Quantcast
Channel: Fantastik Canavarlar
Viewing all 1611 articles
Browse latest View live

Harry Potter Hayranları 20 Favori Karakterini Belirledi!

$
0
0

Hepinizin bildiği gibi dün ilk Harry Potter kitabının yayınlanışının 20. yıl dönümüydü. Potter’ın yayıncısı Bloomsbury UK de bu özel güne sessiz kalmayarak harika bir anket düzenledi. Seriye adını veren Harry Potter’ın ilk beşe bile giremediği, o en sevilenler listesini sizlerle paylaşıyoruz!

20. Gilderoy Lockhart

19. George Weasley

18. Lord Voldemort

17. Fred Weasley

16. Nymphadora Tonks

15. Bellatrix Lestrange

14. Ginny Weasley

13. Draco Malfoy

12. Rubeus Hagrid

11. Neville Longbottom

10. Minerva McGonagall

9. Remus Lupin

8. Albus Dumbledore

7. Ron Weasley

6. Harry Potter

5. Dobby

4. Sirius Black

3. Luna Lovegood

2. Severus Snape

1. HERMIONE GRANGER

Siz ne dersiniz, adil bir liste olmuş mu? Sizin #1 numaranız kim?


Bill Weasley’nin Başrolde Oynadığı “Goodbye Christopher Robin”den Son Haberler

$
0
0

Goodbye Christopher Robin filminin ilk posterinin yayınlanalı daha iki hafta olmamışken Winne-the-Pooh‘un yaratıcısı A.A. Milne’in biyografik filminin fragmanı çıktı bile! 

Geçtiğimiz aylarda haberimize taşıdığımız, Bill Weasley ve Helena Ravenclaw rolleriyle aşina olduğumuz oyunculara da ev sahipliği yapan harika bir film geliyor!

MuggleNet‘in haberine göre oyuncu kadrosunda Domhnall Gleeson (Bill Weasley), Margot Robbie ve Kelly MacDonald’ın da (Helena Ravenclaw – Ölüm Yadigarları Bölüm 2) yer aldığı film, Winne-the-Pooh yazarı A.A. Milne ve oğlunun çocukken beraber oynadıkları bir oyunun uluslararası başarı elde etmesini işlemekte.

Fragman 1. Dünya Savaşı’ndan şiddet dolu sahnelerle açılıyor ancak hemen ardından Milne’in evine ve 1920’lerin İngiltere’sinden güzel karelere götürüyor bizi. Fragman, sevilen karakter Dadı Olive’i canlandıran Macdonald tarafından seslendiriliyor. Fragmanın olan genel hava Winnie-the-Pooh’nun küçük yaşta okuyucular için yarattığı mutluluk ve sakinlik hissini uyandırıyor.

Ancak kitabın şöhreti aileyi, özellikle de Christopher’ın kendisini, ünlüler dünyasına sürükledikten sonra Milne ve oğlunun arasındaki ilişkinin birbirleriyle konuşmayacak konuma geldiğini göremiyoruz. The Imitation Game filminde genç Alan Turing rolünde hatırlayacağınız Alex Lawther, yetişkin Christopher Robin rolüne getirildi – bu da filmin Milne ailesinin ileriki yaşamlarından kesitler gösterebileceği anlamına geliyor.

İyi haberler fragmanla bitmedi! Filmin vizyona giriş tarihleri İngiltere’de 29 Eylül 2017, Amerika’da 13 Ekim 2017 olarak duyuruldu. Türkiye’deki yayın tarihi ile ilgili henüz bir haber yok. Umarız çok geçmeden haberini alırız çünkü fragman yeterince ilgimizi çekti.

Peki siz fragmanı nasıl buldunuz? Görüşlerinizi bizimle paylaşmayı unutmayın!

Kaynak: MuggleNet

Evanna Lynch Yeniden Uyarlanan “Disko Domuzları”nda!

$
0
0

Beşinci film Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı ile Luna Lovegood karakterini canlandırmış ve kısa sürede kendisini bizlere çokça sevdirmiş Evanna Lynch, Disko Domuzları‘nın (Disco Pigs) yeni tiyatro uyarlamasında oynuyor!

İlk olarak 20 yıl önce sahnelenen Enda Walsh’ın Disko Domuzları adlı eseri 12 Temmuz’da Londra Trafalgar Stüdyolarında çıkışını yapacak ve Harry Potter’ın Luna’sı Evanna Lynch yanında Pig rolünü üstlenen Colin Campbell ile birlikte Runt adlı karakteri canlandıracak.

Oyunun özeti ise şöyle:

“Aynı hastanede, aynı gün ve saatte doğan Runt ve Pig doğdukları günden beri ayrılmaz bir ikili olmuşlardır. Kendilerine ait bir dili konuşup, kendi kurallarına göre yaşayan Runt ve Pig gerçek ve hayal arasındaki sınırların bulanık olduğu özel bir dünya yaratmışlardır. On yedinci yaş günlerinde ise ilginç bir şey daha keşfederler. Gece çökerken, disko ve içecekler kontrolü ele alır, ve iki kafadar kontrolü kaybederler.

Cork Şehrinin sokaklarında gece boyunca içen ve dans eden bu iki olağandışı yeniyetmeyi izlerken, arkadaşlığın doğasının nasıl sonsuza dek değişebildiğine tanıklık ediyoruz. Kendi yarattıkları dille oynayıp duran bu iki yeniyetmenin kendi gençliklerinin verdiği heyecana kapılmamaları imkansız. Palace Disko ışıkları arasında sıradan, günlük hayatlarının dışında bir dünya isteğiyle yanıp tutuşan ikili bizi kendi yörüngelerine çekiyor ve bırakmayı reddediyorlar.”

Runt’un hikayesini yorumlayan Evanna, Runt’un kendi dünyasının insanı olduğunu ve dünyayı oldukça romantik gözlerle gördüğünü söylüyor. Aynı zamanda hikayenin iki karakterinin de vahşi doğalara sahip olduğunu da önceden belirtmişti. Birbirlerine domuz diye seslenen Runt ve Pig hakkında yaptığı yorum ise şu şekilde :

“Kendilerine ait kelimeleri var. Oyunu ilk defa okuduğumda kelimelere alışmam zaman aldı, dil çok garipti. Her kelime kafiyeliydi. Hayvanlardan ilham aldıklarına inanıyorum, içgüdüleri çok güçlü. Oldukça vahşiler.”

Hadi aşağıdaki tanıtım videosunu izleyin ve bize neler düşündüğünüzü söyleyin!

Gilderoy Lockhart’ın Potter Dünyası İçin Bir Lütuf Olduğunu Gösteren 5 An

$
0
0

Sırlar Odası kitabı, Harry Potter dünyası için  çok özel, bunun sebeplerinden biri ise elbette beş defa En Büyücüleyici Gülüş Ödülü’nü kazanmış Gilderoy Lockhart’tan başkası değil! Gelin MuggleNet‘in hazırladığı en büyüleyici Lockhart anlarına hep birlikte göz atalım!

1. İnanılmaz İyimserliği

Sırlar Odası filminde Quidditch maçı sırasında Harry’nin kırık kolundaki tüm kemikleri kazayla yok ettiği anda kahkaha atmayan yoktur herhalde.

Gilderoy Lockhart: Ah, evet bu bazen olabiliyor. Ama, şey, önemli olan artık acı hissetmiyor olman. Ve elbette kemikler de kırık değil!

Hagrid: Kırık değil? Geriye kemik kalmadı ki!

Gilderoy Lockhart: Böylesi çok daha esnek!

Buradaki mantığa karşı çıkamayız değil mi?

2. Sir Kenneth Branagh Seriye Harika Şekilde Uyum Sağladı

Gilderoy Lockhart’ı Kenneth Branagh’ın canlandırması çok zekice verilmiş karardı, aktör role deyim yerindeyse cuk oturdu çünkü. Kenneth Branagh çok yetenekli bir oyuncu olmakla kalmayıp, bu ilginç karakteri harika biçimde canlandırdı.

3. Onu Ne Zaman Görsek, Komik Bir Şeylerin Olacağını Bilmemiz

Sonu oldukça korkunç biten Düello Turnuvası‘nı hatırlıyor musunuz? Büyük Salon’da tüm gücüyle hissedilen binalar arası gerginliği fark edememekle kalmayıp, iyi bir öğretmen bunu sezerdi, bir de öğrencilere herhangi bir şey öğretmeyi başaramadı! Kendi derslerinde bunu yapmasını beklerdik, fakat oldukça yetenekli başka bir öğretmenin yanında Malfoy’un asasından çıkan yılanı daha da kızdırmayı başarıp üstüne bir de öğrencilere birbirlerini silahsızlandırmayı öğretmekte yetersiz kalması biraz fazlaydı sanki.

4. Sevgililer Günü!

Onun organize ettiği harika Sevgililer Günü olmasa Harry ve Ginny beraber olabilir miydi sanıyorsunuz? Büyük Salon’un pembe çiçeklerle kaplandığı, Eros gibi giyinmiş çirkin cücelerin şiirler okuduğu muazzam bir Sevgililer Günü planlanmıştı Gilderoy Lockhart!

Kişisel olarak utancından yerlere geçen ve Eros/cüce tarafından sıkıca yakalanmış Harry’yi Ginny’nin ona yazdığı şiiri zorla dinlerken dinlemek için bir sürü şeyi feda edebilirdik!

“Taze kurbağa turşusu yeşilidir gözleri,

Saçları simsiyah,tıpkı karatahta gibi,

Keşke benim olabilseydi,öyle harika ki,

Ne kahraman, Karanlık Lord’u alt etti.”

5. Hepimize Görünüşün Aldatıcı Olabileceğini Gösterdi

Sırlar Odası’nın en önemli derslerinden biri de görünüşle alakalı. Riddle’ın günlüğü normal bir defter gibi görünüyordu, Tom Riddle hikayesi sıradan bir öğrencinin hikayesi gibiydi ve Lockhart da yetenekli bir Karanlık Sanatlara Karşı Savunma öğretmeni izlenimi veriyordu! Lockhart karakteri hepimize görünüşe aldanmamamız ve her zaman derine bakmamız gerektiğini gösterdi.

Çünkü bu yakışıklı, büyüleyici adam aslında oldukça yeteneksiz bir büyücü olmakla birlikte başkalarının anılarını çalarak ünlü olan bir sahtekardan başkası değildi.

J.K. Rowling’in Kaleminden “Gilderoy Lockhart” Hakkında Her Şey

Gizli Kahramanlar: Filius Flitwick

$
0
0

Pottermore‘un aylık olarak hazırladığı Gizli Kahramanlar listesinde bu defa Filius Flitwick var! Ravenclaw Binası başkanı ve Tılsım dersi profesörünü Flitwick’i incelemeye hazır mısınız? Çünkü bazen istediğiniz tek şey gerçek anlamda “iyi” olan biridir.

İlki ve en önemlisi, Filius Flitwick bir eğitimcidir. Uzun dönemlerce sürdürdüğü görev süresi, en az Severus Snape ve James Potter‘ın öğrenci olduğu zamanlara kadar uzanır. Bu görev bilgi aşkına ve kayda değer becerilerini nesiller boyunca Hogwarts öğrencilerine aktarma isteğidir. Genel olarak sevgi dolu ve zararsız bir karakter olarak resmedilse de, Flitwick hikayelerin inanılmaz derece önemli bir parçasıdır. Neden olduğunu ise şöyle açıklıyoruz.

İşini Gerçekten Sever

Harry Potter‘a eğitim vermek konusunda o kadar heyecanlıydı ki genç büyücünün ismini listede gördüğünde duyulabilir bir şekilde ciyaklamıştı. Aslında Potter’a sınıfta Çağırma Büyüsünü öğreterek, Sağ Kalan Çocuk’un Üç Büyücü Turnuvası görevlerinden ilkini geçmesini sağlamıştır. Ayrıca öğrencilerine sirkeyi nasıl şaraba dönüştüreceklerini ve Neşelendirme Büyüsü’nü (basit bir şekilde sadece insanları mutlu etmek için bulunmuştur) güzel bir şekilde öğretmiştir. Uzaklaştırma Büyüsü’nü de öğretmiştir, bahtsız Neville Longbottom‘ın büyüyü yanlış yere atması ve ufak tefek büyücüyü odanın diğer tarafına fırlatmasına rağmen, Flitwick bunu geleneksel sabrıyla ve zarafetiyle karşılamıştır.

Daha az yetenekli öğrencilere yüz vermesinin yanı sıra -cezalandırıcı okul hapsi yerine fazladan ev ödevi vermeyi tercih ederek- Flitwick güzel performansları sıcak sözlerle ödüllendirerek daima özel bir puan verir. Hermione, görece başlangıç seviyesi olan havalandırma büyüsünü ustaca yaptığında, “Oh, harika! Herkes baksın, Miss Granger başardı!” demişti Flitwick.

Arkadaş canlısı yaklaşımı daha ciddi olan Severus Snape ya da Minerva McGonagall’a karşı bir tezat oluşturur. Ravenclaw Bina Başkanı olarak Flitwick’in kapısı okul hayatını zor bulan herhangi bir öğrenciye sonuna kadar açıktır. Hermione sınavlardaki başarısı hakkında güvensiz hissettiğinde, Flitwick onu neşelendirirken – sadece sınavı geçmemişti, etkileyici bir şekilde %112 puan yapmıştı – çok daha mutluydu. Fred Weasley’nin bir zamanlar incelediği gibi: “Yaşlı Flitwick… genellikle sınavlarından herkes geçer.” Yarısı değil.

Hogwarts’ı Sevecen Bir Yer Yapar

Mutlu tavırları kendini yaratıcılık olarak da gösterir. Noel zamanı dekorasyonları halleder, buna canlı perileri festival eğlencesi listesine eklemek de dahil. Noel Balosu‘ndan önceki dersinde öğrencilerinin dersinde birkaç oyun oynamasına bile takılmamıştır. Aslında, öğrencilerinin amacı ne olursa olsun, Flitwick gerçek yeteneğe karşı çok saygı duyar. Örneğin Fred ve George Weasley‘nin Hogwarts’tan çıkarken bir koridoru taşınabilir bataklıkla doldurduğunda, kendisinden bunu kaldırması istenen Filius Flitwick bir parça su birikintisini kendisine ayırmıştır. Bunu sadece “Gerçekten güzel bir parça sihir” olduğu için yapmıştır.

Fakat Kolay Lokma Değildir

Asla bu Tılsım Profesörü’nün kolay lokma olduğunu düşünme – işler Hogwarts’ı korumaya geldiğinde, kendisi tamamen merhametsizdi.

En belirsiz seviyesinde, Dolores Umbridge Başmüdire olduğunda, Flitwick kendi kusursuz standartlarında eğitimine devam etmişti – her zamanki gibi, Flitwick her şeyin üzerinde bir eğitimcidir. Fakat Fred ve George sınıfında havaifişekler fırlattığında, Ravenclaw Binası’nın sinsi Başkanı, kendisi tamamen yapabilecek yetenekte olmasına rağmen, fişekleri kaldırma işini Umbridge’e bırakarak kendi zamanını harcamamıştır.

Ölüm Yiyenler son kez okula yaklaştığında, Flitwick kayda değer yeteneklerini bir dizi karmaşık koruma büyüleri yapmak için kullanmıştır (buna Protego Horribilis de dahildir).

Kale, kaçak Sirius Black’in bir ziyarette bulunacağını korkuyla beklerken, Flitwick dışarıdaki meşe kapılara Azkaban kaçağının resmini tanımalarını öğreterek güvenliğe yardım etmiştir.

Snape tarafından Sersemletildikten hemen sonra kendine geldiğinde direk olarak işine koşturmuştur. Zirveye ulaşan son görevlerinde, eski düello şampiyonu Antonin Dolohov‘u yenmiştir – ek bilgi olarak Dolohov, Alastor Moody’yi yenmiş ve Remus Lupin’i öldürmüştür.

Toparlamak gerekirse, öğrencilerine baba gibi yaklaşan profesör, çalışkanlığın, yaratıcılığın ve okulu savunmadaki bağlılığının örneklerini göstermiştir. Bu yüzden Flitwick adına en sevdiği ve sık sık içtiği bir kadeh kaldıralım – eksantrik ‘buzlu ve şemsiyeli kiraz şuruplu soda’.

Filius Flitwick hakkında neler düşünüyorsunuz? Bizlerle paylaşmayı unutmayın!

***

Gizli Kahramanlar: Aberforth Dumbledore çevirimiz için buraya tıklayabilirsiniz!

Gizli Kahramanlar: Pomona Sprout çevirimiz için buraya tıklayabilirsiniz!

Saklı Kalmış Bir Kahraman: Lily Potter çevirimiz için buraya tıklayabilirsiniz!

Fantastik Canavarlar 2’nin Çekimleri Başladı!

$
0
0

Geri döndü! David Yates tarafından yönetilen film, 3 Temmuz sabahında Pottermore tarafından atılan bir tweet ile duyuruldu. Fantastik Canavarlar Nelerdir Nerede Bulunurlar filminin ikincisi resmi olarak çekilmeye başlandı! Çekimlerin başlaması ile birkaç aktör daha duyuruldu. Gelin hep birlikte ikinci Fantastik Canavarlar 2 filminden yeni haberleri inceleyelim.

“Gelecek Fantastik Canavarlar filmi ile birkaç yeni şeyi keşfetmenin zamanı geldi. Tweet zincirimizi takip edin ve yeni bilgileri öğrenin…”

Filmin ana karakterleri tam gazla maceralarına devam edecek. Eddie Redmayne büyüzoolog Newt Scamander, Katherine Waterston Tina Goldstein, Alison Sudol kardeşi Queenie ve Dan Fogler No-Maj Jacob Kowalski olarak bildiğimiz üzere karakterleri canlandırıyor. (Umuyoruz ki bu, Jacob’ın hafızasının %100 olarak geri geldiği manasına geliyordur.)

Ezra Miller da kadroda yer alıyor, “gizemli” bir şekilde geri dönecek! Johnny Depp hala Gellert Grindelwald olarak karakterine bağlı, Jude Law ise genç Albus Dumbledore olarak kadroda. Zoe Kravitz ise Leta Lestrange olacak ve Callum Turner’ın, Newt’in kardeşi ve savaş kahramanı olan Theseus Scamander olarak kadroya dahil edildiği de onaylandı.

Ayrıca birkaç kadro üyesi daha açıklandı -senaryo ile ilgili biraz ipucu verebilir:

William Nadylam – Yusuf Kama isimli büyücü

Ingvar Sigurdsson – Grimmson isimli kelle avcısı

Olafur Darri Olaffson – Skender isimli, Büyücü Sirki yöneticisi bir büyücü

Claudia Kim – Sirkte bir “dikkat çekici”

Kevin Guthire – Abernathy, Tina ve Queenie’nin MACUSA’daki patronu.

Film 1927 yılında başlayacak. Grindelwald’ın ilk filmde yakalanmasından birkaç ay sonrasına gidiyoruz. Yeni hikaye ise Pottermore’da şu şekilde gösterildi:

“Grindelwad dramatik bir kaçış sergiler ve amacı için daha fazla takipçi toplar – büyücüleri, büyülü olmayan varlıkların üzerine çıkarmak. Onu durdurabilecek tek kişi ise bir zamanlar en yakın arkadaşım dediği, Albus Dumbledore olur. Fakat Dumbledore, daha önce kavga ettiği Grindelwald’ı durdurabilmek için yardıma ihtiyaç duyacaktır. Eski öğrencisi Newt Scamander bu yardımı sağlayacaktır. Macera, Newt, Tina, Queenie ve Jacob’ın tekrar buluşmasıyla başlar. Fakat Newt’in görevi ve gittikçe daha da tehlikeli hale gelen ve ikiye ayrılmış büyücü dünyasında karşılaştıkları zorluklar, birbirlerine olan bağlılıklarını birçok kez test edilecektir.”

New York’tan Londra’ya, oradan Paris’e olan geçişler göreceğiz. Bu geçişler “var olan Potter evrenine bağlantılar” içerecek.

Film daha önce de bahsettiğimiz gibi genç oyuncular için seçmeler açmıştı. Ergenlik yıllarındaki Newt, Leta, Grindelwald ve Dumbledore ve ayrıca Sebastian isimli bir karakter için bu seçmeler yürütüldü.

Filmi, açılış tarihi olan 16 Kasım 2018’e kadar göremeyeceğiz. Fakat bu zamana kadar sizleri en güncel haberlerle buluşturmaya devam edeceğiz. Filmin isminin kısa zamanda duyurulmasını heyecanla beklerken, sizler filmin resmi olarak çekilmeye başlaması hakkında neler düşünüyorsunuz? Yorumlarınızı bizlerle paylaşmayı unutmayın!

Harry Potter ve Kızıl Pelerin #12: Yurei Ormanında

$
0
0

* * *

önceki bölümleri okumadıysanız:

BÖLÜM LİSTESİNE ULAŞMAK İÇİN TIKLAYIN!

* * *

Harry derin uykusundan yoğun bir baş ağrısıyla uyandı ve ilk fark ettiği şey etrafındaki sesler oldu: Ağaç yapraklarının hışırtıları, kuş cıvıltıları ve kuvvetle esen rüzgârın uğultusu. Sonra, elleri bağlı, sırtı bir ağaca yaslanmış, oturur durumda olduğunu anladı. Gözlerini aralayıp etrafını görmeye çalışırken başına gelenleri bölük pörçük hatırlamaya başladı.

Bakanlık’ın eğitim salonundaydı; yazılı sınavda aniden terlemiş, başı dönmüş ve sanrılar görmeye başlamıştı. En son hatırladığı şey ise Theodore Pullman tarafından yerde sürüklenişiydi. Olanlar konusunda ilk varsayımı Pullman’ın içtiği suya bir tür zehir karıştırmış olma ihtimali üzerineydi. Suyu içene kadar sıra dışı bir şey hissetmemişti. Harry içten içe, ikram edilen hiçbir şeyi içmeyen ve sadece kendi özel şişesini kullanan Alastor Moody’yi takdir etti. Buradan bir şekilde kurtulmayı başarırsa aynen onun gibi yanında kendi şişesini taşımaya karar verdi.

Karşılaştığı ihanet pek çok şeyin sebebini de açıklıyordu. Kreacher’ın öldürülmesinin ardından o gece ev ciniyle evde yalnız olacağını kimin bilebileceğini uzun uzadıya düşünmüştü. Oysa her şey şimdi apaçık ortadaydı;  Noel günü Wimple’ın ofisine giderken asansöre bindiklerinde Grimmauld Meydanı’nda Kreacher ile olacağını söylediğini hatırlıyordu. Harry, burnunun ucunda planlanan ve yaşanan böyle büyük çaplı bir ihaneti fark etmeyen Gilbert Wimple’a zihninde verdi veriştirdi.

Gözlerini birazcık daha araladı ama tedbiri elden bırakmadı; etrafında birileri varsa kendine geldiğini fark etmemeleri önemliydi, bu durum ona ufacık da olsa avantaj sağlayacaktı.

Arkasında kalın, güçlü bir erkek sesi duydu:

“Daha ne kadar bekleyeceğiz? Sabrım taşmaya başladı Pullman.”

Tam sağından, dört ya da beş adım mesafeden biri yanıt verdi, “Sana cevap veremez, adam dilsiz unuttun mu Rodolphus? Al bu parşömeni…”

Ölüm Yiyenler… Harry söylenenleri daha da can kulağıyla dinlemeye başladı.

Çam iğneleri, kurumuş yapraklar ezildi, hışırdayan bir kağıt parçası el değiştirdi ve bir tüy, parşömenin üzerinde hızla gezindi.

“Bu durumda şimdiye kadar uyanmış olması gerekirdi. İksirin etkisi düşündüğümüzden daha ağır olmalı. Kalıcı hasar görme ihtimali var mı Nott?” diye sordu Rodolphus endişeli bir sesle.

Suç ortağı sükûnetle yanıtladı, “Sanmam, Knockturn yolundaki adam işini biliyor gibiydi. Kısa sürede uyanacaktır…”

Kalın, tok ses, bıkkın bir tonla, “Bu durumda biraz daha zamanımız var demektir…” Tehditkâr bir tonlamayla devam etti, “Unutmayın, ona canlı ve tek parça ihtiyacımız var, en azından şimdilik.”

Harry uzaklaşan ayak seslerini duydu, Rodolphus, “Bu süprüntüleri kaldır, artık onlara ihtiyacı olmayacak” dedi sertçe. Bahsettiği süprüntüler muhtemelen Harry’nin eşyalarıydı. Üzerinde siyah pantalonu ve gömleğinden başka bir şey yoktu. Asası, cüppesiyle beraber alınmıştı. Ama en azından yakınındaydılar ki bu da bir şeydi.

Lestrange “Bana ihtiyacınız olursa seslenin,” diye söylendi. Ayak sesleri uzaklaştı.

Harry için bu iyi bir fırsattı. Eğer bir şekilde Nott’un dikkatini dağıtıp onu alt edebilirse, Pullman Rodolphus’a seslenemeyecekti. Tedbirsiz davranacakları bir anı yakalamalıydı, ama bunu nasıl yapacaktı?

Aklına bir fikir geldi… Ona canlı ihtiyaçları vardı, bu yüzden de belli ki verdikleri iksirin dozunu ayarlayıp ayarlayamadıkları konusunda endişe taşıyorlardı. Ya onlara aşırı dozdan dolayı ölmekte olduğunu düşündürürse?

Hemen alt dudağını ısırdı, ağzına kanın bakırımsı tadı geldi ve sabırla beklemeye başladı.

Kalbinin küt küt atıyordu, çünkü birazdan belki de karşısına çıkabilecek tek iyi şansı kullanacaktı. Ağzı kanla dolunca zamanın geldiğini anladı.

Önce vücudunu ileriye attı, sonra kusacakmış gibi öğürmeye başladı. En sonunda da kafasını gökyüzüne kaldırarak nefes almaya çalışıyormuş gibi sesler çıkardı. Bu esnada göz ucuyla, panikleyen Nott’un ona doğru geldiğini fark etti; asasını sağ elinde tutuyordu. Ah Harry onu bir eline geçirebilseydi!

Nott kol mesafesine geldiğinde, son derece ustaca icra edilmiş bir öksürük taklidi ile ağzına dolan kanı toprağa tükürdü. Ölüm Yiyen, önce saçılan kanlara, sonra Harry’nin kanayan ağzına dehşet içinde baktı; asasını Harry’nin boğazına doğru doğrultup “Anapneo” diye bağırdı! Ama Harry’nin boğazına takılmış bir şey yoktu tabi. Büyü onun için tamamen faydasızdı o anda.

Harry büyük bir çeviklikle üstüne atlayıp yere devrilmesine sebep oldu. Ağırlığıyla kolunu ezmeyi başarmıştı, yan yatıp asasını elinden düşürmesini sağladı. Gawain Robards’tan öğrendiği faydalı bir yakın dövüş taktiğiydi bu.

Nott henüz ayağa kalkamadan bağlı elleriyle, biraz da şansının yardımıyla sahipsiz kalan asayı yerden kaptı. Parmak uçlarını kullanarak doğrulttu ve bağırdı: “Diffindo!”

Ancak hareket kabiliyeti çok sınırlı olduğundan eline büyünün gerektirdiği ivmeyi vermeyi başaramamıştı. Tam o sırada mavi bir ışın omzunu sıyırarak arkasındaki ağaca saplandı ve kopan ağaç kabukları etrafa saçıldı. Harry kaçmaya başladı, birkaç adım ilerideki bir ağacı kendine siper aldı. Ancak yerden kalkmayı başaran Nott hemen arkasındaydı.

Sarf ettiği çabadan dolayı aşırı bir şekilde terlemesi ellerini kayganlaştırmış ve iplerin az da olsa gevşemesine sebep olmuştu. Harry bu defa eksiltme büyüsünü başarıyla uygulayarak elindeki iplerden kurtuldu. Kurtuluyor olmanın verdiği özgüvenle arkasını dönerek Nott’u kendi asasıyla sersemletip devre dışı bıraktı. Ama Pullman hala potansiyel bir tehlikeydi, çünkü belli ki sessiz büyülerde ustalaşmıştı.

