara ya da oyuklara sokulan ve vücut sıvılarını çekmek için kullanılan iğneye verilen isim, o nedenle bir vampir için iyi bir isim olduğunu düşündüm. Belli ki onu bir karakter olarak çok düşünmemişim çünkü notlarımda çok erken ortadan kaybolmuş.

Uzun zamandır Snape’in bir vampir olduğuna dair ısrarlı bir hayran dedikodusu var. Sağlıksız bir solgunluğu olmasına ve o uzun siyah pelerininin içinde devasa bir yarasaya benziyormuş gibi tasvir edilmesine rağmen hiçbir zaman yarasaya dönüşmüyordu, onunla gün ışığında şatonun dışında da buluşuyorduk ve Hogwarts’ta boynunda delik izleriyle hiçbir ceset ortaya çıkmadı. Kısacası, Snape yenilenmiş bir Trocar değil.

Sizler ne düşünüyorsunuz? Sizce seride daha fazla vampir görmemiz gerekir miydi? Fikirlerinizi bizimle paylaşın!

J.K. Rowling’in kaleminden yazılan diğer makaleler için buraya tıklayın!

Sadece Filmleri İzleyenlerin Tanımayacağı 5 Harry Potter Karakteri

$
0
0

Sadece Harry Potter için değil, kitaplardan beyaz perdeye taşınan tüm eserlerde olduğu gibi, kimi zaman bazı sahnelerin kesilmesinden ya da bazı karakterlerin filmde olmayışı sebebiyle üzüldüğümüz anlar vardır. Mugglenet editörlerinden Joshua tam da bu konuya dikkat çekerek, kitaplarda olan ancak filmlerde olmayan karakterlerden bazılarını bir araya getirmiş.

J.K. Rowling, kaleme aldığı Harry Potter serisi ile birlikte eşsiz karakterler ile dolu koskoca bir evren yarattı. Ancak ne yazık ki kitaplar beyaz perdeye taşındığı zaman dörder saatlik uzun filmler oluşturmamak amacıyla bazı karakterlerin sahneleri kesilmek zorunda kaldı. Atlanan bu karakterlerin onuruna, sizlere favori beş karakteri listeliyoruz.

1. Peeves

Peeves, Hogwarts’ın Poltergeist’i ( kaba ve gürültücü hayalet ) ve gittiği her yerde mutlaka bir tahribat yaratıyor. Neredeyse okulun kuruluşundan bu yana var olan Peeves, herkese bir şekilde acı çektirmesi ile de tanınıyor.

Kitaplarda önemli bir role sahip olan hortlak, ilk kez Felsefe Taşı’nda karşımıza çıkmıştı. Percy Weasley birinci sınıflara yolu gösterirken, öğrencilerin üzerine bastonlar yağdırmıştı. Öte yandan, okulda olduğu süre içerisinde de Argus Filch’e ve Dolores Umbridge’a da bela olmaktan geri durmamıştı.

Peeves aslında o kadar kötü de değildi. Azkaban Tutsağı sırasında, Dumbledore’un Şişman Hanım’ı bulmasına yardımcı olurken, Hogwarts Savaşı sırasında da Ölüm Yiyenlerin dikkatini dağıtmayı başarmıştı. Yaptığı hınzırlıklara rağmen iyi yanları da vardı.

Peeves rolü için Rik Mayall ilk filmin kadrosundaydı ancak sahneler kesilince filmde görünmedi. Kitaptaki orijinal karakterlerden biri olan Peeves filmlerde seyirciden mahrum kaldı.

2. Ludo Bagman

Harry’nin Hogwarts’taki zamanlarında karşımıza çıkan Ludovic “Ludo” Bagman Sihir Bakanlığı’nda Sihirli Oyunlar ve Sporlar Dairesi’nin başında bulunuyordu. Başarılarla dolu Quidditch kariyeri ona bakanlıktaki pozisyonu için yardım etmiş olsa da bir Ölüm Yiyene yardım etmesi gibi bir skandala bulaşmaktan da kurtaramadı.

Ateş Kadehi ile tanıdığımız Ludo Bagman, Quidditch Dünya Kupası sırasında yorumcuydu ve arkasından Üç Büyücü Turnuvası’nda da karşımıza çıkıyordu. Kumar alışkanlığı onu birçok kişi ile karşı karşıya getirmişti, Weasley ikizleri ile bile. Dördüncü film sırasında, Ludo’nün rolü Barty Crouch Sr.’un çok gerisinde kalmıştı. Söylentilere göre, Ludo’nun filme dahil olması halinde Avustralyalı aktör Martin Landham oyuncu kadrosuna dahil olacaktı, sadece söylenti. Çok popüler bir karakter olmasa da, Bagman hikayeye benim çok özlediğim bir şekilde ekstra katkı yapıyordu.

3. Kanlı Baron

Kanlı Baron, Slytherin binasının hayaletiydi. Hogwarts’ın kurucuları okul yönetimindeyken Hogwarts’a katılmıştı. Rowena Ravenclaw’un kızı Helena Ravenclaw’a aşık olmuştu. Gri Leydi olarak tanınacak Helena onun aşkına cevap vermeyince, Baron onu öfke krizi içerisinde öldürdü ve daha sonra aynı bıçakla intihar etti. Peeves’i kontrol altına alabilen nadir varlıklardan olan Baron’un seriye fantastik katkıları vardı.

Teknik olarak ilk filmde Kaptan Kancavari bir şekilde karşımıza çıkmıştı ancak tek bir söz bile söylememişti. Yani bu sayılmaz!

4. Dennis Creevey

Fotoğraf düşkünü Colin’in kardeşi. Colin gibi Gryffindor’a seçilmişti ve ikinci senesinde Dumbledore’un Ordusu’na katılmıştı. Voldemort, Hogwarts üzerinde hakimiyet sağladığı zaman, Creevey kardeşler aileleri tarafından okuldan alınmıştı. Sonuçta Mugglelar için hiç de güvenli bir yer değildi. Hogwarts Savaşı sırasında Colin’e katılıp katılmadığını bilmiyoruz. Dennis’in hikayesi biraz da Neville’in hikayesine benziyor. Kendisinden hiçbir şey beklemeyen biri, bir anda ortaya çıkıp fark yaratıyor.

5. Winky

Elinde bir asa bulunana kadar, Crouch ailesinin ev cini hizmetkarı olan Winky, sahip olduğu bu yeni özgürlük fikrine pek alışamadı ve depresyona girip kaymak birası bağımlısı oldu.

Dobby’nin yakın arkadaşı olan Winky, Dobby sayesinde Hogwarts mutfağında kendine bir iş buldu ve Hogwarts Savaşı sırasında bir takım yardımlarda bulundu. Görünen o ki, Winky hala mutfakta.

* * *

Kitaplarda yer alan her şeyin özellikle de bu kadar yoğun karakterlerin kısacık filmlerde olmasını bekleyemeyiz. Fakat sanırım herkes, Peeves’ın Umbridge’e bir şeyler fırlattığı sahnelerin Potter serisini daha eğlenceli kılacağı konusunda hem fikirdir.

 

En İyiden En Kötüye Büyü Dünyasının Yazarlarını Sıralıyoruz!

$
0
0

Harry Potter serisi boyunca birçok yazarı ve kitaplarını öğrendik. Kimisi bir tarihçi kimisi de bir gazeteci idi. Tamam, Rita’ya gazeteci demek için bin şahit lazım ama… Pottermore sitesi büyülü evrenin yazarlarını iyiden kötüye doğru sıralamış. Gelin listeye hep birlikte bakalım.

Bazıları tez tekrar tüyü kullanıyor olabilir ancak büyücü dünyasında yazarlık imrenilecek bir yetenek. Peki sizce en iyi ( ve kötü ) yazarlar kimlerdi?

Fantastik Canavarlar serisi ile çok yetenekli bir yazar da olan Newt Scamander’ı tanımıştık. Peki tüy kalemler ve parşömenleri buluşturan başka kimler vardı ve en iyi kimdi?

Pulitzer Ödülünün büyücü dünyasındaki karşılığını kim kazanırdı dersiniz? Kimin kitaplar Flourish and Blotts’un unutulmuş tozlu bir köşesinden çöp kutusuna doğru yol alırdı? Büyücü dünyasının en iyi ve en kötü yazarlarını sizler için belirlemeye çalıştık.

1. Bathilda Bagshot

Eğer güvenebileceğiniz eski toprak bir yazar arıyorsanız, biraz acayip bir tip sayılabilecek tarihçi Bathilda Bagshot’tan uzağa bakmanıza gerek yok.

Eğer bir şeyler öğrenmeye çalışan gerçek büyücüler olsaydık, Bathilda’nın çalışmaları ve içinde bulunduğu dünya hakkında bilgisi, büyücü dünyasının temel çerçevesini ve etrafta nelerin döndüğünü anlamamız için kesinlikle kılavuz kitabımız olurdu. Bathilda yazarlık yeteneği ile büyücü dünyasında saygın bir yer kazanırken, bizim de listemizin ilk sırasında yer alıyor. En çok tanınan ve Hogwarts müfredatının değişmez kitabı ise Sihir Tarihi.

Harry Potter serisi boyunca kitaptan yapılan alıntılar sayesinde yazarlığı hakkında ipuçları alırken, eserlerinin gerçekten okunmaya değer olduğunu da görmüştük.

“Büyü-dışı insanlar (ki genellikle “Muggle” diye bilinirler) Ortaçağ’da büyüden özellikle korkarlardı, ama onu tanımakta pek de başarılı değildiler. Gerçek bir cadı ya da büyücüyü yakaladıkları ender durumlarda, yakmanın hiç mi hiç etkisi olmazdı. Cadı ya da büyücü basit bir Alev Dondurma Büyüsü uygular, sonra da, bir yandan hafif, gıdıklayıcı bir hissin keyfini çıkarırken, bir yandan da acıyla haykırıyor taklidi yapardı. Hatta Acayip Wendelin yakılmaktan öyle hoşlanırdı ki, çeşitli kılıklara bürünmüş olarak tam kırk yedi kere kendisini yakalamalarına izin vermişti.”

– Harry Potter ve Ateş Kadehi

Belki de Harry ve Ron bazı şeyleri daha güzel okumalıydı…

2. Ozan Beedle

Ezop Masallarının büyücü dünyasındaki karşılığı olan Ozan Beedle, hikayeleri ile büyücülerin ve cadıların çocukluk anılarında yer alıyor. Aynı Ezop Masallarında olduğu gibi Beedle’ın hikayelerinin her birinde alınacak dersler var, tıpkı ölümü alt etmeye çalışan üç kardeşin hikayesinde olduğu gibi ya da aşk için çok iyi olduğunu düşünüp kendi kalbini kesen Warlock gibi. Ne hoş. Beedle’ın hikayelerinde ki karanlık öğeler, Muggle çocuklara öyküler yazan Hans Christian Andersen’i hatırlatırken, pek sevdiğimiz bazı karanlık final sahneleri ile son buluyor.

3. Kennilworthy Whisp

Listemizin üçüncü sırasında en çok bilinen kitabı Çağlar Boyu Quidditch ile Kennilworth Whisp yer alırken, Dumbledore onun kitabını Hogwarts kütüphanesinin en popüler eseri olarak tanımlıyor. Klas ve havalı bir spora ait kitabın Hogwarts’ta en çok tercih edilen eser olması ne kadar da şaşırtıcı. Geleceğin Sis Perdesini Aralamak için adalet istiyoruz!

Whisp’in hakkını vermek gerek, heyecan verici bir konu hakkında yazıyor ve Quidditch açık ara en iyi spor. Öte yandan, yaptığı detaylı çalışma ve özenli işi, Çağlar Boyu Quidditch kitabını büyücü dünyasının gözdesi haline getiriyor. Kısaca, Whisp hayallerini gerçek yapıyor ve onları yaşıyor.

4. Xenophilius Lovegood

Dünya üzerinde haberin doğruluğunu en iyi araştıran kişi değil (hatırlatma: Sirius Black’e olan ithamları) fakat çalışmaları biraz da renkli kişiliğinden etkileniyor denebilir.

Eğer Muggle’lardan biri olsaydı, son derece etkili bir blogger olabilirdi ve çok sayıda underground takipçisi de olurdu. Bunun yanı sıra, evlerinde kendi imkanları ile basımını sağladıkları kızı Luna’nın Dırdırcı’nın da editörlüğünü Xenophilius yapıyor.

The Daily Prophet’in yayın çizgisinden milyonlarca mil uzakta olan Dırdırcı, büyücü haberciliğine başka bir bakış açısı getirirken, buruşuk-boynuzlu hırgürler hakkındaki eğlenceli yazıları, quizleri ve tersten okunması gereken rünlerden oluşan deneysel çalışmaları ile dikkat çekiyor. Yaratıcılığı sebebiyle ihtiyar Xeno’ya puanımız on üzerinden on. Tüm bu eğlenceli içeriğin yanı sıra, Dırdırcı’da işler ciddiye de binebiliyor. İkinci büyücü savaşı tüm hızıyla ilerlerken, Luna’nın ilginç babası, ihtiyaç duyulan şekilde Gelecek Postası ile kontrast yaratırken sadece Harry’i savunmakla kalmayıp Dumbledore’a da destek oluyordu ve Bakanlık tarafından ciddi bir baskı altında kalıyordu. Tüm gücünle savaş dostum!

5. Gilderoy Lockhart

Evet, Gilderoy Lockhart hilekar, yalancı, alçak, egoist, şöhret düşkünü, kendisine saplantılı, tüyleri diken diken eden bir moron. Ancak şunu da belirtmeliyiz ki; inanılmaz bir kurgu yazarı.

Hogwarts’ta Karanlık Sanatlara Karşı Savunma öğretmenliği pozisyonunu özgeçmişine eklemesi mühim bir olay olsa da, konu hakkında öğrencilere çok da yardım ettiği söylenemez, belki biraz eğlenceli hale getirmiş olabilir. Öğrencilerine gulyabanilerden nasıl korunacaklarını öğretmedi ancak tüm öğrenciler Gilderoy’un gulyabaniler ile nasıl başa çıktığını detaylı bir şekilde dinledi. Kitaplarının isimleri için Gilderoy’a yine de puan vermeliyiz. Ölüm Perisini Kovalamak? Cadalozlarla Tatiller? Kurtadamlarla Yollarda?  Akılda kalıcı olduklarını itiraf edin! Belki de sorun biraz da bizdedir.

6. Rita Skeeter

Eğer mümkünse tabi Gilderoy’un yalanlarından daha beteri de var; doğru olmayan haberleri ile Tez-Tekrar Tüyü Bağımlısı Rita Skeeter.

En azından Gilderoy bizi birazcık güldürüyordu ama Skeeter deyim yerindeyse biraz adi. Kısa ve öz gazetecilik tarzı insanların özel hayatına burnunu sokarken herkesi kızdırıyor. Muggle dünyasında görebileceğiniz bir muhabirlik anlayışı var.

Rita haberi ilk veren olmak ve diğerlerini atlamak için her şeyi yapabilir – yani böceğe dönüşebilen kayıtsız bir Animagus olmak gibi. Harry Potter serisi boyunca haberlerinden bir kısmı görmüştük ve tarzı önyargılı, açık saçık ve çoğu zaman ezici.

“Peki Albus ne yapıyordu, eğer vahşi kardeşini teselli etmiyorduysa? Görünüşe göre cevap, kız kardeşinin devam eden mahkûmiyetini güvenceye almasıydı. Çünkü ilk gardiyanı ölmesine rağmen, Ariana’nın acınası durumunda bir değişme yoktu. Var oluşu sadece dışarıdan birkaç kişi tarafından bilinmeye devam etti, mesela “Köpeknefes” Doge’dan onun “kötü sağlığı” hikayesine inanması beklenebilirdi.”
Harry Potter ve Ölüm Yadigarları

Başka bir konu ise; Rita gerçekten ne kadar iş yapıyordu? Görünen o ki işin çoğunu Tez-Tekrar Tüyü üstlenmişti. Tez-Tekrar tüyü Rita’nın düşüncelerini parşömene döken bir eller serbest cihazı mıydı yoksa Rita için sadece bir kırtasiye envanteri miydi? Ya da tez-tekrar tüyü Rita’nın neler söyleyeceğini bilen ve daha da acımasızca yazan bir otomatik düzeltme cihazı mıydı? Rita’nın yazım şekli ne olursa olsun, bizi Armando Dippet’ın Usta veya Moron kitabı ile yakalayamazsınız. Çöp kutusunda görüşmek üzere Rita.

* * *

Hayal gücü fazla gelişmiş bir Karanlık Sanatlara Karşı Savunma öğretmeni ve etik değerleri olmayan bir gazeteci (!) En iyinin kim olduğunu bilemiyoruz ama en kötü yazar ödülünde bizce Rita açık ara önde. Peki siz neler düşünüyorsunuz, bizimle paylaşın!

İlginizi çekebilir:

En Kötüden En İyiye, Harry’nin Okuldaki İlk Günlerini Sıralıyoruz!

En İyiden En Kötüye Karanlık Sanatlara Karşı Savunma Profesörlerini Sıralıyoruz!

Potter Dünyasının Dev Trajedilerinden: Tonks ve Lupin’in Aşkı

$
0
0

Lupin bir kurtadamdı, Tonks ise bir kurtadama aşık olmuş bir Metamorfagus’du. Bu durumdan nasıl bir sorun doğabilirdi? Nymphadora Tonks ve Remus Lupin‘in aşk hikayesinin büyük bir kısmı sayfaların ötesinde yaşandı. Gelin Pottermore‘un bu trajik yazısını hep birlikte okuyalım!

İlk tanışmalarına asla şahit olamadık, Zümrüdüanka Yoldaşlığı görevleri süresince birbirlerine yavaşça ama kesin olarak aşık olduklarını hiç göremedik; ya da sonunda gerçekleşen düğünlerini — veya ölümlerini.

Onlarınki hikayenin yan konusuydu: arka planda gerçekleşen, büyücü dünyasının sadece Harry Potter hakkında olmadığını, Harry’nin hikayesinin etrafında gerçekleşen pek çoğundan biri olduğunu göstermenin bir yoluydu. Belki de bu sebepten onların hikayesinin gerçekten de ne kadar acıklı olduğunu tam anlamıyla anlayamadık. Onlarınki ön yargı ve savaş yoluyla bitmeye mahkum bir aşk hikayesiydi.

İşte Tonks ve Lupin’in trajedisi buydu.

Remus Lupin Hiç Kimsenin Onu Sevemeyeceğinden Emindi

J.K. Rowling Remus Lupin yazısında Lupin ve Tonks’un ilk tanışmalarını şöyle açıklıyor:

Çoğu zaman melankoli ve ıssız biri olan Remus ilk başlarda bu genç cadıyla eğlenceli vakit geçiriyordu, sonra ondan etkilendi ve en sonunda ona aşık olmuştu. Daha önce hiç aşık olmamıştı. Barış zamanında aşık olmuş olsaydı Remus kendine yeni bir yer ve iş bulur böylece Tonks’un seherbaz ofisinde başka genç ve yakışıklı bir büyücüye aşık olmasını izleyip bunun acısına katlanmak zorunda kalmazdı, bu olmasını beklediği bir durumdu.
Pottermore, “Remus Lupin”

Bu kurtadam Lupin’in yıllarca damga yemesi ve ön yargıya koşullanmasıyla kendini sevgiye layık görmemesinden kaynaklanıyordu: Bir şekilde Tonks’un onun hislerine karşılık veremeyecek kadar kendisinin zarara uğramış bir halde olduğunu düşünmesiydi.

Ama Tonks Bu Durumu Değiştirdi

Bu Tonks’un umurunda değildi. Zümrüdüanka Yoldaşlığı görevleri sırasında Tonks da ona aşık olmuştu, her ne kadar Lupin “bunu fark edemeyecek kadar kendine acımakla meşgul olsa da.” Lupin bunu öğrenince hayatındaki en büyük mutluluğu hissetmişti. Ancak bu mutluluk çok da uzun sürmedi.

Aşk Hikayeleri Başlarda Biraz… Karmaşıktı

Lupin Tonks’un hislerini öğrenince heyecanlanmış olabilirdi ama bu hislerine hemen karşılık verdiği anlamına gelmiyordu. Kendini daha da geri çekti. Artık onunla göreve gitmekten kaçındı, onunla neredeyse hiç konuşmadı ve en tehlikeli görevler için gönüllü olmaya başladı.

Tonks Lupin’in hislerini gururundan itiraf edemediğini sanıyordu. Ancak Lupin aslında çaresizlik içindeydi, evlenip likantropisini (kurda dönüşmesini) çocuğuna geçirme riskini göze alamayacağından emindi. Lupin’in onunla bir daha asla vakit geçirmeyeceğinden emin olan Tonks mutsuzluğa kapıldı.

Ama Birbirlerine Olan Aşkları Son Derece Güçlüydü

Sonuçta Tonks için Lupin’in bu durumda olmasının bir önemi yoktu. Fleur’un Remus’a çocukken saldıran aynı kurtadam Fenrir Greyback‘in ısırdığı Bill Weasley’e olan aşkından güç alan Tonks hislerini kusursuzca belli etti:

“Gördün mü!” dedi sinirli bir sesle. Tonks Lupin’e bakıyordu. “O ısırılmış olsa bile onunla hala evlenmek istiyor! Onun için önemi yok!”
“Bu farklı,” dedi dudaklarını zorlukla hareket ettiren ve aniden gerginleşen Lupin. “Bill tam bir kurtadam olmayacak. Durumlar tamamıyla —”
“Ama ben hiçbirini önemsemiyorum, önemsemiyorum!” dedi Lupin’in cüppesinin önünü kavrayıp sallayan Tonks. “Sana bir milyon kez söyledim…”

– Harry Potter ve Melez Prens

 Ve Evlendiler

Lupin’in Tonks’a olan aşkıyla ilgili içi hiç rahat etmedi, kendisinin acımasız ve bencilce davrandığını düşünmeye devam etti. Yine de İskoçya’nın kuzeyinde yerel büyücü tavernasından buldukları şahitlerin huzurunda sessiz sedasız bir şekilde evlendiler. J.K. Rowling bu konuda şöyle devam ediyor:

Lupin hastalığının eşine de geçeceği korkusuyla yaşamaya devam etti ve birlikteliklerinde tantana da çıksın istemiyordu; sürekli hayallerinin kadınıyla evlenmiş olmanın verdiği mutlulukla kendisinin ikisine birden getireceği sonuçlarının korkusu arasında yalpalıyordu.
Pottermore, “Remus Lupin”

 Onlarınki Acı ve Savaşın Kol Gezdiği Bir Aşk Hikayesiydi

En başından beri, Tonks ve Lupin’in aşk hikayesi hem aşılması gereken engel ve güçlükler, hem de endişe ve korkudan ibaretti. Üzerindeki bu damga ve ön yargı ve ayrıca Lupin’in şüphe ve pişmanlıklarıyla mücadele etmek zorunda kalmaları yetmezmiş gibi ikinci büyücü savaşının ortasındaydılar.

Bir aşk hiç bu derece şiddetle sınanmış mıydı? Tonks hamile kaldığında bile Lupin’in endişeleri bu haberin üzerine gölge düşürmüştü. Acaba bu durumunu çocuğuna geçirmiş miydi? Şimdi de başka bir hayatı perişanlığa mı mahkum etmişti? Bir yerde tüm bu endişeler onu mahvetti ve kaçıp kurtulmaya çalıştı. Ancak Harry ile girdikleri tartışmadan sonra kalmaya ikna oldu.

Ve Umut Doğdu

Teddy Lupin doğduğunda likantropiden eser yoktu, annesinin istediğinde değişebilme özelliğini almıştı. Oğlunun doğduğu gece Remus Lupin’in gerçek anlamda mutlu olduğu birkaç nadir andan biriydi. Yoldaşlık’ı buldu ve ışıldayan gözlerle onlara müjdeli haberi verdi. İçinde barındırdığı minnettarlıkla Harry’den Teddy’nin vaftiz babası olmasını istedi. Kadehleri kaldırdılar. “Teddy Remus Lupin’e,” dedi Lupin, “büyük bir büyücü adayı!”

Her şey yolunda gitmişti. Remus, Nymphadora ve Teddy: sonsuza dek mutlu yaşayan bir aile. Her şey güzel olacaktı.

Hogwarts Savaşı

Sizi alıp götüren çaresizlik değildir. Umuttur.

Evet, onca uğraşlardan, kaygılardan ve atlatılan zorluklardan sonra hem Nymphadora Tonks hem Remus Lupin Hogwarts Savaşı sırasında hayatlarını kaybetmişlerdir. Acı bir son: Adaletsizliğin kol gezdiği bir dünyada insanı  mahveden son bir adaletsizlik. Neden onlar olmak zorundaydı ki? Neden şu anda olmak zorundaydı?

En üzücü şeylerden birisi de Tonks’un aslında orada olmaması gerektiğiydi.

Harry Tonks’a baktı. “Senin Teddy ile birlikte annende olduğunu sanıyordum!”
“Bilmemeye dayanamadım daha fazla —” Tonks acı çekiyormuş gibi görünüyordu. “Annem ona bakar — Remus’u gördün mü?”
“Bir grup savaşçıyı okul arazisine götürmeyi planlıyordu—”
Tonks tek bir kelime daha etmeden fırladı gitti.

– Harry Potter ve Ölüm Yadigarları

Tonks’un Lupin’i bulduğunu hiç göremiyoruz. Bulup bulmadığı bile kesin değil. Harry, Tonks’u bir dahaki sefer gördüğünde ölmüş ve yerde Lupin’le birlikte yan yana uzanmış halde buluyor; ölümde bile birlikteler.

Ancak Onların İzleri Yaşamaya Devam Ediyor

Tonks ve Lupin’in trajedisi daha büyük bir hikayenin içinde acı bir bölümden oluşuyor. Yine de aşkları Teddy sayesinde yaşamaya devam edecek. Tıpkı Harry Potter ve ailesi gibi, Teddy de anne ve babasını bilmeden büyüyecek olmasına rağmen daha iyi bir dünyada büyümesinin onların fedakarlıkları ve aşkları sayesinde olduğunu anlayacak.

İlginizi çekebilir:

Muggle’lar ve Büyücüler Arasındaki 5 Trajik Aşk Hikâyesi

Azkaban Tutsağı’nın Resimli Özel Baskısından İlk Görüntüler Yayınlandı!

$
0
0

Pottermore, ödüllü çizer Jim Kay‘in hazırladığı ve Bloomsbury’den çıkacak olan Harry Potter ve Azkaban Tutsağı kitabının resimli özel baskısının kapağı ve kitaptan harika görüntüler yayınladı! 

Bloomsbury ve Scholastic‘in Harry Potter ve Azkaban Tutsağı (Resimli Özel Baskı) kitabının kapağını yayınlaması üzerine Pottermore de olaya dahil olup kitabın içinde bulunan çizimlerden birkaçını görücüye çıkardı.

Çizimlerini yine ödüllü çizer Jim Kay‘in yaptığı ve tamamı resimli olan Harry Potter ve Azkaban Tutsağı 2017‘nin kasım ayında satışa çıkacak. Okurlar olarak aşağıda paylaştığımız Severus Snape çizimi gibi Hogwarts profesörlerinin yeni tasvirlerini görecek olabiliriz. Hogwarts şatosunun yeni köşelerini ve de kapağı süsleyen ikonik Hızır Otobüsü‘nün harika ayrıntılarından bahsetmeye gerek bile yok herhalde.

Harry Potter ve Azkaban Tutsağı (Resimli Özel Baskı) kitabında toplamda 115 çizim bulunacak ve çıkar çıkmaz da dünya çapında 21 dile çevrilecek.

Harry Potter serisi bu kitabıyla fark edilir bir değişime uğruyor. Hikaye karanlıklaşıyor. Ayrıca Sirius Black ve Profesör Trelawney gibi önemli karakterlerle de tanıştığımız bir kitap. Resimli baskının da bu değişimi Jim Kay’in özgün stiliyle harika bir şekilde hayata geçireceğine kuşkumuz yok.

Harry Potter ve Azkaban Tutsağı (Resimli Özel Baskı) ciltli olarak 3 Kasım‘da satışa sunulacak. YKY‘nin de kitap çıkar çıkmaz dilimize kazandıracağına eminiz. Heyecan dorukta!


Harry Potter Dünyasında İz Bırakan 5 Kadın Karakter

$
0
0

Bildiğiniz gibi sitemizde uzun süredir Sarah Gailey‘in Tor‘da yayınlanan “Harry Potter Kadınları” makalelerini çeviriyoruz. Geçtiğimiz günlerde Sarah’ın serinin kadınlarına dair yazdığı bütün makaleleri tamamlamış bulunduk. E bu özel günde de onları hatırlamazsak olmazdı, değil mi?

İşte Sarah Gailey‘in yazdığı, bizim de yayına hazırladığımız 5 şahane makale!

(Makalelere ulaşmak için lütfen başlıklara tıklayın.)

1. Dolores Umbridge: Otoriter Kötülüğün Tanımı

2. Luna Lovegood: Amansız İyimserliğin Tarihçesi

3. Asla Pes Etmeyen Bir Kahraman: Ginny Weasley

4. Harry Potter’ın Zeki ve Parlak Kadını: Minerva McGonagall

5. Bir Yan Karakterden Çok Daha Fazlası: Hermione Granger

hermione-granger-fc-ust

Harry Potter Kadınları: Sıra Dışı Bir Analiz

$
0
0

Not: Bu makale ilk olarak La Femme İndépendante adlı dergide Fransızca olarak Beyza Buket Cihan tarafından kaleme alınmış ve yazarı tarafından Türkçeleştirilmiştir.

Harry Potter’ın efsanevi hikayesini ucundan kıyısından da olsa bilmeyen yoktur herhalde, değil mi? Harry’nin hikayesi  dokunan, harekete geçiren, ağlatan, güldüren inanılmaz bir macera. Azımsanamayacak derecede büyük bir kitlenin, buna ben de dahilim, çocukluğu Harry Potter serisinin izini taşıyor. Serinin baş kahramanı Harry ve onun hayatı ise elbette bu konuda yazılan çoğu yazının merkezinde bulunuyor, aynı zamanda kitaplar onun gözünden yazıldığından bu çok da şaşırtıcı değil.

Fakat bugün, tam da bu an seriye farklı bir gözle bakacağız ve konumuz Harry Potter, sağ kalan çocuk olmayacak. Bugün serinin birbirinden farklı ve özel kadınlarını analiz edeceğiz. Hadi başlayalım!

Hayat Kurtaran Anne Figürleri

Popülerlik kazanmış serilerin okuyucuları etkileyen hikayelerinde ortak bir tema gözlemliyoruz; aşk. Aşkın gücü baş kahramanın yaşadığı sıkıntıları aşmasına yardım eder. Bu da hikayeyi daha güçlü ve dramatik hale getirir değil mi? Fakat Harry Potter serisinde gözlemlediğimiz aşk, sıradan değil. Anne sevgisinden bahsediyoruz. Anne figürleri  Harry Potter macerasının büyük bir kısmını oluşturuyor.

Hikayenin en önemli kısımlarından biri başlangıcı olsa gerek, Lily Potter oğlunu kurtarmak için kendini feda ediyor. Onun yerine ölmeyi seçerek Lord Voldemort’un Harry’i öldürmesine engel oluyor. Bu başlangıç ise seride daha sonra da gözlemleyeceğimiz anne sevgisinin gücü temasının başını oluşturuyor. Harry seri boyunca ailesi ile ilgili daha fazla şey öğrendikçe biz de Lily Potter hakkında kafamızda daha detaylı bir portre çizebildik. Lily Potter oldukça kompleks bir karakter, Hermione’i andırdığını söyleyebiliriz. Muggle doğumlu, döneminin en parlak cadılarından, şefkatli ve sevecen bir kadın olan Lily aynı zamanda zorbalığa tolerans göstermeyen güçlü biri. Lily’nin karakterinin bu yönünü Severus’la olan arkadaşlık ilişkisinde de gözlemliyoruz. Karanlık Sanatlar’a meraklı olan Severus’u çok sevmesine rağmen inandığı yolda yürümekten vazgeçmemesinden bahsediyoruz. Lily Potter karanlığa boyun eğmeyen bir kadın. Voldemort ona çekilmesini söylediğinde kaçmak yerine kendini feda edecek cesarete sahip. Lily Potter serinin en güçlü kadınlarından biri, aynı zamanda şefkatli bir anne. Anne olmanın güçlü ve bağımsız bir kadın olmaya engel teşkil etmediğinin en güzel örneklerinden biri Lily Potter!

Harry Potter serisi ve anne kelimeleri yan yana gelirse aklımıza gelecek ilk isimlerden biri Molly Weasley elbette. Seri boyunca Molly, anneliğin en büyük sembollerinden biri oldu. Yedi çocuk sahibi, kendi isteğiyle evinde kalıp ev işleriyle ilgilenen bir kadından bahsediyoruz. Molly Weasley bir kadının toplum baskısı olmaksızın evde kalıp çocuklarıyla ilgilenmeyi seçebileceğinin en güzel örneği. O özgür bir kadın ve tercihlerini nasıl istiyorsa öyle yapıyor. Çok yetenekli bir cadı olmasına rağmen, Molly’nin seri boyunca yeterince takdir edilmediğini görüyoruz. Bu açıdan seri sonunda yaşadığı zafer anının çok önemli olduğunu söylemeliyiz. Bellatrix’le olan düellosundan bahsediyoruz elbette. Korkunç derecede maharetli olduğunu bildiğimiz Bellatrix’i öldüren kişinin Neville olmasını beklerken bu düellonun Molly tarafından kazanılmış olması onun yalnızca anne rolünü oynamadığını, aksine anaç ve şefkatli olmanın bir kadını güçsüz ve pasif yapmadığını kanıtlar nitelikte.

Anne figürlerinde incelememiz gereken diğer bir ilginç karakter ise Narcissa Malfoy. Seri boyunca soğuk, elitist ve Karanlık Lord karşısında çaresiz görünen Narcissa da seri sonunda bizi şaşırtan karakterlerden biri. Harry’nin gerçekten ölü olup olmadığını kontrol eden Narcissa, Draco’nun yaşadığını öğrendiğinde Lord Voldemort’a yalan söylemek gibi büyük bir cüret örneği gösteriyor. Bu da serinin kırılma noktalarından biri aslında. Seri boyunca Narcissa oldukça korkak bir profil çizdi, güce itaat etti ve Harry Potter tarafından temsil edilen değerlere karşı büyük bir antipati besledi. Fakat onun bu soğuk karakterinin altında şefkatli bir anne olduğunu görme fırsatını yakaladık. Bize kalırsa Narcissa Voldemort’un temsil ettiği değerlere de bağlı değildi. Aslına bakarsanız sonlara doğru onun ölmesini en az Harry kadar istemiş, umut etmiş olabilir. Karanlık Lord’un imkansız bir görev verdiği Draco için Snape’e yalvarması, oğluna duyduğu inanılmaz şefkat ve yine oğluyla yaşıt olan Harry’nin yaşaması için Voldemort’a yalan söylemesi üstelik bunu Draco’nun yaşadığını öğrendikten sonra yapması bize bir şeyler söylüyor. Oğlunun hayatta olması ona umut verdi, fakat aynı zamanda Harry’nin de hala yaşaması onun için bir umut ışığıydı. Bizce o da Karanlık Lord’un yenilebileceğine inandı. Narcissa Malfoy karanlık tarafa geçmenin pişmanlığını yaşayan ve bedel ödeyen kadınlardan biri.

Döneminin En Parlak Cadısı: Hermione Granger

Harry Potter kadınlarıyla ilgili yazılan bir incelemede Hermione’nin kendine ait bir bölümünün olması elbette kaçınılmaz. Hermione serinin en önemli kahramanlarından. Fakat çoğu kadın kahramandan farklı biri. Çok güzel veya çekici değil, güzellik standartlarına uymuyor. Ön dişleri büyük, kıvırcık ve kabarık saçları var, derslerine inanılmaz bir önem veriyor, zamanını kütüphanede geçirmeyi tercih ediyor. Hermione alışılandan farklı biri ve bu onu özel kılıyor. Okul arkadaşları onunla dalga geçtiği için kendini değiştirmeye çalışmıyor, aksine her zaman kendinden emin bir tavır takınıyor. Sihirli şekilde farklı birine dönüşüp herkes tarafından beğenilmek ve takdir edilmek aklının ucundan bile geçmiyor.  Bu dikbaşlı tavrına rağmen Hermione aynı zamanda duygusal bir yapıya sahip ve kendine ağlamak için izin veriyor. O her yönüyle çok güçlü bir karakter.

Küçük bir kızdan genç bir kadına dönüştüğü süreçte Hermione’nin Ron ve Harry ile daha derin bir arkadaşlık kurduğunu gözlemliyoruz. Özellikle Ron ile ilişkisinde tartışmanın eksik olmadığı ise hepimiz tarafından bilinen bir gerçek. Bu tartışmaların genelinde Harry tarafsız kalmaya çalışsa da aslında Ron’un tarafını tutar gibi göründüğünü hepimiz biliyoruz. Tartışmalar sonucu yalnız kalsa da Hermione’nin tavrını hiç değiştirmemesi, Ron’a sevimli görünmek için aptal görünmeyi reddetmesi onun ne kadar güçlü bir rol model olduğunu kanıtlar nitelikte.