Rodolphus Lestrange kopan kıyameti sonunda fark etmiş ve onlara doğru koşmaya başlamıştı. Harry tekrar iki kişiye tek başınaydı, Rodolphus’un savurduğu laneti kalkan büyüsüyle savuşturdu, ardından onu silahsızlandırmaya çalıştı. Büyüsü Lestrange’i ıskaladı. Pullman da bir ağacı kendine siper alarak Harry’ye doğru gelişi güzel lanetler yollamaya başlamıştı. Harry, kontrollü bir şekilde, sıklaşan ağaçların arasına doğru geri çekildi. Birkaç metre ileride irice bir çam ağacı yere devrilmişti. Kocaman gövdesi Harry’yi gizleyebilecek kadar büyüktü. Yere yatıp dirseklerinin üzerinde süründü, ardından kendisine bir hayalbozan büyüsü yaptı. Soğuk su damlalarının temasını andıran rahatsız edici his başından tüm vücuduna yayılırken Lestrange’in Nott’a seslendiğini duydu. Neler söylediğini tam olarak anlayamasa da, Kaçamaz, orman, tuzak kelimeleri rüzgârla kendisine kadar ulaşmıştı. Üçe karşı bir duruma düşmüştü, ama bağlı değildi, asası vardı, bir şekilde gözlerden saklanmayı başarmıştı.

Tekrar ayağa kalkarak kendisine kadar ulaşan seslerden mümkün olduğunca uzağa doğru ilerledi. Bir yandan geride bıraktığı ayak izlerini özenle siliyordu. Bu şekilde belki bir saat boyunca yürüdü. Bu esnada Hayalbozan büyüsü de kendiliğinden vücudunu terk etti.

Artık daha güvende hissettiğinde etrafını daha bir alıcı gözle incelemeye başladı. İleride ufuk çizgisine yakın, tepesi karlarla kaplı bir dağ vardı ve içinde bulunduğu orman onun eteklerinden başlıyordu. Bulunduğu yer kendisine hiç tanıdık gelmedi.

Harry bunları düşünürken aniden olduğu yerde durdu. Hava sıcaklığı birkaç derece birden düşmüş, batmakta olan güneşin kızıl ışıkları kaybolmuş, gökyüzü adeta birkaç saniye içinde kararmıştı. Geçmişteki tecrübelerinden buna neyin sebep olduğunu çok iyi biliyordu tabi: Ruh emiciler.

Gerçekten de belki otuz, belki kırk adım kadar aşağısında, havada dalgalanan siyah bir pelerin gördü. Ormanın güney kanadında birkaç ruh emicinin daha devriye gezdiğini fark etti. Kendisini kapana kısılmış hissetti, onlardan korunmak için bir patronus yapmak çok riskli olurdu, ölüm yiyenlere tekrar yakalanabilirdi. Bu yüzden Ruh Emicilerden uzağa, daha güvenli görünen güney batı yönüne doğru ilerlemeye başladı.

Yarım saatlik gergin bir yürüyüşün ardından izlediği yol onu bir tepenin yamacına kadar getirdi. Yamacın hemen dibinde batmakta olan güneşin altında parıldayan bir göl vardı. Zümrüt yeşili gölün dibinde beyaz kumlar seriliydi. Boyu en az otuz adımdı, eni ise Harry’nin gözünün alabildiğine gidiyordu.

Dikkatini bir şey çekti o sırada, gölün hemen kıyısında, sığlıklarda bir karaltı.

İlk bakışta bunun beyaz kumun üzerine devrilmiş bir kaya parçası olduğunu düşündü. Ancak sonra, gölün suları dalgalandığında karaltı da hareket edince katı bir cisimden ziyade kumaşı andırdığını fark etti; eğer gözleri onu yanıltmıyorsa bir sihirbaz cüppesine bakıyordu. Bulunduğu yerden söylemesi çok kolay değildi ama suyun dibinde bir ceset belki de bir İnferius olabilirdi. Lestrange az önce bir tuzaktan bahsetmemiş miydi?

Harry neyle karşı karşıya olduğunu tam anlamıyla anlayabilmek için yamacın etrafından dolandı ve aceleyle yokuş aşağı indi. O adımladıkça toprak ayağının altında ufalanıp dökülüyordu. Birkaç defa dengesini kaybeder gibi olduysa da sonrasında kollarını açarak bir şekilde kendisini  toparladı ve dengesini bulmayı başardı.

Sonunda gölün kıyısına gelmişti, etrafına şöyle bir bakındı. Gördüğü kadarıyla etrafta hiç Ruh Emici yoktu, ilk tahmini doğru çıkmıştı, sadece bir cüppe, yırtık görünen bir sihirbaz cüppesi gölde hafif hafif dalgalanıyordu.

Tamamıyla güvende olduğundan emin olduğunda ayakkabılarını çıkarıp göl kenarına bıraktı, asasını çıkardı ve adım adım suyun derinliklerine, cüppeye doğru ilerledi. Su bileklerine kadar geliyordu ve ona ilginç gelen bir şekilde sıcaktı. Yürümeye devam etti.

Su artık dizlerine kadar yükseldiğinde cüppeye ulaştı, eğilerek onu sudan aldı. Acaba sahibi neredeydi? Kafasını kaldırıp etrafına tekrar baktı. Batmakta olan güneşin son ışıklarıyla yer değiştiren ağaç gölgelerinden başka hiçbir şey göremedi.

Cüppeyi yoklarken ceplerinin boş olmadığını fark etti, ucunda bir snitch boyunda, belki biraz daha büyük bir top olan altın bir zincir çıktı. Topun üzerinde bir isim kazılı gibiydi. Harry iyice azalan gün ışığında ne yazdığını okumaya çabaladı. Asasını kaldırarak “Lumos” dedi, asasının ucundan hafif bir ışık yayıldı.

Hayır, bu bir isim değildi, bir şekil… Aslında bir kabartma, bir resim gibiydi, kapı resmi. Topun üzerinde ufak mengeneler vardı, tırnaklarını üzerindeki ufak çıkıntıya geçirip açtı.

Topun içinden ufak bir kağıt parçası, bir de anahtar çıktı, Harry ik önce kağıtta yazanı okudu:

Buradan çıkmak istiyorsan,

Portresine çifte gidiş:

Evet bu ormandan bir an önce kurtulmak istiyordu ama bu ipucu ne anlama geliyordu? Kimin portesiydi bu bahsedilen? Bu cüppe onun bulması için mi bırakılmıştı? Sahibi kimdi? Onu bulacağını nereden biliyordu? Dahası, bu portreye iki farklı gidiş yolu olduğu ima ediliyordu ama bu yollardan hiçbirinden bahsedilmiyordu, cümlenin devamı yoktu. Acaba silinmiş miydi? Harry kağıda daha dikkatli bir gözle tekrar baksa da yıpranma ya da silinme emaresi göremedi.

Dean ormanında Severus Snape ona Godric Gryffindor’un kılıcını bir Patronus yardımıyla yollamıştı. Bu defa da kendisine yardım eden birileri mi vardı? Bir casus? Ölüm Yiyenlerin arasına gizlenmiş bir çifte ajan?

Harry kağıt parçasını cebine koydu ve anahtarı incelemeye başladı. Anahtar bir pusulaya zincirlenmişti. Pusulanın üzerinde alışılageldiği gibi kuzey, güney, doğu ya da batı yönlerini simgeleyen işaret ya da harfler yoktu, sadece tek bir şey vardı: Kâğıttaki kapı resminin aynısı. Şu anda pusulaya göre kale güney yönündeydi.

Harry pusulaya zincirli anahtarı da cebine atıp kıyıya yürümeye başladı. Suyun tekrar ayak bileklerine kadar indiği yere ulaşmıştı ki üstü başı kan içinde olduğunu fark etti, Bakanlığa giderken üzerine geçirdiği gömleğinin önü, kolları hep kan olmuştu. Ayrıca görünüşe göre Pullmann’ın rastgele yolladığı lanetlerden biri omzunu sıyırmış ve hafifçe kanatmıştı.

Harry suyun derin kısmına doğru birkaç adım attı, sonra da eğilip kollarındaki kanları temizledi. Kan göl suyuna yayılarak dağıldı. Sonra yüzünü yıkadı, gözlüklerini çıkararak camlarını temizledi ve gömleğinin eteğiyle silerek tekrar gözüne taktı ve aniden donup kaldı.

Ormandan gelen sesler kesilmişti. Hayvanlar susmuştu ve sanki birileri onu izliyor gibiydi.

Gözleri gölün kıyısında ve ilerideki ağaçlıkta dolaştı. Karanlığın içinde ona bakan gözler arıyordu. Ağır ağır kafasını çevirirken geriye doğru bir adım attı, bir adım daha… Sonra bir adım daha…

O adım attıkça dalgalardan biri ağır ağır yükseldi, su yarıldı ve yüzey kırıldığında maymunla insan arası bir yüz belirdi karşısında. Sular yüzün etrafından canlı bir şelale gibi dökülürken sarımtırak yeşil pullarla örülü bir beden ortaya çıktı. Perdeli elleri suyu itti ve kâbuslara yaraşan bu yaratık ona doğru yürümeye başladı.

Harry ne ile karşı karşıya olduğunu biliyordu; bir Kappa’ydı bu. Remus Lupin hayattayken Kappalardan bahsetmişti.

Perdeli elleri, göllerinde her şeyden habersiz dolaşanları boğsak diye kaşınırdı.

Harry o an Kappalarla ilgili pek de hoş olmayan bir başka detayı detayı daha hatırlayıverdi. Kappa’lar insan kanı içerdi, bu yaratığı kendisine çeken de az önce kanlı ellerini ve yüzünü gölde yıkamış olmasıydı. Kappa ona birkaç adım uzaklığa geldiğinde Harry belaya bulaşmak istemediğinden arkasını dönerek kaçmaya hazırlandı. Tam o anda bir başka Kappa ile burun buruna geldi.

Başlarının tepesinde içi su dolu bir çukur bulunur. Kappalara hayat veren oradaki sudur, dökülürse ciğerlerine su gitmediğinden felç olurlar.

Arkasından dolanan yaratığın perdeli elleri gövdesini sararken tüm gücüyle Kappa’yı itti. Dengesini kaybeden yaratık devrildi, kafasındaki çukurda bulunan su dökülünce kumların üzerinde hareketsiz kaldı.

Ama Harry’nin ilk karşısına çıkan yaratık da arayı kapayarak ona yetişmiş, perdeli ellerini ayaklarına dolamıştı. Harry dengesini kaybedip suya yapıştı ve cebinden çıkarmaya çalıştığı asa dönerek elinden fırladı, kuma saplandı. Felç halindeki Kappa’nın kafası suya gömüldüğünden ciğerlerine su gitmiş, yaratık tekrar canlanmıştı. O da Harry’yi tüm gücüyle sardı ve iki yaratık Harry’yi gölün derin sularına çekmeye çalıştı. Harry üçüncü bir Kappa’nın ağaçlığın oradan kendisini sulara bıraktığını gördü, bir dördüncüsü yirmi, otuz adım ileride mağara ağzını andıran dar karanlık bir inden kafasını çıkararak ona doğru yüzmeye başladı. Tam anlamıyla kapana kısılmıştı ve panik vücudunu hızla sarıyordu. Can havliyle bir tekme salladı ve ilk Kappa’nın çenesine isabet ettirmeyi başardı. Ciğerlerini besleyen su etrafa dağıldı ve yaratık suya gömüldü. Harry bu durumun uzun sürmeyeceğinin farkında olduğundan kolundaki kanı emmeye çalışan diğer yaratığı yumrukladı ve birkaç saniyelik boşluğu fırsat bilip emekleyerek asasına gitti, asayı kaldırıp ondan aldığı güçle bağırdı: “Sectumsempra!”

Yolladığı lanet az önce yumrukladığı Kappa’nın omzunu sıyırdı ve pullu derisinde derin bir kesik oluşturdu. Yaratık acı dolu bir çığlık kopardı ve gerisin geri derin sulara doğru paytak paytak koştu, sonra da suların arasında kayboldu. İlk Kappa ve suya dalıp ona doğru gelen diğerleri ise kararlı bir şekilde yaklaşıyorlardı. Harry perdeli ayaklarına nişan alarak bir lanet daha yolladı ve yaratıklardan biri daha suya gömüldü.

Diğer ikisi için bu ders yeterli olmuş olacak, ilk önce oldukları yerde donup kaldılar. Sonra bakışları Harry’nin elindeki asaya odaklandı. En sonunda bu avın haddinden daha tehlikeli olduğuna karar vererek gerisin geri suya dalarak gözden kayboldular.

Harry’ye bu macera yetmişti. Kappaların Dördüncü Sınıf Tehlikeli yaratıklar arasında olduğunu biliyordu. Onlardan daha tehlikeli birkaç canlı vardı sadece: Kurtadamlar, Mantikorlar, Basiliskler, Kimera’lar, Ejderha ve Akromantula’lar. Ucuz kurtulmuştu, bundan böyle göle ya da herhangi bir su birikintisine birkaç adımdan fazla yaklaşmaya niyeti yoktu. Asasıyla yolunu aydınlatarak ormana girdi.

Bir yandan da düşünüyordu; Remus Lupin Kappa’ların Japonya’da yaşadığını, Severus Snape ise ağırlıklı olarak Moğolistan’da görüldüklerini söylemişti. Şu an Asya’da mıydı yani? Ölüm Yiyenler onu yanı sıra cisimlenme ile buralara kadar getirmiş miydi? Bu kadar zahmete neden katlanmışlardı? Eğer gerçekten durum buysa nasıl döneceği konusunda ciddi ciddi endişelenmeye başlaması yerinde olurdu. Ama o anda önceliği geceyi herhangi bir sihirli yaratığa yem olmadan geçirebilmekti. Kapıyı bulma işini ertesi güne bırakıp, uyuyabileceği güvenli bir yer aradı.

Ormanın derinliklerine gelmişti. Dev bir kayanın içinde gizlenebileceği büyükçe bir oyuk bulunca durdu. Etrafına koruyucu tılsımları yaptı. Sonra biraz yaprak toplayıp oyuğun içinde üst üste yığdı. Böceklerin onu çok rahatsız etmeyeceğini yumarak yaprak yığının üzerine uzandığında yorgun vücudu bu durumu memnuniyetle karşıladı. Kendi asasını kaybetmişti, peşinde Ölüm Yiyenler vardı ama hala hayattaydı,  bu da olanlar düşünüldüğünde az şey değildi.

Uykuya dalmak üzereyken aklından kolyenin içindeki notta gördüğü üç kelime geçti.

Portresine çifte gidiş…

Ama kimin portresine?

* * *

Harry’yi uyandıran kuş sesleri ve midesinin kazınmasına sebep olan açlık hissi oldu; kalkar kalmaz etrafını kolaçan etti. Sonra da yiyecek toplamak için ormanda ufak bir tur attı. Bulabildiği tek şey vahşi mantarlar ve birkaç şifalı bitkiydi. Bakanlıkta Umbridge’nin duruşmasından çıktıkları gün Chef Wizard’ın önlerine serdiği zengin menüyü hatırlayıp acı acı, nereden nereye diye düşündü. Ama bir şekilde beslenmek, vücudunu diri tutmak zorundaydı, öğürerek de olsa mantarları yedi. Ama bu kısıtlı ve lezzetsiz menü onu doyurmak bir yana daha da acıktırmış gibiydi.

Pusulayı cebinden çıkararak yine kapının peşine düştü. Ormanın içinde sürekli tetikte yürüyerek geçen iki saatin ardından kendisini bir nehrin kıyısında buldu. Eski, kırık dökük, taş köprüden geçerek nehrin karşı yakasına ulaşmayı başardı. Pusulası artık yön değiştirdiği anda büyük bir hassasiyetle onu uyarıyordu, yani kapının çok yakınındaydı. Yolun devamında ağaçlar giderek seyrekleşti ve sonunda bodur çalılarla kaplı bir patika ortaya çıktı.

Çift kanatlı ahşap kapı tam da patikanın sonlandığı açıklığın ortasındaydı. Harry’nin ilgisini çeken kapının etrafında hiçbir şey olmamasıydı. Ne bir bina, ne duvarlar. Issızlığın ortasında, tek edilmiş, esrarlı bir kapı vardı.

Yürüdü, etrafını dolaştı, kapıyı dakikalarca inceledi. En sonunda cüppenin cebinde bulduğu anahtarı kilide takti ve çevirdi. Kendisini bir koridorda buldu. Dar, karanlık bir koridorda.

İçerisi nemliydi. Birkaç adım yürüdükten sonra duvarlara asılı meşaleler göründü. Ama Harry’nin ihtiyaç duyduğundan çok daha az ışık veriyorlardı. Neyse ki yürüdükçe yolu aydınlanmaya başladı. En sonunda dört duvarında boydan boya raflar, raflarda kitapların olduğu büyük bir odaya vardı. Odanın tam ortasında tepedeki açıklıktan sızan güneş ışınlarıyla aydınlanan görkemli bir ayna olduğunu gördü. Tepesine, boydan boya eski bir yazı işlenmişti: Kelid stra ehru ube cafru oyt on wohsi.

Harry bu aynayı görür görmez tanıdı: Kelid aynası. Ama bu ayna Hogwarts’ta değil miydi?

Birden zihninde geçmişe giderek Albus Dumbledore ile aralarında geçen konuşmayı hatırlayıverdi:

Dünyanın en mutlu insanı demişti, Albus Dumbledore, Kelid Aynasını sıradan bir ayna gibi kullanabilen insandır. Ona bakınca kendini olduğu gibi görür.

Harry aynayı birinci sınıfta, görünmezlik pelerininin altında dolaşırken keşfettiğinde, hayatında ilk defa ailesini görmüştü. Ron ise Quidditch Kupasını kaldıran takımın kaptanıydı. Harry kaşlarını çattı, bunca yıl sonra ne değişmişti hayatında? Şimdi baksa aynada neyi görürdü?

Bir yandan tuzak kokusu almaya çalışırken bir yandan çekinerek aynaya yaklaştı. İşte oradaydı, sırtında Kızıl Pelerinle duruyor, kendisine ulaşmaya çalışan insanların tebrik ve teşekkürlerini kabul ediyordu. Kucağında kaçınılmaz sondan kurtardığı, ağlayan bir bebek vardı. İnce, zarif, beyaz bir el koluna sarılmıştı, ancak elin sahibinin yüzü gölgeler arasında gizliydi. Harry bir an için Elwyn’in yüzünü gördüğünü düşündüyse de ışık kaynağı değişince omzuna yayılan saçlarda kızıl parıltılarla Ginny’nin yüzü belirdi. Yanındaki Elwyn miydi? Yoksa Ginny mi? Ayna, Harry’nin zihninin derinliklerine itmeye çalıştığı karmaşayı hissetmişti. Her bakışında yanındaki yüz değişiyordu. Bu durum kafasını daha da karıştırdı ama kendisini tekrar toparlamayı başardı. Önceliği içinde bulunduğu durumdan kurtulmak, bir şekilde Bakanlığa, Kingsley’e, Ron ya da Hermione’ye ulaşmak olmalıydı.

Harry aynaya olan ilgisini kaybettiğinde, batı tarafındaki duvara kurulu raflardan birinde kitaplardan birinin hafifçe parıldadığını fark etti. Oraya doğru yürüyerek kitabı raftan aldı, ismini okudu:

Kader Kitabı

Kapakta yazarın ismi yoktu ama üzerindeki resim yeterince dikkat çekiciydi. Gece karası cüppesiyle sırtı dönük bir şekilde Potter’ların Godric’s Hollow’daki evine bakmakta olan Lord Voldemort vardı. Pencereden James ile Lily Potter’ın alt katta, Harry’nin bebek yatağındaki siluetinin ise üst katta olduğu görünüyordu. Lord Voldemort evin önündeki yolda kaldırımın başında elinde asası ile duruyor ve içeri girmeye hazırlanıyordu.

Harry sayfaları çevirince bunun aslında bir resimli roman olduğunu anladı. Önüne bir bebek olarak resmedildiği kare geldi, Voldemort bu karede Lily Potter’ı katlettikten sonra asasını kaldırıp öldüren laneti yapıyordu. Bir sonraki karede ise çakan yeşil ışığın ters tepmesiyle acı içinde kıvranıyor ve bu dünyadaki varlığı geçici olarak sona eriyordu. Harry sayfaları hızlı hızlı çevirdi. Kitabın sonlarına doğru kendisini Kristal Mağarada gördü, Kingsley ve diğerleriyle beraber asasıyla İnferiusları zaptetmeye çalışırken yüzü o kadar odaklanmıştı ki adeta kasılmıştı. Son sayfalarda Kappa’larla mücadelesi vardı, maymunsu yaratıklar onu suyun derinliklerine çekmeye çalışırken tekme savuruyordu!

Bu nasıl bir kara büyüydü böyle! Vücudunu saran bir panik duygusuyla son sayfayı açıverdi,  son karede parmakları elinde tutmakta olduğu Kader Kitabının sayfaları arasında dolaşıyordu.

Kader Kitabının arka kapağına bir anahtar yerleştirilmişti. Ancak bu anahtar, tam ortadan ikiye ayrılmıştı, tek başına kullanılması mümkün değildi. Arka iç kapakta ise Kader Kitabı 2’nin kısa bir tanıtımı vardı. Harry bir kuyunun hemen önünde, karşısındaki portreye bakıyordu, bu görüntü zihninde şimşeklerin çakmasına sebep oldu: Portresine çifte gidiş!

Ama heyecanı kısa sürdü, anlaşılan yoluna devam edebilmek için ikinci kitaba ve anladığı kadarıyla anahtarın diğer yarısına ihtiyacı olacaktı. Bunun için de Kader Kitabının son sayfasındaki ipucunu çözmesi gerekecekti:

Soğuk, ama ikizinden daha sıcak, toprağın olmadığı yerde,

adım adım iniyordu basamakları, tüm kıtaların sonuncusunda.

Son dönümünde ayın, en uzun ayın son gününde buldu,

dört ayağının üstünde geri dönen yılanı.

Harry parmağını sayfaların arasına sıkıştırarak kafasını kaldırdı, yeni bir gizemle daha karşı karşıyaydı!

İçinde bulunduğu durum, üç büyücü turnuvasında Sfenks’in sorduğu soruyu yanıtlamaya çalıştığı anın benzeriydi. Oradaki zor bilmeceyi başarıyla çözmüş, zekâsına kendisi dahi hayret etmişti. Belki Alastor Moody’nin kılığına girmiş olan Bartiemus Crouch Jr yolunu elinden geldiği ölçüde temizlemişti ama bulmacanın cevabını tamamen kendi çabasıyla bulmuştu. Elini alnına dayadı ve satır satır tekrarlamaya başladı cümleleri:

Soğuk, ama ikizinden daha sıcak, toprağın olmadığı yer.

Soğuk bir yer düşünmeliydi, toprağın olmadığı yer. Aklına soğuk denizler geliyordu: Kuzey Buz denizi ya da Baltık Denizi. Bunları Hogwarts’a girmeden önce, daha henüz bir büyücü olduğundan haberi dahi yokken gittiği Muggle okulundan hatırlıyordu. Ama Kuzey Buz Denizinin bildiği kadarıyla bir benzeri ya da ikizi yoktu. Bir sonuca varamayınca sıradaki ipucuna geçti:

Adım adım iniyordu basamakları, tüm kıtaların sonuncusunda

Harry, kıtaları düşündü bu defa; hangi kıta sonuncuydu? Büyüklük sırasına göre mi bakmak gerekirdi? Yoksa hangisinin en kalabalık kıta olduğunu mu düşünmeliydi? Bu soruyu da şimdilik atlamaya karar verdi.

Son dönümünde ayın, en uzun ayın son gününde.

Harry bu cümlede gizli ipucunu bulmanın diğerlerine göre kolay olduğunu düşündü. En uzun ay otuz bir gün sürerdi. Yanıt bu olmalıydı. Bir an tekrar kafasını kaldırıp düşündü; etrafında dört duvar, her duvarda da ayrı ayrı raflar vardı. Aklındakileri birleştirmeye çalıştı, sonra tekrar ilk cümleye döndü, o sırada aniden…

Hayır!

Kuzey Buz Denizinin bir ikizi yoktu. Ama ikizi olan soğuk bir yer vardı: o da kutuplardı: Kuzey kutbu ve Güney Kutbu. Hatta biri diğerinden daha sıcaktı, neden?

Çünkü Kuzey Kutbunda, Güneyin aksine toprak değil sadece buz vardı! Su seviyesi daha düşük olduğundan Kutup denizi iklimi ılımanlaştırıyordu. Dört duvarda dört kütüphane ve aslında cevap kuzeydi, aradığı kitap kuzey rafındaydı. Hemen sırtını kapıya verdiğinde tam karşısına denk gelen kütüphaneye doğru yürüdü. Baştan aşağı tüm kitapların adını teker teker okudu. Ancak Kader Kitabı’nın eşini bulamadı. Bunun üzerine yeniden bulmacaya dönmeye karar verdi.

Adım adım iniyordu basamakları, tüm kıtaların sonuncusunda

Tüm kıtaların sonuncusu… Harry düşünürken neredeyse tüm odayı adımlasa da cevabı bulamadı. Bilmece hangi açıdan bakması gerektiğini söylemiyordu. Aniden kafasının içinde bir ışık yandı. Ayın sonunun hangi güne geldiğini değil kaçıncı güne geldiğini yanıtlamıştı. Ya iki soruya da aynı açıdan bakması gerekiyorsa? Bu durumda yedi kıtanın sonuncusu yedinci kıta olurdu! Afrika ya da Okyanusya değil!

Harry bunu nasıl daha önce düşünemediğine hayıflandı. Şifre olarak doğum günü kullanılmıştı. Yedinci sıraya kadar inmeli, sonra otuz birinci sıradaki kitabı almalıydı. Ağır ağır, büyük dikkatle saydı rafları, sonra da kitaplara geçti. Ama otuz birinci kitabı görünce hayal kırıklığına uğradı. Bu kitabı daha önce görmüştü ve Kader Kitabı değildi. Eline aldığında bir yerlerde hata yapmış olma ihtimalini düşünüyordu.

Ama eline değer değmez kapak değişti, tepeden aşağı inen parıltılı perde kalktığında üzerinde Kader Kitabı yazıyordu. Harry aceleyle sayfaları çevirdi. Arka kapakta az önce bulduğu anahtarın diğer yarısı vardı. Hemen cebinden çıkardığı ilk parçayla birleştirdi.  Sonra düşündü… Eğer bu kitap olanları gösteriyorsa…

Aceleyle sayfaları çevirip ilk sayfayı açtı.

Bu sayfada elinde ikinci kitap vardı, iki kare sonrasında. Nott ve Lestrange görünüyordu. Harry’nin az önce geçtiği köprüde koşar adım ilerliyorlardı. Ona yetişmeleri an meselesiydi. Aceleyle birleştirdiği anahtarı aldı ve Kelid aynasının arkasındaki kapıya taktı, kilidi döndürerek gıcırdayan kapıdan içeri girdi.

Taşlarla örülü karanlık bir odadaydı şimdi. O kadar karanlıktı ki, asasını kaldırarak etrafı aydınlatmak zorunda kaldı. Birden odanın köşesinde bir mavilik gördü. Bir bulut, bir duman gibi ince, parlak bir mavilik. Yavaş yavaş yükseldi ve şekil değiştirdi, dalgalandı. Bunlar saçlardı, parlak sarımsı saçlar. Bulut kalınlaşınca Harry tanıdığı bir yüzü gördü. Sadece bir defa gördüğü ancak unutamadığı bir yüzdü bu.

Seraphine Slytherin ya da onun hayali, bütün zerafetiyle odada Harry’ye doğru yürüdü. Harry tedbirli bir şekilde asasını kaldırdı. Seraphine Slytherin içinden geçtiğinde aynen Hogwarts hayaletlerinde tecrübe ettikleri gibi bir ürperti sardı. Seraphine arkasını dönmüş ona bakıyordu. Sol elinin işaret parmağıyla birini çağırıyordu. Harry ilk önce Seraphine’in kendisini çağırdığını sandı. Sonra aslında işaret ettiği her neyse ya da kimse tam arkasında olduğunu fark etti.

Aynen Seraphine gibi masmavi bir haleyle kaplı Basilisk dev ağzını açmıştı, çenesi Harry’nin üzerine kapandı. Harry içgüdüsel olarak irkildi ve kendisini koruyabilmek için yere kapaklandı. Gözlerini tekrar açtığında Basilisk bedeninin içinden geçip Seraphine’nin ardından duvarda kayboldu. Harry bu gördüğü hayalin arkasından bakakaldı.

Taş duvarların ardından gelen gürültüler Harry’yi kendine getirdi. Önce hafif hafif başlayan, yavaş yavaş yükselen ve sonrasında yeri göğü sarsmaya başlayan sarsıntılar hissetti. Ölüm yiyenlerin Kütüphaneye girmeye çalıştığını düşündü. Çıkışı bulmak için daha çok çaba göstermeli daha da hızlanmalıydı.

Harry duvarı elleriyle yoklamaya başladı. Görünürde herhangi bir çıkış yok gibiydi. Seaphine Slytherin ve Basiliskin kayboldukları noktanın bir ipucu olabileceğini düşündüyse de sonuç alamadı. Sonra Dumbledore ve Kingsley’in Kristal Mağarada kullandığı büyüden faydalanarak yolunu bulmak geldi aklına: Praecantatio Revelio!

Harry asasını tutarken bir çarpma sesi duydu, duvarın öte yanında kocaman bir yapı gürültüyle yıkıldı. Anlaşılan, Ölüm Yiyenler ona yetişmek üzereydi. Asasının ucundan fosforlu parlak mavi damlalar duvara sıçradı. Turunu tamamladığında mavi çizgiler duvardan dökülüyor zemine doğru parıldayarak iniyordu. İnerken belirli yerlerde kızıl lekeler gördü. Özellikle güneşi andıran parlak kırmızı bir leke vardı ve buranın ileri derecede sihir gördüğü belliydi.

Harry biçim değiştirme yeteneğini kullanmaya karar verdi. Eğer tahmini doğruysa burada bir geçit vardı ve önüne duvar örülmüştü. Asasını bu defa kırmızı lekenin olduğu yere yönlendirdi. Asasıyla dokunduğunda taş tuğlalar geriye doğru katlanmaya ve yolunu açmaya başladı.

Bir defa daha meşalelerle aydınlatılan loş bir koridordaydı. Meşalelerin arasında bazı tabloların asılı olduğunu fark etti. Ailesiyle beraber eğlenen bir Albus Dumbledore. Yanlarında kızkardeşi Ariana. Bahçelerinde oyun oynarken Aberforth onları ciddi bir yüzle izliyor ve takdirle başını sallıyordu.

Remus Lupin ve Tonks. Lupin şık bir cüppe giymişti. Yüzünde hayattayken sahip olmadığı bir huzur ifadesi vardı. Ted Lupin’i kucağına almış şöminenin önünde oyun oynuyorlardı. Remus elindeki tahtadan yapılma oyuncak süpürgeyi yemek masasının sandalyelerinden birinin altına yuvarlıyor aynen annesi gibi bir Metamorfmagus olan Ted de biçim değiştirerek sandalyenin altından süpürgeyi alıyordu. Onlar kahkahalarla gülerken Nymphadora Tonks muzipçe gülümsüyordu.

Harry büyülenmiş bir şekilde bu manzarayı izlemekle meşgulken birkaç adım ilerisinde aniden bir şimşek çaktı. Çakan şimşeğin ışığıyla aydınlanan köşede bir kadın yerde yatıyordu, yüzü gölgelerin arasında zorlukla seçilen, bir sebepten Harry’ye aşina görünen bir kadın.

Koridor aniden soğudu, sanki buz gibi bir soğuk dalgası ona ulaşmıştı, Harry kemiklerine kadar ürperirken koridorun köşesinden siyah pelerinli bir şekil yükseldi ve havada süzüldü. Yüzü kukuletasının altına tamamen gizlenmişti. Pelerinden dışarı bir el çıkıyordu, ıslak ıslak parıldayan, grimsi, yapış yapış görünen, lekeli bir eldi bu. Suda çürümüş ölü bir şey gibi… Bir sürüngen gibi…

Kukuletasını hafifçe sıyırdı ve kadının üzerine eğilirken hırıltıyla nefes aldı, karanlıklar içindeki yüzünden ruhunu emdi, o sırada bir başka ruh emici daha belirdi ve o da  büyük bir açgözlülükle yaklaşıp payını aldı.

Harry bir saniye daha beklemeden asasını kaldırdı ve bağırdı: “Expecto Patronum!”

Asanın ucundan cılız, mavi bir ışık demeti döküldü ve birkaç saniye içinde kayboluverdi. Kendisine ziyafet çeken Ruh emicilere bir üçüncüsü katılmıştı. Duvarın dibinde çaresizce yatan, cansız bir kukla kadar savunmasız görünen ruhu büyük bir iştahla yudumluyordu.

Harry tekrar tekrar denedi, “Expecto. EXPECTO!” Asası sanki ona itaat etmiyor gibiydi, ruh emicilerin yaydığı mutsuzluk iliklerine kadar işlemişti. O sırada kararını verdi ve koşmaya başladı. Kadını ne pahasına olursa olsun kurtaracaktı. Asasıyla eksiltme büyüsü yaparak iplerini paramparça etti. Kadın boş bir çuval gibi yere yığıldı, kafası hafifçe oynadı ve Harry’ye seslendi, “Harry… Yardım et…”

Çakıp duran ışıklar arasında görünen saç telleri kızıl mıydı? Yoksa açık kumral mı? Ses o kadar hırıltılıydı ki Harry kim olduğundan bir türlü emin olamıyordu. Yüzü önce Ginny’ye dönüştü, sonra Elwyn’e…

Ruh emici ona saldırdı, yüzünü Harry’ninkine yaklaştırıp kapkara bir çukuru andıran ağzıyla beslenmeye başladı. Harry asasını kaldırıp bir defa daha patronus büyüsü yapmaya çalıştı. Asasından çıkan ışık bir öncekinden daha cılızdı. Bir başka ruh emici yüzünü onunkine yaklaştırdı, sonra üçüncüsü de. Harry’nin üzerine bir soğuk dalgası çöktü. Soluğu göğsünde bir yerde sıkışıp kaldı, çaresizlik kalbine kadar işledi. Görme yetisini kaybedip, taşlı zemine doğru çekilirken tül perdeden geçen Sirius’u gördü. Yüzündeki o son şaşkın gülümseme ile… Ve etrafında çığlıklar…

Bir şeyler oldu. Bilinci yeniden yerine gelirken nerede olduğunu hatırladı. Ruh emiciler sağa sola dağılırken çok yakınında sıcak bir şeyin varlığını hissetti. Kafasını hafifçe çevirdiğinde bunun bir patronus olduğunu fark etti. Kör edici, göz kamaştırıcı, gümüşi bir hayvan… Bir köpek… Bir çoban köpeği…

Harry umutla kafasını kaldırdı, “Sirius?…”

Köpek ona bir an için baktı, havladı ve ortadan kayboldu.

Ginny ya da Elwyn de yok olmuştu, “sanki bir hayalet gibi” diye geçirdi içinden. Sonra portreyi gördü, Yasak Ormanda Harry’nin Lord Voldemort’a teslim olduğu ağaçlığın ortasında dimdik duran Sirius gülümseyerek:

“Harry, sonunda buradasın…” dedi.

 

* * *

“Sirius, sen…”

“Evet Harry, geri döndüm. Beni şaşırttın doğrusu. Bir tül perdenin benim geri dönmemi engelleyeceğini mi düşünmüştün?”

Harry ona coşkuyla gülümseyerek karşılık verdi, Sirius’un cüppesini fark edince ağzı şaşkınlıkla açıldı. Bu ormanda, gölde bulduğu cüppeydi ve gördüğü kadarıyla sapasağlamdı.

“Bana yol gösteren sendin!”

Sirius teşvik edici gülümsemesiyle, “Evet Harry… Seni oradan bir şekilde kurtarmalıydım. Kappa’lar konusunda endişelenmedim desem yalan olur, ama bir şekilde hepsinin icabına baktın. Daha azını beklemezdim doğrusu,” dedi.  Sesindeki  gurur Harry’nin karnında kelebekler hissetmesine sebep oldu.

“Kılpayı kurtuldum… Bu portresine çifte gidiş masalı da nedir? Daha açık bir ipucu veremez miydin?”

Sirius gülümsedi, “Kim olduğumu doğrudan yazsam inanır mıydın? Anahtarı ve topu bana ver bakalım, seni buradan çıkaralım.”

Sirius’un onu nasıl bulduğu, bu sanrıları neden gördüğü başta olmak üzere Harry’nin sormak istediği belki tonlarca soru vardı. Ama sorulara geçmeden önce büyük bir dikkatle portreye doğru yaklaştı. Portrenin hemen önünde kuyuyu andıran bir delik vardı ve deliğe yaklaştığında maruz kaldığı hava akımı saçlarını uçurdu. İşte Kader Kitabındaki sahne buydu! Harry hafifçe eğilip aşağı baktığında Kappa’larla karşılaştığı gölün tam tepesinde olduklarını fark etti. Sirius onu bu delikten izliyor olmalıydı.

Daha fazla oyalanmadan anahtar ile topu portrede onu dikkatle izleyen Sirius’a fırlattı. İki obje de Sirius’un hemen önündeki çimlere düştü. Vaftiz Babası anahtarı kağıt parçasıyla beraber yeniden topun içine yerleştirdi. İkisini de cüppesinin cebine koydu.

“Bu olanlar hiç gerçek gibi görünmüyor? Arafta mıyım?” diye sordu Harry şaşkınlıkla etrafına bakarak. Sanki Peron 9¾’te Dumbledore ile beraberdi yine.

Sirius içini ısıtan bir şekilde ona gülümsedi, ellerini iki yana açarak “Sence?” diye sordu. Harry bu soruya yanıt veremeden sözlerine devam etti, “Aslında Harry, bu sana bağlı…”

Harry kaşlarını çattı, “Nasıl yani?”

Sirius ilgiyle, “Kader Kitabını bulmuş olmalısın,” dedi.

“Evet buldum…”

Sirius, “Daha ilkel çağlarda büyücüler bir olayın gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini önceden bilebilmek için büyülü zarlar kullanır ve zarların onlara gösterdiği geleceğe göre hareket edermiş. Halbuki bilinen anlamda yazgı diye bir şey yoktur Harry, seçimlerimizle kendi kaderimizi kendimiz belirleriz.”

Harry merakla sordu, “Peki ya kehanet? Doğru çıkan kehanetler?”

Sirius güldü, “Kehanetler Harry, dediğin gibi daima doğru çıkmaz. Seni buraya tercihlerin getirdi. Beni de öyle. O gece Bakanlık’a gelmeyebilirdim. Bu durumda kader kitabım farklı bir şekilde yazılırdı. Belki benim yerime ölen Tonks olurdu, belki de Kingsley… Ama pişman değilim, hiç olmadım, neden biliyor musun?”

Harry hafifçe başını oynattı, “Neden?”

Sirius hülyalı bir şekilde baktı, “Çünkü babana seni ne pahasına olursa olsun koruyacağıma dair söz vermiştim. Onları duydum Harry, lanet göğsüme çarptığında duydum onları… Tülün arkasından bana sesleniyorlardı.  Bana seni kurtardığım için teşekkür ediyorlardı. Tülün içinden geçerken onları duydum.”

Yüzündeki dalgın ifade yok oldu, “Ölümün korkulacak bir yanı yok Harry. Az önce neredeyse kendini feda ettin, sevdiğin kadını kurtardın. Bazen kendini feda etmek, ölümü göze almak gerekir. Bunu Hogwarts’ta ruh emicilerden beni korurken de yapmıştın. Tabloları gördün mü?”

Harry başını salladı, “Gördüm.”

“Remus sonunda mutlu, gerçek dünyadaki mutsuz adam artık yok. Burada ben de Azkaban’ın ruhunu tükettiği mahkum değilim. Lilly ile James de yanımda. Her şey eskisi gibi…”

Harry garipliği ilk defa o an sezdi. Sirius öldüğünde teselli bulmak için görüştüğü Neredeyse Kafasız Nick’in sözleri kafasında dönüp duruyordu.

Sirius kafasını hafifçe eğmiş bakışlarını ona dikmişti, derin bir nefes aldı, “Bize katıl Harry… Annen ve baban da burada… Lilly ve James seni bir kez daha görmek için her şeyini düşünmeden feda eder…”

Nick’in sözlerini hatırladı Harry…

Geri Gelmeyecek.

Kim?

Sirius Black… Geri gelmeyecek. O… devam etmiş olacak…

Ama Sirius geri dönmüştü işte.

Sirius’un kapkara gözleri içine işliyordu sanki, anlattığı inanması güzel, tatlı bir hayaldi: “Godric’s Hollow’dalar hala, seni dinlemek istiyorlar, özellikle de süpürgenle o ejderhanın yanından nasıl geçtiğini…”

Bir portre olarak dönmüştü, onu ikna etmek için…

Neye ikna etmek için?

Ailesiyle tekrar buluşmaya…

Yani?

Ölüme…

Kafasında Ozan Beedle’ın hikayesindeki diriltme taşı canlandı. Cadmus Peverell böyle kandırılmıştı. Sevdiği kadının peşinden ölümün şefkatli görünen kollarına yürümüştü.

“Yeniden bir aile olabiliriz. Olması gerektiği gibi… Bizden çaldıkları hayatı yaşayabiliriz…” dedi Sirius ve elini uzattı.

Harry olduğu yerde kaldı, gözlerini kısarak vaftiz babasına baktı.

“Ben… Sirius Black’i daima ailem olarak gördüm, hatta babamın yerine koydum. Ama yapamam…”

Sirius kaşlarını çattı ve büyük bir hayal kırıklığıyla baktı, “Neden Harry? Neden yapamayasın?”

Harry başını salladı, “Çünkü…”

Dört ayağı üzerinde geri dönen yılanı.

Bu bilmecenin son mısrasıydı. Yılan, düşman demekti.

“Sen Sirius Black değilsin.”

Sirius’un bakışlarında karanlık bir bulut dolaştı, yüzünde birkaç saniyede belki on farklı ifade geçip gitti.

“Sen neden bahsediyorsun?” Dizlerinin üzerine çöktü, parmağıyla kendisini işaret etti, “Harry, benim, Sirius… Vaftiz baban!”

Harry başını iki yana salladı, “Benim vaftiz babam ne olursa olsun hayatımı sürdürmemi isterdi, mutlu olmamı…” asasını yavaşça ama kendinden emin bir şekilde kaldırdı.

Sirius ona sırtını döndü, kendi kendine gülerek bir şeyler mırıldandı, sonra gözlerini devirdi.

“Eh, bu kadar kolay olmayacağını tahmin ediyordum tabi.”

Aniden yüzünü döndü, portrenin girişine doğru yürüdü ve asasını çıkardı. Harry ne olduğunu anlamaya çalışırken hafifçe eğildi, portrenin çerçevesine tutunarak dışarı çıktı, kuyunun hemen önüne iniverdi. Bunu yapmasını beklemeyen Harry geçirdiği şokun etkisiyle donup kalmıştı. Garip bir tecrübeydi, vaftiz babası kanlı canlı karşısında duruyordu ama vücut dili bambaşkaydı; düşmancaydı ve asasını ona doğrultmuştu. Aralarında sadece birkaç adım vardı.

“Bu durumda, seni zorla götürmek en doğrusu… Buraya Yurei Ormanı diyorlar biliyor musun Potter?” Bir an durakladı ve derin bir nefes aldı, ”Yurei, kötü, beklenmedik bir ölümü tadan ruhtur. Bu yüzden gerçek dünya ile diğer taraf arasında kalır, asla huzur bulamaz.” Sevimsizce güldü ve gözleri açıldı, “Sirius gibi…”

Harry bu meydan okuma karşısında öfkesinin yükseldiğini fark etti. Sirius’un taklitçisi kimdi? Kimdi bu?

“Bu orman Sirius gibi acı çeken ruhlarla dolu. Muggle’lar buraya kendi canlarına kıymaya geliyor. Ama bu ölümlerin arkasındaki asıl sebep ruh emiciler. Buraya gelenleri karanlık düşüncelere sevk ediyor intihara meyilli hale getiriyor ve öldürüyorlar.”

Duraksadı.

“Ve seninle işim bittiğinde Potter, Yurei Ormanının bir kurbanı daha olacak… “

Karşısındaki büyücü değişiyordu. Yüzü çarpılıp, eğilip, bükülmeye başladı. Sanki maskenin altında gerçek yüzü ortaya çıkmaya çalışıyor gibiydi. En sonunda beliren yüz, Harry’nin çok iyi tanıdığı birine aitti: Rodolphus Lestrange.

“Avada Kedavra!” diye bağırdı Rodolphus. Yeşil berrak ışın asasından şimşek gibi fırlayıverdi.

Ama Harry bu saldırıya hazırdı, “Protego!” diye bağırdı o da.

Rodolphus’un laneti Harry’nin savunma büyüsüne takılırken Rodolphus’un yüzünden bir şaşkınlık ifadesi geçti. Harry, Silahsızlandırma Büyüsünü, imzası haline getirmemesi şeklindeki öğüdünün tutulduğunu gören Lupin’in aferin dediğini duyar gibiydi sanki.

Ama bir anlığına tedbiri bırakması az kalsın pahalıya mal oluyordu. Rodolphus Lestrange sağlam bir tekmeyle dengesini kaybetmesine sebep oldu. Neyse ki Harry kendisini ikinci laneti karşılayabilecek kadar çabuk toparladı.Engelleme büyüsüyle Lestrange’i yavaşlattı. Sonra da bağırdı,: “Flipendo!”

Asası havada dalgalanarak mavi bir büyü yolladı, Lestrange arka üstü devrildi ve yere yapıştı. Harry hasmının işini bitirebilmek için dondurma büyüsünü denedi, ama Lestrange kendisini hızla toparlayıp yana yuvarlanınca Harry’nin büyüsünün tek yapabildiği kuyunun hemen yanındaki taşları dondurmak oldu.

Lestrange çok dar bir açıdan Conjunctivitis lanetini yolladı, lanet Harry’nin yüzünü kıl payı ıskalarken kolunu sıyırdı geçti. İki hasım bir an durup, karşılıklı birbirlerini tartarcasına baktılar.

“Bakanlık seni iyi yetiştirmiş. O kanı bozuklardan bu kadarını beklemezdim. “

“Efendin için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Bir müridi daha Azkaban’ı boylamak üzere…”

Lestrange yüzü nefretle kasılarak tekrar saldırdı. Bu defa Cruciatus lanetini kullanmıştı. Harry bu büyüyü de savuşturmayı başardı. Lestrange sağlı sollu saldırılarla Harry’ye adım adım yaklaştı. Harry gerilese de her saldırıyı başarıyla karşılıyordu, en sonunda beklediği fırsat eline geçti: Lestrange’in hareketleri ağırlaşmaya başlamıştı. Harry “Expulso lanetini” tam da o anda, Lestrange’in gardının düşeceğini anladığı anda yaptı.

Bir patlama oldu.

Lestrange patlamanın etkisiyle savruldu, kuyunun kenarındaki taşlara takıldı ve Harry onu yakalayamadan aşağı düştü. Düşerken çığlıkları, gözleri dehşetle açılmış bir şekilde delikten aşağı bakan Harry’ye kadar ulaştı.

Lestrange düşerken, patlamanın etkisiyle yırtılan cüppesi rüzgarda sıyrıldı, göle düşen ve kanlar içinde hareketsiz kalan Lestrange’in birkaç adım ötesine savruldu.

O sırada sahneye Kappalar çıktı, maymunu andıran korkunç yaratıklar Lestrange’in yanına giderek cesedi götürdüler. Geride kalan birkaçı, kanla kaplı suda debelenmeye ve birbirine saldırmaya başladı.

Harry yorgunluk ve tiksintiyle olduğu yere çöktü. Derin nefesler alarak kendisini toparlamaya çalıştı. Sonra Lestrange’in boşalttığı portreye baktı. Portrede açıklığın ötesinde patika bir yol yukarı kavis yapıyordu.

Harry ayağa kalkarak portreye yaklaştı. İçgüdüleri kurtuluşunun bu portreyle bağlantılı olduğunu söylüyordu.

Portresine çifte gidiş:

Bir şeyler çağrışıyordu kafasında.

Portre…

Potter?

Sırlar Odasında bilinçsiz yatan Ginny’yi hatırladı. O yerde yatarken Tom Riddle, Lord Voldemort ismini nasıl aldığını bir anagramla açıklıyordu:

TOM MARVOLDO RIDDLE

ADIM LORD VOLDEMORT

Lestrange onun sadık uşaklarından, başka bir deyişle kölelerinden biriydi.

Portresine çifte gidiş cümlesinde Potter adı geçiyordu, ya gerisi? Şifrenin tamamı neydi?

Şifre?

Şifre Potter?

Geçidin şifresi Potter…

Anagramı çözdüğünde garip bir şey oldu. Karanlık koridor ormanın ışığıyla aydınlandı. Gün artık yavaş yavaş kararmaya başladığından sarı kızıl renkte bir ışık sızıyordu. Kokular geldi, ve sonra da sesler; kuş sesleri. Sanki portre ile dünyayı ayıran görünmez bir perde kalkmıştı. Portre açılmıştı.

Harry ayağını kaldırıp portreye adımını attı. Yapraklar ezildi ve o yürümeye devam etti, nereye gittiğini bilmeden.

Bir zamanlar Lord Voldemort’un tahtında oturduğu açıklığı geçip patika yolu takip etti, biraz ileride ağaçlar seyrekleşti ve karşısına bir tepe çıktı. Gün tepenin ardında batıyordu. Harry ormanda yalnız değildi.

Birkaç cüppeli adam vardı tepede. Harry saklanıp saklanmama konusunda kararını veremeden yüzlerini ona döndüler ve beklemediği bir şey oldu: onu alkışlamaya başladılar.

Harry en yakında duran büyücüyü tanıdı, Mortimer Thornburn; Hermione ile çalışıyordu. Yanında duran Augustus Pye, Elwyn’in iş arkadaşıydı. Sonra Gawain Robards vardı, ağzında geniş bir gülümseme ve takdirle ona bakan. Arcanus Grines’in taşlaşmış yüzünde hiç duygu yoktu. Kingsley Shacklebolt, Gilbert Wimple’ın uzattığı kızıl pelerini tutuyordu. Theodore Pullman, Nott ve Lestrange ise biraz daha geride duruyorlardı; Harry Lestrange’in belini tuttuğunu fark etti.

Harry olanları anladığından bir anda sinirleri boşaldı. Gülerek kendi kendine söylendi, sonra asasını kaldırıp kalabalığa seslendi: “Stajyer seherbazlık sözleşmesini imzaladığım gün neye kadeh kaldırmıştık?”

Soruyu yanıtlayan, o gün kadehi kaldıran Gawain Robards oldu, “İlk göreve kadeh kaldırmıştık, Mr Potter… İlk göreve…”

Harry asasını yavaşça yere indirdi ve tepeye ağır ağır yürümeye başladı. Bir yandan da çılgınlar gibi gülüyordu. Kendisini yorgun hissediyordu. Ölesiye bir yorgunluk, hem vücudunda, hem zihninde. Her şey bir testti demek ki, bütün bunlar…

Kaçırılması, bağlanması, bulduğu cüppe, tüm o bulmacalar, kappalar, ruh emiciler, Lestrange ile olan düellosu…

Lestrange asasını yüzüne doğrulttu, ucundan çıkan teller alnından aşağı dökülürken büyülü maskenin altından tanıdık bir yüz çıktı, Harry’nin Bakanlık’a geldiğinde sık sık karşılaştığı Seherbazlardan biriydi bu: Dawlish.

“İyi düelloydu Harry, yastıklama büyüsü için teşekkürler Mr Robards. Gerçi yine de belim biraz ağrıyor.”

Gawain Robards Pye’a döndü, “Ah, kusura bakma, gerçekten tehlikeli bir düşüştü. Eminim Augustus’un halledemeyeceği bir şey değildir.”

Pye başını salladı ve iki büklüm duran Dawlish’in yanına gitti.

Kingsley müşfik bir gülümsemeyle,  “Merhaba Harry,” dedi. Harry başını sallayarak karşılık verdi. Kingsley’e o an kızgındı, onunla ve aklıyla bu şekilde oynadığı için.

“Senin de muhtemelen fark ettiğin gibi, az önce Seherbazlık Sınavını tamamladın, performansın ile ilgili kararı Bakanlık Jürisi hemen burada verecek. Normal şartlarda bu prosedür birkaç gün sürer ve sonuçlar baykuşla gönderilir ama sizin için bir istisna yapmaya karar verdik.”

Kingsley hemen yanında duran siyah cüppeli büyücülere bakarak yüzünde hafif bir gülümsemeyle konuştu, “Evet, sanırım bir notlama yapmanın zamanı, beyler… Saklanma, biçim değiştirme, gizlilik, iz sürme, saldırı ve savunma büyüleri ve genel değerlendirme notlarını isteyeceğiz.” Arcanus Grines ve Wimple’a baktı, “Notlamaya sizin görüşleriniz de dahil, zayıf, uygun, beklenenin üstünde ve olağanüstü olmak üzere dörtlü bir notlama sistemi var. Seherbaz olabilmek için notların ortalaması en az Beklenenin Üstünde olmalı.”

Harry beklentiyle içini çekti, bu kolay bir hedef değildi.

“Şimdi kısaca özetleyelim,” diyerek derin bir nefes aldı Shacklebolt;

“Mr Potter, ölüm yiyenlerin elinden kurtulduğunda ormanın derinliklerine gizlendi, burada bir hayalbozan büyüsü yaptı. Verilen ipuçlarını çözdü ve kütüphane ile portrenin izini sürerek hedefe ulaşmayı başardı. Dawlish ile yaptığı düelloda başarılı oldu, bu düello esnasında savunma ve saldırı büyülerini kullandı. Arcanus istişarenin ardından sonuçları açıklama işi Daire Başkanı olarak sana kalıyor.”

Sonunda Harry’ye döndü, “Harry, iyi misin?”

“İyiyim, şey… Bu beklenmedikti.”

Shacklebolt gülümsedi, “Öyle olması da gerekiyordu, geçmişte yaşananlara bakarsan Seherbazlar benzer tehlikelerle karşılaşmıştır. Yetenekleri en katı şekilde sınanmıştır.” Kingsley iki sandalye yarattı ve oturdular.

“Bu yüzden sınavı bu denli detaylı ve kişiye özel etki edecek şekilde tasarlıyoruz. Kelid aynasını Hogwarts’tan bunun için getirdik. Senin için en değerli olanı görmek ve bunu kullanmak için. Orada yaşananların aramızda kalacağından emin olabilirsin.”

Harry kulaklarına kadar kızardı, Kelid aynası, içinde yaşadığı ikilemi ortaya çıkarmıştı. Bir süredir farkında olduğu ama zihninin derinliklerine ittiği bir durumdu bu.