Hermione’nin bu güçlü duruşunu E.R.İ.T’i, Ev Cini Refahını İlerletme Örgütü, kurduğunda da gösterdiğini görüyoruz. Kimse ona inanmazken,en iyi arkadaşları dahil,o her zaman kendine inanmayı seçiyor. Herkesin görmezden geldiği bir problemin üstesinden gelmek, ezilen bir büyülü cinsi savunmak için çaba gösteriyor. Bunu başarmak için yalnızca kendi zekasına güveniyor. Hermione’nin lider ruhunu Dumbledore’un Ordusu fikrini ortaya attığında da gözlemliyoruz. Direnişin sembolü Harry olarak görünüyor olabilir fakat direnişin bel kemiği Hermione. Fikir ondan çıkıyor, haberleşmek için gerekli büyüleri o yapıyor, önlemleri yine o alıyor. Hermione olmadan direnişin olamayacağını söylesek hata etmiş olmayız herhalde. Aynı zamanda söylemeye gerek var mı bilmiyoruz ama; direnişin sembolü, Sağ Kalan Çocuk Harry Potter en iyi arkadaşı Hermione olmasaydı çoktan ölmüş olurdu.

Hermione oldukça yetenekli bir cadı, bu herkes tarafından kabul ediliyor. Peki yetenekli ve güçlü kadınlar aynı zamanda feminen olamazlar mı? Hermione bu soruya da cevap veriyor. Noel Balosu’nda (Harry Potter ve Ateş Kadehi) şık topuzu, menekşe rengi cübbesi ve ışıl ışıl gülümsemesiyle boy gösterdiğinde tüm arkadaşları inanılmaz derecede şaşırmıştı. Hermione ise bu şaşkınlığı, özellikle Ron’un tepkisini, hoş karşılamamıştı. Çünkü zeki ve lider ruhlu bir kadın olmanın feminenliğin önüne geçmeyeceğinin bilincindeydi. Feminenliğini muhafaza etse de bu özelliğini hiçbir zaman bahane olarak kullanmadı. Hermione Granger ise toplumun kadın hakkındaki önyargılarının antitezi niteliğinde. Kadın olduğu için daha hassas ve duygusal olması beklenirken her zaman üçlünün en rasyonel kişisi olarak kalıyor. Ron kıskançlığına yenik düşüp onları terk ettiğinde duygularına yenilip onu takip etmiyor, Harry’e verdiği sözü asla unutmuyor, üçlünün kriz anlarında en mantıklı kararları veren kişi Hermione, en kritik durumlardan onun sayesinde kurtuluyorlar.

Hermione Granger karakteri her yönüyle harika bir rol model. Harry Potter serisini takip eden herkese büyük bir motivasyon kaynağı olmaya ve insanın aklına koyduğu her şeyi  başarabileceğini kulağımıza fısıldamaya devam ediyor.

Hogwarts

Gelelim Hogwarts’a! Seri boyunca Harry’nin gözünden birçok insanı tanıdık, sevdik veya nefret ettik.  Harry’nin hayatına farklı farklı insanlar girdikçe bizim de daha fazla karakteri analiz etme şansımız oldu. Harry ve Hogwarts deyince akla ilk gelen karakterlerden biri şüphesiz Ginny Weasley. Okul hayatında herkesin umutsuzca hoşlandığı birisi olmuştur. Yani ders sırasında bile hayallere dalmana ve gördüğünde yüzünün kızarmasına sebep olan ve aynı zamanda varlığından haberdar olmayan biri. Bu tür hikayeler genelde iyi bitmez. Fakat bu Ginny Weasley için geçerli değil. Peki o şanslı azınlıktan biri olmayı nasıl başardı? İşte en önemli nokta bu sorunun cevabında. Ginny’i serinin başında utangaç, narin ve Harry’e umutsuzca hayran küçük bir kız olarak tanıdık. Ailesinin tek kızı olan Ginny onca erkek kardeşin içinde biraz sindirilmiş görünüyordu açıkçası. Fakat Sırlar Odası’nda az daha ölmesine sebep olan talihsiz olaylardan sonra Ginny Weasley’in karakterinde harika bir gelişme gözlemliyoruz. Ginny kendine güveni düşük ve çekingen birinden, özgüvenli ve dinamik genç bir kadına dönüşüyor. Quidditch oynuyor ve bunda çok iyi, oldukça doğal ve sempatik davranıyor, iyi bir dost, güçlü bir aurası var. Ron’un abilik taslayan tavırlarına boyun eğmiyor, istediği kişiyle çıkabileceğini ve isterse onunla öpüşebileceğini su götürmez bir kesinlikle belirtiyor. Ginny Weasley özgürlüğüne düşkün bir kadın, ve kimsenin kırmızı çizgilerini geçmesine izin vermiyor. Bunlara ek olarak inanılmaz bir cesareti var, Esrar Dairesi’nde yaşına göre üstün bir çaba gösteriyor. Yaptığı Yarasa Umacı büyüsüyle yalnızca ayrıcalıklı öğrencilerin bizzat Profesör Slughorn tarafından davet edildiği Slug Klübü’ne giriyor. Harry’nin hikayesi devam ederken Ginny’nin karakter gelişiminin de devam ettiğini gözlemliyoruz. Harry’e olan hayranlığı konusunda obsesifleşip içine kapanmak yerine yeni uğraşlar bulduğunu ve yalnızca kendi olmayı seçtiğini görüyoruz. Sonunda asıl bu harika özellikleri ve kendine has karakteriyle Harry’nin dikkatini çekmekle kalmayıp onu kendine hayran ettiğini fark ediyoruz. Ginny Weasley yalnızca çekici ve eğlenceli olmasıyla değil, yetenekli ve cesur bir cadı olmasıyla da öne çıkıyor. Yaşı tutmamasına rağmen saklanmayı reddedip Bellatrix gibi birine kafa tutabilmesinden ve tek parça kalmayı başarabilmesinden, Voldemort’a karşı direnişte bulunduğu yerden, Harry’nin yerine getirmek zorunda olduğu görevi kabullenmesinden bu sonuca varmak kolayca mümkün. Ginny Weasley birine takılı kalmaktansa kendimiz olmayı ve parlamayı seçmemiz gerektiğini bize gösteren değerli karakterlerden biri.

Hogwarts’ın en ilginç isimlerinden diğeri de Luna Lovegood. O  şahsına münhasır diye tanımlanabilecek cinsten bir cadı. Farklı konuşan, farklı inanışları olan, farklı giyinen, tepeden tırnağa garip biri değil mi? İşte Luna’yı harika yapan şey tam da böyle olması. Yalnızca içinde bulunduğu Ravenclaw tarafından değil neredeyse bütün Hogwarts öğrencileri tarafından alaya maruz kalan Luna hakkında yapılan tatsız yorumlara kulak asmayıp kendi olmayı seçen özel insanlardan biri. Küçük yaşta çok trajik olaylar yaşamasına rağmen, annesinin ölümüne şahit olmak gibi, her zaman pozitif olmayı seçen Luna, Harry Potter evrenini keşfeden ve hayatının bir döneminde zorbalığa maruz kalmış veya hala bunu deneyimleyen bütün okurlar için bir umut ışığı. Oldukça zeki bir cadı olan Luna aynı zamanda Harry’nin aradığı son hortkuluk olan Rowena Ravenclaw’ın Diademi’ni  bulmasında kilit rol oynuyor, kritik bir durumda sakinliğini koruyarak en mantıklı çözümü buluyor. Bu sayede Voldemort’a bir darbe daha vurulmasına yardım ediyor. Burada yine kadınlar duygusaldır ve mantıklı düşünemezler tabusunun yıkıldığını görüyoruz. Luna oldukça sakin biçimde panik yapmadan karar verebiliyor, Malfoy’ların evinde tutsak olarak tutulduğunda onunla birlikte işkence gören Ollivander’a yaşama isteği aşılıyor, Sirius’un kaybıyla dağılan Harry’nin içini açabilen sözleri yalnızca o söylüyor, diğerlerinden farklılığının işareti olan Testralleri gördüğünde dehşete düşmüyor. Luna hepimize motivasyon kaynağı oluyor aslında, ondan ne olursa olsun hayatı sevmemiz gerektiğini öğreniyoruz ve Luna’yı içselleştiriyoruz. Kimbilir belki gerçekten de Hımhım diye bir şey vardır, ne dersiniz?

Hikayeyi Harry’nin gözünden okuduğumuzdan yeni insanları tanırken onları Harry’nin gözünde tanıyoruz. Eh, Harry duygusal kadınları neredeyse deli olarak tanımladığından ve onların yanında inanılmaz rahatsız hissettiğinden bu antipati bize de geçiyor doğal olarak. Fakat bu onun bakış açısının doğru olduğunu tanımlamaz elbette, galiba Hermione bir çay kaşığının duygusal zekasına sahip derken yalnızca Ron’u kastetmedi. Seride duygularını dikkat çekici bir yoğunlukta yaşayan karakterlerden biri Cho Chang’di. Onu Harry’nin hakkında kurduğu uzun düşler ve gizli hayranlığıyla tanıdık. Başta Cedric’le bir şeyler yaşadı, Cedric öldükten sonra ise Harry ile kısa bir yakınlaşma yaşadı. Fakat Harry’le ilişkisinin bu kadar kısa sürmesi, bizce, Harry’nin duygusal insanlara anlam verememesinden kaynaklanıyor. Cho; kısa zaman önce sevdiği insanı kaybeden, ertesi yıl biraz da onun anısını yaşatmak için katıldığı Dumbledore’un Ordusu grubunda yakınlaştığı Harry’den etkilendiği için suçlu hisseden ve aynı zamanda kuralları çiğnediği için annesinin bakanlıktaki işini kaybedeceğinden korkan duygusal açıdan hassas döneminde olan bir Hogwarts öğrencisiydi. Fakat kitapta bu durum yalnızca Hermione tarafından anlaşılıyordu. Harry ve Ron olayların bu yönünü anlamaktan tamamen acizdi. Burada gözden kaçan nokta ise Cho’nun Harry tarafından fazla dramatik olarak tanımlanan bu duygusal durumunun onun Voldemort’a direnmesine engel olmaması.

Aynı zamanda Ron’un eski sevgilisi Lavender Brown da Ron tarafından fazla dramatik ve sıkıcı bulunuyor, iki kızın da ortak yönü duygularını yoğun ve göze batan şekilde yaşamaları. Fakat Cho da Lavender da Hogwarts Savaşı’nda cesurca savaşıyorlar. Hatta Lavender savaşta hayatını kaybediyor. Yani demek istiyoruz ki; duygularınızı açıkça yaşamak sizi güçsüz yapmaz, sıkıcı da yapmaz, hayır dramatik de yapmaz. Hayır, ağlamak istediniz ve ağladınız diye aptal duruma düşmezsiniz. Lavender ve Cho’dan öğrendiğimiz yegane şey bu olmalı.

Güçlü, Bağımsız, Yetenekli Cadılar

Güçlü, bağımsız ve yetişkin cadı dersek aklınıza ilk kim gelir? Bizim aklımıza ilk düşen isim Minerva Mcgonagall elbette. Serinin en güçlü kadınlarından olan Profesör Mcgonagall’ın harika bir rol model olduğunu söylemeye  gerek yok herhalde.

Bir kadın hem otoriter, hem zeki, hem yetenekli, hem de duygusal olabilir mi? Evet olabilir. Bir kadın isterse her şeyi başarabilir. Minerva Mcgonagall bunun en büyük ispatı. Çabalamadan sınıfı sessiz tutmaktaki başarısı, tatlı sert tavrı, insanı ona saygı duymaya zorlayan zekası ve müthiş cesaretiyle serideki en önemli karakterlerden biri.

Harry Potter evreninin en dikkat çeken cadılarından biri de şüphesiz Nymphadora Tonks. Safkan bir aileden gelmiş ve Sirius gibi ailesi tarafından siyah bir yanık izi olarak anılan Tonks oldukça farklı bir kadın. Metamorfozi yeteneğiyle görünüşünü istediği gibi değiştirebilen Tonks bu yeteneğini etrafına güzel görünerek beğeni kazanmaya  çalışmaktan ziyade burnunu örnek burnuna çevirerek insanları güldürmek için kullanıyor ve bizce bu harika. Yetenekli bir seherbaz olan Tonks, başarılı bir insan olmak için illa da otoriter ve duygusuz olmak zorunda olunmadığının en güzel örneklerinden. Aynı zamanda Remus Lupin’le olan evliliğinden bahsetmemek de olmaz. Toplum tarafından kurtadam olduğu için dışlanan ve hayatı boyunca bu yüzden acı çekmiş bir adamı seven, onu her şeye tekrar inandıran birinden bahsediyoruz. Serinin sonunda ise henüz yeni bulduğu mutluluğu bozmamak adına savaştan kaçabileceği halde hiç düşünmeden kendini öne atıyor. Sıradan biri olarak ölmektense bir kahraman olarak ölüyor.

Kurtadam ve evlilikten bahsediyorsak Fleur Delacour’dan bahsetmemek olmaz. Fleur’ün muhteşem bir karakter olduğunu daha önce fark etmiş miydiniz? Görenlerin ağzını açık bırakacak derecede bir güzelliğe sahip, Veela kanı var, toplumun yerleşmiş önyargılarına göre aptal olmalı değil mi? İşte burda çok yanıldınız. Fleur o kadar yetenekli bir cadı ki Üçbüyücü Turnuvası şampiyonlarından biri seçiliyor ve görevleri en iyi şekilde tamamlamak için elinden geleni yapıyor. Aynı zamanda oldukça sevgi dolu ve vefalı, kardeşini kurtaran Harry’e asla bitmeyecek bir minnet duyuyor. Ağır şekilde yaralanan ve yüzünde yara izleri olan Bill ile olan evlilik planlarını iptal etmesi beklenirken ben ikimize yetecek kadar güzelim diyerek reddeden birinden bahsediyoruz. Düğünü Ölüm Yiyenler tarafından basıldı, evliliğinin ilk yılını saklanarak geçirdi. Fakat buna rağmen nerede olursa olsun kötücüllüğe, baskıya karşı çıktı. Hep güzel kal Fleur!

Pembenin Şeytaniliği, Aşkın Obsesif Hali

Serideki tüm kadınlar harika değil mi? O kadar çabuk evet demeyin. Kötü örneklere şimdi geliyoruz. Bazılarımız Umbridge’nin Voldemort’tan daha kötü olduğunu düşünüyor. İnsanlara bunu düşündürecek bir antipatiklik seviyesinden bahsediyoruz. Dolores Jane Umbridge, en büyük yeteneği: küçük kız tavırlarıyla korkunç bir nefret uyandırmak. Pembe kıyafetleri, kedileri çok seven birini bile delirtecek derecede kedi düşkünlüğü ve küçük kız kahkahasıyla ırkçılığın yürüyen ve nefes alan hali olan Dolores, güce tapan zayıf bir karakter. Otoritenin değiştirdiği sıradan insanlardan biri, hayata hınçla bakan ve güzel şeylere tahammülü olmayan sevgisiz bir kadın. Muggle doğumlulara ve sihirli yaratıklara olan ırkçı ve kabul edilmez tavrınla tam olarak nasıl bir insan olunmaz gösterdiğin için teşekkürler Dolores!

Kötü örnek deyince aklımıza gelen diğer bir isim ise ipe sapa gelmez halleriyle yuh artık dedirten Bellatrix Lestrange. Köklü ve safkan bir ailede muhtemelen şımartılarak ve Muggle doğumlular hakkında beyni yıkanarak büyüyen Bellatrix’in Voldemort’un en büyük destekçilerinden biri olması hiçbirimize şaşırtıcı gelmiyor herhalde. Fakat ona duyduğu takıntılı aşk? Öyle bir delilik hayal edin ki bir caniye, bir katile inanılmaz bir hayranlık duyuyorsunuz ve onun için ölmeye hazırsınız. İşte Bellatrix bu deliliğin etten kemikten hali. Elbette aşık olduğu Voldemort gibi o da bir katil. Muggle veya safkan olmayan herkesi gözünü kırpmadan öldürebilir, eğlence için işkence de edebilir. Bellatrix’in sonunun kanı bozuk olarak tanımladığı Weasley ailesinin bir üyesi tarafından getirilmesine yalnızca karma diyebiliyoruz. Aşık olurken iki kere düşünün!

J.K. Rowling’in de yarattığı karakterler gibi güçlü bir kadın olduğu tartışılmaz. Dünya kadınlarının ve bize bu sihirli dünyayı hediye eden J.K Rowling’in Kadınlar Günü kutlu olsun!

Hermione Granger’ın “Karanlık Rakibi” Seriden Son Anda Çıkarılmış!

$
0
0

Harry Potter ve Ateş Kadehi kitabının J. K. Rowling‘e sinir krizleri yaşattığını duymuşsunuzdur. İlginç olansa; bu sırada Hermione‘nin hikâyesinin neredeyse çok daha farklı bir şekilde gelişecek olmasıydı!

Hatırlatmak gerekirse J.K. Rowling Ateş Kadehi kitabını yazarken ortalarına kadar geldiğinde hikayede çok büyük bir hata olduğunu fark etmiş. Bu yüzden de bütün hikayeyi baştan kontrol edip bunu nasıl düzelteceğini bulması gerekmiş. Yakın zamanda bir Reddit kullanıcısı bu konuya tekrar gündeme getirip ilginç bir görüşle gelmiş; Rita Skeeter‘ın hikâyeye katılmasından çok daha önce Hermione‘nin kendine “denk” bir rakibi olması planlanmıştı.

Bu kullanıcıya göre Rowling hikayeye ilk başta Mafalda adlı ve Slytherin bir Weasley kuzeni eklemişti.

Kendisi Harry, Ron ve Hermione’ye Ölüm Yiyenler ile ilgili bilgi sızdıracağından binası da hikayeye oldukça uygundu. Ateş Kadehi kitabının son halindeyse Rita Skeeter hikayeye daha uygun bir şekilde hizmet ettiğinden, Mafalda Weasley‘in yerini aldı.

Ancak Rowling‘in dedikleri çok merak uyandırıcı:

Mafalda hakkındaki en iyi şey Hermione‘ye denk olmasıydı. Hikâyeye sonradan adeta bir kâbus olarak katılan Mafalda, öyle yetenekli ve gösterişçiydi ki en sonunda Hermione‘nin tüm kuralları yıkıp onu dövmek için yanıp tutuşması gerekmişti.