Kingsley Harry’nin rahatsız olduğunu fark etmiş gibi konuyu değiştirdi, “Kurgu genel anlamda Arcanus’a aitti. Japon Sihir Bankanlığı ile iyi ve yakın ilişkiler halindeyiz. Ruh Emiciler Azkaban’dan çıkarıldı ve Aokigahara isimli ormana yerleştirildi. Karşılığında onların Kappa nüfusunu kontrol altına almaları konusunda destek olduk. Bakan Tadashi Muggle’ların korkudan göle giremez hale geldiğini söylüyordu”

“Japonlar Aokigahara’yı kullanmamıza izin verdiler. Mortimer Thornburn de Kappa’ları ayarladı. Cüppe ipucunda yaşanan zaman döngüsünü fark etmişsindir.”

Harry başını salladı, “Evet, göle ulaştığımda ipucunu buldum. Cüppe göle ben Dawlish’i yendiğimde düşüyordu, yani bu şu anlama geliyor sanırım…”

Kingsley sözünü tamamladı, “Dawlish’i yenebilecek yetenekte olmasaydın, ipucunu bulamayacaktın.”

Harry onayladı, “Doğru. Ayrıca, ipucunu çözecek yetenekte olmasaydım Dawlish’e ulaşamayacaktım.”

Kingsley, “Mükemmel. Bu noktada Wimple’ın yeni zaman döndürücüsünü kullandık. Dawlish düştüğünde zaman döndürücü çalışıyor ve senin gölü bulduğun andan beş dakika öncesine dönüyordu.“

Harry kaşlarını çatarak, “Demek Gilbert Wimple’ın zaman döndürücüsü artık çalışıyor,” dedi.

Kingsley, “Evet,” dedi. “Çok kısıtlı bir süre için, ama çalışıyor. Sınava dönersek en çok ihtiyaç duyduğun kişiyi kurtarmak için ruh emicilerin önüne kendini atman harikaydı. Bu da Seherbazlarda aradığımız özelliklerden biri. Toplumu kendi çıkarlarının önünde tutacak kimselere ihtiyacımız var.”

Gülümsedi, “Özetle Harry, umarım jüri bu başarını ödüllendirir. Gözlemlediğim kadarıyla hazırsın. Robards da benimle aynı fikirde…”

“Peki ya Arcanus Grines?”

Kingsley gülümsedi, “Grines gizemli bir adamdır Harry. Çok yüksek standartları vardır. Ama sana şunu söyleyebilirim ki sürekli tekrarlamasa da sana inandığını biliyorum.”

Harry Grines’in onayına neden ihtiyaç duyduğunu anlamakta güçlük çekiyordu, “Hiç öyle görünmüyor,” dedi sıkkın bir ifadeyle.

Kingsley ciddileşti, “Arcanus çok değişti. Belki hikaye seninle paylaşılmıştır, Hogwarts’tan beri süregelen bir dostluğumuz var. Ama Bakanlık’a döndüğünden beri benden ve herkesten uzaklaştı, içine kapandı, bu aralar sadece tutkuları ve saplantılarıyla yaşıyor. Bunların en büyüğü de Nott ile Lestrange’i yakalamak. Şu aralar komplo teorilerine fazlasıyla sarsa da bunu er ya da geç başaracak da, ama iki kaçağı yakaladığında senin de mutlaka bu işin içinde olacağının farkında.”

Harry’ye baktı, “Aksi halde seni yetiştirmeye çalışmazdı. Bence düzelecektir, görevini tamamladıktan sonra, ailesinin de yardımıyla… Toplarlanacaktır…”

O sırada Grines onlara seslendi, “Kingsley, sonuçları paylaşmaya hazırız.”

Harrynin yüzü kireç gibi bembeyaz oldu, kalbinde müthiş bir çarpıntıyla sanki ölüm fermanını vermek üzere olan Grines’e baktı. Ama adam bakışlarını indirmişti, sadece elindeki parşömene bakıyordu.

Sihir Bakanı, Bakanlık Jürisi ve Seherbaz Adayı Harry James Potter’ın huzurunda 15 Mart 1998 günü gerçekleştirilen Seherbazlık Sınavı sonuçlarını açıklıyorum,

 

Saklanma,

Beklenenin üstünde.

 

Biçim değiştirme,

Beklenenin üstünde.

 

Gizlilik,

Uygun.

 

İz sürme,

Olağanüstü.

 

Saldırı büyüleri,

Olağanüstü.

 

Savunma büyüleri,

Olağanüstü.

 

Genel kanaat,

Beklenenin üstünde.

 

Sonuç olarak Harry James Potter’ın Seherbazlık görevi için gerekli şartları karşıladığı konusunda mutabakata varılmıştır. Seherbaz Sınav Jürisine teşekkür ederiz, dağılabilirsiniz.

Grines elindeki parşömeni katlayarak cebine koydu.

Harry gözlerini kapadı ve o anın tadını çıkardı. Hayatındaki sayılı günlerden biriydi bu, Seherbaz Bürosunun gerçek bir parçasıydı artık.

Kingsley gülümseyerek onu çağırdı. Wimple’dan aldığı pelerini Harry’nin omzuna geçirdi. Kızıl Pelerin Harry’nin omzuna değer değmez üzerindeki altın rengi isimler parıldadı.

“Son prosedür Potter: Seherbaz yemini.”

Kingsley ona sağ elini uzattı, Harry tokalaşmak istediğini düşünerek elini uzattı. Ama Kingsley diz üstü çökerek elini sıkıca kavradı.

“Seherbaz yemini, Sihir Bakanı ve Seherbaz arasındaki bozulmaz yemindir. Bağlayıcı’mız olmak ister misin Arcanus?”

Grines başını salladı ve asasını çıkarıp onlara iyice yakınlaştı. Harry de Kingsley gibi dizlerinin üzerine çöktü.

“Sen, Harry James Potter,

Büyücü toplumuna, adil ve tarafsızca hizmet edecek misin?”

“Edeceğim,” dedi Harry.

Grines’in asasından parlak bir alev çıktı ve kızıl kordan bir tel gibi ellerine dolandı.

“Büyücü toplumu ve Muggle toplumu arasındaki barışın korunması ve suçların önlenmesi için tüm gücünle çalışacak mısın?”

“Çalışacağım,” dedi Harry.

Asadan bir alev dili daha fışkırdı, birincisine bağlandı ve ince, ışıldayan bir zincir oluşturdu.

“Ve gerekirse, birinin hayatının risk altında olduğunu fark ettiğinde, onu kendi canın pahasına koruyacak mısın?”

Bir an sessizlik oldu ve Harry “Koruyacağım,” dedi.

Asadan fışkıran üçüncü alev dili, diğerleriyle birleşip, kenetlenmiş ellerine bir halat gibi, ateşli bir yılan gibi dolanırken Grines’in kızıla boyanan yorgun gözleri Harry’ye ruhunu okumaya çalışıyormuş gibi bakıyordu.

* * *

Harry sınav için orada bulunan tüm görevlilerin elini tek tek sıkarak tebrikleri kabul etti. Sonra hep beraber Bakanlığa cisimlendiler ve tüm eşyalarını bir torbanın içinde teslim aldı. Ama Grimmauld Meydanı 12 Numara’ya dönerken yanında fazladan bir yük vardı: Kızıl Seherbaz pelerini.

Evin kapısından içeri girdiğinde sanki gideli bir hafta olmuş gibiydi. Birden Ron’un da sınava girdiğini hatırladı, acaba o nasıl bir sonuç almıştı? Başarısız olmuş olma ihtimali bir anda üstüne kabus gibi çöktü, Ron’un yas tuttuğu bir yerde asla mutlu olamazdı, tüm kalbiyle onun da başarılı olmasını ve Bakanlıkta beraber çalışmaya devam etmelerini diledi.

Kreacher da olmadığından ev terk edilmiş gibiydi, Harry koridoru adımlarken sadece kendi tok ayak seslerini duyuyordu.  Sirius’un havlamaları dahi duyulmuyordu; Harry tam endişelenmeye başlıyordu ki her şey bir anda oldu.

Karanlık ve terk edilmiş görünen ev aydınlandı. Tepesinden aşağı konfetiler yağarken mutfak kapısından çıkan Ron ile Hermione ona doğru koşup boynuna sarıldı. Harry Ron’un sırtında da kızıl pelerinin olduğunu fark etti, ağzı kulaklarına vararak “Başardık!” diye bağırdı. Böylece Harry’nin mutluluğu tamamlanmış, perçinlenmiş oldu.

Ama asıl mutluluk onu mutfakta bekliyordu.

Tüm ailesi oradaydı. Herkes gelmişti, neredeyse herkes.

Mr ve Mrs Weasley kafalarında lastikli kukuletalarıyla masanın başında oturuyorlardı. Mrs Weasley ona gülümserken Mr Weasley ağzından çıkardığı kağıt üfürgeci sanki nasıl çalıştığını anlamak istermiş gibi büyük bir dikkatle inceliyordu. Vaftiz oğlu da gelmişti: Ted Lupin, Andromeda Tonks’un kucağında Crookshanks ile oynuyor, kedi biçim değiştirttiği elini her patilediğinde kahkahalarla gülüyordu. Harry bebeğe karşı büyük bir sevgi duydu.

Neville ile Luna yan yanaydı. Luna Harry’yi gördüğünde sırtındaki (kızıl) pelerinin aslan başı şeklindeki kapşonunu taktı ve yakasından sarkan ipi çekti. Aslan kükreyerek hemen yanında oturan Garrick Ollivander’ın zıplamasına sebep oldu. O sırada alkış kıyamet koptu.

Minerva McGonagall alkışlarken müşfik bir gülümseme ile ona bakıyordu, yanında oturan ve iki sandalyeyi de kaplayan Hagrid heyecanını saklayamıyordu, “Aslanım benim, bir seherbaz ha! Canına okumuşsun onların!”

Masanın sonunda oturanı gördüğünde Harry’nin gözleri kocaman açıldı. Bu Büyücülerle dolu bir odaya gireceğini düşündüğü son kişiydi sandalyede oturan: Dudley Dursley.

Dudley bir yandan etrafındaki sihir alametlerine (özellikle de Luna’nın kükreyen aslanına) saklayamadığı bir dehşetle bakıyor, bir yandan da Harry’ye budala gibi sırıtıyordu. Mr Weasley’in lezzeti yemekleri önüne dizilmişti. Dudley’in karşısında Bill ve Fleur yine yan yanaydı, Arabella Figg ise kucağında tekir kedisiyle gülümsüyordu.

Sirius kalabalığın içinden ustaca sıyrıldı ve Harry’nin kucağına atlayıp yüzünü yalamaya başladı.

Ron, bir makineli tüfek gibi sorular soruyor cevaplarını beklemeden kendi macerasını anlatıyordu. Grines onun için Kappalar yerine bir akromantula sürüsü hazırlamıştı. Hermione’yi ruh emicilerden kurtarması gerekmişti ve sınavı kıl payı geçmişti.

Hermione Ron’un boynuna sarıldı. O sırada Elwyn geldi, Harry’ye gülümseyerek, “Tebrikler!” dedi.

Başka bir zamanda, farklı şartlar altında onu çok mutlu edebilecek bu an Harry’ye kendisini çok garip hissettirdi. Suçluluk duygusu ile gözlerini kaçırdı. Kelid aynasında hem Elwyn hem de Ginny’yi görmüş olması kendi suçu değildi ama kötü hissetmekten de kendini alamıyordu.

Bu ruh halinden sıyrılmaya çalıştığında Sirius’un sanki aklını okuyormuş gibi ona baktığını fark etti. Köpek havlayarak yere atladı, Harry Elwyn’in elinden tutarak yüreğinde taş gibi ağır bir yükle masaya döndü ve  kutlamalara katıldı. Belki de karanlık düşüncelere kapılmanın zamanı değildi, sevdikleri yanındaydı.

Grimmauld Meydanı 12 Numara’da hayat yeniden başlıyordu.

– Bölüm Sonu –

Pottermore’un Sanat Koleksiyonu İle Tanışmaya Hazır Olun!

$
0
0

Pottermore, Pottermore arşivlerinden seçilmiş Harry Potter hikayelerine atıfta bulunan bir dizi baskı ve posteri piyasaya sürdü. Hepsi de birer tasarım harikası!

Pottermore, Pottermore Sanat Koleksiyonu‘nun küratörlüğünü yapmak için bir takım yetenekli sanatçı ile birlikte çalışıyor. Koleksiyonda hepsi Büyücü Dünyası‘ndan ilham alarak yapılmış çarpıcı baskılar ve posterler mevcut.

Eğer İngiltere’de yaşıyorsanız, 30’dan fazla baskı ve posteri Pottermore Mağazası’ndan satın alabilirsiniz. Mağazada Olly Moss tarafından tasarlanan Harry Potter e-kitap kapakları, Montse Bernal’ın genç çapulculara ait soyut portreleri ve sanatçı Lesley Buckingham’ın sihirli yaratıkların suluboya baskıları da var.

Sanatseverler ve Harry Potter hayranları Hagrid’in bebeği Dursleys’lere teslim ettiği sahneden Harry, Ron ve Hermione’nin Quidditch Dünya Kupasında korkunç, parlak Karanlık İşaret’e bakakaldığı sahneye kadar yedi Harry Potter kitabından önemli olayları anlatan Harry Potter Anları parçaları arasından seçim yapabilecek.

Bu eserlerin bir kısmını Pottermore sitesinde şimdiye dek görmüş olabilirsiniz. Ya da Pottermore’dan yaptığımız çevirilerde illaki karşınıza çıkmıştır.

Ambalajlar ve paketlemeler konusunda bile Harry Potter’dan ilham alınıyor. Uzman hediye verici Bayan Weasley bu harika paketleme fikri karşısında kıskançlık duyabilirdi. Bu inanılmaz parçalardan seçim yapmanın tadını çıkarın ve tekrar kontrol etmeye devam edin. Pottermore, eli kulağında daha birçok sanatsal sürpriz de hazırlıyor.

Bu harika tasarımlardan en çok hangisi hoşunuza gitti?


Bir Erasmus Öğrencisinin Gözünden Avrupa’da Harry Potter

$
0
0

Okuyucularımızla sürekli olarak güncel ve heyecan verici haberleri buluşturmak bizim için çok önemli bir görev haline geldi. Özellikle Fantastik Canavarlar film serisi ile Harry Potter ilgimiz tekrar uyanmışken, sizlere sürekli olarak içerik sunmaya çalışıyoruz.

Fakat bu yazının içeriği Fantastik Canavarlar ya da alışılageldik Harry Potter yazılarından biraz farklı olacak. Sitemizin özel bir yazısı olarak, kendi deneyimlerim ile Harry Potter’ın ülkemiz dışında da başka ülkelerde nasıl ilgi gördüğünü ve bir dünya seyahatinde nelerle karşılaşabileceğinizi anlatacağım.

“Peki bu nasıl olacak?” dediğinizi duyar gibiyim. Bu yazının temeli güzel bir öğrenim sürecine dayanıyor. Geçtiğimiz yaklaşık beş ay boyunca Erasmus öğrenci değişim programı ile İsveç‘te bir üniversitede okuma fırsatı buldum. Yurt dışında kaldığım bu süre boyunca sadece İsveç ve içindekileri değil, dünyanın birçok yerinden arkadaş edinme fırsatı buldum.

Hal böyle olunca, aklıma da güzel olduğunu düşündüğüm bir fikir geldi. Yeni tanıştığım bu insanlara, ülkelerinde Harry Potter’ın durumunu ve insanların dünya çapında bilimkurgu ve fantastik kurgulara nasıl yaklaştığını sorma fırsatım olmuştu.

Öncelikle sizler için diğer ülkelerde bu durumun nasıl olduğunu araştırdım. Hepimizin bildiği gibi Harry Potter uluslararası bir üne sahip. Bunu da doğrulamak için öncelikle Belçika’dan yine Erasmus ile gelmiş olan Bruno DeGomme – kendisi de büyük bir Harry Potter hayranıydı – ile konuştum. Bruno’nun anlattıkları ise şöyle:

Avrupa’da birçok ülkede olduğu gibi Belçika’da da büyük bir Potter fan kitlesi mevcut. Ayrıca Londra’ya birkaç saatlik tren yolculuğu ile ulaşabildiğimiz için Harry Potter dünyasına çok daha yakın olabiliyoruz. Oradan birçok eşya aldım ve koleksiyonum mevcut.

Ayrıca Quidditch de Belçika’da (Harry Potter hayranları tarafından) ilgi gören bir spor ve takımlar her hafta bir araya gelerek Quidditch oynuyor.

Her ne kadar bizler Londra’ya yakın olamasak da, Türkiye’deki birkaç üniversitemizin de Quidditch takımı halihazırda mevcut. Aslında gördüğünüz gibi, bir Harry Potter fanı dünyanın neresinde olursa olsun aynı heyecanı paylaşıyor.

Bana göre daha da ilginç olan bir noktayı ise Bruno şöyle anlattı:

Belçika üç farklı resmi dile sahip. Kuzeyde Hollandaca, güneyde Fransızca ve doğu kısmında az da olsa Almanca konuşuluyor. Ana dilim Fransızca fakat ilkokulu Hollanda dilinde okudum. Ayrıca ilk okuduğum kitaplardan olan Harry Potter serisi ise İngilizceydi. Bu yüzden Harry Potter kitap koleksiyonum birden fazla dilde yazılmış durumda. İlk dört (1.-2.-3.-4. kitaplar) kitabım Hollandaca iken, sonraki üçlü (4.-5.-6. kitaplar) Fransızca, ve son olarak dört (3.-5.-6.-7. kitaplar) kitabım İngilizce. Aynı Potter kitabının birkaç dilde yazılmış versiyonuna sahibim. Ayrıca en sevdiğim nokta bu kitaplarda orijinal Harry Potter isimleri farklı adlandırılmış ve oldukça yaratıcı. İngilizce “Hogwarts” olan okul Fransızca kitaplarda “Poudlard” ve Hollandaca olanlarda “Zwijnstein” olarak geçiyor.

Bruno burada anlattıklarını bitiriyor ve aslında bir insanın, dünyanın neresinden olursa olsun, Harry Potter’ı kendince özel bir yere koyduğundan bahsediyor. Pek de haksız sayılmaz sanırım.

Belçika, Fransa ve Hollanda aslında bu durumda. Bir de gelin hep beraber, Harry Potter’ın anavatanı olan İngiltere’deki duruma bakalım.

Wales‘te yaşayan Ciaran ise İngiltere’deki ve Wales’teki Harry Potter hayranlığını şöyle anlattı:

Harry Potter, Britanya’da en çok bilinen kitap ve en çok izlenen filme sahip yapıt. Bizim jenerasyonumuzda doğan her çocuk, Birleşik Krallık’ta mutlaka bir filmine gitmiştir. Arkadaşlarımın çoğunun ilk okuduğu kitap Harry Potter oldu çünkü okulda okutuyorlar. İngiltere’de, film çekimlerinin yapıldığı yerlerde birçok turist mekanı bulunuyor. Bunlardan biri de Edinburgh Kalesi, J.K. Rowling’in Harry Potter kitaplarını yazmak için ilk ilham aldığı yer. Ayrıca Londra’daki Harry Potter stüdyoları çok güzel ve oraya altı kez gittim! Genellikle tüm biletleri satılmış oluyor, serinin ne kadar popüler olduğunun başka bir kanıtı.

Buradaki birçok otel ve restoran Harry Potter temasına sahip. Bu mekanlara ait bir makaleyi buradan okuyabilirsiniz.

Ayrıca her yıl düzenlenen bir convention mevcut. Bildiğim kadarıyla bu yıl Dublin, İrlanda’da olacak. Ayrıca Londra’da düzenlenen Lanetli Çocuk tiyatrosunun biletleri de gelecek yıla kadar satılmış durumda.

(Maalesef verdiği makale İngilizce, sizlerden gelen istek doğrultusunda Türkçeye çevirebiliriz!)

Diğer ülkeler hakkında da ufak tefek bilgilerim olsa da, kaba tabirle Avrupa’da Harry Potter yaklaşımı bu şekilde. Son olarak ise İsveç’te nasıl olur diye merak ederek bir İsveçli olan Anton‘a bu soruyu yönelttim. Her ne kadar kendisi fantastik kurguların çok fazla takipçisi olmasa da genel olarak İsveç ve Harry Potter hakkında bilgi vermeyi ihmal etmedi.

İsveç’te sürekli olarak Harry Potter etkinlikleri düzenleniyor. Katılımcı sayısı ise çok fazla, bu yüzden J.K. Rowling hayran kitlesinin (sadece Harry Potter değil, Cormoran Strike gibi farklı kitaplarını da içine katabiliriz) çok büyük olduğunu biliyorum. İsveç aktif Facebook grupları olarak Swedish Rowling Fan Club (İsveç Rowling Hayran Kulübü) ve Pottersajten bu etkinlikleri düzenleyen en büyük iki grup.

Kendisinin bahsettiği etkinlikler genel olarak yaz aylarında olduğu için ben maalesef katılamadım. Fakat birkaç etkinliğin afişini okulda ve birazdan bahsedeceğim dükkanda bulmak mümkündü. Evet, içim acıyarak, gidemeyeceğimi bilerek o afişleri hayal kırıklığıyla süzdüm.


Yazının sonlarına doğru gelirken, eğer yolunuz İsveç / Stockholm şehrine düşerse, Gamla Stan (Old Town / Eski Şehir) olarak bilinen tarihi bölgede çok güzel bir dükkan mevcut. Science Fiction Bokhandeln isimli bu dükkanda lisanslı Harry Potter ürünleri bulmak mümkün. Ayrıca aklınıza gelebilecek her türde Bilimkurgu/Fantastik ögelere sahip yapıtlardan da ürünler satıyorlar. En göze çarpan ürünler Harry Potter, Star Wars ve H.P. Lovecraft kitapları/ürünleriydi.

Star Wars Serisi

Dükkanda aksiyon figürlerinden kupalara, kitaplardan  ve filmlerden aşina olduğumuz eşyalara kadar her şeyi bulabilirsiniz – hatta dükkanın biraz içerisine girerseniz tavandan sarkıtılmış, insan boyutlarında bir Alien maketi bulabilirsiniz.

Maalesef kitapların çoğu İsveç dilinde olduğu için kendime alamadım. Bu kitaplar arasında bütün Star Wars serisi, Harry Potter kitapları (Fantastik Canavarlar, Çağlar Boyu Quidditch gibi bilinenlerin yanı sıra Türkiye’de satışı pek bulunmayan Harry Potter kitapları da) mevcut. Ayrıca bilgisayar oyunlarından Fallout ve Witcher – kitaplarının yanında – kupalarını, figürlerini ve daha birçoğunu bu dükkanda bulabilirsiniz.

Star Wars Modelleri

Alt katı bu tarz ürünlere ayrılmışken, bir kitap kiralayarak üst katındaki okuma yerlerinde bu kitaplardan da okuyabilirsiniz. Okumaktan sıkılırsanız, aynı zamanda kutu oyunları satan bir dükkan. Harry Potter ve Game of Thrones gibi hem güncel hem de büyük hayran kitlelerine sahip yapıtların kutu oyunları da bu dükkanda mevcut.

Game of Thrones Kutu Oyunu

En üzücü olanı ise, kur farkından ve İsveç’in genel olarak -çok- pahalı bir ülke olması nedeniyle, birçok ürüne sadece uzaktan ve fiyatlarını görerek bakmaktan başka bir şey yapamamdı – satılan Canavar Kitap yaklaşık 1200 küsür TL’ye geliyordu -. Yine de kendime ve arkadaşlarıma birer Bertie Bott’ın Binbir Çeşit Fasulye Şekerlemeri‘nden almayı ihmal etmedim. Dükkan içerisinden birkaç resmi aşağıda bulabilirsiniz.

Filmlerde Kullanılan Teknikler, Kostümler

Canavar Kitap

Büyücü Satrancı

Harry Potter’daki Yemeklerin Muggle Versiyonlarının Resmi Olmayan Kitabı

Hortkuluklar

Bu özel yazımızın – ve benim İsveç Harry Potter serüvenimle birlikte Erasmus dönemimin – sonuna geldik. Yazıya katkı sağlayan arkadaşlara buradan teşekkür ediyorum. Umarım yurt dışındaki Harry Potter hayran kitlesi ve İsveç’e özel bu dükkandan bahsederken sizlere güzel bilgiler verebilmişimdir.

Sizler bunun hakkında neler düşünüyorsunuz? Yurt dışı deneyimlerinizde Potter’a dair neler gördünüz? Bizimle paylaşmayı unutmayın!

Harry Potter ve Felsefe Taşı’nın Bizlere Ölüm Hakkında Öğrettikleri

$
0
0

Felsefe Taşı’ndan Ölüm Yadigarları’na kadar uzanan bir düşünceyi ve seriye olan etkilerini Felsefe Taşı’nın yirminci yılında Pottermore ile tekrar tartışıyoruz: Ölüm.

Harry Potter serisinin ilk kitabı, J.K. Rowling’in kedere, hayata ve ölüme bakış açısına temel oluşturuyordu.

Harry Potter ve Felsefe Taşı tamamen ölüm üzerine kurgulanmış bir kitap değil. Örneğin kitapta doğrudan kimse ölmüyor. Olanlarda tam manası ile ölüm değil, bunu derken Profesör Quirell’ı, üzücü ve şok edici bir durumla karşımıza çıkan Nicolas Flamel’i kastediyoruz. Kitap yine de bir şekilde ölümle ilgili.

Nasıl ölümle ilgili olmaz ki? J.K. Rowling, Felsefe Taşı üzerinde çalışmaya başladıktan altı sonra annesinin vefatı ile sarsıldı. Bu olay sadece kitabı değil, tüm seriyi de etkiledi. Rowling verdiği bir röportajda şunları söylüyordu:

“Eğer annemi kaybetmemiş olsaydım, Harry Potter diye bir şeyin olacağını söylemek gerçekten çok zor. Kitapları şimdi olduğu noktaya getiren şey onun vefatı.”

Bu açıdan bakıldığı zaman; hayat, keder ve ölüm üzerine çokça giden bir serinin temelleri Felsefe Taşı’nın üzerine atılmıştı. Kitabın basımının yirminci yılı, bu konuları tekrar irdelemek için çok güzel bir zaman..

Kitap, Tüm Serideki En Büyük Ölüm İle Başlıyor

Ölüm, Felsefe Taşı’nda ilk bölümlerde karşımıza çıkarken, küçük bebeğin ailesinin başına son derece üzücü bir şeyler geldiğini öğreniyorduk.  Harry gibi biz de o an için neler yaşandığını tam bilmesek de, yaşanan bu ölümler tüm seriyi etkilerken, Harry’nin de tüm hayatına yön verecekti.

Keder İçindeki Harry

Harry ailesinin vefatından duyduğu üzüntüyü her zaman içinde hissetse de, 11 yaşına kadar asıl kederi bilemedi. Büyücü olduğunu öğrendiği sene, annesi Lily ve babası James’in gerçek akıbetini de öğrenmişti. Ona söylendiği gibi bir araba kazası olmadığını, cinayete kurban gittiklerini artık biliyordu.

Bu yeni bilgi Harry’nin hayatında yeni bir yola çıkmasını sağladı. Harry’nin – yüreklerin en derininde yatan tutkuyu –   Kelid Aynası’nda gördüklerini hepimiz hatırlıyoruz. Diğerlerinin aksine, örneğin kendisini büyük başarılara imza atarken gören Ron gibi, Harry aslında hiç olamayacak olanı görüyordu; anne ve babası ile mutlu bir hayat.

İşte ölüm ve getirdiği keder arasındaki olay; sadece birinin vefatı değildir bizi üzen, ortak geleceğimizin ve olabileceklerin elimizden alınmasıdır veya bizden çalınan muhtemel mutlu anlarımızdır. Eğer o ölüm olmasaydı diye düşünebilir hatta her şeyi yok sayabilirsiniz ancak Dumbledore’un dediği gibi: “Düşler dünyasına dalıp gerçek dünyayı, yaşamayı unutmak doğru değildir.”