Hayranlar kuralları yıkmayı çoktan kabul ettiği, daha kötü bir Hermione versiyonunu uzun zamandır düşünüyordu Biraz da bu yüzden hayran hikâyelerinde genelde Dramione çifti olarak Draco Malfoy ile Hermione’nin eşleştirildiği de bir gerçek.

Hoş olan bir başka ayrıntı ise Ölüm Yadigarları kitabında Hermione’nin Sihir Bakanlığı’na sızmak için kılığına büründüğü cadının ismi de Mafalda (Hopkirk) idi. Belki de bununla sonunda daha da asi biri olmayı başarmıştır!

Profesör McGonagall’ın Bizi Kendisine Hayran Bıraktığı O Anlar!

$
0
0

Felsefe Taşı filmiyle önce minik Harry’yi Privet Drive‘daki yeni yuvasına bırakırken gördüğümüz, sonra Hogwarts merdivenlerinde tanıştığımız sert görünüşlü biçim değiştirme profesörü Minerva McGonagall, Harry’nin zaman zaman çekindiği ama hiç beklemediğimiz anlarda onu koruyan bir cadı olmuştur hep. Pottermore, son kitapta bahsi geçen bu bölümde Minerva McGonagall‘ın karakterinin doruk noktasını çarpıcı bir şekilde bizlere aktarmış. Gelin, hep beraber bu müthiş profesör karşısında büyücü şapkalarımızı çıkarıp o anları tekrar hatırlayalım.

Kendisi tüm Harry Potter serisi boyunca yardımcı bir karakteri canlandırmış olabilir, ancak işte Harry Potter ve Ölüm Yadigarları kitabının bu bölümü bize McGonagall’ın en parlak anını yakalama şansı veriyor.

Profesör McGonagall’ın Harry’nin okul yıllarında bize verdiği upuzun ve yığınla heyecan verici tüm o anları incelemek zordu. Bunca zamandan sonra, Gryffindor binasının çelik gibi sağlam başkanı, mantığı ve merhametinin kombinasyonu sayesinde kazanıyordu: onun karakteri ışık ve gölge oyunlarıyla özenle işlenmiş ve sıkı bir topuzla toplanmıştı.

Profesör McGonagall’ın ince göz kırpışları bizi her zaman keyiflendirmiştir, öyle ki bu göz kırpışları bize onun tamamen katı birisi olmadığını gösteriyor ve o dayanıklı görünümünün ardında aslında Hogwarts’ın en anlayışlı ve destekleyici öğretmenlerinden biri olduğunu bizlere anlatıyordu. Örneğin Neville Longbottom, S.B.D.(Standart Büyücülük Düzeyi) sonuçları yüzünden korkmuş haldeyken, gerçekçi yönüyle Neville’i desteklemişti. Harry Potter, Profesör Umbridge’e Lord Voldemort’un döndüğüne yemin ederek bağırdığında ve McGonagall’ın odasına gönderildiğinde Harry’ye bisküvi ikram ederek hem Harry’yi hem de bizleri oldukça şaşırtmıştı.

Ayrıca, McGonagall’ı her zaman takdir etmemiz gereken bir konu var ki o da; tam da Profesör Dumbledore’un ihtiyacını karşılar nitelikte kaya gibi sağlam duruşudur. Lily ve James Potter’ın öldüğü o korkunç gecede, Harry’yi yeni hayatına başlayabilmesi için ailesinden kalan tek üyeler olan Dursley’lere teslim ederlerken, Harry’nin yanında o vardı.

En sonunda, Harry Potter ve Ölüm Yadigarları kitabındaki en gerilimli bölümden bir önceki, yani Hogwarts Savaş’ından hemen önceki bölüme küçük bir dalış yapacak olursak, McGonagall’ın her zamankinden de parlak bir şekilde ışıldadığı yere gelmiş olacağız.

Severus Snape’in Sepetlenmesi

Hogwarts’ta yıkık bir yılın ardından, Severus Snape müdür olarak atanmış, bu da yetmezmiş gibi korkunç Alecto ve Amycus Carrow kardeşler, Profesör McGonagall’ın yerine müdür yardımcıları olarak atanmışlardı (Şimdi bu konuyu hiç açmayın bile). Tüm bunlara rağmen Gryffindor binasının başkanı, kendisine rastladığımızda büyük savaşın eşiğinde bile bir kule gibi sağlam ve yerindeydi.

McGonagall’ı takdir etmeyi seçtiğimiz bölüm tam olarak Hogwarts Savaşı’nın gerçekleştiği bölüm değil de, Voldemort’un şatoya saldırmadan hemen önceki o çalınmış dakikalar, Harry’nin Hogwarts’a döndüğü ve başkaldırının başladığı o dakikalar… Tüm bunlar başlamadan önce, McGonagall’ın yeni baştan düzenlemesi gereken şeyler vardı.

O Doğuştan Bir Lider

Bildiğiniz gibi kitapların büyük bir bölümünde, Profesör McGonagall, Albus Dumbledore’un müdürlüğüne karşılık ikinci kişi olma görevini büyük bir incelikle icra ediyordu. Dumbledore’un bizzat kendi iş arkadaşı Snape tarafından öldürülmesinden sonra (tabii McGonagall başında bunun farkına varmamıştı), Harry’nin eğer devam etseydi son yılı olacak olan dönemde Hogwarts’ın ne kadar korkunç hale gelmiş olabileceğini tahmin dahi edemiyoruz, özellikle de yakın arkadaşını öldüren adamın himayesi altında çalışmak zorunda kaldığı düşünülürse…

Voldemort’un yükselişinin ardından, karalık büyücünün büyücülük dünyası üzerinde kontrolünü arttırmasıyla birlikte Hogwarts adeta eski zamanlarının bir gölgesi haline geldi. Özellikle de Carrow kardeşlerin işe alınmasıyla, öğretme teknikleri Affedilmeyen Lanetleri destekleyen bir grup Ölüm Yiyen’in Muggle Araştırmaları’nı kullanarak öğrencilere kalitesiz olduklarını öğretmeye çalışmasıyla devreye giriyor.

Kabus gibi bir yılın ardından, Harry Ravenclaw Kulesi’nde Hortkuluk avlamak için Hogwarts’a döndüğünde, kaçınılmaz bir şekilde Voldemort’u şatoya çağırmış oluyordu aslında. McGonagall’ı, kız kardeşi Alecto’nun koluna dağlanmış ve Ölüm Yiyenler’in Voldemort’u çağırmak istediklerinde dokunduğu kurukafa ve yılana henüz dokunmuş olan Amycus Carrow ile tatsız bir tartışmanın tam ortasında bulur Harry. Tiksindirici Ölüm Yiyen Harry’yi bulamamaktan korktuğu ve Alecto’nun kazara karanlık işarete dokunduğu konusunda öğrencileri suçlaması gerektekini önerdiği için Harry yakındayken, McGonagall’ı Amycus’a karşı sadece sözlü uyarıda bulunurken görüyoruz. Ancak McGonagall bunların hiçbirine göz yummuyor.

“Hakikat ile yalan, cesaret ile korkaklık arasında ne kadar fark varsa o kadar fark eder sadece,” dedi yüzü solan Profesör McGonagall, “kısaca, sizin ve kardeşinizin belli ki takdir edemediği bir fark. Ama bir şeyi apaçık hale getireyim. Beceriksizliklerinizi Hogwarts öğrencilerine yüklemeyeceksiniz. Buna izin vermeyeceğim.”

Harry Potter ve Ölüm Yadigarları

Her zaman zehir gibi bir zekası olan Minerva için yıl boyunca bardağı taşıran pek çok damla olmuş olmalı. Yine de o bu tür durumlarda her nasılsa sakin kalmayı başarıyor. Hatta Amycus yüzüne tükürdüğünde bile bunu başardı, gerisini siz düşünün. Sinirleri gevşemiş olan Harry bile (görünmezlik pelerininin altında saklanırken) bunu kaldıramayıp anında Alecto’yu lanetlemişti. Hiç de şaşırtıcı olmayan bir şekilde, McGonagall bunu normal karşılamadı hatta Harry’yi kendi hayatını tehlikeye attığı için azarladı. Böylesine şeytani bir olay döngüsünde bile McGonagall hala kendinden ziyade etrafındaki insanları korumaya kararlıydı.

Yine de, Harry’nin dönüşü McGonagall’ın içindeki bir şeyleri alevlendirmişe benziyordu ki acilen nahoş patronu Snape’i bilgilendirdi.

Çok geçmeden, aynı yolda yürüyen McGonagall, Flitwick ve Sprout; Snape’e karşı müthiş bir düello başlattılar. Aynı gayeye sahip bu üç profesör bir daha geri dönüşü olmayacak şekilde Snape’in saltanatına bir son vermeye kararlıydılar. Hogwarts’taki favorilerimizi böylesine sürükleyici bir şekilde takım halinde görmek adeta bizlere o beklenen bölüme doğru giderken kemerleri bağlayın diye sesleniyordu: Hogwarts Savaşı!

Hangisini daha çok sevdiğimize karar veremiyoruz: McGonagall’ın çelik gibi bir iradeyle Snape’in odasına vardığı, o anda McGonagall ve Sprout arasında bir bakışma geçer (Yürü be Pomona!), ve Snape’e korkak diye bağırdığı o anlar mı yoksa Snape’in şatodan kaçma kısmını anlatan bu mini fıkra mı… Siz karar verin.

“Müdürümüz kısa bir teneffüs yapıyor,” dedi Profesör McGonagall, penceredeki Snape biçimindeki deliğe işaret ederek.”

Harry Potter ve Ölüm Yadigarları

Ne Önemi Var Ki

McGonagall’ı daha önce bu bölümde olduğu kadar klas ve kendine has gördünüz mü hiç? Bu tamamen kullandığı sözcüklerle alakalı. Carrow’ları istikrarlı bir şekilde alt etmesinden tutun da Snape’le yüzleşme şekline kadar hepsi üzerinde buzla servis edilen bir kokteyl gibi. Ve McGonagall tam da ihtiyacımız olan arınmayı çok da fazla şiddete gerek kalmadan bizlere sunuyor. Onun bu sabırlı ve sakin halleri Hogwarts için dikkatli bir savunma stratejisi yaratıyor ve aylardır ortalarda olmayan öğrencisi Harry’yi sorguya çekmek yerine sakince onun tarafında olup ona yardım eli uzatıyor.

Bundan bir sonraki bölümde yani Hogwarts Savaşı‘nın ta kendisinde açıkça görüyoruz ki McGonagall planını uygulamaya koymak için çoktan kolları sıvamış ve hakkı olan yere yani okul müdürlüğü görevine dönmüş. Sadece şatodan ayrılmak isteyen öğrencilerin evlerine dönmesini sağlamamış, aynı zamanda kalıp savaşmak isteyenleri de desteklemiştir.

McGonagall koruyucu olmakla beraber diğer öğretmenlerin aksine her zaman öğrencilerinin içinde daha da zorunu başarabileceklerine dair o inancı görmüştür.

Bunca zamandan sonra, gencecik birinci sınıf öğrencisi Harry Potter’ı daha ilk uçuş dersinde süpürgesinin üzerinde başıboş dolaşırken gördüğünde Gryffindor evinin kum saatindeki tüm puanları boşaltmak yerine, kendisiyle aynı binaya mensup olan Harry’de Quidditch takımında oynayacak potansiyeli görmüştür. Elbette, McGonagall işlediğiniz bir suçun yanınıza kar kalmasına asla göz yummaz ancak her zaman öğrencileriyle özel bir dayanışma içinde olmuştur. Ayrıca her kimin ihtiyacı olduysa azımsanamayacak bir bağlılık…

Hogwarts’ın bu en karanlık yılında, McGonagall’ın bu boyun eğmez tavrı, gören ve kendini kötülüğün içinde kaybolmuş hisseden herkes için ilham verici olmuştur. Ve Carrow’lara cevabı ise şudur: zekayı zarafetle kullanmak, kalbinde nefret olan insanlara karşı nasıl davranılması gerektiğini anlatan ve hepimizin anlaması gereken bir derstir.

Teşekkürler Profesör McGonagall! Ve evet, bir bisküvi alırız.

İlginizi çekebilir:

Harry Potter’ın Zeki ve Parlak Kadını: Minerva McGonagall

J.K. Rowling’in Yeni Kitabından “Minerva McGonagall Hakkında Bilinmeyenler”

Profesör McGonagall’ın Sevdiklerini Gerçekten Önemsediğini Gösteren 6 Duygusal An

5 Efsanevi McGonagall Sahnesi

Kara Büyünün Hizmetkârları “Inferiuslar”ı Rowling’in Kaleminden Okuyalım!

$
0
0

İlk defa Harry Potter ve Melez Prens‘te karşılaştığımız, Lord Voldemort‘un Hortkuluklarından birini korumak için Kara Büyü ile yarattığı Inferiusları, Rowling’in kaleminden dinleyelim.

Bir Inferius (çoğulu Inferi)  bir Kara Büyücü’nün laneti ile harekete geçirilmiş cesettir. Bir kukla haline gelmiş olan inferius, kara büyücünün herhangi bir isteğini yerine getirecek olan uşağa dönüşür. Bir inferiusla karşılaştığınızda anlamanızın en kolay yolu, yaşayan insanlarda olmayacak şekilde beyaz ve bulutlu gözlere sahip olmalarıdır.

Bir insan vücudunu hareketlendirmek için kullanılan büyü, günlük hayatta kullanılan büyülerden, örneğin nesneleri uçurmaktan, çok daha karmaşıktır. Inferiuslar birçok şekilde lanetlenebilir. Rahatsız edildiklerinde ölümcül olarak karşılık verecek şekilde, ayrım yapmaksızın öldürecek biçimde veya efendisinin tehlikeli işlerini halletmek için harekete geçirilebilirler. Inferiusların da belli sınırları vardır; iradeleri ve kendilerine ait beyinleri yoktur, daha önce görmedikleri bir tehlike karşısında ne yapacaklarını bilemezler ve düşünemezler. Yine de, kendi güvenlikleri ile ilgili hiçbir sorunu olmayan bir savaşçı veya koruyucu, tabi ki çok kullanışlıdır.

Harry Potter ve Melez Prens kitabında, Harry ve Dumbledore’un gölün derinliklerinde karşılaştıkları inferiuslar, Voldemort tarafından güç arayışında öldürülen ve hayattalarken en serseri ve evsiz Mugglelardan ibaretlerdi. Yine de bazıları açıklanamayan şekillerde ‘kaybolan’ büyücü ve cadılardı.

Kara Büyü yoluyla belirsiz bir şekilde ayakta kalan inferuslar, ateşle yok edilebilir. Ölü bir derinin yandıktan sonra eski hale gelmesini sağlayan herhangi bir büyü bulunamamıştır. Bu yüzden birçok inferius, alevlerden kaçınması için efendiler tarafından büyülenir.

J.K. Rowling’in Düşünceleri

Inferiuslar, zombilerle, ki kendileri Harry’nin dünyasında ayrı bir yaratık sınıfı olarak belirtilir, birçok ortak nokta paylaşır. Madalyon Hortkuluk’un koruyucuları olarak ‘zombileri’ seçmememin birkaç iyi sebebi vardı. İlk olarak zombiler İngiliz kültürünün bir parçası değiller. Daha çok Haiti ve Afrika’nın bazı bölgelerinin mitlerine aitler. Hogwarts’ta öğrenciler, onlar hakkında bazı şeyler öğrenirken, Hogsmeade yolunda gezinirken onlarla karşılaşmaları pek mümkün değildi. İkinci nedense, Vudu geleneğinde zombiler harekete geçirilmiş cesetlerden daha fazlası değilken, daha başka fakat ilgili bir gelenekte büyücülerin kendi ruhlarının bir parçasını zombileri ayakta tutmak için kullandıkları belirtilir. Bu benim Hortkuluk teorimle çakışıyordu ve Voldemort’un ruhunun daha fazla parçasını Hortkuluk’larını korumak için kullanacak şansı yoktu. Son olarak, zombiler, geçtiğimiz son elli yılda filmlerde tekrar yorumlanarak izleyicilere çok farklı bir boyutta gösterildiler ve bu benim için kullanışsızdı. Ben daha çok “gerilim” neslindenim, benim için bir zombi daima parlak kırmızı bir uçuş ceketi içindeki Michael Jackson manasında gelecektir.

Inferius ismi, “Inferus” kelimesinin oynanmış halidir. Inferus, “aşağıda” anlamında gelir ve yaşayan bir insandan daha “aşağılık” manasında kullanılmıştır. Ayrıca “Inferi” yeraltı dünyası anlamına gelir.

Sizler bu korkunç yaratıklar hakkında neler düşünüyorsunuz? Hortkulukları koruması için yeterli ve mantıklı bir seçim mi? Bizlerle paylaşmayı unutmayın!

Bu yazıya da mutlaka göz atın:

İnferius’ları Aydınlatmak: “İnferius’lar Beyaz Perdeye Nasıl Aktarıldı?”

Çatlak Kazan’ın Sahibi “Tom”u Canlandıran Jim Tavare Trafik Kazası Geçirdi!

$
0
0

Harry Potter filmlerinde Çatlak Kazan‘ın sahibi rolüyle gördüğümüz 54 yaşındaki aktör ve komedyen Jim Tavare ağır bir trafik kazası geçirdi!

Sevgili Jim’in kaza sonucu boynu kırıldı, akciğeri delindi ve kaburgasında 15 kırık oluştu.

Eşi Laura Tavare, Facebook hesabından yaptığı paylaşımda Jim Tavare’nin sargılar içinde fotoğrafını yayınlayarak, “Jim, ciddi bir trafik kazası geçirdiğini hepinizin bilmesini istedi,” yazdı.

Laura Tavare ayrıca, eşinin kaburgasında, ikisi göğsünde olmak üzere 15 kırık, akciğerinde delinme, sağ bacağında pek çok kırık ve boyun kırığı olduğunu belirtti.

‘ROL DEĞİL, GERÇEK’

Şimdiye kadar iki kez kan nakli yapıldığını söyleyen Tavare, “Bu bir rol değil, gerçek. Lütfen bu mücadelesinde yardım etmesi için ona iyi dileklerinizi gönderin!” paylaşımını yaptı.

Jim Tavare‘ye en içten geçmiş olsun dileklerimizi iletiyoruz, Potterheadlerin kalbi seninle Tom! Bir an önce iyileş ve barının başına geç!

Kaynak: Aksam

Marge Hala’yı Uçuran Sirius Black’in Ta Kendisi Olabilir mi?!

$
0
0

Harry Potter hakkında konuşulacak ve tartışılacak o kadar çok şey var ki. Neredeyse her gün başka bir hayran başka bir iddia ile karşımıza çıkıyor ve teoriler üretiyor. İşte onlardan biri daha!