Felsefe Taşı, Serinin Ölüm Hilesi Temelini Oluşturuyor

Lord Voldemort bir çok şey olabilir, şeytani, güçlü, korkutucu ancak tüm bunların ötesinde ölmekten korkuyor. Hatta ve hatta serinin ilerleyen bölümlerinde, Voldemort, Dumbledore’a ölmekten daha kötü bir şey olmadığını da söylüyor. “Yanılıyorsun” diyor Dumbledore. “Aslında senin en zayıf noktan, ölümden daha kötü şeylerinde olduğunu anlayamaman,” şeklinde devam ediyor.

Voldemort’taki bu varoluşçu terör ya da güç arayışı, tüm seri boyunca onun temel motivasyonunu oluşturuyor. Voldemort’uHortkuluk yaratmaya iten şey, Felsefe Taşı’nı isteme sebebi ve içene sonsuz hayat sağlayan Yaşamİksir’ini tamamlamaya iten dürtü hep aynı.Her ne kadar ölümsüzlük, ölümü yenmek olarak görülse de Felsefe Taşı bunun gerçekten bir zafer olup olmadığını sorguluyor.

Biliyor musun” diyor Dumbledore ve ekliyor; “pek de öyle harika bir şey değildi Taş. Dilediğin kadar para, dilediğin kadar yaşam! Birçok insanın hemen isteyeceği iki şey – asıl sorun, insanların kendileri için en kötü şeyleri isteme tutkuları.”

Yaşam İksirine Uzanan Yol

Ölümü kandıramazsınız, öyle olduğunu düşünseniz bile ölümü kandırmanın istenmeyen sonuçları vardır. Felsefe Taşı’nda bu durum sadece Yaşam İksiri ile ilgili sınırlı değil. Başka yolların da olduğu açıkça anlatılıyor.

Örneğin tek boynuzlu at kanı; içen kişinin hayatı uzatır. Bu yüzden ProfessorQuirrell/Voldemort’u Yasak Orman’da bir tek boynuzlu at cesedinin yanında görmüştük. Ancak bunu yapmanın ölümcül sonuçları vardır. At-adam Frenze’den dinleyelim:

Tek boynuzlu at kanı, ölüm döşeğinde bile olsan, hayatta kalmanı sağlar, ama bedeli de korkunçtur. Kendini kurtarmak için tertemiz, savunmasız birini öldürürsün, dudaklarına onun kanı değer değmez de yarım yamalak, lanetli bir yaşam sürdürürsün.”

Felsefe Taşı kitabının hayalet kavramına değindiğini de söylemekte fayda var. Bu durum büyücü dünyasındaki ölümün doğası hakkında birçok soruyu da beraberinde getiriyor. Örneğin, hayaletlerin gerçek olduğunu bilen büyücülerin ölüm korkuları Muggleların ölüm korkusundan daha mı farklı? Muggle kültüründe ölümden sonra pek bir şeyin olmadığı düşüncesi onları korkuturken, hayaletlerin varlığı ölümün ötesinde başka bir yolun olduğunun kanıtı ise, büyücüler arasında ölüm korkusu bu sebeple daha mı az oluyor?

Durum tam olarak böyle değil. Harry Potter’daki bazı hayaletlerin de aynı korkuya sahip olduğu ve gerçekten ölmektense hayata bir şekilde tutunmaya çalıştıkları görülebilir. Neredeyse Kafasız Nick’i göz önüne alırsak, kendisi ne ölü ne de yaşıyor. Tek boynuzlu at kanı içip yarım bir hayat yaşamayı tercih eden biri gibi o da lanetlenmiş durumda. Harry Potter serisi boyunca kaçınılmaz olanı kandırmaya çalışanların her zaman bir cezası olmuştur.

Felsefe Taşı Serinin Ana Hatlarını Çiziyor

Konunun özünde Harry Potter serisi, ölüm ile ilgili düşüncelerimiz ve bu fikrin gerçekliğine olan yaklaşımımız hakkında. Yukarıda bahsedildiği gibi Lord Voldemort ölüm korkusu ve bu konuya olan takıntısı ile tanımlanabilir ve hayatını bu endişesine bir çözüm arayarak tüketiyor. J.K. Rowling’e göre bu durum pek de yaşanacak bir hayat değil. Ölümü hayatın bir süreci olarak kabul etmeli ve onu aldatmaya çalışmamalı. Rowling’in ölümün efendisi olma konusundaki sözlerini tekrar hatırlayalım:

“İnsanın gayreti ölümsüzlük için değil, faniliği kabullenme için olmalı.”

Bu ideolojinin Felsefe Taşı ile doğuşunu görebilirsiniz. Konuyu daha iyi anlamak için Dumbledore’un ve Voldemort’un ölüme yaklaşımlarını karşılaştırabilirsiniz. Dumbledore, dehşet içerisinde olan Harry’e taşın yok edilmesi gerekliliğini açıklarken şunları söylüyordu:

Senin kadar genç biri için inanılmaz bir şey bu, ama Nicolas’la Perenelle için uzun, çok uzun bir günden sonra yatağına çekilip uyumaya benziyor. Düzenli bir zihin için ölüm de büyük bir serüvenden başka bir şey değildir

Bu yaklaşım ve bilgelik Harry’e Ölüm Yadigarları sırasında da yol gösterecekti. Kendi ölümü ile yüzleşmek durumunda olan Harry, odaklanmış zihni ve cesareti ile kazanmış, Voldemort ise kaybetmişti.

 

Harry Potter ve Felsefe Taşı’nın yirminci yılını kutladığımız şu günlerde geriye dönüp bakmanın ve seriye yön veren derin düşünceleri tekrar değerlendirmenin son derece faydalı olduğu kanaatindeyiz.

Siz ne dersiniz? Felsefe Taşı yoğun duygularıyla gerçekten de tüm seriye bir temel oluşturmuyor mu?

En Fanatik Potterhead’lerin Bile Yanılabileceği 20 Harry Potter Gerçeği

$
0
0

Harry Potter dünyasının 20. yılı kutlamaları Potterheadler arasında tüm hızıyla devam ederken, kimi büyülü gerçeklerin henüz en fanatik Harry Potter izleyicisi tarafından bilinmediği durumlar olabiliyor. Bu bilinmezliklerin üzerindeki sihirli pelerini tek seferde çekip almak istedik ve sizlere TeenVogue’nun çalışmasını derledik!

1. Muhteşem Üçlü Ne Kadar Ders Çalışıyordu?

Film çekimleri esnasında bir sınıf sahnesi görürseniz anlayın ki Daniel Radcliffe, Emma Watson ve Rupert Grint gerçekten ders çalışıyorlardır! Genç oyuncuların eğitimlerinin aksamaması adına yapımcıların uyguladığı bu yöntem çekimler esnasında muhteşem üçlünün ödevlerini yapmaları ve yaşıtlarından geride kalmamaları konusunda oldukça verimli bir yol olmuş gibi gözüküyor.

2. Harry Potter Serisinin İlk Seçilen Oyuncusu Kim?

İlk film için oyuncu arandığı süre zarfında Hagrid’i canlandıracak oyuncunun Robbie Coltrane olmasına karar verildi ve Coltrane tüm karakterler içerisinde ilk seçilen oyuncu oldu.

3. Ejderha Kanı Ne İşe Yarıyordu?

Ejderha kanı sandığımızdan daha da büyülüdür. Bunu nasıl mı anlarız? İlk filmde senaristler bize ejderha kanının 12. kullanımının fırın temizlemek olduğunu söyler. Ne kadar da beklenmedik değil mi?

4. Hedwig’i Kaç Baykuş Oynadı?

Hedwig’i toplamda tamı tamına yedi baykuş oynadı ve hepsinin de isimleri vardı. Bunlardan bazıları şöyleydi: Gizmo, Kasper, Swoops Oh Oh, Elmo ve Bandit.

5. Baykuşlar Nereden Geliyordu?

Baykuşların tamamının Massachusetts’ten getirildiği söylendi. Aksanları ise Bostonlılar için büyük tartışma konusu oldu.

6. Bayan Norris’e Ne Oldu?

Ekip ilk film çekimleri boyunca ilginç kedi Bayan Norris ile oldukça zorlu anlar yaşadı. Çekimlerin ortasında kaçarak kaybolan Bayan Norris ancak 48 saat sonar sete döndü.

7. Quidditch Nasıl Keşfedildi?

Harry Potter serisinin yazarı J.K. Rowling Quidditch formatını kendisi için çok kötü geçen bir ayrılık sürecinin ardında yazdı.

8. Hermione İçin Seçmeler Nasıl Geçti?

Emma Watson, Hermione için seçmelere katıldığında, onun için çok sıradan bir okul günüydü.

9. Rupert Grint, “Ron” Rolünü Nasıl Aldı?

Rupert Grint, Ron karakterini neden oynaması gerektiğini anlattığı bir rap şarkısı yazarak rolünü kaptı! İlginç olansa Grint’in daha öncesinde hiçbir oyunculuk deneyimi olmamasıydı.

10. Dumbledore’un Asası Neyden Yapıldı?

J.K. Rowling güçlü büyücü Dumbledore’un asasının neyden yapıldığının sorulmasından çok korkuyordu. Ancak tabii ki bir cevabı vardı: Ölü Ağaç

11. Harry’nin Yara İzi Aslında Neredeydi?

Kitapta ve filmde Harry’nin görünüşüne göre küçük bir fark bulunuyor. Meşhur yara izi kitap kapaklarında Harry’nin alnının tam ortasında yer almakta.

12. Dumbledore İsminin Anlamı Ne?

Dumbledore oldukça güçlü bir büyücü, buna kimsenin itirazı yok. Ancak adının eski İngilizce’deki anlamı da bir o kadar komik: Yabanarısı

13. Ruh Emiciler Nasıl Yaratıldı?

J.K. Rowling kitapları yazdığı dönemde çok ağır bir depresyon süreci içerisine girdi. Bu ona ilham kaynağı oldu ve ruhunun yaralarını Ruh Emicileri yaratarak iyileştirmeye ve kendisini ifade etmeye çalıştı.

14. Serinin Son Sözleri Ne Olacaktı?

J.K. Rowling, “Her şey yolundaydı…” olan serinin son sözlerini aslında daha öncesinde “yara izi” olarak düşünmüştü. Ancak hikayenin gidişatı onun bu düşüncesini değiştirdi.

15. “Harry Potter ve Felsefe Taşı” Filmindeki Harry’nin Ailesinin Nasıl Öldüğünü Kim Yazdı?

Filmin senaryolaştırılması sürecinde bu kısımları bizzat J.K. Rowling’in kendisi yazdı. Zira, o gece olanları bilen tek kişi yazarın kendisiydi.

16. Hermione’nin Dişleri Nasıldı?

Kitaptakine uygun olsun diye Hermione’nin ağzına farklı yapıda bir diş takıldı ancak bir süre sonra ekip bu şekilde çekim yapmanın mümkün olmadığını fark etti ve bundan vazgeçildi.

17. Okul Açılışlarındaki Yemekler Gerçek miydi?

Evet hem de hepsi! İlk filmde bizzat Chris Columbus’un isteği üzerine taze yemeklerle donatılan masalar başta güzel gözükse de çekimlerden yemeye fırsat kalmadığı için temizlenmek zorunda kaldı.

18. Daniel Radcliffe İkinci Filmde Ne Yaptı?

Dobby’yi özgür bırakmak için çorabını kullanan Harry, bu sahnede bacağını gösterirken iyi görünmesi için tek bacağını tıraş etmek zorunda kaldı.

19. Hagrid’in Kulübesine Ne Oldu?

Tamamen gerçek olan bu kulübe daha sonra Harry Potter hayranları tarafından istilaya uğramasın diye yıkılmak zorunda kaldı.

20. Alan Rickman Neleri Biliyordu?

Severus Snape karakterini canlandıran Rickman, Harry Potter dünyasıyla ilgili hiç kimsenin bilmediği sırları ve gelecekteki filmlerde kitaplardan farklı olarak neler olacağını biliyordu ve bu sırları ona J.K. Rowling’in kendisi bizzat vermişti. (Ama sıkı FC takipçileri bunu zaten biliyordu.)

Kaynak: TeenVogue

Siz bu bilgilerden hangilerini biliyordunuz? Sizin için şaşırtıcı olanlar nelerdi? Bizlerle paylaşmayı unutmayın!

İlk Kitaptaki Harry’nin Paralel Evrenlerde Durumları Nasıl Olurdu?

$
0
0

Harry Potter serisinin en büyük dallanma noktası ise tabi ki ilk kitap olan Harry Potter ve Felsefe Taşı‘dır. Fakat hangi büyülü yollar gezilmedi? Bildiğimiz seriyi hangi seçimler değiştirebilirdi? Hadi hep beraber inceleyelim…

Hikayeler, hayata çok benzer şekilde, kararlar ile şekillenir. Lord Voldemort Harry’nin ebeveynlerini öldürmeye karar verdi. Albus Dumbledore bebek olan Harry’yi güvenliği için Dursleylerin yanına yerleştirmeye karar verdi; Dursleyler Harry’ye pislik gibi davranmaya karar verdi. Ve daha fazlası… Verdiğimiz kararlar, gidebileceğimiz yollar arasından seçtiğimiz yollardır.

İşte bizim merakımız burada başlıyor. Takip edilmemiş yollar – vermediğimiz kararlar, ve daha farklı karar verseydik neler olurdu? Kuantum mekaniklerinde, bu çoklu-evren teorisi olarak bilinir. Teori şöyledir: her bir karar aslında bir ağacın dallarından biridir ve bütün alternatif kararlar da diğer dallara açılır, başka gerçekliklerde.

Harry Potter Muggle Dünyasında Büyümeseydi Ne Olurdu?

Felsefe Taşı‘nın ilk bölümünden büyük bir karar verilmişti: Albus Dumbledore Harry Potter’ı Muggle akrabaları olan Dursleylere vermeyi seçmişti, bu sayede Harry normal bir şekilde büyüyecekti.

Fakat ya Dumbledore başka bir şeye karar verseydi? Ya Harry annesinin kanının olduğu yerde olmaya gerek duymasaydı? Ya büyülü dünyada büyüseydi? Şöyle ki, kesin olan bir şey varsa, kitaplarda tanıdığımız mütevazı, alçak gönüllü ve “normal” Harry Potter var olmazdı. Hogwarts’a büyüyü ve kendi ününü tamamen bilerek giderdi. Küçük bir Gilderoy Lockhart olabilir miydi? Ya da belki, binlerce büyülü selfie çekim isteğinden sonra (‘saçını kaldırır mısın, yara izini görmek istiyoruz da’) tanınmışlığından bıkmış olarak büyüyebilirdi. İki şekilde de, Lord Voldemort’u yenmesi için gerekli olan dayanıklılığı bulamazdı. Dursleylerle olan çocukluğu kesinlikle mutlu değildi, fakat en azından onu o yapan bu çocukluktu.

Harry, Ron’la Peron Dokuz Üç-Çeyrekte Karşılaşmasa Ne Olurdu?

Her karar direkt olarak verilemez tabii ki. Bazı şeyler şans tarafından yolunu bulur. Harry’nin Ron Weasley ile peron dokuz üç çeyrekte karşılaşıp da büyülü bariyeri geçmesini sağlayan olayı ele alalım. Şans başka bir şekilde gülseydi neler olurdu?

Harry muhtemelen Hogwarts Ekspresi’ni yakalamakta zorlanırdı. Hadi gelin bu problemi kendi kendine çözebildiğini varsayalım. Burada çok farklı “dallanmalar” söz konusu. Harry, Ron ile King’s Cross İstasyonu‘nda tanışmasa, Hogwarts Ekspresi‘nde beraber oturmazlardı, şekerlemelerle birlikte arkadaşlık kurmazlardı, ve Ron asasını çıkararak Hermione Granger’ın ilgisini çekemezdi, ki kendisi Harry Potter serisinin en önemli karakterlerinden biridir.

Harry Potter serisindeki olaylar, Ron’un arkadaşlığı olmadan gelişemeyebilir miydir? Mesela Harry Neville Longbottom‘ı bulsaydı, ya da Draco Malfoy‘u? Herhangi biri Felsefe Taşı’nı aramasında ona yardım eder miydi, ya da devasa bir büyücü satrancını yenmesinde yardım edebilir miydi?

Harry Slytherin’e Yerleşseydi Ne Olurdu?

Bu devasa bir kara: Harry Potter serisi iki yoldan birine bu anda ayrılabilirdi. Harry Slytherin’e seçilesydi, gideceği yolu dramatik bir şekilde değiştirirdi. Ron ve Hermione ile olan arkadaşlığının bu denli güçlü olabileceği şüpheli olurdu. Bu yine de Draco Malfoy ile arkadaş olacağı manasına gelmiyor. Her şey bir yana, o en kötüsü sonuçta.

Ron ve Hermione’nin desteği olmadan, Harry’nin serideki büyük gizemleri çözme yeteneği de muallakta kalıyor. Belki de süper-zeki, kahraman bir Slytherin arkadaşı ona yardım ederdi? Ya da Felsefe Taşı’nı bulmada basitçe başarısız olurdu ve sonucunda büyücülük dünyası karanlığa dört yıl erken batardı? Böyle bile olsa, Harry, Harry Potter ve Sırlar Odası‘nda Seçmen Şapka’dan Gryffindor’un Kılıcı‘nı çekebilir miydi?

Ron Hermione’ye Karşı Kaba Olmasaydı Ne Olurdu?

Bu, önemsiz gibi görünürken aslında çok önemli olan şeylerden biridir. Harry ve Ron zaten arkadaş olduğu fakat süper-zeki fakat kendini beğenmiş Hermione ile henüz bağ kurmadığı erken zamanlara gidelim. Aslında, Tılsım dersindeki gösterisinden sonra, Ron özellikle bu kıza karşı kabaydı: “Tevekkeli kimse katlanamıyor bu kıza,” dedi. “İnsan değil, karabasan.” Hermione bunu duyduktan sonra gözyaşları içinde kaçmıştı.

Şimdiyse, tabi ki, Harry, Ron ve Hermione farklı bir şekilde bağ kurabilirdi. Fakat olduğu gibi, Hermione’nin kızlar tuvaletine gitmesi, bir troll ile karşılaşması, Hermione’yi kurtarma görevinde Ron ve Harry’nin yola çıkması tamamı ile Ron’un kaba konuşmasıydı.

Peki neden bu zincirleme olaylar bu kadar önemli? Çünkü daha önce de bahsettiğimiz gibi, Hermione serideki en önemli karakterlerden biri: üçlünün her yıl çözmesi gereken gizemlerde kilit rol oynayan bir deha. Felsefe Taşı‘nı ele alalım, Hermione Nicolas Flamel‘in gizemini çözen kitabı bulmuştu. Ya da bunun da ötesinde, Sırlar Odası kitabında bilinçsizken odanın gizemini aydınlatmıştı. Ya da Azkaban Tutsağı‘nda Zaman Döndürücü ile günü kurtarmıştı. Liste böyle uzar gider.

Eğer üçlümüz bu troll sayesinde bağ kurmasaydı, Harry ve Ron Hermione ile en yakın arkadaşlar olmasaydı, koca Harry Potter serisinin Harry ve Ron’un etrafta dolaşıp hiçbir şey  çözememesinden ibaret olurdu. Voldemort’un zaferi hızlı ve kolay olurdu.

Harry Potter ve Felsefe Taşı’nın 20. yılı kutlamaları için bu ilk hikayeden temalar, anlar ve karaktarler daha fazla keşfedilecek. Sizler Pottermore‘un bu etkinliği hakkında neler düşünüyorsunuz? Bizlerle paylaşmayı unutmayın!

Harry Potter’ın 20. Yılına Özel İki Yeni Kitap Geliyor!

$
0
0

Bloomsbury Yayınevi, ilk Harry Potter kitabının yayınlanmasının 20. Yılında iki yeni Harry Potter kitabının daha yayınlanacağını açıkladı!

Yayınlanacak kitaplardan ilki Sihir Tarihi ve Araştırmaları (Harry Potter: A History of Magic), Hogwarts Cadılık ve Büyücülük okulunda yapılan araştırmaları ele alırken, yayınlanacak ikinci kitap olan Harry Potter: Sihir Tarihine Yolculuk (Harry Potter, A Journey Through a History of Magic) ise okuyucuyu Harry Potter dünyasında tarihi bir gezintiye çıkarırken, büyülerin, fantastik canavarların, ünlü büyücüler ve cadıların bilinen hikayelerinin daha derinlerine ve arka planlarına davet ediyor.

Her iki kitabında İngiltere’de 20 Ekim 2017’de raflarda yerini alması bekleniyor.

Yayınlanacak olan iki kitap, büyülü evren hakkında daha çok şey keşfetmenizi sağlayacak. Bloomsbury’nin üç aylık ticari raporu geçtiğimiz Salı günü yayınlanmıştı. Rapora göre, 31 Mayıs 2017 itibariyle yayınevi, fiziksel satışlarda yıllık ölçekte %19 gibi bir kar elde etti. Yayınevinin dijital satışlardaki karı ise %16 olarak gerçekleşti. Bloomsbury yönetim kurulu sene sonuna kadar elde edilen verilere göre kar seviyelerinde istikrarlı bir durum gözlemleneceğini tahmin ediyor.

Bunun yanı sıra, Bloomsbury, dijital medya satışları ve reklamlarında da oldukça iyi durumda olduklarını açıkladı. Ayrıca yeni kurulan Bloomsbury Müzik ortamının ilk verilerinin olumlu olduğu belirtilirken, yayın evi bu ay sonunda Bloomsbury Dizayn Kütüphanesini açmayı planlıyor.

Harry Potter hayranları arasında yaşanan başlıca tartışmalardan olan ve sitemizde de zaman zaman yer alan, dijital medya ve basılı ürün tartışması devam ede dursun, kütüphanelere eklenecek iki yeni Harry Potter kitabı gerçekten heyecan verici. Üstelik tanınmış büyücü ve cadıların detaylı incelemesinin yer alacağı hatta sihir tarihine ışık tutacak bir çalışmanın kitap olarak bir araya getirilmesi son derece güzel. Umarız dilimizde de okuma fırsatı buluruz! Siz ne dersiniz?

Alnwick Şatosu’nda Gerçek Bir Hogwarts Deneyimine Hazır mısınız?

$
0
0

Bu sene dünyanın dört bir yanında Harry Potter ve Felsefe Taşı’nın yayımlanışının yirminci yıl dönümü kutlanıyor. Bunlardan biriyse sizlere Potter ruhunu dibine kadar yaşamanızı sağlayacak olan Alnwick Şatosu’nda gerçekleşiyor!

İngiltere’de bulunan Alnwick Şatosu, gerçek bir Hogwarts gibi. Zaten ilk iki Harry Potter filminin okul sahnelerinin büyük kısmı bu şatoda çekilmişti. Şatonun duvarlarından tutun da avlusuna kadar, her Potter hayranı o ikonik araziyi ve mimariyi hatırlayacaktır. Şato düzenli olarak turistlerin ziyaretine açıkken şimdi de bu yaz hayranların gidip kitabın yıl dönümünü kutlayabileceği özel bir Harry Potter Büyücü Hafta Sonu etkinliğine de ev sahipliği yapıyor.

Sihir numaraları, kalabalığın arasına karışan kostümlü karakterler, baykuşlar ile Harry ve arkadaşlarının ilk uçuş eğitimi aldıkları avluda verilen “süpürge uçuş eğitimi” gibi birçok özel aktivite de etkinlikte yer alıyor. Genç ziyaretçilerin tam bir Hogwarts deneyimi yaşaması için cadı ve büyücü gibi giyinmeleri de ayrıca teşvik ediliyor.

Hafta sonu boyunca kostümlü rehberler tarafından şatonun dışında turlar da yapılacak. Ziyaretçiler, sahnelerin çekildiği yerleri gezebilecek, film çekimleriyle ilgili bilgiler alabilecekler. Şato’nun etrafında çekilebilecek muhteşem fotoğrafların yanında Ford Anglia’nın bir replikası da ziyaretçilerin onunla fotoğraf çekebilmesi için orada bekliyor olacak. Ford Anglia’yı hatırlarsınız, Harry ve Ron’un ikinci senelerinin başında Hogwarts’ın bahçesine daldıkları uçan arabaydı.

Tur ve uçuş dersleri de bilet ücretine dahilmiş. O zaman yapılacak tek şey süpürgelerimizi almak ve muhteşem bir hafta sonu için Alnwick Şatosu’na gitmek! En azından gidebilenler öyle yapabilir… Siz ne düşünüyorsunuz, orada olmayı istemez miydiniz?

Yeni Gelecek Kitaplara İlk Bakış!

$
0
0

Geçtiğimiz gün haberini yaptığımız üzere ilk kitabın yayınlanmasının 20. yılında Harry Potter evrenine ait iki kitap daha geliyor! Hadi gelin bu iki kitaba ait yayınlamış kapak ve diğer detaylara göz atalım.

Harry Potter ve Felsefe Taşı’nın yayınlanmasının 20. yılı şerefine, kitapların yayıncısı Bloomsbury yayınevi, İngiltere Kütüphanesi için açılan sergide bu sonbahar içerisinde yayınlanacak iki kitabın kapağını serinin sevenleri ile buluşturdu. Aşağıda Harry Potter: Sihir Tarihine Yolculuk kitabının görselini bulabilirsiniz.

Harry Potter: Sihir Tarihine Yolculuk kitabının İngiltere’de 20 Ekim 2017’de yayınlanması beklenirken, İngiltere’nin köklü yayınevlerinden Bloomsbury ile İngiltere’nin en iyi yazarlarından biri olan Rowling’i tekrar bir araya getiriyor. Kitap okuyucularına, Hogwarts Cadılık ve Büyücülük okulundaki çalışmaları inceleme şansı verirken, serinin sevenlerini bir kez daha İksir ve Sihirli Yaratıkların Bakımı konularının içine çekiyor.

Kitaptaki bölümlerde, el yazmalarından eskizlere, illüstrasyonlardan dünyanın değişik kütüphanelerinden toplanmış ilgili eserlere kadar eşsiz hazineler bulunuyor.  Ayrıca Steve Backshall, the Reverend Richard Coles, Owen Davies, Julia Eccleshare, Roger Highfield, Steve Kloves, Lucy Mangan, Anna Pavord ve Tim Peake gibi uzman yazar ve kültür yorumcularından oluşan bir kadro da neredeyse her bir konu başlığı için makaleler kaleme almış durumda.

Okuyucuları başka sürprizler de bekliyor; Rowling’in sihirli icatlarının ve tarihi açıklamalarının yanı sıra; antik büyü kitapları, Yaşam İksiri’nın sırrını açıklayan parşömenler, ejder kanı şişeleri, at-adamlar ve gerçek bir cadı süpürgesi çizimleri de sevenlerin karşısına çıkacaklar arasında.

Daha önce dünya üzerinde çeşitli yerlerde açılan sergileri kaçıran Harry Potter hayranları için yayınlanacak olan kitap gerçekten muazzam bir hediye olacak gibi.

Harry Potter: Sihir Tarihine Yolculuk kitabı, simyadan tek boynuzlu atlara, antik sihir tarihinden Harry’nin Hogwarts zamanlarına kadar uzanan bir zaman ve yelpaze sunarken, Rowling’in taslakları ve çizimlerini de içeriyor. Kitapta daha önceden İngiltere Kütüphanesinde yer alan Jim Kay tarafından yaratılan sihirli ve harika tasarımları bulmak da mümkün.

Kitapta Hogwarts müfredatını bulmak da mümkün; Bitkibilim, Karanlık Sanatlara Karşı Savunma, Astronomi ve daha fazlası çoktan yerini almış. Felsefe Taşı’nın gerçekten var edilme amacını okurken, kendi iksirinizi hazırlayabilir ve görünmez mürekkebin sırrını keşfedebilirsiniz. Ejderhaların tarihini öğrenirken, cadıların neden süpürge kullandıklarını anlayabilir, harika denizkızı tasvirlerini inceleyebilir, gök bilimcileri ve simyacıları tanıyabilirsiniz.

Felsefe Taşı kitabının basımının yirminci yılında, raflarda yerini alacak olan kitap, her Harry Potter severin kütüphanesinde mutlaka bulunması gereken bir eser.

Unutmadan söylemek gerek; 20 Ekim 2017’de yayınlanması planlanan iki kitap Rowling tarafından hazırlanmadı ve doğrudan Rowling’in kaleminden çıkan bir bölüm bulunmayacak. Ancak, her iki kitapta Rowling’in onayını aldı. Rowling kitapları, Harry Potter kitaplarını destekleyen ikincil eserler olarak tanımlıyor.

Gerçekten özgün bir içeriği olacak kitaplar, şu an yurtdışında ön siparişe açılmış durumda. Umuyoruz ki ülkemizde de raflardaki yerini kısa süre içerisinde alır.


Felsefe Taşı’nda Geçen ve Önemi Sonradan Anlaşılan 6 Büyülü Nesne

$
0
0

Kabul edelim ki Harry Potter dünyasıyla ilgili her şey ama her şey ilgimizi fazlasıyla çekiyor. Ama ilk kitabın ve filmin heyecanıyla bazı büyülü nesnelerin gelecek bölümlerde bu kadar önemli hale geleceğini tahmin edebilir miydik? Gelin Felsefe Taşı‘nda gördüğümüzde ağzımızı açık bırakan bu nesnelerin sonraki kitaplarda ve filmlerde kazandıkları önemlere birlikte göz atalım!

Pejmürde görünümlü şapkalardan tutun da büyülü aile yadigarlarına kadar, Harry’nin Hogwarts’ta geçirdiği ilk yılı, önemini ilerleyen yıllarda anlayacağımız büyülü nesnelerle doluydu. İşte size bunlardan birkaçı. Bol miktarda spoiler içerir!

 1. Dumbledore’un Işıkemer’i

Işıkemer, filmlerde gördüğümüz ilk büyülü nesneydi. Harry Potter ve Felsefe Taşı’nda onu Püfür adıyla tanımıştık ve Dumbledore Privet Drive’da sokak lambalarını söndürmek için kullanmıştı. O zamanlar bu nadir görülen nesnenin bu kadar önemli hale geleceğini hangimiz tahmin edebilirdi ki?

Sonradan Dumbledore’un isteğiyle Ron’a bırakılan Işıkemer, fazladan büyülü özelliklere sahip olmasaydı, Ron Ölüm Yadigarları’nda Harry ve Hermione’yi bir daha bulamayabilirdi. Ayrıca Ron onu bulduğunda, Harry Hortkuluk uğruna neredeyse boğulmak üzereydi. Yani, ışıkemer bir yerde Harry’nin hayatını kurtardı da diyebiliriz.

2. Harry’nin Asası               

Harry’nin hayatında sonradan etkili hale gelen bir başka obje ise Ollivander‘ın dükkanında keşfettiği asasıydı. Daha doğrusu, asa Harry’yi keşfetmişti. Ollivander, Harry’nin asasının çekirdeğini oluşturan tüyü veren anka kuşuyla ilgili gizemli şeyler söylediğinde bu asanın belirli bir öneme sahip olduğunun ipuçlarını almıştık. Sonradan bu ankanın Dumbledore’un Fawkes’ı olduğunu öğrenecektik. Fawkes, Harry’nin asası dışında bir başka asa için daha bir tüy vermişti ve oldukça ironik bir şekilde bu diğer asanın sahibi de Voldemort olacaktı.

Daha sonra, bu iki asa arasındaki ilişki oldukça önemli bir hal aldı. İkiz çekirdekler sayesinde, Harry’nin asası Voldemort’unki ile karşı karşıya geldiğinde aralarında bir bağ oluşmuş ve ‘Priori Incantatem‘ etkisi sayesinde Harry’nin hayatı kurtulmuştu. Ancak, yıllar yıllar öncesine, Ollivander’ın dükkanındaki o ana dönecek olursak; Harry’nin, kendi asasının Voldemort’unkiyle ilişkisinin ne anlama geldiği ile ilgili hiçbir fikri yoktu. O zamanlar bunun sadece çaresi olmayan bir durum olduğunu düşünmüştü. Petunia Teyze’yle ilişkisi gibi, örneğin..

 3. Seçmen Şapka

Ron sayesinde Harry hangi binada yer almak istediğini biliyordu (tabii ki Gryffindor), ve hangisini kesinlikle istemediğini de… (elbette Slytherin). Ancak tahmin etmediği bir şey vardı ki o da bina seçimini şapkanın yaptığıydı.

Seçmen Şapka Harry’ye, Slytherin’in önemli bir büyücü olmak konusunda ona yardımcı olabileceğini söylemeye çalıştı. Ama Harry kararlıydı ve sonuç olarak şapka onu Gryffindor’a yerleştirdi. O an gelip de Sırlar Odası’nda Harry’nin yeniden peşine düştüğünde, Harry’nin Slytherin’in varisi olduğu iddia edildi ve Harry aynı Voldemort gibi çataldili konuşabildiğini fark etti. Ama seçmen şapka Harry’ye Godric Gryffindor’un kılıcını getirdi ve Harry bu kılıçla Tom Riddle suretindeki Voldemort ile savaştı. Kendini işte o zaman gerçek bir Gryffindor gibi hissetti.

4. Bezir

Profesör Snape’in ilk iksir dersini hatırlayın. Harry’ye, bir keçinin midesinden alınan bezirin eğer doğru bir şekilde kullanılırsa zehirlenen bir kişinin hayatını kurtarabileceğinden bahsediyordu.

Harry Potter ve Melez Prens’te, Harry’nin kitabı olmadığı için iksir sınıfındaki depodan aldığı, her yeri notlarla kaplı İleri Derece İksir kitabı bu noktada oldukça etkili olmuştu. Panzehirlerle ilgili bir sayfanın kenarına düşülen notta şu sözler yer alıyordu: Sadece boğazından aşağı bezir tıkın. Harry bunların Snape’in notları olduğunu bilmiyordu. Ama Ron Dumbledore’u öldürmek için hazırlanan bir içkiyle zehirlendiği zaman, bu talimatlar ve bezir dolu bir dolap sayesinde Ron’un hayatı kurtulmuştu.

5. Harry’nin İlk Snitch’i

Muhteşem uçuş yeteneği sayesinde, Harry’nin Gryffindor arayıcısı olması adeta kaçınılmazdı. Daha az tahmin edilen şey ise Harry’nin ilk maçında, Gryyfindor’un Slytherin karşısında gizli bir zafer kazanmasına nasıl katkı sağlayacağı idi- Snitch‘i neredeyse yutarak yakalamıştı.

Bu alışılmışın dışındaki yöntem, Snitch’e Ölüm Yadigarları’na kadar öğrenemeyeceğimiz belirli bir önem kazandırmıştı. Dumbledore’un vasiyeti üzerine Snitch, Harry’ye teslim edilinceye kadar… Sihir Bakanı Rufus Scrimgeour Snitch’i Harry’ye ellerinde eldiven takılıyken teslim ettiğinde, Snitch’in ona dokunan kişinin dokunuşunu hatırlayabildiğini açıklamıştı.

Dumbledore’un Snitch’i ne zaman ve nasıl kurtardığını bilmiyoruz, ama Harry Dumbledore’un neden Snitch’i kendisine tekrar gönderdiğini biliyordu. Snitch’e dudaklarını değdirdiğinde, mesajın ortaya çıkacağını bildiği kadar emindi bundan- Kapanışta açılırım. Daha sonra Harry, ‘Ölmek üzereyim’ diye fısıldadığında Snitch açılmış ve bunca zamandır içinde sakladığı, üç yadigardan ikincisini ortaya çıkarmıştı- Diriltme Taşı. Bunun sayesinde Harry, Voldemort’la yüzleşmeden önce sevdikleriyle konuşma fırsatı yakalamıştı.

6. Görünmezlik Pelerini

Görünmezlik Pelerini, Hogwarts’taki ilk Noel’inde Harry’ye hediye olarak gelmişti. Pelerin, Dumbledore’dan gelmişti ama Harry o zamanlar pelerinin aslında babasına ait olduğunu bilmiyordu.

Böyle pelerinlerin ne kadar değerli olduğunun altını çizen Ron’du; ancak o bile Harry’ninkinin ne kadar nadir olduğunu bilmiyordu. Çünkü bu pelerin, Ölüm Yadigarları’nın sonuncusuydu. Dahası, Harry’nin Ignotus Peverell‘in soyundan geldiğini öğrendik, yadigarların üç orijinal sahibinden birinin. Efsaneye göre pelerin Ignotus Peverell’e, Peverell kardeşleri kandırıp onları kendi tarafına çekmeye çalışan Ölüm tarafından verilmişti. Kardeşleri Ölüm’ü yenmek için karanlık güçlere sahip sihirli objeler isterken, bilge Ignotus basitçe Ölüm‘den yakasını kurtarmak istemişti. Dahası, Harry’nin sahip olduğu Görünmezlik Pelerini’nin kaç yıllık olduğuna dair en küçük bir göstergesi bile yoktu. Her türlü büyünün ve lanetin üstesinden gelebilecek şekilde tasarlanmıştı.

İlk başta Harry pelerini Hogwarts’ta gizlice dolaşmak için kullanıyordu. Pelerinin gerçek önemi açığa çıktıktan sonra Harry bunun gerçekten tekrar düşünmesi gereken bir şey olduğuna karar verdi. Bir zamanlar gecenin bir yarısı bebek bir ejderhayla randevusunu takiben Hogwarts’ın en yüksek kulesinin tepesinde bıraktığı şeyin bir Ölüm Yadigarı olduğunu…

Harry Potter ve Felsefe Taşı kitabının 20. yılını kutladığımız bu günlerde umarız anıları yad etmek hoşunuza gitmiştir. Yorumlarınızı bizlerle paylaşmayı unutmayın!

Yeni Keşfedilen Kurt Örümceği Türünün Adı Yine Potter Dünyasından!

$
0
0

Dnaindia.com‘a göre Tahran Üniversitesi’ndeki araştırmacılar yeni keşfettikleri bir kurt örümceğine Hagrid’in tatlı mı tatlı dev örümceğin adını Aragog‘a ithaf ettiler!

Takipçilerimiz hatırlayacaktır, daha önce de başka canlılara Harry Potter dünyasından isimler verilmişti. Bunlardan birisi Harryplax severus, bir diğeri ise Eriovixia gryffindor idi. Şimdiyse sırada Lycosa Aragogi var!

Buluşu yapılan örümcek 2,5 santimetre boyutlarında ve üst kısmında iki siyah, üç beyaz çizgi şeklinde saçlara sahip. Bilimsel adı ‘Lycosa Aragogi’ olan örümcek görünüşe göre yakışıklı bir görünüşe de sahip. Ağzının yanındaki uzantılardaki saçlar oldukça karizmatik bir görünüm sunmuş. Film yapılırken Aragog da bir kurt örümceğinden esinlenilerek hazırlandığı için yeni keşfedilen bu canlıya onun adını vermeyi düşünmüşler. Yapılan çalışmalarda ikisi arasında daha fazla benzerlikler de bulunmuş.

“Biz bu buluşu yaparken serinin de 20. yılı olduğu için bu harika seriyi kutlamak için bunun güzel bir fikir olduğunu düşündük,”

diyor Tahran Üniversitesi‘nden Alireza Zamani.

Diğer örümceklerin aksine kurt türü örümcekler ağ örmek yerine kendilerini yere gömerler. Ayrıca ebeveynlik içgüdüsüne de sahip. Sırtında taşıdığı yumurtalarını bebeklerin güneşten beslenmeleri için sürekli gün ışığına taşırlar. Zamani;

“Bu ebeveynlik davranışı ‘Acromantulas’ kolonisindeki yavrularını seven Aragog’dan çok da farklı değil. Öyle ki yavrularının Harry Potter ve Ron Weasyley’den beslenmelerine karşı çıkmıyordu.”

J.K. Rowling‘in büyü dünyası, günümüz için bir esin kaynağı olmaya devam ediyor. Bakalım Fantastik Canavarlar bundan yıllar sonra nasıl anılacak?

Gerçekten de büyülü, değil mi?

Eriovixia Gryffindori olarak adlandırılan örümcek türü hakkındaki haberimiz için buraya tıklayabilirsiniz!

* Harryplax Severus adını verdikleri küçük bir yengeç türü hakkındaki haberimiz içinse buraya tıklayabilirsiniz!

Fantastik Canavarlar’ın Yeni Resimli Özel Baskısına Detaylı Bir Bakış Atıyoruz!

$
0
0

Geçtiğimiz günlerde Pottermore, Fantastik Canavarlar Nelerdir Nerede Bulunurlar kitabının yakında çıkacak resimli baskısına yakından göz atmış. Tamamı resimlendirilmiş bu baskının kapakları yayımlandı bile. Olivia Lomenech Gill‘in çizimlerinden oluşan kitap bu yılın sonlarında yayınlanacak. Pottermore sayesinde elimize geçen birkaç görselle haber içeriğine hep birlikte göz atalım!

Yeni kapaklar “yazar” Newt Scamander‘ın gezilerinde keşfettiği canavarlardan bazılarını öne çıkardı. Scholastic‘in tercih ettiği kapakta Grifin yer alırken, Bloomsbury‘nin kapağı koleksiyona bu yılın başında eklenen altı yeni canavardan birinin ressam Olivia’nın yorumladığı şekline odaklanıyor: parlak, mavi renkte bir Okami.

Bloomsbury kapağı.

Scholastic kapağı.

 

 

 

 

 

 

 

Pottermore haber ekibi aynı zamanda kitabın içine de yakından bakmış, baskıda insan başına ve aslan gövdesine sahip olan akıllı yaratık Sfenks’in görkemli yeni bir tasviriyle karşılaşacağız. Sfenks karşımıza ilk defa Ateş Kadehi‘nde Harry’ye bilmece sorarken çıkmıştı.

Ayrıca büyüleyici bir pijama giymiş bir gulyabaniyi de görüyoruz, belki de sanatçı burada Ron’un giydirip kendisi gibi yutturmaya çalıştığı Weasley’lerin evindeki Gulyabani‘den esinlenmiştir. Yayımlanan diğer yaratıklar arasında Quidditch topu Altın Snitch‘in ortaya çıkmasında rol oynayan sevimli bir Sinicit, tek boynuzlu at ve çok da cana yakın durmayan bir Mantikor bulunmaktadır.

Kitabı resimleştiren sanatçı Olivia Lomenech Gill ödül kazanmış bir sanatçı olup önceki resimleştirdiği kitaplar arasında Michael Morpurgo ve Francesca Simon’un kitapları da yer almaktadır. Sanatçı büyülü yaratıkları karakalem çalışmaları ve suluboya gibi farklı teknikler kullanarak yeniden tasarlayıp çizmiştir. Fantastik Canavarlar Nelerdir Nerede Bulunurlar Resimli Baskısı İngiltere’de Bloomsbury, Amerika’da Scholastic tarafından 7 Kasım 2017’de yayımlanacak.

Öne çıkan bu görsellerden eminiz Newt Scamander çok etkilenirdi. Sizin favoriniz hangisi oldu? Kitabın yeni baskısı dilimize kazandırılır mı, henüz bilmiyoruz. Şimdilik hevesle gözlerimizi Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık‘a çevirmekten başka yapabileceğimiz bir şey yok gibi.

Yorumlarınızı paylaşmayı unutmayın!

Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı’ndaki İlginç Detay: “Kim Bu Pis Çocuk?”

$
0
0

Harry Potter hayranlarından biri kitapları tekrar okurken bu sefer son kitaptan başlamaya karar vermiş. Zümrüdüanka Yoldaşlığı kitabına geldiğinde dikkatini çeken bir sahne olmuş. Söz konusu sahne Harry ve Dudley, Ruh Emicilerin saldırısına uğradıktan sonra evde geçen bir konuşmayı içeriyor. Bu olaya daha önce çoğunuz dikkat etmemiş olabilir!

Gelin önce o sahneyi hatırlayalım:

“Kaç kere söyleyeceğim?” dedi Harry, sinirlenmeye başlayıp sesini yükselterek. “Ben yapmadım! İki Ruh Emici yaptı!”

“İki – neydi o zırvalık?”

“Ruh-E-mi-ci-ler,” dedi Harry, tek tek heceleyerek. “İki tane.”

“Bu canına yandığımın Ruh Emiciler’i de neyin nesiymiş?”

“Büyücü hapishanesi Azkaban’ın muhafızları,” dedi Petunia Teyze.

Bu sözcükleri iki saniyelik rahatsız edici bir sessizlik izledi. Hemen sonra, Petunia Teyze iğrenç bir küfür etmişçesine ağzını eliyle kapadı. Vernon Enişte yuvalarından uğramış gözlerle ona bakıyordu. Mrs. Figg haydi neyse de – Petunia Teyze?

“Nereden biliyorsun bunu?” diye sordu, afallamış halde.

Petunia Teyze kendinden tiksinmiş gibiydi. Özür dileyen, korku dolu gözlerle Vernon Enişte’ye baktı, sonra elini at gibi dişlerinin önünden indirdi.

“O pis -çocuk- ona söylerken duydum – yıllar önce,” dedi kesik kesik konuşarak.

“Annemle babamdan bahsediyorsan, niye isimlerini kullanmıyorsun?” dedi Harry yüksek sesle, ama Petunia Teyze onu duymazdan geldi. Fena halde bozulmuş görünüyordu.

– Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı

 

Harry Petunia Teyze’nin “o pis çocuk” diye bahsettiği kişiyi haliyle babası olduğunu düşünüyor ve böyle bir karşılık veriyor. Şimdi hemen iki yıl sonraya, Ölüm Yadigârları’na gidelim. Harry Snape’in anılarını izlerken Lily ve Snape’in iki yakın arkadaş olduğunu görüyoruz. Ayrıca Lily’ye bir cadı olduğunu ilk defa Snape’in söylediğini öğreniyoruz. Petunia’nın da bu durumu kıskandığını göz önünde bulundurunca Snape’in anısında onları gizlice dinlediğine şahit oluyoruz:

“Severus?”

Lily adını söylediğinde Snape’in dudakları hafif bir gülümsemeyle kıvrıldı.

“Evet?”

“Bana yine Ruh Emiciler’i anlat.”

“Niye onları bilmek istiyorsun ki?”

“Okul dışında sihir kullanırsam – ”

“Onun için Ruh Emiciler’e vermezler seni! Ruh Emiciler sahiden kötü şeyler yapanlar için. Büyücü hapishanesi Azkaban’ı bekliyorlar. Azkaban’a düşmezsin, sen çok –”

Yine kızardı ve yaprakları yolmaya devam etti. Sonra hafif bir hışırtı duyan Harry arkasına döndü: Bir ağacın arkasına saklanmış olan Petunia, dengesini yitirmişti.

– Harry Potter ve Ölüm Yadigârları

Petunia’nın Lily ve Snape’in Ruh Emicilerle ilgili konuşmasına kulak misafiri olduğunu biliyoruz. Tabii bu Lily ve James’i de bu konu hakkında konuşurken duymamış olduğu anlamına gelmiyor. Ancak kitapları okuyup J.K. Rowling’in bugüne kadar verdiği röportajdan bir kesiti de düşününce Petunia’nın “o pislik çocuk” diye bahsettiği kişinin Snape’den başka biri olduğu yargısına varmak neredeyse imkânsız gibi görünüyor:

Öncelikle Lily ve James’in yedinci senelerinde çıkmaya başladıklarını hatırlatalım. Okuldan kısa bir süre sonra da evlendiklerini düşününce Petunia’nın bunun çok öncesinde James’le tanışmış olması zor bir ihtimal. Bu durumda James’ten “o çocuk” diye bahsetmesi biraz tuhaf kaçıyor, evet Petunia için bile.

Ayrıca Petunia James’ten bahsederken “o çocuk” demesi biraz dolambaçlı yolu seçmiş olması anlamına geliyor. Evet, Harry’nin ebeveynlerinden bahsetmek istemediğini biliyoruz, bahsettiği zamanlarda ise ima etmeden onlardan bahsettiğini anlayabiliyorduk.

Diğer bir husus ise “pis” sıfatının James için biraz ağır kaçtığı. Petunia ondan ve temsil ettiği dünyasından nefret ediyor olabilir ama James’in ona düşmanca davrandığına dair bir kanıt yok. Aksine, çocukken mektuplarını okuyup onu incitmek için sihrini kullanan kişi Snape’ti. Bu ifadenin James’ten çok Snape uyduğunu görüyoruz.

2005 yılında yapılan bir röportajda J.K. Rowling’e bu sahneyle ilgili soru soruluyor:

Petunia Teyze Ruh Emiciler ve büyüyle ilgili diğer şeyleri nasıl biliyor?

Bir konuşmaya kulak misafiri oldu, sadece bunu söyleyebilirim. Cevabı Zümrüdüanka Yoldaşlığı’nın başında, aslında Lily’ye onlar hakkında bir şeyler söylendiğini duyuyor. […] Bununla ilgili başka bir şey söylemek istemiyorum çünkü 7. kitapla alakalı bir konu.

Eğer Lily’ye Ruh Emicilerden bahseden James olsaydı Petunia bunu doğrudan söylemez miydi? Ayrıca Ölüm Yadigârları’ndan önce Snape ve Lily’nin arkadaşlıkları hakkında bilgi sahibi değildik, bu durumda J.K. Rowling’in yukarıdaki röportajını ve daha önce her şeyi planlayarak yazdığını belirttiği röportajlarını hesaba katarsak bu kişinin Snape olması kaçınılmaz gibi görünüyor.

Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Petunia, James’ten bahsetmiş olsaydı böyle dolaylı şekilde anlatır mıydı? Sizin de buna ilişkin yakaladığınız ipuçlarınız var mı? Yorumlarda bahsetmeyi unutmayın!

Kaynak: Science Fiction & Fantasy

Harry Potter ve Kızıl Pelerin #13: Azkaban’da

$
0
0

* * *

önceki bölümleri okumadıysanız:

BÖLÜM LİSTESİNE ULAŞMAK İÇİN TIKLAYIN!

* * *


Harry ve Ron masanın tam ortasında, kutlamaların merkezindeydi. Önlerinde Hermione’nin Perkins Tatlı Evine yaptırmış olduğu böğürtlenli pasta vardı. Pastanın üzerindeki hareketli resimde Harry ile Ron Kızıl Pelerinlerini giymişti; Harry kocaman bir gülümsemeyle el sallarken Ron, pazılarını şişirerek muzip pozlar veriyordu.

Grimmauld Meydanı 12 Numara’yı sarsan kahkahalar arasında servis yapma görevi (biraz da eğlenebilmek amacıyla) elinin ev işlerine pek yatkın olmadığı bilinen Ron’a verilmişti. O da etrafındakilerin güvenini boşa çıkarmıyordu; pastayı çeşitli boylarda ve şekillerde beceriksizce dilimliyor ve dağıtıyordu. Mesane şeklinde kestiği dilimlerden birini Neville’e uzattı, ancak tabağı biraz erken bırakınca pasta Neville’in kucağına düşerek kum rengi kanvas pantolonunu mahvetti. Ancak bu tarz ufak çaplı mutfak kazaları konusunda tecrübeli olan Mrs Weasley lekeyi birkaç saniyede yok etmeyi başardı.

Ron’un hemen yanındaki Harry ise kucağına Ted’i almıştı. Andromeda Tonks torununa enine lacivert beyaz çizgili tişört giydirmiş, kafasına minyatür bir kaptan şapkası takarak denizci havası vermişti. Ted sıkıca tuttuğu oyuncak asasını salladıkça havaya martılar ve güvercinlerle beraber parlak krepon kağıtları saçılıyordu. Bebek bu renk cümbüşü arasında kahkahalar atarken, Elwyn bunu fırsat bilip mama dolu kaşığı ağzına tıkıyordu.

Üstü yeniden tertemiz olan Neville, “Sınavı geçmeyi başarmanız müthiş,” dedi. “Görünüşe bakılırsa sadece çalışarak ve karmaşık büyüler ezberleyerek başarılı olmak mümkün değilmiş.”

Harry martıların peşinden gitmek için kucağından atlamaya çalışan Ted’i zaptetmeye uğraşırken başını salladı, ”Aslına bakarsan ciddi ciddi ölüm yiyenler tarafından kaçırıldığımı sandım.”

Ron, vahim bir büyü kazası sonucu yarısı uçmuş gibi görünen pasta dilimini Luna’ya uzattıktan sonra “Akromantula’yı görmeliydin, hele ki kıskaçlarını,” dedi. Ellerini ağzına yaklaştırıp, işaret parmaklarını çengel şeklinde büktü. “Beni neredeyse köprüye kadar kovaladı. Kurtulabilmek için engelleme büyüsü yapmam gerekti. İlk seferinde karnından vuramasaydım işim bitikti.”

Harry son kaşığını da yutan Ted’i Elwyn’e teslim etti, “Hogwarts’ta karşılaştığımızda Bakanlık’a girmek istediğini söylemiştin, fikrin değişmediyse Kingsley ile konuşabiliriz.”

Neville başını salladı, “Değişmedi, sadece mezuniyetten sonra annemle ve babamla biraz vakit geçirmek istedim.”

Ron atıldı, “Onlar nasıl? Düzeldiler mi?” Hermione onun bu tez canlı çıkışı yüzünden kaşlarını çattı, Ron bu durumu fark etmedi.

“Daha iyiler, tamamen iyileşme şansları yok tabi, ama her gün daha iyiye gidiyorlar; hedefim en azından onları eve getirebilmek.” İçini çekti, bir an düşündü, sonra “Savaştan sonra ilk işim St Mungo’ya gitmek ve olanları anlatmak oldu,” dedi. “Bellatrix Lestrange’in öldüğünü söyledim. Anlayıp anlamadıklarından emin değilim ama en azından ben kendimi iyi hissettim.”

Elwyn araya girdi, “Janus Thickey koğuşu’nun şifacısı ile zaman zaman konuşuyorum. Söylenenleri anlayabildiklerini söylüyor. Tedavileri ilerledikçe bazı ihtiyaçlarını kendileri karşılayabilecek ve eve çıkabilecek duruma gelecekler.” Elwyn, yüzünü kendisine doğru çevirdiği Ted’in ayak tabanlarını inceledi, asasını sağa sola sallayarak göz bebeklerini kontrol etti. “Ted’in boyu, kilosu ve refleksleri mükemmel Mrs Tonks. Ama kokuya bakılırsa sanırım altını kirletmiş.”

Ellerini-kollarını coşkuyla yukarı aşağı sallamakla meşgul olan Ted, elden ele Mrs Tonks’a iletilirken kokuyu alan Ron öğürdü, burnunu tutarak, “Bu çocuk neyle besleniyor böyle? Tezek bombasıyla mı?” diye sordu. Hermione kaşlarını çatıp ayıplar bir ifadeyle ona baktıysa da neyse ki Mrs Tonks Ron’un söylediklerini duymamıştı. O sırada Arabella Figg, Dudley’i doğum gününe nasıl getirdiğini anlatıyordu:

“Eh, Minerva, Potter ve Weasley sınavı kazandı deyince hazırlandım. Tam kapıdan çıkmış kaldırımda yürüyordum ki Dudley’i Privet Drive’in bahçesinde iksir dökmüş kedi gibi beklerken gördüm. Seslendim, meğerse anahtarını evde unutmuş yavrucak. Dökülen iksirin arkasından ağlanmaz, Harry’ye gitmek isteyip istemediğini sorunca çok heyecanlandı. Hatta buraya getirene kadar zor zapt ettim.”