Harry Potter kendine özgü mizacı ile ünlü bir karakter ancak ya bazı duygusal çıkışları tamamen kendi fikri değilse? Peki ya vaftiz babası Sirius Black, Harry’yi sihirli sonuçları olan bir durumun içine attıysa?

Harry Potter hayranlarından biri Reddit üzerinden Azkaban Tutsağı’nda Harry’nin Marge Hala’yı havalara uçurmasının asıl sebebinin Sirius olduğu iddiasını ortaya attı. İşte bu tezi destekleyen bazı kanıtlar. Marge Hala’yı havaya uçmadan önce o ve Vernon Enişte, Sirius’un en yakın arkadaşı James Potter’ı işsiz olmakla ve kaza yaptıklarında büyük ihtimalle sarhoş olmakla itham ediyorlardı. Söz konusu arkadaşları ve onların haysiyeti olduğu zaman, Sirius’un intikam için harekete geçtiğinde neler yapabildiğini hepimiz az çok biliyoruz. Öyle ki Hogwarts yıllarında Çapulcular zamanında neredeyse Severus Snape’i öldürüyordu. Diğer bildiğimiz başka bir konu ise; Vernon Enişte ve Marge Hala bu konuşmaları yaparken Sirius Privet Drive’daydı ve Harry onun animagus halini Privet Drive’ı terk ederken görmüştü.

Azkaban Tutsağı’ndan alınan olay ile ilgili paragraf:

“Ensesindeki tuhaf bir ürperti Harry’de gözetlendiği duygusunu uyandırmıştı. Ne var ki, sokak bomboştu ve büyük, kare biçimindeki evlerin hiçbirinde ışık yanmıyordu.

Yeniden sandığına eğildi, ama neredeyse eğilir eğilmez, eli asasında, tekrar ayağa dikildi. Bir şey duymaktan çok, bir şey hissetmişti: Birisi ya da bir şey arkasındaki çitle garaj arasındaki dar boşlukta duruyordu. Harry gözlerini kısarak karanlık sokağa baktı. O şey bir hareket etse, sokak kedisi mi yoksa başka bir şey mi anlayacaktı.

Harry, “Lumos,” diye fısıldadı ve asasının ucunda gözlerini kamaştıran bir ışık belirdi. Asayı başının üstüne kaldırınca iki numaranın çakıllı çimentodan duvarı birden aydınlandı. Garaj kapısı parlaklaştı ve Harry tam ikisinin ortasında çok büyük bir şeyin heybetli siluetini apaçık gördü. Kocaman, ışıl ışıl gözleri vardı.” Harry Potter ve Azkaban Tutsağı

James’e yöneltilen iftiraları duyan Sirius bir anda öfkeye kapılmış ve asasını kullanmadan sihir yapmış olabilir. Böylece Harry’nin bir taşla iki kuş vurmasını da sağlamış olabilir: James’e hakaret edenlere dersini vermiş ve vaftiz oğlunu yaşadığı o kötü durumdan kurtarmış olabilir.

Harry’nin kontrol edemediği büyüsü ile Marge Hala’yı havalara uçurmuş olması son derece muhtemel olsa da bu durum Harry Potter kitaplarında yapılan büyünün kaynağı hakkında tartışmaların olduğu ilk durum da değil.

Sırlar Odası kitabında Dobby, suçun Harry Potter üzerine kaldığı bir havalandırma büyüsü yaparken, Melez Prens kitabında ise Harry, Dumbledore ile kayığa yaşı sebebiyle dikkate alınmadığı zaman binebilmişti. İşte Dumbledore’un o sözleri;:

“Sanırım sen sayılmazsın, Harry: Sen reşit değilsin ve uygun nitelikler sende yok henüz. Voldemort 16 yaşında bir çocuğun bu yere ulaşabileceğini ummamıştır: Sanırım senin gücünün benimkiyle mukayese edilerek göz önünde bulundurulması düşük bir ihtimal.” Harry Potter ve Melez Prens, 

Sirius müdahalesi vaftiz oğlunu sevmediği anlamına gelmez, aslında bundan çok daha fazlası var. Eğer yaptıysa bu hareket, tamamen Sirius’un aşırı korumacı tavrı yüzünden olmuştur.

Marge Hala’nın havalara yükseldiği o sahneyi hatırladınız mı? Peki sizce gerçekten Sirius’un bir müdahalesi olmuş olabilir mi? Düşünceleriniz bizimle paylaşın!


Harry Potter ve Kızıl Pelerin #5: Mezar Soyguncusu

$
0
0

* * *

önceki bölümleri okumadıysanız:

BÖLÜM 1: Karanlığın Şafağı

BÖLÜM 2: Arcanus Grines’in Adaleti

BÖLÜM 3: Seherbaz Adayları

BÖLÜM 4: Kaçakların Esrarı

* * *

Harry ve Ginny, yaz sıcakları Kovuk’u yavaş yavaş terk ederken beraber geçirebilecekleri son günlerin tadını doyasıya çıkardı. Ottery St Catchpole ve Devon’a kır gezileri, Thames nehrinde tekne turları, Diagon Yolu’nda alışveriş, Chef Wizard’da akşam yemekleri derken ayrı geçirdikleri koca bir yılı telafi etmeye çalışıyor gibiydiler. Hermione ile Ron da birbirleriyle uğraşmakla meşgul olmadıkları günlerde onlara eşlik ediyordu. Hatta Hermione’nin yoğun ısrarıyla Londra’da ünlü bir Muggle oyununa dahi gittiler: Opera’daki Hayalet. Hermione ile Ginny temsilin sonunda seyirciyi selamlayan oyuncuları ayakta alkışlarken, Ron kollarını kavuşturmuş ağzı açık, sesli bir şekilde horluyor, hayatından bezmiş Harry de tavandaki gravürleri izleyerek uyukluyordu. Uyukluyordu uyuklamasına ama, tiyatrodan çıktıklarında da her ne kadar oyunun tamamını izlemese de Peeves ya da Kanlı Baron’la kıyaslandığında hayaletin fazlasıyla pasif kaldığı eleştirisinde bulunmaktan da geri kalmadı. Ama yine de avizenin vidalarını gevşettiği sahnenin de hakkını verdi, hatta “Buna bir gün Peeves’i de getirmeliyiz” dedi ciddi bir ifadeyle. Ron ise oyunda bir hayalet olduğunu fark etmemişti. “Opera’daki garabet derken bir hayaleti mi kastediyorlardı yani?” diye sordu. Kızlar bu yorumlar üzerine pes ederek bu ikiliyi uzun süre muggle etkinliklerinden uzak tutmaya karar verdiler.

Nihayet 1 Eylül sabahı Weasley ailesi, Harry ve Hermione yanlarında, Hestia Jones ve Dedalus Deagle’ın korumasında Ginny’yi Hogwarts’a son defa uğurlamak için King’s Cross’a doğru yola çıktı. Sefere yarım saat kala Peron 9¾’e vardıklarında pek çok tanıdık yüzle karşılaştılar, bunlardan biri de Luna Lovegood’tu. Harry, Ron ve Hermione ile coşkuyla kucaklaşan Luna, tayf gözlükleri ve nazar kovucu küpeleriyle her zamanki gibi kalabalıkta anında fark ediliyordu. Hoş, küpeleri olmasa fıstık yeşili elbisesi ve eteklerinden sarkan tıpalar da yeterince dikkat çekiciydi, o ayrı. Yeni Hogwarts yılını ve yılsonu balosunu konuşup, Dumbledore’un ordusu, İhtiyaç Odası ve Ollivander hakkındaki anılarını yad ettikten sonra vedalaşma faslına geçtiler. Mrs Weasley’in gözyaşları eşliğinde, Ginny herkese sırayla sarıldı, sıra Harry’ye geldiğinde ciddileşerek kulağına “İki hafta sonra görüşürüz, Veela’laların etrafında dolaştığını duymayayım,” diye fısıldadı. Harry ona gülümsedi. Tren hareket ederken Ron kız kardeşine “Bize her gün yazmayı unutma!” diye seslendi. Ginny onlara el sallarken pencerede beliren Luna, eski, aslan kafası şeklindeki Gryffindor şapkasını takmıştı. Şapkanın iplerine asıldığında kükreme bütün istasyona yayılırken öğrencileri uğurlamaya gelen herkes irkilerek şaşkınlıkla sağına soluna bakındı. Sonra tüm istasyon buhar ve dumanla kaplanırken kırmızı tren yola çıktı, ardından yavaş yavaş ufukta kayboldu.

Kovuk’a sonbahar usul usul geldi ve hüzünle yerleşti. Önce ağaçlardaki yapraklar sarardı ve döküldü. Ardından rüzgâr, kapı eşikleriyle pencere pervazlarını dövmeye başladı. Kovuk’taki rüzgârgülleri sessiz şarkılarını söylerken yaz boyunca varlığına fazlasıyla alıştığı Ginny’nin eksikliğini her gün daha fazla hissetmeye başlayan Harry, ayın 11’i için gün saymaya başlamıştı. Ondaki bu değişik ruh halini fark eden Ron ve Hermione artık birbirleriyle daha az uğraşıyor ve daha az tartışıyorlardı. Harry’yi oyalayabilmek için kâh Nott ve Rodolphus Lestrange ile ilgili teoriler üretiyor, kâh mağara görevini tartışıyorlardı. Hermione onların seherbaz olma konusundaki kararlılığını anlamış olacak ki, ilk görevlerine layıkıyla hazırlanabilmeleri için elinden geleni ardına koymuyordu. Her gün, ormanın derinliklerine yürüyüp muggle’ların onları fark edemeyeceği güvenli mesafeye ulaştıklarından emin olunca Hermione’nin artık iyice uzmanlaştığı koruyucu büyüleri yapıyor, sonra da çalışmaya başlıyorlardı: Sadece kalkan büyüsü, engelleme büyüsü, pelte bacak büyüsü değil, onları İnferilerden koruyacak dev alevler yaratan incendio’yu da bol bol tekrar ettiler. Sonuç umut vericiydi, Harry her zamanki gibi üstün başarı gösterirken, Ron’un da kayıp özgüveni yerine gelmiş gibiydi. Yine de bir İnferiusun üzerine geldiğini görürse Zebaniateşi’ni bile deneyeceğini söylemekten geri kalmıyordu. Hermione biraz da moral vermek için, ona postu deldirme konusunda George’un çok yanıldığını söyleyince Ron’un kurumundan geçilmedi.

Gün geçtikçe düzelen morallerini Mr Weasley’in salı gecesi Bakanlık dönüşü verdiği tatsız haber dahi bozamadı: Malfoy ailesi bir defa daha suçlamalardan beraat etmiş ve Karanlık Lord ile yaptıkları işbirliğinin bedelini ödemekten kurtulmuştu. Bu durum Harry’nin içinde bir isyan kıvılcımı başlatır gibi olsa da Narcissa Malfoy’un Lord Voldemort’a söylediği yalanla hayatını kurtardığı ve belki de Sihir Tarihini değiştirdiği geldi aklına. Evet, bunu belki bir an önce Draco’yu şatodan kurtarabilmek için yapmışlardı ama sonucu lehlerine olmuştu. Mr Weasley herkesin onların hangi tarafta olduğunu, ne dolaplar döndürdüklerini bildiğini, dolayısıyla saygınlıklarını kaybettiklerinden o eski vakur duruşlarından eser kalmadığını söyleyince Harry bu konuya daha fazla takılmadı. Öyle ya da böyle, Malfoylar artık düşmüş, yenik bir aileydi.

Sonunda 10 Eylül gelip çatmıştı.  Mr ve Mrs Weasley arasındaki buzlar çözüldüğünden akşam yemekleri eski havasını yeniden yakalamıştı. Mr Weasley baharatlı, sarımsak soslu tavuğun dumanı hala tüten bir budunu bıçağıyla keserken, ertesi gün sabah saatlerinde hep beraber Hogsmeade’e cisimleneceklerini ilan etti.

“McGonagall anma merasiminin akşam saat beşte başlayacağını söyledi. Ben de biraz erken gidip Ginny’yi görmenin hoş olacağını düşündüm.”

Harry balkabağı suyundan bir yudum aldı ve merakla, “Törende kimler olacak Mr Weasley?” diye sordu.

“Başta Kayıp elli’lerin yakınları, bakanlık personeli, öğrenciler düşünüldü. Ancak Minerva Dumbledore’un cenazesinde olduğu gibi çoğu cadı ve büyücü şükranlarını sunmak istediğinden katılımın arttığını söylüyor. İnsanlar Hogsmeade’de kalacak yer bulmakta zorlanıyormuş.”

Mrs Weasley gülümseyerek araya girdi, “Küçük Ted’i görmek hoş olacak, Andromeda şimdiden elinde oyuncak asası, evde koşturmaya başladığını söylüyor. ”

Hermione sevinçle, “Diagon Yolu’ndan onun için aldıklarımıza bayılacak,” dedi ve ciddileşti, “Gerçi Ron’un aldığı Peluş İfriti bıraktırmasaydım gördüğünde gerçekten bayılabilirdi,” Ron bir yandan eriştesini yutmaya çalışırken, “Avucunun içine dokunduğunuzda Hızır Otobüs ile yeşil şapkalı Muggle şarkısını söylüyordu,” diyerek kendini savundu

Mr Weasley devam etti, “Kingsley, Arcanus ve Gawain gelecekler. Hatta Kingsley kısa bir konuşma yapacak.  Gilbert Wimple Deneysel Büyüler Komitesindeki yoğunluğu yüzünden gelemiyor. Arnold Peasegood ile Elwyn Baines de katılmaya çalışacağını söyledi.”

Harry merakla sordu, “Elwyn Baines de kim?”

Ron sonunda ağzındakileri yutmuştu, sırıtarak lafa girdi “Ah Elwyn Baines! Hermione ondan nefret ediyor.”

Hermione umursamaz bir tavırla, “Nefret ettiğimi nereden çıkardığını anlamadım Ron,” dedi. “Onu doğru dürüst tanımıyorum bile…” Ama bunları söylerken tehditkâr bir tavırla Ron’a doğru eğilmişti.

Mr Weasley gülümseyerek cevap verdi, “Elwyn Baines şifacıdır. St Mungo’da çalışıyor ama Bakanlık görevlerinde bize destek veriyor.”

Harry kaçırdığı bir şey varmış gibi hissetti, sırayla hala sırıtmakta olan Ron, Mr Weasley ve ciddi görünen Hermione’nin yüzüne baktıysa da ortada ne döndüğüne dair pek bir şey çıkaramadı.

Mrs Weasley merakla araya girdi, “Elwyn, şu yaralılarla ilgilenen genç cadı mıydı Arthur?”

“Evet Molly, o gün pek çok kişinin hayatını kurtardı. Misal Ode Everett’in sağ bacağına yayılan lanete müdahale etmeseydi zavallı adamcağız bacağını kaybedebilir ya da ölebilirdi. Şimdi ise sadece topallıyor.”

Harry Hermione’nin kendi kendine alçak sesle Bayan Mükemmel diye söylendiğini duyar gibi oldu.

Ron eğilerek çaktırmadan Harry’nin kulağına fısıldadı, “Kız bir Veela’dan farksız, kumral olması dışında tabi. Bakanlıktaki bütün cadılar ondan nefret ediyor. Eh erkekler ise tam tersi…”

Ron fısıldaşmalarını duyan Hermione’nin gözlerini ona diktiğini fark edince hemen susuverdi.

Her ne kadar akşam yemeği keyifli geçse de Harry kısa sürede eski melankolik havasına geri döndü. Günün kalanını artık yaz melteminin yerini sonbahar serinliğine bıraktığı çardakta geçirdiler. Harry kurbağalı gölette parıldayan yakamozu izlerken düşüncelere daldı. Yıllarca evi bildiği Hogwarts’a dönüyor olmanın sevinciyle orada verdikleri kayıpların hüznünü bir arada yaşıyordu. Anlaşılan Ron da benzer duygular içindeydi ki sık sık suskunlaşıyor, konuşma faslı sadece Hermione’ye kalıyordu. O da ikisini neşelendirebilmek için elinden geleni ardına koymuyordu hani. Bir koşu odasına gidip büyükçe bir kutuyla döndü.  Kutuyu açtığında içinden bir dolu Çin Feneri çıkardı ve sırayla büyüleyip gökyüzüne bırakmaya başladı. Her fener farklı renkteydi, fıstık yeşili, leylak, ateş kırmızısı, turuncu, altın sarısı… Birkaç dakika sonra gökyüzü fenerlerin ışığıyla rengârenk olmuştu. Harry her şeye rağmen bu manzaraya hayranlıkla bakmaktan kendini alamadı. Yatmak için odalarına geri döndüklerinde hala birkaç fener rüzgârla salınıp duruyordu. Ron odanın ışığını söndürdü ve karanlığa yayılan son ışık huzmelerini de izleyip kendilerini uykunun yumuşak kollarına bıraktılar.

 

________________________________________

Büyücü Telsiz Ağının Hogsmeade’deki ana karargâhından herkese merhaba!

Edgar ile Burnuk Lowry yayında! Bugün 11 Eylül 1998 Cuma ve yine olağanüstü bir sabaha uyandık sevgili büyücü-dinleyiciler. İşine gitmek için cisimlenmek ya da süpürgesine oturmak üzere olan herkese tekrar tekrar günaydın! Şaşırtıcı ama bugün Britanya genelinde hava yine sisli ve yağmurlu! Londra Westminster’da, Newcastle’da trafiğin yoğunlaştığı haberleri elimize ulaşıyor, dolayısıyla süpürgeyle seyahat eden dinleyicilerimize alternatif güzergâhları tercih etmelerini öneriyoruz. Ayrıca Manchester semalarında zincirleme bir süpürge kazası gerçekleşmiş. Kazayı izleyenler yüzünden trafik ağır seyrediyor. Aynı yoğunluk bugün Hogsmeade’de de mevcut, neden biliyor musun Lowry?

[…]

Ayyyyynen öyle Lowry! Bugün Hogwarts’taki Büyücü Barışı ve Dayanışma heykelinin açılışı ve anma töreni vesilesiyle ülkenin dört bir yanından yüzlerce büyücü Hogsmeade’de cisimleniyor. Kafamı camdan uzatıyorum, yoğun sise rağmen fokurdayan şu kalabalığa da bak! Dogweed and Deathcap bugün bir yıllık cirosunu yapacak gibi zira şimdiden beşinci müşterisi D&D logolu poşetiyle dışarı çıktı. Ah bu eski Sihir Bakanı Cornelius Fudge değil mi? Elinde kayısı çayı poşetiyle çıktığına göre bu aralar tuvalette hoş vakit geçirmiyor olsa gerek! [Lowry: …] Ah çok haklısın Lowry, geyikotu ya da sedefözü de bu soruna bire bir! Bunu kesinlikle Fudge’a söylemelisin!