Harry’nin içinde Arabella Figg’in Dudley’in tepkisini yanlış anladığına dair güçlü bir his vardı. Dudley’in gözlerini kocaman açmış, etrafındaki sihir alametlerini dehşetle süzüyor olması da bunun kanıtıydı. İlk karşılaşmalarında Hagrid’in kaba etlerinden bir domuz kuyruğu çıkardığı, dilinin Fred ile George yüzünden ağzına sığmayıp yerlerde sürüklenecek kadar büyüdüğü düşünülürse pek de haksız sayılmazdı. Onun gerçekte kofti olan Arabella Figg tarafından lanetleyeceğinden korktuğu için geldiğini düşünen Harry, içten içe gülerek,

“Vernon enişte ve Petunia Teyze nasıl Dudley? Mayorka’daki evi alabildiler mi?” diye sordu.

Dudley irkildi, sanki kendisiyle konuşulunca orada olduğunun fark edileceğini ve asaların çekileceğini düşünüyor gibiydi; ürkek bir ifadeyle, “H-Henüz değil,” diye yanıt verdi Harry’nin sorusuna. “Ama babamın işleri iyi gidiyor.” Pastasının içindeki böğürtlen parçasını tabağının kenarına yuvarladı. Çatalı batırıp birkaç defa dürterek canlı olmadığından emin olduktan sonra da ağzına atıp yuttu.

Dudley’i kuşkulu gözlerle süzen ve böğürtlenini neden öldürmeye çalıştığını anlamaya çalışan Mrs Weasley umutsuz bir vakayı izliyormuş gibi kafasını salladı, sonra “Percy’nin herkese selamı var, Sihirli Ulaşım Dairesi’ne geçtiği için işleri çok yoğun, gelemedi,” dedi.  “Ama Ron ve Harry ile gurur duyduğunu söyledi. Gawain Robards Bakanlıkta Ron’un Akromantula’yı engellediği anı anlata anlata bitiremiyormuş.”

Rol ağzını elinin tersiyle siper ederek, “Çaktırma, bir kazaydı,” dedi. “Aslında kıskaçlarını kırmaya çalışıyordum.”

Bill bu konuşma üzerine sanki o an aklına gelmiş gibi, “George nerede?” diye sordu.

Masada bir an sessizlik oldu. Mr Weasley ağzındaki pastayı bitirdi, sabırla ağzını peçeteyle sildi, “Şu aralar o da çok yoğun, Hogsmeade Şubesini açtı ve işleri oturtmaya çalışıyor,” yanıtını verdi.

O sırada o ana kadar hiç konuşmamış olan Luna’nın dingin sesi duyuldu: “Aslında Ginny de gelmeyi çok istiyordu.”

Kafalar hızla Luna’ya döndü. Harry dehşetle Luna’nın hangi gerçek ama rahatsız edici yorumu yapacağını tahmin etmeye çalıştı, aklından belki onlarca senaryo geçti. Ama o ağzını açıp bir şey söyleyemeden Luna beklediğinin de üzerinde bir performans gösterdi: “Ama muhtemelen Harry Elwyn ile olduğu için gelmedi.” Gözlerini Harry’ye dikerek, “Bence senden hala hoşlanıyor,” diyerek sözlerini tamamladı. Sonra da pembe simli, renkli camlı gözlüklerini takıp ağzı açık bir şekilde masadakilere bakmaya başladı.

Harry kafasını kaşıma bahanesiyle utançla yüzünü gizlerken, Elwyn’in yüzü düştü, bakışlarını yere indirdi ve masadakilerin dikkati dağılana dek Grimmauld Meydanı’nın zeminini inceledi.

Neyse ki Minerva McGonagall oluşan rahatsız edici sessizliği bozdu, “Bu arada konu Hogwarts’takilere gelmişken, Harry, Ron ve Neville; gerçi okul baykuşları sizlere ulaşacaktır ama 19 Haziran’daki yılsonu balosuna davetli olduğunuzu şimdiden söyleyeyim. Geçen yıl malum sebeplerden yapamadığımız baloyu bu yılkiyle birleştireceğiz. Ayrıca gündüz türlü türlü etkinlikler de olacak, mesela Hogwarts gölünde yüzme yarışı gibi.” Mürekkep Balığı ile macerasınını hatırlayan Harry, Ron ve Hermione’ye imalı imalı baktı.

McGonagall bu bakışı fark etmeden sözlerine devam etti: “Balodan önce bu yılki Hogwarts takımı ile mezunlar karması arasında bir Quidditch maçı da düzenleyeceğiz. Tabi oynamak isterseniz…”

Harry’nin kafasında karşısında arayıcı oynayan Jonathan Beresford’un itici, ukala yüzü belirdi. Sonunda o mankafaya haddini bildirebilecekti. Bu yüzden McGonagall’ın teklifini düşünmeden kabul etti. Ron’a döndü ve ona göz kırptı.

McGonagall’ın yüzünde sanki olan biteni biliyormuş gibi bir tebessüm oluştu, hemen ciddileşerek, “O gece için Acayip Kızkardeşler’i ayarlamıştık ama iptal etmek durumunda kaldık. Sanırım basçılarının aynı tarihe düğünü varmış,” dedi. Bu sözler üzerine masadaki kalabalıktan bir hayal kırıklığı nidası yükseldi. McGonagall onları duymamış gibi, “Biz de onların yerine Grup Akromantula’yı ayarladık,” deyince coşkuyla tezahürat yapıldı. Bill, Ron ve Neville hemen hep bir ağızdan Bir ifritin tırnak kiri’nin nakarat kısmını söylediler. Fleur yüzünü ekşitti ve kulaklarını tıkayıp masadan uzaklaştı, “Koğkunç” dedi. “Sanki biğinin ci’eğini söküyoğlar.”

Fleur ile çoğu konuda uzlaşamayan Mrs Weasley’in yüz ifadesine bakılırsa en azından bu şarkı konusunda aynı fikirde gibiydiler.

Pasta merasimi bittiğinde Ron, Luna ve Neville’e son boks maçını anlatmakla meşgul olan Dudley ilginç bir şekilde ortama alışmışa benziyordu. Luna şaşkın bir ifadeyle onu dinlerken, muggle’ların birbirine vurup bayıltarak puan kazandığı bir oyunun varlığı Ron’u çok eğlendirmişti. Bu yüzden Dudley’e oyun kurallarını ve maçların nasıl geçtiğini tekrar tekrar anlattırdı. Arabella Figg, McGonagall ve Mrs Weasley ise bahçe zararlıları hakkında koyu bir sohbete dalmıştı. (Fleur sıkıntıdan çatlayacakmış gibiydi, sürekli duvardaki ifritli saate bakıyor ve gözlerini deviriyordu) Hagrid, Bill ve Mr Weasley ise ellerini ağızlarına siper ederek hararetle bir şeyler tartışıyordu. Harry’nin içinden bir ses tartıştıkları şeyin George ile ilgili olduğunu söylüyordu.

Harry ise Elwyn, Andromeda, Crookshanks ve Sirius’la beraber vaftiz oğluyla oynamakla meşguldü. Ted paytak paytak Sirius’un peşinden koştu, köpeğe çarpıp sendeleyerek popo üstü düştü, kalkarken homurdanan Crookshanks’in kuyruğuna asılıverdi. Elwyn Ted’e zekasını geliştireceğini düşündüğü oyuncak bir kutu hediye etmişti. Ted, uzunca bir süre yüzünde ciddi bir ifadeyle tombul parmaklarıyla kavradığı plastik hayvanları uygun delikten kutuya atıp, boşalttı. Bu oyunu büyük bir sabırla defalarca tekrarladı.

Harry o akşam Ted’e bakarken, ruhunda açılmış olan pek çok yaranın iyileşmekte olduğunu fark etti. Sirius ile olmanın keyfini yaşayamamıştı ama artık hayatında vaftiz oğlu vardı, kimsesiz değildi. Bu yıl hayatı çok değişmişti, farklı amaçlara yürümüştü. Ted’e iyi bir baba olmak bunlardan biri, belki de en önemlisi ve anlamlısıydı.

Hava kararmaya başladığında Hogwarts’a dönmesi gereken McGonagall, Luna ve Hagrid herkesle vedalaştı. Onları Bill, Fleur ve Weasley’ler takip etti. Arabella Figg ile Dudley ise sona kalmıştı. Yaşlı kadın yıllar sonra Harry’yi tekrar Privet Drive’a kedilerini görmeye çağırdı; Harry bu teklifi memnuniyetle kabul edip Dudley’in elini sıktı.

“Görüşürüz Harry…”

Harry çekinerek “Dudley…” diye söze başladı. Dudley merakla ona döndü. “Sana hep cevabını merak ettiğim bir şeyi sormak istiyorum…”

Dudley kafasını salladı,

“O gece, Little Whinging’te ruh emiciler bize saldırdığında, ne gördün?”

Dudley bakışlarını yere indirdi, bir an düşünüp cevap verdi, “Şımarık, yalnız birini.”

Merdivenlerden indi, Arabella Figg’e doğru yürüdü, sonra fikir değiştirmiş gibi tekrar Harry’ye döndü, boğuk bir sesle: “Kendimi gördüm…” dedi. Elini yavaşça kaldırarak veda etti. Bu garip, uyumsuz ikili beraber Londra gecesinde kayboldular.

* * *

Harry ve Ron Stajyer Seherbaz olarak çalıştıkları dönemde haftanın iki ya da üç gününü Bakanlık’ta geçiriyorlardı. Ama artık terfi aldıkları için maaşlarıyla beraber iş yükleri de gözle görülür şekilde arttı. Yeni görevlerinin ilk günü büyük bir koşuşturma içinde geçti. Duvarları boydan boya Lestrange ve Nott’un resimleriyle ve haritalarla donatılmış büroda, Harry ile Ron’un kendilerine ait bir masaları olmuştu. Sabah ilk işleri çalışma alanlarını kendi keyiflerine göre yeniden düzenlemek oldu. Ron anı olarak Hermione’ye Chef Wizard’da evlenme teklif ettiği gece çekilen bir resmi koymuştu. Ufak bir çerçevede de Harry’nin Gelecek Postası’nda gördüğü, Weasley’lerin Mısır’da hep beraber piramitlerin önünde poz verdiği resim vardı.

Elwyn Harry’ye cam bir kavanozun içinde plastik bir dağ maketi hediye etmişti. Macar Boynuzkuyruk’un ufak modelini bu kavanozun içine yerleştirdi. Ejderha, kanatlarını çırparak havalandı ve kavanozun içinde turlamaya başladı. Ron ile Harry bir süre hayranlıkla onu seyretti. Harry Cam kavanozun yanında da Elwyn ve Ted’in hareketli resmini yerleştirdi.

Gün geçtikçe masalarının üstü yavaş yavaş Büronun raporları ve diğer evraklarıyla dolmaya başladı. Ludo Bagman’ın savunması, (Eh-bahis oynamıyorduk-biri evcil Kelekerlerlerini getirmiş- o sırada sevgili Butterback’in ejderha çiçeği olan büyük annesinin tedavisi için ufak bir yardımda bulundum) Azkaban’ın mahkûm ve nöbet listesi, devriye görevleri… Bir hafta içinde parşömenler masalarının üzerinde dağ gibi birikip kutulardan taşmaya başladı.

Seherbazlık Bürosunda onlara verilen ilk düzenli iş, görevden dönen Seherbazların raporlarını parşömenlere geçirmek oldu. Böylelikle sık sık yazmaları gerekecek bir raporun nasıl hazırlanması gerektiğini öğrenmiş oldular. Sonra Kingsley onlara Hogwarts, Hogsmeade, Diagon Yolu ve Knockturn yolunda devriye görevleri vermeye başladı. Normalde beraber çalışmaları gereken Grines ve Robards bu tarz görevlere gitmediğinden bu devriyelerde genellikle onlara Dawlish, Proudfoot, Savage gibi tecrübeli Seherbazlar eşlik etti.

Harry ile Ron görevdeyken sık sık sevgi gösterileriyle karşılaşıyordu. Karşılarına imza almak ve fotoğraf çektirmek isteyen pek çok büyücü çıkıyordu. Harry bir süre sonra kendisini Gilderoy Lockhart gibi hissetmeye ve zaman kaybetmemek için yanında imzalı fotoğraf taşıma işini ciddi ciddi düşünmeye başladı. Elwyn ile olan ilişkisinin de bu duruma pek olumlu katkısı olmamıştı tabi. Özellikle erkekler onu seçiminden dolayı tebrik etme eğilimindeyken, cadılar bu konuda olumlu ve olumsuz daha keskin fikirler belirtme ihtiyacı duyuyorlardı. Hatta devriye görevlerinden birinde yaşlıca bir cadı, Elwyn’in ona aşk iksiri verdiğinden kuşkulandığı için panzehir içirmeye çalıştı. Harry içmek istemeyince de söylene söylene uzaklaştı.

Hermione’nin Bakanlıktaki hayatı da giderek zorlaşıyordu. Japon Sihir Bakanlığı ile yaptıkları anlaşma sebebiyle Kappa’ları güvenli bir yere yerleştirmesi, Hogwarts Yasak Ormanındaki Akromantula sürüsü için bir çözüm yolu bulması gerekiyordu. Bunlar yetmiyormuş gibi Hogwarts’ta FYBS’ler yaklaştığından sanki hala okuldaymış gibi ders çalışması zorunluydu.

Hayat bu koşuşturma içerisinde devam ederken Nisan ayı bol yağışla geldi. İlk hafta her gün neredeyse kesintisiz yağmur yağdı ve gökyüzü hep bulutlarla kaplı olduğundan, Londra’da güneşi görmeye hasret kaldılar.

9 Nisan Cuma günü sıradan bir gün gibi başladıysa da pek öyle devam etmedi.

Evden üçü beraber çıktılar, Bakanlık’ın girişinde Elwyn ile karşılaştılar; ayaküstü sohbet ettikten sonra Elwyn Gilbert Wimple’ın yanına gitmek üzere yanından ayrıldı. Wimple’ın artık iyice küçülen boynuzlarının tamamen yok olması için düzenli olarak bakım yapılması gerekiyor, bu iş de Elwyn’e düşüyordu.

Sonra Harry ile Ron Seherbaz bürosuna, Hermione ise koridorda karşılaştığı Mortimer Thornburn ile Japon Sihir Bakanıyla görüşmek için Atrium’a geçti.

Kingsley, Robards ve Grines koşar adım büroya girdiklerinde Harry Muggle’ları korkutmak için yükseltme büyüsü yapılmış bir yemek tabağı davası ile ilgili raporunu hazırlıyordu. Ron’un son Hogsmeade nöbetinde Cadı Kuaförü’nü burnuklar basmıştı ve o da Harry’ye Swarovski taşlı saç tokasının nasıl yazıldığını sormakla meşguldü.

“Beyler toplanın…”

O sırada büroda olan Harry, Ron, Savage, Proudfoot, Williamson, Dawlish; Grines, Robards ve Shacklebolt’un etrafını sardı.

“Azkaban’daki simyager Konor’dan bu sabah bir baykuş geldi. Ama beklediğimiz sonuç çıkmadı. Grimmauld Meydanı’nın zemininde bulduğumuz kan lekesi geçmişte Azkaban’da bulunmuş birine ait değil.”

Harry ile Ron şaşkınlıkla birbirlerine baktılar. Harry şaşkındı: “Bu mümkün değil! Hem neden sonuçlar bu kadar geç çıktı ki?”

Shacklebolt hoşgörü ve sabırla yanıtladı, “Anlaşılan Yaxley Bakanlık’ta muggle doğumluların kayıtlarını yok ettiği gibi Azkaban’daki suçlu kayıtlarını da yok etmiş. Simyacı eşleştirme yapabilmek için hücrelerden tekrar örnek toplamak zorunda kalmış. İşin teyit kısmı gerçekten uzun sürmüş. Yanlışlık olma ihtimali daima var ama çok küçük bir ihtimal.”

“Artık daha kalabalık olduğumuza ve sizler de büroya alıştığınıza göre,” diye devam etti, Harry ile Ron’a bakarak, “Tüm gücümüzü iki iş için seferber edebiliriz: Kreacher cinayeti ve kaçakların bulunması…”

Robards ve Weasley’e baktı, “Siz, Diagon yolu’na gidin, Borgin ve Burkes’ü sorguya çekin. Lucius ve Draco Malfoy’u acil bir şekilde Bakanlığa çağırdık. Proudfoot, Grimmauld Meydanı’na gidip muggle’ların hafızasını bir defa daha yoklamanı istiyorum. Bir yerlerde mutlaka bir şeyleri atlıyoruz. Savage sen de Azkaban’a; şu ölüm yiyenleri tekrar sorgulayalım. Williamson, sen karargâhta kal ve ekiplerin koordine olmasını sağla.”

Shacklebolt Grines’e döndü.

“Ölüm yiyenlerin Hogwarts Savaşından sonra Malfoy’larla kesinlikle iletişim kurmuş olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden Grines sen Lucius’u sorgulayacaksın. En ufak bir ipucu bile bizi farklı bir bilgiye götürebilir.” Harry’ye döndü “Ve sen Harry, Draco Malfoy’u sorgulayacaksın. İkiniz sorgulamayı aynı anda farklı yerlerde yapmalısınız ki iki ifadeyi birbiriyle karşılaştırıp çelişki varsa yakalayabilelim.”

Harry şaşkınlıkla Kingsley’e baktı, Malfoy ile Hogwarts ekspresinde tanıştıkları günden beri birbirlerinden açıkça nefret ediyorlardı, Draco Malfoy’un bir şey anlatmaya niyeti olsa bile Harry’nin işine yarayacağını düşünerek sessiz kalacağını düşünüyordu. Öte yandan tanık sorgulamak artık onun göreviydi. Bu işi başaracaksa duygularını bir yana bırakması gerekecekti. Bu konuşmanın ardından Harry ve Ron birbirlerine iyi şanslar diledi. Ardından kalabalık dağıldı ve herkes görev yerine gitmek üzere uzaklaştı.

Harry masasına tekrar oturup Malfoy’u beklemeye başladığında kafasında nasıl bir strateji belirleyeceğine karar vermeye çalışıyordu. Malfoy Zihinbend’de iyiydi, kendisi değil. Dolayısıyla Severus Snape vaktinde Draco’dan istediğini zorla alamadıysa kendisinin de bu yolla alması mümkün olmayacaktı. Bu yüzden ılımlı ve dürüst olmaya, Slughorn’dan anıyı alırken yaptığı gibi güçlü yanlarına oynamaya karar verdi. Draco’nun Dumbledore’u öldürmeye yüreğinin elvermediğini ve 2. Kat tuvaletinde Myrtle ile konuşurken kendi hayatı için endişelendiğini hatırlıyordu. Belki de çıkış noktası bu olmalıydı.

Atrium’a çıktı.

Malfoy’ların gelişini görebileceği ama onların kendisini fark edemeyeceği bir noktadan şömineleri gözetlemeye başladı. Henüz aradan beş dakika geçmemişti ki, Lucius Malfoy, yanında Narcissa Malfoy ve Draco ile koridorda göründü.

Draco değişmişti.

Harry onu en son Hogwarts Büyük Salon’da masaların arasında anne babasına sokulmuş tedirgin bir şekilde etrafına bakarken görmüştü. Kelimelerle kolayca anlatılabilecek bir şey değildi ama Harry elinde tuttuğu bastona rağmen eski burnu büyük havasından az daha olsa sıyrılmış olduğunu fark etti. Geçen bir yılda daha olgunlaşmış ve durgunlaşmış görünüyordu, ama Harry yine de Draco’nun o gün iki defa hayatını kurtarmasının aralarından geçenleri pek de değiştirmemiş olduğuna emin gibiydi.

Lucius Malfoy oğluna sinirli sinirli bir şeyler anlatıyordu. Draco onun söylediği her neyse omuz silkti. Hoş Geldin Büyücüsünün masasına ulaştıklarında Harry de asansöre binerek sorgu odasına yollandı.

Odada fazla beklemesine gerek kalmadı, beş dakika sonra Draco aralık kapıdan girerek tam karşısındaki sandalyeye oturdu ve işaret parmağıyla ritmik bir şekilde elindeki yılan başlı bastona vurmaya başladı. Harry bunu gergin ruh halinin bir işareti olarak yorumladı.

Draco, Harry’ye dik dik bakarak, “Ne garip, Potter…” dedi.

Harry merakla, “Nedir garip olan?” diye sordu.

Draco bakışlarıyla işaret etti, “Bu şekilde karşımda oturuyor olman. Beni sorgulamak için. Sanki ben suçluymuşum ve sen masummuşsun gibi.”

“Suçlu olduğun için burada değilsin, suçlulara ulaşmak için yardımına ihtiyacımız var.”

Draco gülümsedi, “Dumbledore ve Bakanlık daima sana çok hoşgörülü davranmıştır. Bana karşı yasa dışı bir büyü kullandın, Snape bana müdahale etmese neredeyse öldürüyordun. Şimdi karşıma geçmiş yardım mı isteyeceksin?”

Harry sabırla, “Bana karşı affedilmez lanet kullanmaya yeltenmiştin. Kendimi savundum. Ayrıca bunların hepsi geride kaldı.” Harry ihtiyaç odasında onu kurtardığını hatırlatmak için içten içe yanıyordu ama Dumbledore’un sözü kulaklarında çınladı.

İnsanlar karşılarındaki haklı olduğunda daha zor affederler.

Bu yüzden sözü fazla uzatmadı.

“Nott ve Lestrange geçen Mayıs ayından beri sizinle hiç temas kurdu mu? Nerede oldukları konusunda bir fikrin var mı?”

“Nott ile Lestrange benden ve ailemden yardım isteyemez. Buna cesaret edemezler.”

Harry her ne kadar bu cevabı bekliyor olsa da hayal kırıklığına uğradı. O anda Zihinbend yapabilmeyi isterdi. Draco’nun zihnini okuyabilse her şey o kadar kolay olurdu ki!

“Nedenmiş o?”

“Karanlık Lord’un müritlerini birbirine bağlayan tek şey Karanlık Lord’un varlığıydı. O olmadığında aralarında yaşanan tek şey ihanet ve yalan. Ne babamın ne de benim kendimizi onlar için tehlikeye atma niyetimiz olur. Bunu biliyorlar.”

Masaya doğru eğildi, “Ben sen değilim Potter, ev cinlerinden kurt adamlara, muggle doğumlulara, her türlü canlıya kendimi beğendirme ve mükemmel olma derdim yok. Ben neysem oyum.”

Harry gözlerini kıstı, “Artık o kelimeyi kullanmıyorsun ha?”

Draco yüzünü buruşturdu, “Hangi kelimeyi?”

“Bulanık kelimesini. Muggle doğumlular dedin. Hogwarts’ta bunu söylemekten çekinmezdin. Madam Malkin’de karşılaştığımızda da çekinmemiştin.”

Malfoy tedirgin bir şekilde doğruldu, koltuğunda diklenirken kısaca, “İşler değişir,” dedi.

Harry ona dik dik baktı,

“Voldemort’un emrindeyken mutlu olmadığının farkındayım. Ailen tehlike içindeydi, senin hayatın da tehdit altındaydı. Hogwarts’a ölüm yiyenlerle Fenrir Greyback’i bu yüzden soktun. Hala onun müritlerini neden koruyorsun?”

Draco dudak büktü, kısaca, “Kimseyi korumuyorum Potter, sadece sen ya da Bakanlıkla ilgili herhangi bir şey umrumda değil.”

Harry düşünceli bir şekilde, “Draco,” diye söze girdi, “Lestrange ve Nott’un sadece saklanmak ve kaçmakla yetinmeyeceğini, ilk fırsat bulduğunda harekete geçeceğini düşünüyoruz. Savaşta Karanlık Lord’un yanında yer almadığınız için tehlikedesiniz. Lestrange ve Nott kaçak durumda ve şu anda muhtemelen onlar Azkaban’a atılma tehlikesi altındayken Malfoy ailesinin serbest olmasından rahatsızlık duyuyorlar.”

Draco’nun alnı kırış kırış oldu ve yüzünde düşünceli bir ifade belirdi.

Harry fırsat bu fırsat diyerek tekrar atağa geçti.

“Malfoy Malikanesinde beni teşhis etmeye çalıştığın günü hatırla. Ya da Hogwarts’ta dolapları tamir edemediğini düşündüğün, seni öldüreceğinden korktuğun günü. Bu aramızda geçen her şeyden daha önemli ve söyleyeceklerinle bunu bitirebilirsin…”

Bir an sustu ve ekledi.

“Narcissa Malfoy Karanlık Lord’a yalan söyleyerek savaşı bitirdi, sen de kaçakların yakalanmasını sağlayarak onları yakalatabilirsin.”

Malfoy onunla göz göze geldi, bir an için tavana baktı. “Aslında… Bir şey oldu…”

Harry’nin kalbi küt küt atmaya başladı, bir yandan Malfoy’un fikrini değiştirmesinden korkarak hiçbir şey söylemedi ve teşvik edercesine kafasını salladı.

Draco devam etti, “Küçük bir şey…”

“Dediğim gibi savaştan sonra bizimle temas kurmaya çalışmadılar. Ama savaş sırasında…”

Harry kaşlarını kaldırdı, savaş sırasında burada konuşmaya değecek kadar önemli ne olmuş olabilirdi?

Draco, Harry’ye umursamaz bir şekilde baktı, “Nott yanımıza gelip bir şeyler söyledi.”

Harry’nin gözleri açıldı, “Nasıl şeyler?”

“Karmaşa başlamadan hemen önce, annem ile babam Karanlık Lord’a eşlik ederek avluya girdiler. Onları gördüğümde yanlarına gittim. İkisi Nott’un tam arkasındaydı, yanından geçerken kolumu tuttu, sırıtarak sizin döneminiz bitti, Malfoy’lar tarih oldu,” dedi.

“Babam kehaneti ele geçiremeyip Azkaban’a gönderildikten sonra bu sataşmalara alışmıştık. Ama Nott’un belli ki daha söyleyeceği şeyler vardı. Karanlık Lord artık size değil bana güveniyor dedi. Diagon Yolu’na götürme görevini bana verdi. Savaş bitip zaferi kazandığımızda artık bir hiç olacaksınız.”

Harry bakışlarını aralarındaki masaya dikti, bu ne anlama geliyordu? Götürmesi gereken neydi? Voldemort tam da savaşın ortasında konuşulacak kadar önemli ne görev vermişti?

“Nott’un Diagon Yolu’na götürmesi gerekenin ne olduğunu biliyor musun Draco?”

Draco yanıtladı, “Hayır… Malikânede ya da farklı bir yerde, Karanlık Lord’un ve ölüm yiyenlerin bundan bahsettiğini hiç duymadım.”

Harry düşüncelere daldı. Draco savaş sırasında Hogwarts’taydı. Gerçekten de Diagon Yolu’na gitmesi gereken şeyin ne olduğunu bilmeyebilirdi. Öte yandan, neden Diagon Yolu?

O sırada aklında bir şimşek çaktı, Knockturn Yolu’na gidiyor olmalıydı o emanet. Knockturn Yolu’na, yani-Borgin ve Burkes’e…

Bu yüzdendi… O şey her neyse Borgin & Burkes’e emanet edilmişti, ya sonra? Savaş bekledikleri gibi sonlanmayınca bir gece yarısı operasyonuyla geri alınmıştı. Bu şey o kadar değerliydi ki Voldemort Hogwarts’a girerken yanında götürmek istememişti.

Ne olduğunu Lucius Malfoy bilebilirdi, ayrıca Borgin ve Burkes’e bunun ne olduğu da sorulmalıydı. Harry kayıp parçaların birleşmeye başladığını hissetti, bu yüzden “Teşekkürler,” dedi Draco’ya.

Draco Malfoy bastonunu eline aldı ve “Teşekkür edecek bir şey yok, Potter,” dedi ayağa kalkıp kapıya doğru yürürken. “Bunları senin için anlatmadım. Bir söz verdim…”

Draco hızla kapının arkasında kaybolurken Harry onun Astoria’ya benzer bir şeyler fısıldadığını duydu. Ama artık bir önemi yoktu. Harry diğer odaya koşturdu ve kapıyı çaldı. İlk önce içeriden tepki gelmedi, Harry kapıyı tekrar çaldığında Grines sinirli bir yüz ifadesiyle kapıyı açtı ama karşısında Harry’yi görünce yumuşadı: “Potter?”