Şu anda Gladrags Büyücügiyimi, Kuaför ve Spinwitches Spor Eşyaları da ana baba günü! Az önce Ludo Bagman’ın boynunda Wimbourne Wasps atkısıyla Witches’dan çıktığını gördüm! Yine bahis meselelerinden başının dertte olduğu söyleniyor. Ah! Aberforth da Domuz Kafası’nın kapısına kilidi vurdu, sanırım o da Hogwarts’a geçmeye hazırlanıyor. Bu arada sevgili dinleyiciler, Hogwarts’a göl üzerinden geçiş yapmak isteyenler için sandal seferleri sıklaştırıldı, ayrıca güvenliği güçlendirilmiş raftlar tahsis edildi. Deniz tutması yaşayan ya da dev mürekkepbalığına alerjisi olanlar da Üç Süpürge’yi takip ederek ana kapıdan giriş yapabilir. Sır sezici ve sinsioskopuyla Mr Filch, Mrs Norris ile beraber sizi en nahoş yerlerinizden dürtmek için orada bekliyor olacak. Bu arada sanırım Tomes and Scrolls’tan çıkan şu genç cadı Hermione Granger olmalı. O çalı gibi saçları nerede görsem tanırım. Bir de elinde en az bin sayfalık bir kitap var tabi. Granger oradaysa Weasley ile Büyücü efsanesi Harry Potter da burada olmalı. Ah Evet! İkisi de orada! Görüyor musun Lowry? Sanırım kayıkhane tarafından okula geçecekler. Bildiğiniz gibi bu yaz Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen’in canına ot tıkadılar. Söylenene göre Weasley ile Potter Seherbaz Bürosunda Arcanus Grines ve Gawain Robards ile çok esrarlı ve tehlikeli görevlerde çalışmaya başlamış bile. Miss Granger ise Mortimer Thornburn ile Sihirli Yaratıklar için koşturup duruyormuş. Neyse, bu kadar magazin yeter! Biraz da müzik diyelim mi Lowry?

[Lowry: …]

Önce Acayip Kızkardeşler’den gelecek, Dikenli Çelik Kırık Asa. Sonra da Muggle Metal türünün sevilen örneklerini sergileyen bir grup, Akromantula’dan son günlerin en popüleri, Bir İfritin Tırnak Kiri isimli parçayı dinleyeceğiz… Edgar ve Burnuk Lowry ile kalmaya devam edin…

 

_________________________

 

 

Hermione ne zamandır almak istediği bin iki yüz sayfalık Kadim Büyüler, Eski Efsunlar ve Demode Tılsımlar Antolojisi’ni çantasına dikkatlice yerleştirirken, Hogsmeade’deki dostlarıyla hasret gideren Mr ve Mrs Weasley’den ayrılıp ağaçların çevrelediği patikaya doğru yürümeye başladılar. Harry 11 yaşına basıp Rubeus Hagrid’den büyücü olduğunu ilk öğrendiğinde ve büyü dünyasına ilk ayak bastığında yaşadığı heyecanı tekrar yaşıyor gibiydi. Ron ile yaptıkları ilk tren yolculuğunun ardından Hogsmeade İstasyonunda inmiş, Hagrid’i takip ederken kapkara gölün ortasında, yıldızların altında parıldayan Hogwarts şatosunu görmüşlerdi. Yine aynı patikada, aynı dönemeci aştıklarında Hogwarts tüm görkemiyle karşılarında belirince Harry benzer bir mutlulukla sarsıldı. Ancak şato az da olsa hala geçen yaz yaşadığı tahribatın izlerini taşıyordu. Karanlık büyü sonucu oluşan yaraların tam anlamıyla iyileşememesi gibi, kuleler ve bina yorgun ve yıpranmış görünüyordu. Yine de sonbaharın pastel renklerine bürünmüş arazide yükselen Şamarcı Söğüt’ü, seraları ve Quidditch sahasını yeniden görmek için sabırsızlanıyordu.

Kayıkların başında Ron, Harry ve Hermione’yi hoş bir sürpriz bekliyordu.

“Hagrid!”

“Ah Hermoine!”

Hermione koşarak yeleye benzeyen uzun saçları rüzgârla savrulan, sakalı sarmaş dolaş ama zeytin karası gözleri keyifle parıldayan dev adamın boynuna atıldı. Onu Ron ve Harry takip etti.

“Sihirli Yaratıkların Bakımı ha! Beni çok gururlandırdın! Hey siz! Buraya bakın!”

Sandallara ve raftlara doğru yürümekte olan kalabalık yanlarından geçerken zaten yarı dev Hagrid’e istemsiz bir şaşkınlıkla bakıyordu. Bu abartılı nida üzerine tüm kafalar aynı anda ona doğru döndü.

“Bu Hermione Granger! Eski öğrencim! Şimdi Bakanlıkta Sihirli Yaratıkların Denetimini yapıyor! Kıyak iş ha?”

Hermione üstünde toplanan bakışlar yüzünden utançtan kıpkırmızı oldu ama yine de gülümseyerek Hagrid’in koluna sıkı sıkı sarıldı.

Hagrid, Ron ve Harry’ye dönerek, “Eh siz nasısınız bakalım? Arthur geleceğinizi haber verince bir karşılayayım dedim. Nasıl? İyi yapmış mıyım?” Fırıncı küreğini andıran elleriyle Ron’un sırtına pat pat vurdu. Ron vuruşların şiddetiyle iki büklüm oldu ve ayakları nemli toprağa gömüldü. Harry kahkahasını zorlukla dizginleyerek “Bu harika bir sürpriz oldu Hagrid!” dedi.

“Eh bir de müjdeli haberim var,” diye devam etti Hagrid. “Hogwarts’a geri döndüm!”

Hermione heyecanla, “Nasıl yani?” diye sordu.

Hagrid gururla, “Eh, okuldan Sırlar Odası’nı açtım diye atılmıştım, değil mi? Siz Basilisk’i ortaya çıkarınca aklanmış oldum.  McGonagall da sağ olsun Müdire olunca eh artık masum olduğun kanıtlandığına göre istersen okula geri dönebilirsin Hagrid, dedi! İnanabiliyor musunuz? Üçüncü sınıflarla derslere giriyorum!”

Hermione mutlulukla “Ah Hagrid! Ne kadar muhteşem bir haber bu!” diye şakıdı.

Harry ve Ron birbirlerine muzip bir ifadeyle baktılar. Hagrid’i kehanet dersinde çay yapraklarından fal bakarken düşünmek gülmekten kırılmak için yeterliydi. Ah, Harry orada olmak için neler vermezdi ki! Zindanlara inip Slughorn için iksir hazırlayan bir Hagrid. Ya da binalar arası Quidditch maçında tutucu oynayan bir Hagrid. Tek başına tüm çemberleri kapayabilirdi. Tabi onu taşıyabilecek bir süpürge varsa. Bu keyifli düşüncelerden zorlukla sıyrılarak onu tebrik ettiler. Harry ayrıca ona bir okul hediyesi alma konusunu aklına not etti. Hagrid’e baykuş ya da kedi alınmazdı tabi; ama acaba Diagon Yolu’na gitse, yasa dışı olmayıp Hagrid’in hoşuna gidecek kadar tehlikeli bir yaratık bulabilir miydi? Ya da Aragog ile Mosag’ın yavru akromantulalarından birini çoktan evcil hayvanı olarak şatoya getirmiş miydi?

Hagrid’in konuşmasıyla bu düşüncelerden sıyrıldı, “Ah! Asamı da geri aldım tabi!” Eliyle ağzını siper edip eğildi, “Çaktırmayın ama onu şemsiyemin içine gizlemiştim. McGonagall yeni asa aldım sanıyor. Ehem… Mümkünse bundan haberi olmazsa iyi olur,” Duyan olup olmadığını anlamak için sağını solunu keserek doğruldu ve ıslık çalarak gözlerini etrafta dolaştırdı. Bir şey gizlediği anca bu kadar belli olabilirdi.

Harry sırıtarak, “Biliyordum!” diye bağırdı.

Hermione ciddileşti, merakla “Hagrid, yanlış anlama ama Okul Yönetimi bu duruma ne dedi? Lupin’in kurt adam olduğunu öğrendiklerinde kıyameti koparmışlardı. Hatta Dumbledore’un masası çığırtkanlar yüzünden alev almıştı. Biliyorsun ya, Skeeter cadısı yarı dev olduğunu ilan edince…”

Hagrid elini onu rahatsız eden bir sineği kovalar gibi salladı, “Ha, o mesele! McGonagall’a da yazmışlar tabi. Ama Minerva sağ olsun, hepsine kafa tutmuş. Beğenmeyen çocuğunu Durmstrang’e yollasın demiş. Yürekli kadın!” Gözleri minnetle parladı.

Arkasında sandallara binmek isteyen kalabalık birikmişti ama kimse Hagrid’e muhabbeti kesip ilerlemesini söyleyemiyordu tabi. Neyse ki sonunda sandallardan birine bindi. Harry, Ron ve Hermione da hemen onu takip ettiler. İki sandal önlü arkalı Hogwarts’a giden yolu yarılamıştı ki dev mürekkep balığı hemen sandalların altından geçti, yüzeye o kadar yakındı ki sanki Harry elini suya soksa ona dokunabilecekti.

Yoğun sisi yararak ilerlediler ve birkaç dakika içinde yamaca vardılar. Alışkın oldukları gibi sarmaşıklardan geçerken kafalarını eğdiler. Karanlık tünele girip rıhtıma yanaştılar. Hagrid, Hermione’nin elinden tuttu ve sandaldan inerken ona eşlik etti. Diğerleri de Hermione’nin ardından kıyıdaki taşlara ayak bastı.

Hagrid önde, diğerleri arkada, kayalıklara inşa edilmiş merdiveni tırmanmaya başladılar. Harry bu yolu ilk defa gündüz vakti kullandığını fark etti. Hogwarts ekspresi yola saat 11.00’da çıkar ve Hogsmeade’e vardığında hava daima kararmış olurdu. Geçen yaz Hogsmeade’e cisimlendiklerinde de gece vaktiydi ve Azgınkedi Büyüsünü tetikleyerek Aberforth’un barına, Domuz Kafasına sığınmışlardı. Şimdi ise bulutların arasından ışıldayan güneşin altında her adımda şato önlerinde biraz daha yükseliyordu. Şatonun gölgesindeki çimenliğe geldiklerinde meşeden yapılmış dev kapının açılmış olduğunu gördüler ve Büyük salon aylar sonra bir kez daha karşılarındaydı işte!  Harry içeri adımını atar atmaz adeta tüyleri diken diken oldu. Çünkü dışı ne kadar yıpranmış görünse de yıkıntılar içinde bıraktıkları şato anka kuşu Fawkes gibi küllerinden yeniden doğmuştu, enkazdan neredeyse eser kalmamıştı. Salonun dev pencereleri tutulan yasın göstergesi olarak kapkara perdelerle örtülmüştü. Duvarlardan belirli belirsiz bir hüzünlü bir şarkı yükseliyordu. Ziyaretçiler için bir sunak hazırlanmış ve tam ortasında kalın mı kalın bir defter, tüy ve mürekkep hokkası yerleştirilmişti. Her yer yanan mumlarla doluydu.

“Bu bir taziye defteri,” dedi Hermione, ardından da sunağın başına geçerek yaprakları hızlı hızlı çevirip sayfalarda göz gezdirmeye başladı. Harry ile Ron ise etrafı inceliyordu. Hermione birkaç satır karaladıktan sonra “Siz de bir şeyler yazmak ister misiniz?” diye sordu. Harry kararsız bir şekilde Ron’a döndü ve onun doğu cephesine bakan duvardaki oyuklara yerleştirilen panellere baktığını fark etti. Her panelde Savaşta hayatını kaybeden birinin fotoğrafı vardı ve büyülü iksirle banyo edildiklerinden fotoğraflar hareket ediyordu. Colin Creevey, Lavender Brown, Remus Lupin, Nymphadora Tonks çerçevelerinin içinden onlara gülümseyerek el sallıyorlardı. Harry’nin içini tarifsiz bir hüzün kapladı. Ron yüzünde buz gibi bir ifadeyle Fred’in fotoğrafına bakarken Hermione yanına gelip ona sarıldı ve başını omzuna dayadı. Ron Hermione’nin elini sıkı sıkı tuttu.

Dudaklarını ısırarak “Böyle olmamalıydı…” diyebildi sadece başını iki yana sallarken.

Remus Lupin ve Tonks için seçilen fotoğrafta ikili, güzel bir sonbahar günü, sarı yapraklarla bezeli parkta bir banka oturmuş el ele tutuşuyorlardı. Lupin için artık acı verici dönüşümler, iç bulandırıcı Kurtboğan iksiri, yeraltında diğer kurt adamlarla geçirilecek sefalet dolu bir hayat yoktu. Ama ne o ne de Tonks oğullarını bir daha asla kucağına alamayacaktı. Ted Lupin aynen Harry gibi ailesini sadece bu fotoğraflardan tanıyacaktı. Lavender, Fenrir Greyback’in pençesinden gelecek ölümden çok uzaktı. Colin de keza öyle. Ama ölüm onları bir şekilde Hogwarts’ta bulmuştu. Harry başını çevirip, salonu gözlemlediğinde diğer panelleri ve fotoğrafları da gördü. O sırada arkalarından tanıdık bir ses yükseldi:

“Ah! İşte buradasınız…”

Döndüklerinde zümrüt yeşili şık cübbesiyle Minerva McGonagall’ın onlara doğru yaklaştığını gördüler. Çoğu zaman yüzünde yerleşmiş sert ifadeye rağmen McGonagall Harry’nin en çok sevip, saygı duyduğu öğretmenlerden biriydi ve artık Hogwarts’ın Müdiresiydi. Kısa bir kucaklaşmanın ardından McGonagall onları tepeden tırnağa süzdü ve kaşlarını çattı.

“O yaşları gözlerinizden silin Miss Granger,” cübbesinden yeşil bir mendil çıkarıp Hermione’ye uzattı. “Weasley? Potter? Kingsley artık Bakanlık için çalıştığınızı söyledi. Eh, bu ara Azkaban’a işim düşerse Dolores’e senin Seherbaz olman için ne gerekiyorsa yapacağımı söylediğimi bir hatırlatayım.” Ağzının kenarı hafifçe kıvrıldı.

Bu söz üzerine gözyaşlarını silmeye çalışan Hermione zorlukla gülümsedi. Harry de dayanamayarak sırıtmaya başladı. McGonagall nadiren şaka yapardı ama yaptığında da sözünü hiç sakınmazdı.

“Hogwarts gerçekten iyi durumda profesör,” dedi Harry. “Eski haline getirmek için epeyce uğraşmış olmalısınız.”

McGonagall başını salladı “Hiç kolay olmadı. Tabi onaramadığımız yerler de var. Örneğin ihtiyaç odası… Tüm çabamıza rağmen bir daha hiç açılmadı,” İçini çekti, “Çok yazık… Böyle kadim, büyülü bir yerin kaybı…”

Harry, Ron ve Hermione birbirine baktı, ihtiyaç odası Hogwarts savaşı sırasında Crabbe’nin yakıp kontrol edemediği Zebaniateşi yüzünden kavrulmuş ve anlaşılan eski öğrencilerin tüm ganimetleriyle beraber yanarak sonsuza dek kapanmıştı. Dumbledore’un Ordusu’nun oradaki ilk buluşmasını hatırlayan Harry’nin yüreği sızladı.

“Yenilenmesi en zor şeyler heykellerdi, onları şatonun müdafaasında kullandığımız için çoğu un ufak olmuştu. Sihirli bitkilerin büyük bir kısmı çatışmada zarar gördüğü için seraları da hala kullanamıyoruz. Pomona eksik bitkilerin yerine yenilerini üretmek için gece gündüz çalışıyor ama…” nefes aldı ve olduğu yerde dikleşti, “Öğrencilerin durumu daha büyük bir sorun… Savaşa katılanların neredeyse tamamı testralleri görebiliyor artık. Yaşadığı sarsıntıyı hala atlatamayan hatta bu yıl okula dönemeyen pek çok öğrenci var…”

Harry bu duruma pek kafa yormamıştı ama McGonagall haklıydı, savaştan zarar gören sadece şato değildi. Her ne kadar yaşı küçük öğrenciler evlerine yollanmış olsa da Colin gibi birkaçı şatoda gizlice kalmayı başarmıştı. Kalıp savaşmayı seçen pek çok öğrenci de sevdiklerinin ölümüyle ilk kez yüzleşmişti.

McGonagall devam etti, “Aslında siz üçünüzden bu gece burada kalıp öğrencilerle vakit geçirmenizi isteyeceğim. Bugünden sonra olanlara set çekmeyi planlıyorum…”

Hermione büyük bir sükûnetle, “Tabi ki profesör, seve seve…” diye cevap verdi.

“Onlarla konuşmanız benim için yeterli. Yaptıklarınızın farkındalar ve size adeta tapıyorlar, ben sadece olanlarla baş edebilmelerine yardım etmenizi istiyorum,” zorlukla gülümsedi.

Profesör McGonagall onlara töreninin yapılacağı okul arazisine kadar eşlik etti ve yeniden gün ışığına çıktılar. Dumbledore’un cenazesine de ev sahipliği yapmış olan bahçe, tören için şimdiden hazır gibiydi. Tam avlunun ortasına yerleştirilmiş olan heykelin çevresine kırmızı bir branda çekilmişti. Konuşmacılar için şık ahşap bir kürsü ayarlanmıştı. Gölden bahçeye doğru esen hoş rüzgâr nemli havayı taşıyor ve içlerini ferahlatıyordu.

McGonagall, “İzninizle, son hazırlıkları tamamlamamız gerekiyor. Siz lütfen rahatınıza bakın,” diyerek onları başıyla selamlayıp uzaklaştı.

Kürsünün hemen önüne dinleyiciler için beyaz giydirilmiş sandalyeler yerleştirilmişti. Her sandalyenin üzerine de misafirin isminin yazılı olduğu altın renkli bir plaka konmuştu. Harry, Ron ve Hermione görünüşe göre Kingsley, Grines, McGonagall, Slughorn, Sprout, Robards ve Hogwarts öğretmenleriyle aynı sırada oturacaktı. Bir süre dinlenebilmek için sandalyelerine yerleşip erken gelen ziyaretçiler için hazırlanmış ufak kanepelerden atıştırmaya başladılar.

Mr ve Mrs Weasley yanlarında Ginny ile araziye indiklerinde saat artık bire geliyordu. Üçünün de yüzü asıktı ama tüm grup bir araya geldiğinde ruh halleri aniden değişiverdi. Mr Weasley, Bill, Charlie ve George’un işleri yüzünden gelemeyeceklerini söyledi. Bill’in Gringotts’ta yeni büyücü mali yılı için hazırlık yapması gerekiyordu. Charlie Romanya’daki işini bırakamamıştı, George ise Weasley Büyücü Şakalarının Hogsmeade Şubesini açmaya hazırlanıyordu.

“Başına geçireceği kişiye karar verdi mi baba?” diye sordu Ron.

Mr Weasley kısaca, “Sanırım bu görevi geçici olarak Verity’ye emanet edip Diagon Yolu’ndaki şube için yeni bir çalışan bulacak,” dedi. “Bu arada Percy de Kingsley ve diğerleriyle geliyor.”

Dakikalar geçtikçe bahçe giderek daha kalabalıklaşıyor, tanıdık yüzler belirmeye başlıyordu. Neville Longbottom büyükannesi Augusta Longbottom’un kolunda avluya adım attığında başlar hızla onlara döndü.  Neville, Hogwarts Savaşı’nda Karanlık Lord’a karşı çıkma cesaretini gösterdiği ve Nagini’yi Godric Gryffindor’un kılıcıyla öldürdüğü için büyük bir popülariteye sahip olmuştu. Bu yüzden olsa gerek, attıkları her adımda Mrs Longbottom’un gururu gözlerinden okunuyordu.

Neville, Harry, Ron ve Hermione’yi gördüğü anda neredeyse koşarak yanlarına geldi.

“Sizi görmek bir harika!” dedi heyecanla. “Gerçi Gelecek Postası her sayıda mutlaka size bir sayfa ayırıyor. Bakanlığa katıldığınızı duydum, açıkçası fırsatım olursa ben de Mr Shacklebolt ile konuşmak istiyorum.”

Harry memnuniyetle, “Neville bu harika olur. Kingsley bize pek çok yerde açıkları olduğunu söyledi. Bence şansını mutlaka denemelisin.”

Neville’nin ağzı kulaklarına vardı, “Profesör McGonagall, Profesör Sprout’un asistanı olmam ve gelecekte yerini almam için teklifte bulundu. Ama şimdilik şansımı Bakanlıkta denemek istiyorum.”

Ron atıldı, “Annen ile baban nasıl Neville?”

Hermione Ron’un ayağına basarken aynı anda dirsek attı, ama olan olmuştu.

Neville hiç bekledikleri tepkiyi vermedi, gülümseyerek, “Çok daha iyiler… St. Mungo’daki şifacılar ilerleme kaydettiklerini söylüyor, böyle devam ederse taburcu edip eve bile yollayabilirlermiş.”

Hermione sevinçle elini çırptı, “Neville bu harika!”

“Teşekkürler,” Gözleri Hermione’nin omzunun üzerinde bir yere sabitlendi ve selam verir gibi tek elini kaldırdı. “Ah! Büyükannem beni çağırıyor, gitmem gerek. Yanında McGonagall ile Sprout var, onlara da merhaba demeliyim, görüşürüz”.

“Görüşürüz, Neville.”

Neville uzaklaştığında Elphias Doge onları gördü ve yanlarına geldi, Albus Dumbledore ve Dolores Umbridge hakkında uzunca bir sohbete daldılar.  Elphias Doge yanlarından ayrıldıktan sonra bir süre Luna ve Hannah Abbott ile konuştular.

Güneş yavaş yavaş alçalmaya başladığında Kingsley, Grines ve Robards yanlarında Harry’nin tanımadığı genç ve son derece güzel bir cadı ve Percy Weasley ile beraber bahçeye indi. Harry Kingsley ve Percy ile selamlaştı. Kingsley Shacklebolt, Minerva McGonagall ile kısa bir sohbetin ardından ön sıranın en ortasındaki yerine oturdu. Robards da elindeki kadehi kaldırarak onları selamladı. Grines son derece yorgun ve dalgın görünüyordu. Sanki etrafında olan bitenin farkında değil gibiydi. Horace Slughorn’un yanına yerleşti ve ikisi derin bir sohbete daldı. Harry Arcanus Grines’in de Hogwarts’tayken Slug Kulübünde olup olmadığını, o ünlü davetlerine katılıp katılmadığını merak etti. Slughorn buna bayılırdı, ne de olsa Grines, Lord Voldemort’un yanına bizzat çağırma gereğini duyduğu büyük bir büyücüydü.

O bunları düşünürken Minerva McGonagall kürsüye geçti. Boğazını temizleyip asasını boynuna dayayıp “Sonorus” dedi. Misafirler ağır ağır yerlerine geçerken önündeki notları düzenledi. Arazide göz gezdiren Harry, at adam Firenze, Hagrid ve Grawp’ın da en arkada olduğunu fark etti. McGonagall Kingsley ile bakıştıktan sonra kalabalığa döndü.  Artık bahçede rüzgârın fısıltısı dışında hiçbir şey duyulmuyor, çıt bile çıkmıyordu.

“Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Okuluna hepiniz hoş geldiniz.

Bugün burada Sihir Dünyasını saran kötülüğün aramızdan aldığı değerli dostlarımızı anmak, cadılar, büyücüler ve karanlığın yok olmasında emeği geçen herkese; ev cinlerine, at adamlara, deniz halkına, Grawp’a, kısacası herkese şükranlarımızı sunmak için bulunuyoruz. Sizler olmasaydınız bu savaştan sağ çıkmayı başaramazdık.

Ama bu avluda bulunan üç kişi var ki, onlar olmasaydı bu mücadele baştan ölü doğar, asla var olamazdı. Harry Potter, Ron Weasley ve Hermione Granger’a hepinizin huzurunda teşekkür ediyorum.”

Bu sözlerin üzerine kalabalıktan büyük bir alkış sesi yükseldi. Harry, Ron’un sandalyesinde dikleştiğini fark etti. Profesör McGonagall konuşmasına devam etti.

“Hogwarts’ı onarsak da yüreklerdeki tahribatı onarmak o kadar kolay değil. Şimdi sizleri asalarınızı son üç yıldır bizimle aynı saflarda savaşıp hayatını kaybetmiş olan dostlarımız için kaldırmanızı rica ediyorum.”

Herkes aynı anda ayağa kalktı, asalarını artık iyice kararmaya yüz tutan gökyüzüne doğrulttu.

McGonagall’ın saydığı ilk isim Albus Dumbledore’du.

Dumbledore’un ismi telaffuz edildiği anda asaların ucu ışıldamaya başladı;

Cedric Diggory, Sirius Black, Alastor Moody… İsimler art arda geldikçe Harry gözlerinin dolduğunu fark etti. Kalbi küt küt atarken asanın pırıltısı da artıyordu, ucundan sızan ışık gökyüzünde diğer asalarınkine karışıp beyaz iplikler, helezonlar oluşturuyordu.

Severus Snape, Remus Lupin, Nymphadora Tonks…

Işığın birleşerek oluşturduğu beyaz bulut büyüyüp parıldarken, şatodan herkesin tüylerini diken diken eden yas dolu bir şarkı yükseldi. McGonagall isimleri saymaya devam etti. Son ismi de okuduğunda asalar yere indi ama bulut kaybolmadı; havada ağır ağır süzüldü, ardından da kalabalığın üzerine yağdı. Harry bulut tamamen yere indiğinde kendini garip bir şekilde daha güçlü ve kararlı hissetti. Kalabalığa baktığında herkesin yüzünde benzer bir şaşkınlık gördü.

McGonagall teşekkür edip sözü Kingsley Shacklebolt’a bıraktı. Misafirlerden bu defa Kingsley için alkışlar yükseldi. Yas havası dağılmıştı.

Harry’nin gözüne hararetle bir şeyleri tartışan Arcanus Grines ile Horace Slughorn takıldı yine. Slughorn ilginç bir şekilde bu sohbetten dolayı aşırı derecede gerilmiş görünüyordu. Harry konuşan Sihir Bakanından çekinmese Slughorn’un kalkıp gideceğinden neredeyse emindi. Sağ yanındaki Hermione’yi dürterek ikiliyi işaret etti. Hermione’nin gözleri kısıldı, “Slughorn pek mutlu görünmüyor öyle değil mi? Acaba harıl harıl ne konuşuyorlar?”

Arkalarından gelen ses, “Konuşacak çok şeyleri olması doğal değil mi? Ne de olsa Horace, Arcanus’un Hogwarts’taki bina başkanıydı,” dedi.

Ron, Harry ve Hermione aynı anda arkalarını dönüp bir şaşkınlık nidası koyuverdiler. Konuşan Mr Weasley idi ve onların bu tepkisine sırıtmaktaydı.

Ron tısladı, “Merlin’in sarkık şalvarları! Grines bir Slytherin miydi? Kurda kuzu emanet edilir mi?”

Hermione ona karşı çıktı, “Snape de bir Slytherin’di Ron. Hatta Merlin de. Ayrıca Peter Pettigrew da bizimle aynı binadaydı. Seçildiğin bina karakterini tam anlamıyla yansıtmak zorunda değil. Harry de Dumbledore’un bazen seçimi çok erken yaptıklarını düşündüğünü söylememiş miydi?”

Ron, “Hiç itiraz etme, sen de şaşırdın,” dedi.

Hermione sabırla, “Mr Weasley, Kingsley ile arkadaş olduklarını söylediğinden onu hep bir Gryffindor olarak düşünmüştüm, o yüzden şaşırdım. İki binadaki büyücüler fark etmişsindir ki pek sık arkadaş olmuyorlar.”

Ron önüne dönerken kestirip attı, “Neden acaba?”

Harry Mr Weasley’e soru sormak için ağzını açtıysa da Ron’un babası Kingsley’i işaret ederek onu surturdu ve “Sonra” dedi fısıltıyla. Bin bir soru kafasında dönüyordu Harry’nin, Arcanus Grines bir Slytherin’di ha! Kingsley ile nasıl arkadaş olmuşlardı ki? Shacklebolt ona Sihirli Yasal Yaptırım Dairesinin başına geçirecek kadar nasıl güvenebilmişti?

Bakan, sihir dünyasında adalet, eşitlik ve dayanışmanın önemini anlatan konuşmasını birkaç dakika içinde bitirdi ve artık heykelin açılışını yapmanın zamanının geldiğini söyledi.

McGonagall kucağında Mrs Norris ile bekleyen Argus Filch’e işaret verdi. Filch başıyla onaylayıp kediyi yere bıraktı ve heykelin en başına giderek brandayı kaldırmaya başladı. Aynı anda heykelin dört bir yanında kızıl, loş ışıklar belirdi.

Ortaya çıkan eser, detaylı ve güzeldi.

Hogwarts binasının ufak bir kopyasının önünde bir büyücü, bir cadı, bir at adam, ev cini ve Grawp’a çok benzeyen bir dev, tam karşılarında saldırı vaziyeti almış maskeli Ölüm Yiyenlerle savaşıyordu. Lord Voldemort’un başlığı kapalı olduğundan yüzü görünmüyordu, Nagini her zamanki gibi boynuna sarılmıştı, pelerini de vücudunu tamamen saklıyordu. Harry’nin dikkatini akromantulaların, devlerin ya da Fenrir Greyback’in resmedilmemesi çekti. Göldeki deniz halkı bile düşünülmüşken bunların atlanmasını garipsemişti.

Hermione, “Bence unutulmuş değiller; Kingsley, devler ve kurt adamlar da dâhil olmak üzere Sihir Dünyasını hep bir arada tutmak istediği için konulmalarını istememiş olabilir. Muhtemelen düşmanlık yaratacağını düşünmüştür.” Eliyle işaret etti, “Bu arada büyücüye baksana Remus Lupin’e ne kadar benziyor. Bence hoş ve yerinde bir diorama.”

Harry tekrar bakınca ona hak verdi.

Ron, “Doğrama da ne?” diye sordu.

Hermione, “Doğrama değil, Di-o-ra-ma… Gerçek ya da kurgu bir olayın ya da anın üç boyutlu modellenmesidir. Muggle’lar genellikle maketlerinde kullanır.”

Ron o kadar boş bir ifadeyle bakıyordu ki Hermione açıklama ihtiyacı duydu:

“Son Dünya Kupasında Krum’un Vuransek-ay- Wronski aldatmacasını yaptığı anın, Lynch ve Krum’un ufak modelleri ve iki adım karelik yapay bir Quidditch sahası üzerinde canlandırıldığını düşün.”

Harry ile Ron birbirlerine bakıp “haa” dediler ve başparmaklarını kaldırıp çok iyi anladıklarını belirttiler.

Tam o anda arkalarında bir arbede oldu. Birileri çığlık attı ve koşuşturmalar yaşandı. Harry kafasını çevirdiğinde sandalyelerin bir kısmının dağıldığını ve misafirlerden oluşan bir grubun birini çembere aldığını fark etti. Endişe içinde koştu ve kalabalığın içine daldı. Aklından büyük kısmı Ginny’yi de içeren bir dolu felaket senaryosu geçti.

Ama yerde yatan Ginny değil yaşlı Elphias Doge’du, göğsünü tutarak hırıltılı bir sesle, “Bir – şeyim yok… Sadece – fazla heyecanlandım…” dedi. Bu sözlerine rağmen bir yandan da derin bir şekilde, kesik kesik soluyordu.

Bir kadın sesi duyuldu, “Mr Weasley, rica etsem St Mungo’yla iletişim kurar mısınız? Mümkünse bir patronus yollayın. Kalp krizi olabilir, hazırlıklı gelsinler. Lütfen yolu açar mısınız?”

Kalabalık hemen gelen kişinin rahatça geçebilmesi için bir koridor açtı. Kingsley ve Grines ile gelen genç cadı, meraklı kalabalığı yararak geldi ve Elphias Doge’un başucunda diz çöktü. Harry, Hermione’nin yüz üzerinden yirmi aldığı bir okul ödevine bakar gibi baktığını fark edince cadının kim olduğunu anladı: Elwyn Baines. Omuzlarına kadar dökülen açık kumral saçları ve hafiften çekik mavi gözleriyle gerçekten çok güzeldi. Elphias Doge’a gülümseyince gözleri daha da kısıldı ve gamzeleri ortaya çıktı.

“Mr Doge, beni duyuyor musunuz? Asamı görüyor musunuz? Ne gördüğünüzü bana söyler misiniz?”

Asasını kaldırarak hafifçe salladı, ucunda bir köpekbalığının, ardından da bir hipogrifin görüntüleri çıktı ve havada süzüldü. Elphias Doge yine hızla soluyarak balığı ve hipogrifi tanıdığını söyleyince Baines rahatladı. Yaşlı adamın cübbesinin önünü açıp daha rahat solup almasını sağladı. Önce ağzını kontrol etti, sonra sırtından kendi cübbesini çıkarıp katladı (Kalabalık derin bir iç geçirdi) sonra da Doge’nin boynunun altına koydu, bir elini alnında, diğer elini çene kemiğinin üzerine yerleştirerek başını geriye itti. Elphias Doge’nin nefes alış verişleri bir anda düzene girdi.

“İyi olacaksınız Mr Doge. Lütfen kımıldamayın,” Sonra kalabalığa baktı ve yaşlı adamın rahat nefes alabilmesi için uzaklaşmalarını istedi.

Hermione kaşları çatık ama sakin bir şekilde McGonagall’ın verdiği mendili cebinden çıkararak temiz tarafıyla Elwyn Baines’ı hayranlıkla izleyen Harry ile Ron’un ağzının kenarını sırayla sildi; ardından en az onun kadar kızgın görünen Ginny ile beraber uzaklaştı. Harry ile Ron onun bu hareketi karşısında arkalarından bakakaldı.

Birkaç dakika sonra Elphias Doge kendini çok daha iyi hissediyordu. St Mungo’nun şifacıları onu havada duran büyülü bir sedye ile alıp götürdüler. Tören artık sona ermişti, misafirler okulu yavaş yavaş terk etmeye başlamıştı. Harry ile Ron, herkesle vedalaştıktan sonra McGonagall’a verdikleri sözü tutabilmek için ana binaya geri döndüler. Değişen merdivenlerden çıkarak Gryffindor kulesine geçtiler. Şişman kadına McGonagall’dan aldıkları parolayı söyleyip portre deliğinden geçtiler ve gittiklerinden beri neredeyse hiç değişmemiş görünen Gryffindor ortak salonuna adım attılar.

Yeni Gryffindor’lar onları büyük bir coşkuyla karşıladı. Ron’a olan ilgi en az Harry’ye gösterilen kadar fazlaydı. Ron da bunun tadını çıkarmakta gecikmedi. Büyücü Savaşı, Lord Voldemort, Zümrüdüanka Yoldaşlığı ve Quidditch üzerine bir sürü soru soruldu. Yaşı yetmeyen küçük sınıflar özellikle Üç Büyücü Turnuvasında ejderhayı nasıl geçtiğini defalarca anlattırdılar. Ron ise birkaç adım ötede Sihir Bakanlığı ve Gringotts’a nasıl girdiklerini bolca süsleyerek aktarmakla meşguldü. Harry hikâyenin yeni versiyonunda Lestrange’lerin kasasına bir ejderhanın üzerinden yürüyerek gittiklerini duyunca dayanamayıp kahkahayı bastı ama dik bakışlarla karşılaşınca özür dilemek zorunda kaldı. Ron bu defa da Sihir Bakanlığında Yaxley ile düello yaptığını ve onu bir kunduza dönüştürdüğünü anlatmaya başlayınca Harry pes etti. Bir saat kadar konuştuktan sonra acıkan Ron öğrencilerle beraber bir şeyler atıştırmaya, ev cinlerinin yanına indi.

Sonunda herkes gittiğinde ortak salonda yalnız başına kalan Harry, şöminenin hemen karşısındaki koltuğa yığıldı. Gün boyunca ne kadar yorulduğunu yeni yeni anlıyordu. Asasını komodine bırakıp gözlüğünü çıkardı, gözlerini ovuşturup esnedi. Şömineye baktığında dördüncü sınıfta Üç Büyücü Turnuvasına hazırlanırken vaftiz babasının alevler arasında beliren kafası geldi aklına. Üzerine yine yoğun bir kasvet çöktü. Sirius da yoktu artık, Harry’nin onun gidişinin üzerinden neredeyse üç sene geçtiğine inanası gelmiyordu.

Yaşadığı moral bozukluğunu atlatmanın yollarını düşünürken aklına Ginny geldi. Şu anda nerede, ne yaptığını merak etti. En azından harita üzerinde dolanan ayak izlerini ve adını görebilmek için elini resmi cübbesinin cebine attı, Hogwarts’taki üçüncü yılında Fred ile George Weasley’in ona verdiği Çapulcu Haritasını çıkardı.

Bütün ciddiyetimle yemin ederim ki hayırlı bir şey düşünmüyorum.

Hogwarts binası ve arazi önüne serilmişti işte. Parmağını büyük salonun olduğu bölümün üzerinde gezdirip Ginny’nin ismini aradı. Bulması da uzun sürmedi, Ginny oradaydı, Hermione’nin yanında. Etrafı diğer öğrenciler tarafından çevrelenmişti. Bir süre öylece onu izledi. Barışmak için aşağı inmeye karar verdi.

Derken gözü haritanın köşesine doğru kaydı.

Çok garip bir şey gördü orada, açıklayamadığı, anlam veremediği bir şey.

Kara gölün ortasında bir isim Dumbledore’un Beyaz Mezar’ına doğru ağır ağır ilerliyordu parşömenin üstünde; gözlerini haritadan ayırdı ve yine alevlere baktı, düşündü… Dumbledore’un mezarı… Daha önce de kapılmıştı bu öngörüye… Ve harekete geçmemeyi seçmişti… Aniden zihninde bir şimşek çaktı ve Harry ayağa fırladı:

“Mürver asa! O, mürver asanın peşinde!”

Arcanus Grines ismi haritanın üzerinde Beyaz Mezara doğru kayıyordu.

* * *

Altıncı bölüm “Zindanlarda” 25 Mart 2017‘de FantastikCanavarlar.com‘da!

Pottermore Göz Alıcı Portrelerle Karşınızda: Çapulcuları Hiç Böyle Görmediniz!

$
0
0

Pottermore’da yayınlanan genç Remus Lupin, Peter Pettigrew, Sirius Black ve James Potter‘ın yepyeni çizimlerine hayran kalacaksınız!

Harry Potter hikayelerinde James Potter ve dostlarına dair çok fazla detay ne yazık ki göremedik, ancak onu ve üç yakın arkadaşını gördüğümüz birkaç an bizi maceraları hakkında oldukça heyecanlandırmıştı!

Pottermore ilk defa, genç Çapulcuları sanatçı Montse Bernal‘ın elinden çıkan yepyeni bir boyutta ve çok katmanlı soyut portrelerle bizlere sundu! Her bir karakterin portresi kendi karmaşık hikayesini anlatmakta ve Çapulcuların geçmişlerini, bugünlerini ve geleceklerini ortaya koymaktadır. Bu harika portrelere gelin hep birlikte bakalım!

Remus Lupin, Aylak

Animated illustration of a young Remus Lupin
Remus‘un hayatı kurtadam olarak yaşadığı ikinci hayatının gölgesiyle sarılı haldedir. En derin korkusunu yansıtan Böcürt‘ü gibi portresi de kara bir dolunay olmadan eksik kalırdı.

Peter Pettigrew, Kılkuyruk

Animated illustration of a young Peter Pettigrew
Diğerleri Peter Pettigrew kadar karanlık birine dönüşmüş müydü? Fareyi andıran ön dişlerini ve karanlık geleceğinden musibet bir eli gösteren portresi her şeyi gözler önüne sermekte.

Sirius Black, Patiayak

Animated illustration of a young Sirius Black
Genç Sirius Black‘in saçlarını kabarık ve karışık bir halde ve Animagus’u olan köpeği etrafta kol gezinirken görmek hiç de şaşırtıcı değil. Bu çizgi resme daha yakından bakarsınız tutsak bir yaşamın izlerine rastlayabilirsiniz.

James Potter, Çatalak

Animated illustration of a young James Potter
Hakikaten büyücü dünyasındaki hiç kimse şaka yapmıyormuş -Harry gerçekten de babasının hık demiş burnundan düşmüş. O dağınık saçların ve çatal boynuzlu geyik Patronusunun ailenin genlerinde olduğunu öğrendiğimiz iyi oldu.

Montse Bernal bize ilk bakışta gördüğümüzün ötesinde bir şeyler anlatan portrelerde uzmanlaşmış bir çizer. Çapulcuları düşününce, onları resmetmek için bu yöntem tam yerinde görünüyor. Kitaplarda hepsiyle onlar yetişkinken tanışıyoruz ve onların pervasız Hogwarts günlerini sadece anılarından parçalar halinde öğreniyoruz.
Her bir Çapulcunun aydınlık ve karanlıkla dolu karmaşık bir hikayesi bulunmakta. Ve portrelere biraz daha uzun bakarsanız her birinin ilk başta anlayabileceğinizden daha fazla yaşamı içerdiğini görebilirsiniz.

Sizin favoriniz hangisi oldu? Yorumlarınızı bizlerle paylaşmayı unutmayın!

Çok Konuşulacak Teori: “Harry Potter’ın Gizli Hortkuluğu!”

$
0
0

“Yok artık dediğinizi duyar gibiyiz!” ancak teoriyi ve onu destekleyen fikirleri okumanızı öneririz. Sizce de Harry, Voldemort’a biraz kendi silahından tattırmak istemiş olabilir mi? Gelin, Inverse‘te yayınlanan bu teoriye hep birlikte göz atalım.

Harry Potter, “sağ kalan çocuk” yoksa “sonsuza kadar yaşayacak çocuk” mu demeliydik? Bu yeni teoriye göre, Yasak Orman’daki buluşmadan sonra tekrar hayata dönen ve Lord Voldemort’u mağlup eden Harry sonsuza kadar yaşayabilir! Sonsuz hayat için teşekkür edilmesi gereken şey ise Harry’nin gizli Hortkuluk’u olan Fawkes.

Tumblr kullanıcısı marauders4evr’ın teorisi ise şunları temel alıyor; Harry Potter ve Sırlar Odası kitabı sırasında Basilisk’i öldüren Harry’nin ruhundan bir parça bedeninden ayrıldı ve var oluşuna devam edebilmek için etrafta bir canlı aradı. Harry, Basilisk’in zehri sebebiyle ölümcül derecede yaralanmıştı. Günü kurtaran ise Harry’nin koluna konarak, birkaç damla göz yaşı ile onu kurtaran Fawkes olmuştu. Bu sayede Harry, Voldemort ile başka bir gün daha savaşabilmek için hayatta kalırken, muhtemelen ruhunun bir kısmı da Fawkes’a geçmişti ve Harry’i ölümsüz yapmıştı.

Ama bir dakika, Hortkuluklar insanı ölümsüz yapmaz ki – tam olarak değil. Evet, bir Zümrüdüanka öldüğü zaman küllere dönüşür ve küllerinden tekrar doğar. Yani Zümrüdüanka kuşları gerçekten ölmez. Durum böyleyse, Harry’nin ruhunun bir parçası Zümrüdüanka’nın içindeyse o zaman bu parça asla ölmeyecek demek!

Bu teori, Yasak Orman’da Voldemort ile karşılaşan Harry’nin nasıl geri döndüğünü de açıklıyor olabilir ki Rowling bu konu üzerinde aslında pek açıklama da yapmadı. Eğer Harry’nin ruhu bir yerlerde bozulmamış olarak duruyorsa (mesela Fawkes’ın içinde) ölümden geri dönmek onun için son derece kolay olabilir.

Harry’nin hayata nasıl geri döndüğü ile ilgili bir çok teori de bulunmakta. Örneğin birine göre; Harry aslında ölmemişti çünkü Voldemort’un asıl öldürdüğü Harry’nin içinde bulunan kendi ruhuydu. Diğer bir teori ise; üç Ölüm Yadigarı ile de teması bulunan Harry, Ölümün Efendisi olmuştu. Ya da Kelid Aynası Harry’nin gizli Hortkuluku idi. Anlıyorsunuz. Tüm bu teorilere rağmen, Harry’nin öldüğü ve tekrar hayata döndüğü sahnenin yazımı ile ilgili Rowling’in söylediği ise; bu konunun tamamen yoruma açık olduğu idi.

Harry Potter bir şekilde ölümsüz ise aklına gelen her şeyi başarabilir. Muggle ve Büyücü Toplumunu birleştirebilir. Zamanda geriye gidip çocuklardan birinin ismini değiştirip, aslında hak ettiği gibi Hagrid’de yapabilir ya da biraz güç zehirlenmesi de yaşayabilir. (Harry Potter ve Lanetli Çocuk’ta olduğu gibi )

Bu durumun farkındaysa, biraz zaman geçtikten sonra dünyayı daha iyi bir yer haline getirmeyi takıntı yapabilir ve hepimizin bildiği gibi ölümsüz olmak çok nadiren iyi bir şeyle sonuçlanıyor. Sizce Harry Potter serisinde hangi kötü karakter dünyayı daha iyi bir yer haline getirmekle kafayı bozmuştu ki?

Sonuç olarak hepimiz Harry’nin mağlup ettiği şeye dönüşmeyeceğini umuyoruz.

Sırlar Odası sırasında yer alan bu sahneye hiç bu gözle bakmış mıydınız? Harry istemeden de olsa bir Hortkuluk yaratmış olabilir mi? Düşüncelerinizi bizimle paylaşmayı unutmayın!

Sitemizdeki diğer teoriler için buraya tıklayabilirsiniz!

Kitap Boyunca Melez Prens’in Gerçek Kimliğinin İpuçlarının Verildiği 8 An

$
0
0

Melez Prens kitabını okurken, bu gizli kahramanın kim olduğunu hepimiz merak etmiştik. Fakat Pottermore sitesine göre, Melez Prens kitabı sahibi hakkında 8 ipucu veriyormuş. Tabii ki bunu, gerçek sahibini anlayınca idrak edebiliyoruz. Gelin hep beraber bu güzel yazıya bakalım!

Severus Snape Zihinbend ustası olabilir, fakat kendi zihni biz izleyicilere karşı o kadar delinemez ki  kahramanlığıyla kötülüğünü ayırmak çok zor olabilir.

Pekala, maceranın sonunda öğreniyoruz ki pek sevgili İksir ustamız ve kısa dönem Hogwarts müdürümüz birçok yönden iyi biriydi. Fakat karakterindeki birçok karşıtlığında ortaya çıkardığı gibi somurtkan profesörümüz, Voldemort dahil hepimizi kandırmayı başardı.

Alayı biri görünebilir ve önceki nesil hakkında kin tutuyor olabilir, fakat Harry’yi kendini düşünmeden koruyan biri.

Harry’nin tanıyabileceği en cesur adam için içine bakabileceğimiz kullanışlı bir kaynağımız mevcut; Snape’in sahip olduğu Libatius Borage tarafından yazılmış İleri İksir Yapımı kitabının eski bir kopyası. Harry’nin altıncı yılında keşfettiği bu kitap, içinde herhangi bir not barındırmayan pek az sayfa barındırıyordu.

Kitap, Snape tarafından icat edilmiş lanetler ve nazarlar içeriyordu ve genç Snape’in yaklaşımı ve kişiliği hakkında bazı zamanlar bilgi veriyordu.

1. Saat Yönünde Karıştır

Harry, FYBS yılında bu ikinci el kitabı İksir sınıfına son anda girdiği için eline geçmiş halde bulmuştu.

Harry, ilk dersinde normal kitap yerine el yazısıyla belirtilmiş notları dikkate almayı tercih etmişti. Bir kazan dolusu Yaşayan Ölüm İçkisi yaparken o kadar başarılı bir şekilde halletmişti ki Hermione bile kızdırmıştı. Sırrı mı? Kazanı saat yönünde karıştırmıştı ve uyutma fasulyelerini gümüş bıçağının yassı tarafıyla ezmişti. Bu basit not, Snape’in daha iyi bir sonuç elde edebilmek için etrafındakilerden farklı bir yönde ilerleme isteğini gösteriyor.

2. Bir Tutam Nane Ekle

Mutluluk Dalgası İksiri’ne Melez Prens versiyonunda katılan bir tutam nane, Slughorn’a göre ‘nadiren ortaya çıkan aşırı şarkı söyleme ve burun seğirmesi ile ilgili yan etkilere karşı denge sağlayabilir’di – hayal edebileceğiniz üzere Snape’in tasvip ettiği davranışlar değiller.

Özellikle ikincisi kendisinin büyükçe burnuna dikkat çekebilirdi.

3. Boğazlarından İçeri Bezir Tık

“Boğazlarından içeri bezir tık” kelimeleri Snape’in saçmalık kaldırmayan yaklaşımını açığa vuruyor. Bir keçinin midesinden çıkarılmış bir taşın birçok iksire karşı koruma sağlayacağını bilirken neden karmaşık bir iksir yapmaya ( özellikle arkanızdaki birinin ağzından köpükler çıkıyorken ) çalışasınız ki? Bu hızlı düşünme kesinlikle Slughorn’un ofisinde zehirli şarap içen Ron’a yardım etmişti. Yine Snape’in gizlice günü kurtarmasının başka bir örneği.

4. Dilkilit

Snape’in kendi icadı olan büyülerinden biri olan Dilkilit (Langlock), kurbanının dilini damağına yapıştırarak konuşmalarını engeller. Snape’in ağırbaşlı değişimini düşünürsek, bu kelimenin tam anlamıyla söze gerek bırakmıyor.

5. Muffliato

Bu büyü, yakınındaki insanların kulaklarını belirlenemeyen vızıltılarla doldurur ve duyulma endişesi olmadan konuşmanızı saplar. Harry, Ron ve Hermione gizli saklı işlerinde bu büyüyü kullanabilirdi. Fakat bizim için Muffliato’nun icadı, Snape’in Dumbledore ve Voldemort arasındaki ikili ajanlık içeren yoğun hayatının gerçek bir yansıması olabilir.

6. Levicorpus

Hmm, insanları bileklerinden havaya baş aşağı asan bir büyüyü nerede görmüştük? Evet evet, Quidditch Dünya Kupasında Ölüm Yiyenlerin bir grup Muggle’a işkence yaptığı sırada. Harry’nin masum ve habersiz ( tabi ki gürültülü bir şekilde uyuyan ) Ron üzerinde bu büyüyü kullandığında Hermione’nin de dikkat çektiği üzere, Melez Prens’in karanlık tarafını ortaya çıkarıyordu. Ah bir bilselerdi…

“Çünkü o, büyük ihtimalle Sihir Bakanlığı’nın onayladığı bir sihir değil,” dedi Hermione. “Ve ayrıca,” diye ekledi, Harry ve Ron birbirlerine bakarken, “ben, bu Prens’in karakterinin biraz tehlikeli olduğunu düşünmeye başladım.”

Harry ve Ron aynı anda bağırmaya başladı.

“O sadece komik,” dedi Ron, ketçap şişesini sosislerinin üzerine çevirerek. “Sadece komik, Hermione, hepsi bu!”

“İnsanları bileklerinden baş aşağı sallandırmak mı?” dedi Hermione, “Kim böyle büyüler yapmak için vaktini ve enerjisini harcar ki?”

– Harry Potter ve Melez Prens

7. Melez Prens

Harry’nin de diyeceği gibi, herhangi bir Ölüm Yiyen’in melez durumu hakkında böbürleneceğini sanmazsınız. Ya da bir Muggle doğumluya aşık olmalarını. Snape’in kendisi için seçtiği detaylı ünvanı, Voldemort’un pek sevdiği safkanlık ve büyücü ataları karşısındaki tezat oluşturan duruşunu yansıtıyordu. Daima iyi ve kötü arasında arada duran biri olmuştu.

8. Sectumsempra

Dumbledore, Snape’i Karanlık Sanatlara Karşı Savunma profesörlüğüne bilerek getirmemişti. Bu Snape’in beceriksizliğinden değil, İksir ustasının Karanlık Sanatlar’a biraz fazla karıştığını düşündüğü içindi. Bir Kara Büyü’nün ne kadar yıkıcı olabileceğini göstermenin en iyi yolu belki de Sectumsempra’dır. Harry’yi başka bir insanı fiziksel olarak zarar vermeye iten bir büyü.

Harry normalde beladan kurtulmak için Sersemletir ya da silahsızlandırır. Fakat farkında olmadan Malfoy’a ciddi bir şekilde zarar vermesi, bu büyünün kesinlikle acı çekmiş biri tarafından icat edilebileceğini göstermişti. Snape’in genç bir çocukken bile gerçek düşmanlar edindiğini gösteriyordu.

“Sectumsempra” diye bağırdı, yerden asasını vahşice sallayan Harry.

Malfoy’un yüzünden kanlar fışkırdı ve göğsü sanki görünmez bir kılıç tarafından deşilmişti. Geriye sendeledi ve asası zayıf sağ elinden düşerken su kaplı zemine büyük bir şapırtıyla kapaklandı.

“Hayır…” diye nefesi kesildi Harry’nin.

– Harry Potter ve Melez Prens

“O Prens hakkında yanlış bir şey olduğunu söylemiştim,” dedi Hermione, anlaşılan kendini tutamamıştı. “Ve ben haklıydım, değil mi?”

Evet, haklıydı. Fakat kitabının asıl ortaya çıkarmadığı şey, sahibinin aradan geçen yıllar boyunca ne kadar değiştiğiydi…

Sizler Snape’in karakteri hakkında neler düşünüyorsunuz? Bizlerle paylaşmayı unutmayın!

Harry Potter Serisini Bir de Severus Snape’in Gözünden Okuyalım!

J.K. Rowling “Cormoran Strike” Serisinin Yeni Kitabının Adını Duyurdu!

$
0
0

J. K. Rowling hala yazmakta olduğu Cormoran Strike serisinin dördüncü kitabının adını dün güzel bir bulmaca ile duyurdu. Harry Potter serisinin başarılı yazarı, Twitter‘da verdiği ipuçlarıyla hayranlarını yönlendirerek, kitabın adını tahmin etmelerini istedi.

Dün bir hayran, J.K. Rowling‘den yeni kitabının adı için bir ipucu istedi. Hayranı yanıtsız bırakmayan Rowling iki kelimeden oluşan ad için iki harf verdi.

Mesaja akın eden hayranlar doğru cevabı bir saat içinde buldu!

Şanslı hayran kitabın Rowling’in mahlası Robert Galbraith‘den imzalı bir kopyasını kazandı. Dördüncü kitabın ismi de bu vesile ile resmi olarak duyurulmuş oldu: Lethal White (Ölümcül Beyaz/Ölümcül Saflık)

Yazar ise bu eğlenceli bulmacanın ardından kitabın 23. bölümünü yazmaya geri döndü.

Buna ek olarak Robert Galbraith Twitter hesabından BBC ve HBO ortak yapımı olan serinin ilk set fotolarını yayınladı. Yayınlanan set fotoları ikinci kitap olan The Silkworm’e ait. Yedi bölümlük mini serinin bu senenin sonlarına doğru yayınlanması düşünülüyor.

Dizinin son detaylarına dair yaptığımız habere buradan ulaşabilirsiniz!

Viewing all 1607 articles
Browse latest View live