Harry heyecanla, “Knockturn Yolu… Bay Grines ona Knockturn Yolu’nu sorun…”

Grines içeride oturup kaçamak bir merakla ona bakan Lucius Malfoy’a göz attı ve kapıyı arkasından kapattı, “Ne demek istiyorsun?”

Harry Draco’nun ifadesini özetledi, Voldemort’un verdiği görevi ve ardından Borgin ve Burkes’un bir gece yarısı soyuluşunu, bunları nasıl bağladığını.

Grines’in yüzünde düşünceli bir ifade belirdi, kafasını sallayarak hiçbir şey söylemeden tekrar sorgu odasına girdi. Harry hemen Bakanlık’ın iç posta kısmına gitti. İstiflenmiş parşömenlerden birini aldı ve Ron’a Nott’un Borgin ve Burkes’e neyi teslim ettiğini, teslim ettiği şeyin hala orada olup olmadığını sormalarını istediğini yazdı. Oradaki baykuşlardan birini seçti ve parşömeni katlayarak baykuşun bacağına bağladı. Sonra da kuşa, bunu Ron’a götür, diye fısıldadı. Baykuş cikleyerek havalandı ve gökyüzünde kayboldu.

Harry bürodaki masasına oturup Arcanus Grines’in sorgudan çıkmasını bekledi. Grines sorgudan çıktığında hava kararmak üzereydi.

Grines Robards’ın masasına otururken yüzünü ekşiterek, “Malfoy, Knockturn Yolu’na gönderilen her neyse hakkında hiçbir şey bilmiyor,” dedi. “Helga Hufflepuff’ın kupasını Bellatrix Lestrange’in asasında sakladığını söylemiştin. Aynen orada yaptığı gibi, sırlarını bir kişiden fazlasına açmayarak riski azaltmış olmalı,” diye tahmin yürüttü. “Ya da Malfoy’lar kehaneti alma işinde başarısız olduklarından onlara olan güvenini kaybetmiş de olabilir.”

Harry hayal kırıklığına uğramıştı. Ayağa kalkarak odada tur attı ve gözden kaçırdığı bir şey olup olmadığını kafasında kontrol etmeye başladı. Sonra dayanamayarak tekrar iç posta servisine çıktı. Ron’dan gelecek baykuşu bekliyordu. Bekleyişi bir saat sonra sona erdi. Kararan gökyüzünde gri beyaz baykuş ufak bir leke halinde göründü ve yavaş yavaş büyüdü. Yuvaya konduğunda Harry büyük bir aceleyle notu aldı:

Borgin Ölüm Yiyenlerin ona hiçbir şey vermediğini söylüyor.

Ama onu enseledik. Borgin ve Burkes’ te yasa dışı eşyalar bulduk.

Onu tutuklayıp Azkaban’a götürdük, şimdi de Bakanlık’a dönüyoruz.

Ron

 

Harry bir kez daha hayal kırıklığına uğramıştı. Her şey o kadar net bir şekilde birbirine bağlanıyordu ki gerçeğin hemen apaçık ortalığa döküleceğini düşünmüştü.

O sırada sırtında bir el hissetti, arkasına döndüğünde o elin Arcanus Grines’e ait olduğunu fark etti. Grines yaralı yanağını kaşıyarak, düşünceli bir tonda:

“Açıkçası ben de dostumuz Borgin’in pek masum olmadığını düşünüyorum,” dedi ve duraksadı. “Ayrıca o kan damlası ile ilgili bir teorim var. Azkaban’a gidelim. Hem benim teorimi hem de seninkini test edelim.”

Harry Grines’e merakla baktı, “Sizin teoriniz nedir?”

Grines gözünü ufuk çizgisine ve bulutlara dikti, bir süredir yağmayan yağmur belli ki yeniden bastıracaktı. Fırtına yaklaşıyordu.

Tek kelime çıktı dudaklarından:

“İhanet…”

* * *

Harry’nin tahmin ettiği gibi uzun ve ıslak bir uçuş oluyordu. Karanlık hava ve bulutlar yüzünden görüş o kadar kısaydı ki Harry Grines’i bazen sadece kara bir leke olarak görüyor, bazen de kısa sürelerle gözden kaybediyordu. Harry  gökyüzünde süzülürken, Grines’in sırtında Kızıl Pelerin’ini hiç görmediğini fark etti ve ilk uygun zamanda bunun sebebini ona sormaya karar verdi.

İki saatin sonunda artık çok sevdiği süpürgesinin üzerinde olmaktan sıkılmıştı. Tekdüze bir uçuştu, yakalayacak bir snitch yoktu. Süpürge sadece bir ulaşım aracıydı o an için. Ayrıca kıyafeti ıslandığından üşümüştü de.

En sonunda Grines alçalmaya başlamıştı.

Tam önlerinde bir şimşek çaktı, ortalık aydınlandığında bulutlara gizlenmiş gölgelerin arasından sıyrıldılar.

Alçaldıklarında Azkaban tüm ihtişamıyla karşılarına çıktı. Dalgalı, hırçın deniz adanın etrafını saran kayalıkları acımasızca dövüyordu. Ana bina bulutlara değecek kadar yüksek ve ihtişamlıydı.

Grines kulenin etrafında yarım bir tur attı ve süpürgesiyle surların arasına inşa edilmiş girişe yöneldi. Bu surlar yukarıdan görünmüyordu, Harry ona yetişebilmek için biraz kestirmeden dar açıyla aynı yere inmeye çalışsa da görünmez bir engele çarptı ve az kalsın süpürgesinden düşüyordu. Belli ki Azkaban asıl kapısı dışında hiçbir yerden girilmeyecek şekilde büyülenmiş, göklere kadar yükselen görünmez surlarla çevrelenmişti.

Harry de yarım tur yaptı ve kayalıkların hemen önüne inen Grines’in yanındaki yerini aldı. Rüzgar neredeyse ikisini de havaya uçuracaktı. Dalgalar o kadar güçlüydü ki kayalara her çarptıklarında tekrar sırılsıklam oluyorlardı.

Grines adım adım kapıya yöneldi ve yumrukladı. O sırada Harry surların üzerindeki eski yazıları fark etti. Yukarıya kadar uzanan tılsımı oluşturan büyüler bunlar olmalıydı. O sırada gözü duvarın hemen dibindeki tüylü bir paçavraya çarptı. Daha dikkatli baktığında üzerinde uçuşan sinekleri fark etti, ölü bir kargaydı bu. Hemen yanında bir başkası… Az ötede bir üçüncüsü… Hayvanlar muhtemelen adayı çevreleyen görünmez duvara çarparak yere çakılıyorlardı. Harry’nin midesi burkuldu, Hermione yanında olsa bu konu ile ilgili söyleyecek çok şey bulurdu kuşkusuz.

İçeriden sesler geldi, Grines, “Benim, Arcanus! Potter da yanımda!” Kapının yanında ufak bir bölme açıldı, Grines asasını bu bölmeye yerleştirdi, bakışlarıyla Harry’ye de aynısını yapmasını işaret etti. Kapı savrularak açıldı.

Savage onları Azkaban’ın avlusuna aldı. Harry asasını alıp ana binaya doğru giden taş yolda yürürken sağında ve solunda mezarlar olduğunu fark etti. Hermione’nin daha önce bahsettiği, Azkaban’da ölenlerin mezarlarıydı bunlar.

En yakındaki mezar taşında Crispin Cronk yazıyordu. Mezarda Hiyeroglifleri andıran işaretler ve Sfenksler vardı.

Hemen yanındaki taşta Percival Dumbledore yazıyordu. Harry’nin kalbi heyecanla çarptı, Profesör Dumbledore’un babasıydı bu. İsminin hemen altındaki çizimde çakan bir asa ve yere yığılan insanlar vardı.

Harry herkesin işlediği suçun mezar taşlarına kazınmış olduğunu anladı.

Morfin Gaunt, cinayet.

Merope Gaunt’un kardeşiydi bu da. Dumbledore ile düşünselinde ziyaret etmişlerdi. Harry’nin kafasında iki gözü farklı yönlere bakan, çatal dil konuşan, zorba, tehlikeli bir büyücü canlandı. Gaunt Konutunun kapısına ölü bir yılan çivilemişti ve boş zamanlarında Muggle’ları lanetlemeye bayılıyordu. Ama Azkaban’a atılmasına sebep olan cinayeti o işlememişti. Tom Riddle acımasızca işlediği cinayeti, zihinbend kullanarak anılarına yerleştirmiş ve ona itiraf ettirmişti. Morfin, Dumbledore onun suçsuz olduğunu kanıtlamasına rağmen Azkaban’da ölmüştü.

Anson, kundaklama.

Harry kafasını diğer yana çevirdi;

Curzon, affedilmez lanet.

Seymour, hırsızlık.

Adım adım ilerlerken mezar taşları sağanak yağmurun altında inliyordu. Tekrar şimşek çaktığında Harry arka tarafta büyükçe bir mezarın başında iki büklüm ayakta duran bir siluetin varlığını fark etti. Bu siluet koca şapkalı, ağır aksak bir adama aitti. Ama Harry kim olduğunu anlayamadan Savage ve Grines binaya girince Harry de onları takip etmek zorunda kaldı.

Azkaban hapishanesinin ana binasına girdiler. Koridorlar iç taraftaydı ve yılan gibi kıvrılarak yukarı doğru yükseliyordu. Hücreler ise dış pencerelere bakıyordu. Neredeyse hepsinin kapısında sürgüyle kilitlenmiş gözetleme delikleri vardı.

Savage, “Azkaban’a hoş geldin Potter,” dedi.

Meşalelerin soluk ışığıyla aydınlanan koridorda yürüyorlardı. Her şimşek çaktığında orta avlu aydınlanıyor, sonra yeniden her yer karanlığa gömülüyordu. Harry bu haliyle bile yeterince ürkütücü olan Hapishanenin bir de Ruh Emicilerle dolu olduğu dönemi düşünmek bile istemedi.

“Burada mahkûmlar üçe ayrılır,” dedi Savage bir yandan hafifçe yukarı kavislenen koridorda yürüyorken. “Giriş katlarında genellikle basit ve adi suçlular tutulur. Yasa dışı bahis Oynayan Ludo Bagman gibi… Ya da Gizlilik Nizamnamesini ufak boyutta ihlal edenler gibi… Bu bölümdeki suçluların kabahatleri diğerlerine göre zararsız ya da telafi edilebilir. Mundungus Fletcher gibi basit hırsızları da burada tutarız.”

O sırada Harry’nin önünden geçmekte olduğu hücrenin kapısı yumruklandı, boş bulunan Harry olduğu yerde sıçradı. Savage onun bu tepkisi üstüne sırıtarak devam etti:

“Orta seviye suçlular, Muggle’lara lanetli eşyalar yollayanlar, kazara yaralanmalara sebep olanlardır. Ayrıca büyük çapta dolandırıcılar da burada kalır. ”

Bir an için durdu ve en tepedeki yüksek güvenlikli hücreleri gösterdi. O katların duvarları daha kalın ve dayanıklı gibi görünüyordu. Altın rengi eski yazılarla donatılmıştı.

“En korkunç suçlular da orada yukarıdadır. Muggle katilleri, büyücü katilleri, Kurt adamlar, vampirler. Aklınıza gelebilecek her türlü münzevi yaratık üst katlarda tutulur.”

Sanki bahsettiği ağız suçlulardan biri onu duymuş gibi homurtular geldi, duvarlara çarparak yankılandı. Savage Harry’ye bakarak gülümsedi, “Bugün dolunay var.”

“Kıdemin artınca Potter, sen de Azkaban’ın muhafızlarından biri olacaksın. Burada nöbet tutacaksın.” Yeniden yürümeye başladılar. Grines bir üst katı işaret etti, “Borgin üst katta mı?” Savage yanıt verdi ve yürümeye devam ettiler ama Harry yanıtı duyamadı.

Çünkü olduğu yerde çakılı kalmıştı.

İki hücrenin arasında demir parmaklıklı pencereyle sonlanan bir koridor vardı. Koridorda duvarın köşesinde ise sanki hayal ürünü gibi görünen mavi şeffaf ufak bir çocuk pencereden giren yağmur damlalarının oluşturduğu ufak gölette oynuyordu. Harry çocuğu nedense vaftiz oğluna benzetti.

Koridora bir adım attı, “Ted?”

Bir adım daha, sonra bir adım daha.

Çocuk, elinde Harry’nin göremediği oyuncağını kurcalamakla meşguldü. Ama Harry ona ikinci kez seslendiğinde sanki duymuş gibi donakaldı. Arkası dönük halde ayağa kalktı ve ağır ağır kafasını çevirmeye başladı. Harry karşısında önce bulanık bir yüz gördü. Sonra bu bulanık yüz salyaları akan bir kurdun suratına dönüştü.

Yürüdükçe boyu uzadı, dizleri kırıldı ve salyalarını akıtarak Harry’ye doğru iştahla bakmaya başladı. Tam o sırada Harry’nin arkasından bir ses yükseldi:

“Geri bas Ekrizdis!”

Harry yaklaşan Grines’i fark etmemişti. Kafasını ona çevirdiğinde Grines’in çakmak çakmak gözlerinin nefretle parıldadığını gördü. Tekrar kurt adama döndüğünde kurdun insan şekli aldığını fark etti. Bu az önce mezarlıkta gördüğü adamdı: Uzun saçları havada süzülüyor, deforme olmuş yüzünde şeytani bir sırıtışla Harry’ye bakıyordu. Gözleri kapkaraydı ve göz bebekleri yoktu. En kötü kâbuslardan fırlamış gibiydi. Kolu ve bacağı kırık olduğundan hafifçe sekerek yürüyordu.

“Ekrizdis ile tanışmış oldun, Azkaban’ın eski sahibi ve şimdiki hayaleti…”

Ekrizdis bir anda havada dağıldı ve mavi bir bulut haline gelip pencereden dışarı uçtu.

Grines Harry’ye baktı, “Buranın düzenini iyice anlamadan yanımızdan ayrılmasan daha iyi olur,” dedi. Harry bu çocukça muameleden hoşlanmadıysa da Grines ile tartışmadı.

“Belki bir zamanlar normal bir adamdı, bilmiyorum. Belki de ruh emicilerle yaşamak onu çıldırtmıştır,” diye söze başladı Grines. “Ama bir yerden sonra muggle denizcileri avlamaya başladı. Sebebini kimbilir? Hakkında korkunç hikayeler dolaşıyor. Bir zihinbend ve biçim değiştirme üstadı olduğu zaten biliniyor… Sahte yardım çağrılarıyla denizcileri adaya çektiği… Onlara çeşitli işkencelerle zarar verdiği, ruh emicilerine öldürttüğü anlatılıyor… Söylentilere göre ada toprağı üst üste gömülü muggle cesetleriyle doluymuş. Bu ada o cesetler üzerinde yükseliyormuş. Ama o kadar uzun zaman geçti ki mezarlığa gömülenlerden onları ayırmak artık çok zor.”

Savage, “Az kaldı, Borgin bir üst katta,” diye bilgi verdi.

Grines derin bir nefes alıp devam etti, “Ölümünün doğal yollardan olmadığı söyleniyor. Bir gün aklını tamamen yitirmiş, kulenin en tepesine çıkmış, oradan kendisini aşağı atmış. Bedeninde sağlam kemik kalmamış ve acı bir şekilde can çekişerek ölmüş. Ama yaptığı işi o kadar seviyormuş ki hayattan kopamamış, cesedinin olduğu yerden hayalet olarak yükselmiş. O gün bugündür Azkaban’da.”

Savage kapılardan birine doğru yürüdü, elini cebine soktu, çıkardığında paslı demir anahtarların dizildiği bir çengel belirdi. Sol eliyle kapının sürgü penceresini açtı, “Uygun musun Borgin? Sohbete geldik,” dedi.

Grines kapıdan girmeden önce son sözünü söyledi: “Wimple onu bu adadan ayırmak için gerekli büyüyü icat ettiğini söylüyor, umarım doğrudur.”

Üçü beraber Borgin’in hücresine girdiler.

* *  *

Borgin ayaktaydı, duvardaki parmaklıklı pencereden yansıyan ay ışığının altında kollarını kavuşturmuş onlara hiddetle bakıyordu. İçeri girdikleri anda Grines’in üzerine atılmaya kalktı. Ancak Grines bu saldırıyı bekliyormuş gibi, engelleme büyüsüyle tehlikeyi savuşturdu. Borgin artık çevik bir adam değildi, sırt üstü yere düştü ve olduğu yerde kaldı. Göğsü hızla inip kalkıyordu.

“Beni burada tutamazsınız!” dedi nefes nefese… “Buna hakkınız yok!”

Grines küçümser bir tonla, “Aklında ne vardı Borgin? Gizlediğin o geçidi ve depoyu bulamayacağımızı mı sanıyordun?” diye sordu.

“C sınıfı ticareti yapılamaz mallar, zehirli dokunakula tohumları… O Lanetli gerdanlığı, iblisli saati kime satmayı planlıyordun? Ne yapacaktık? Sen birinin ölümüne sebep olana kadar bekleyecek miydik? Şu anda pekala cinayete sebebiyet verdiğin için burada olabilirdin.”

Borgin nefretle yere tükürdü, “Senin akıl vermene ihtiyacım yok. Benim yasa dışı bir şey sattığımı kanıtlayamazsınız. Hepsi şahsi eşyamdı. Beni uzun süre burada tutamazsınız.”

Grines sakince, “Evet uzun süre tutamayız ama bu gece tutarız; yarın mahkemeye çıkacaksın. Gereken neyse yapılacak. Tutuklu yargılanıp yargılanmayacağına orada karar verilecek. Tabi önce sen delilleri karartmadan Borgin Konutunu da aramamız yerinde olacaktır,” dedi.

Borgin’in oturduğu yerde gözleri panikle faltaşı gibi açıldı. Ama sağduyulu davranıp hiçbir şey söylemedi.

“Sana sormak istediğimiz birkaç şey var. Bize ne kadar yardımcı olursan, pişman olduğun sonucuna varma ihtimalimiz o kadar fazla. Bu da yarın iyi hali göz önüne almama sebebiyet verebilir, Potter?”

Harry Grines’ten onay alınca onun kaldığı yerden devam etti, “Mr Borgin, Lestrange ve Nott’un size bir emanet getirdiğine dair ipuçları ve görgü tanığı var.”

Borgin sert bir ses tonuyla, “Ne görgü tanığı?! Daha önce Robards ile Weasley’e söylediğim gibi böyle bir şey olmadı. Bana Ölüm Yiyenler hiçbir şey vermedi. Zaten dükkânımı baştan aşağı aradılar!”

Harry kaşlarını çatarak,  “Lestrange ile Nott, Ağustos gecesi neden Borgin ve Burkes’e geldiler o zaman? Neden bu tehlikeyi göze aldılar? Tüm Bakanlık’ın peşlerinde olduğunu bile bile?”

Borgin, “Bunu bana mı soruyorsun?!” derken ağzından tükürükler saçıldı. “En az 500 Galleon zararım var! Şanlı El, Peru Anında Karanlık tozu… O kadim hançer! Siz ise onları yakalayacağınıza…”

Grines umursamaz bir tonla sözünü kesti, “O konuyu şimdilik açmayacaktım ama madem sen istiyorsun; onca koruyucu büyüye rağmen kapıdan bu kadar kolayca girilmesi ve dükkânının derli toplu kalmış olması çok ilginç geliyor düşününce…”

Borgin kararlı bir sesle yanıtladı, “Hiçbir koruyucu büyü tamamıyla güvenli değildir. Ayrıca görüldüklerini anlayınca aceleyle çıkmak zorunda kalmışlar, bunun neresi ilginç?”

Grines alaylı alaylı, “Gerçekten işlerine yarayacak bir şey bulmak için dükkânı alt üst etmemeleri,” dedi. “Pekala, şöyle soralım: Lestrange ve Nott, Hogwarts Savaşından önce ya da sonra, size herhangi bir sebeple ziyarete geldiler mi? Sizinle konuştular mı?”

Borgin düşündü, Harry’ye sanki bir yalan uydurabilmek için zaman kazanmaya çalışıyormuş gibi geldi. Sonra yanıt verdi: “Aslında geldiler.” Harry bu cevabı beklemiyordu. “Nott bana geldi ve bir zaman döndürücüyü tamir ettirmeye çalıştı.”

Harry ve Grines birbirlerine baktılar. “Sonra?”

“Açıkçası boşuna asa sallıyordu. Zaman döndürücü kırık gibiydi. Benim elimdeki kadim aletler ve cihazlarla yapmam mümkün değildi. Ayrıca bana bir şeyler daha sordu, Godric Gryffindor hakkında.”

Harry şaşkınlıkla, “Godric Gryffindor mu?”

Borgin sırıtarak, “Evet ta kendisi. Hogwarts kurucularından. Gryffindor’un kılıcından bahsetti, bir de sözde Gryffindor’a ait olan kartal başlı aslan heykeli hakkında sorular sordu.”

Konu artık Grines’in de ilgisini çekmişti, “Bu olay tam olarak ne zaman gerçekleşti?”

Borgin onların ilgisini çekmiş olmaktan memnundu, verilen zamanı bol bol kullandı ve bunu yaparken abartılı jestlerle sanki hatırlamaya çalışıyormuş izlenimi bırakmaya çalıştı, sonunda “Eh, hatırlayamıyorum,” dedi. “Başka sorunuz yoksa dinlenmeliyim. Yarın mahkemem var.”

Kalktı ve eski ama temiz görünümlü yatağa oturdu ve yüzünde meydan okur bir ifadeyle ellerini başının altına koyup sırt üstü uzandı.

Grines’in yüzünde çarpık bir gülüş belirdi, “Endişelenme Borgin, bu durumda yarından sonra da dinlenmek ve bu konuda düşünmek için uzun günlerin olacak. Gel Potter…” dedi, Savage’a  başıyla işaret verdi. Seherbaz kapıyı açtı. Tam dışarı çıkarken Borgin’in telaşlı sesi duyuldu.

“İki yıl önceydi, Noel arifesinde…”

Harry Grines’e baktı ve hafifçe fısıldadı, “Noel’de Bathilda Bagshot’un evinde tuzağa düşmüştük. Lord Voldemort Bathilda’yı çoktan öldürmüştü. Gizlenmiş notları bulduysa, kartal başlı aslanı da öğrenmiş olabilir. Heykelin izini sürme işini Nott’a devretmiştir…”

Grines Harry’nin düşünce silsilesini devam ettirdi, “Nott da doğrudan hem karanlık nesnelere ilgi duyan, hem de antika eserler konusunda uzman olan Borgin’e geldi…”

Kafasını kaldırıp hücrenin içine iki adım attı, yatakta oturan Borgin’e baktı, “Sen ona ne anlattın?”

Borgin alıngan bir ifadeyle, “Ne biliyorsam onu. Yani hiçbir şey,” dedi. Tekrar uzanıp yorganını üstüne çekti. “Hayal kırıklığına uğradı. Yıkıldı. Ya ne olacaktı? Hayal ürünü bir şey arıyordu.”

Grines bir an yere baktı, sonra kapıdan çıkarken Borgin’e, “Uyumadan önce yarın söyleyeceklerini iyi düşün,” dedi. “Sihirli eşya satma ruhsatını kaybetmemek için müthiş bir savunmaya ihtiyacın olacak,” dedi ve tekrar koridora çıktı.

Harry heyecanla ara vermeden konuştu, “Yalan söylemiyordu, tarihler de uyuyor. Draco’nun ipucunu çözmeye geldik ama çok farklı bir şey öğrendik. Ama önemli mi değil mi bilmiyoruz.”

Grines, “Hem zaman döndürücü, hem de Gryffindor’un heykeli karşımıza bir defa daha çıktı,” dedi. Sırıtarak, “Genelde bu tarz tesadüflerin aslında tesadüf olmadığı ortaya çıkıyor,” diye devam etti. Savage’a döndü, “Konor yerindedir umarım, onunla ufak bir işimiz var.”

Savage onu rahatlattı, “Yerinde. Bu gece dolunay var. Neredeyse tüm hafta kurtboğan iksiri hazırlamakla uğraştı.”

Artık kulenin tepesine çok az kalmıştı. Gerçekten de bulundukları bölümde hücrelerin yapısı gözle görülür şekilde değişti. Bu bölümde kalın hücre duvarları yerine cam kullanılmıştı, böylece mahkûmların ne yaptığı her an görülebiliyordu. Camlarda da duvarlarda olduğu gibi eski yazılar ışıldıyordu.

“Bu bölüm birinci derece ağır suçlu ve tehlikeli mahkûmlara aittir. Biz onları görebiliriz, onlar bizi göremezler.”

Mahkûmlardan bazıları parmaklıkların ardındaki yağmuru ve ay ışığını izliyor, bazısı yatağında öylece yatıyordu. Harry kim olduğunu pek seçemediği birinin kafasını deniz tarafındaki duvara vurmakta olduğunu fark etti. Acaba Hogwarts Savaşında tutuklananlardan biri miydi? Crabbe? Dolohov? Macnair?

Bir sonraki hücrede beklenmedik bir görüntü vardı:

Yarı dönüşmüş bir kurt adam yerde huzursuzca kıpırdanıyordu. Ağır ağır uluyor, çılgınlar gibi terliyor, sürekli gözlerini kırpıştırıyordu: Bu Fenrir Greyback’ti. Ölüm yiyenlerin çirkin silahı…

Greyback sağına, soluna dönüyor, duruş değiştiriyor ama Harry’nin gözlemlediği kadarıyla ne gerçekten uyuyordu, ne de gözleri açık olmasına rağmen gerçekten uyanıktı. Harry onun çiğ et kokan korkunç nefesini, pis tırnaklarını hatırladı. Remus Lupin nasıl avlandığını anlatmıştı, dönüşmeden önce kurbanlarına yakın olmayı istediğini, Montgomery’lerin beş yaşındaki oğlunu nasıl öldürdüğünü hatırladı.

Grines, “Kurtboğan iksirini almayı reddediyor. Çünkü kurt adam olmayı seviyor. Şimdilik onu sersemleterek baygınken iksirin kanına karışmasını sağlıyoruz. Böylece 28 günlük döngüsünü tam anlamıyla dönüşmeden tamamlıyor,” diye açıkladı durumu.

Daha derindeki karanlık hücrelere yürürken, “O kadar çok hayatı mahvetti ki burada olmayı ömrünün sonuna kadar hak eden biri varsa o da Greyback’tir,” diye sözlerini tamamladı.

Belki yüz adım daha yürüdüler. İçinde bulundukları koridor kadim bir kapıyla sona erdi. Savage kapıyı hafifçe tıklattı. Yaşlıca, uzun beyaz sakallı ama dinç görünen bir adam karşılarını çıkıp onları içeri buyur etti. Yuvarlak yarım ay şeklinde gözlükleri vardı ve zümrüt yeşili bir cüppe giyiyordu. Manşetlerinde su damlaları olan bir cüppeydi bu.

“Ah Grines… Hoş geldin, ve a, Potter?… Tebrikler.”

Harry’ye elini uzattı, Harry tam onun elini sıkacakken çekti ve odanın içine doğru yürüdü. Sanki onların varlığını tamamen unutmuş gibi kendi kendine konuşmaya başladı.

Anlamıyorum, aslında üç gram sıvı altın yeterli olmalıydı, fakat yüzey gerilimini de hesaba katmak gerek tabi…

Odada Harry’nin aklının alabileceğinin çok ötesinde eşya yığılmıştı. Boydan boya kitaplar, iksir şişeleri ve istiflenmiş malzemeler, değerli ve değersiz görünen madenler. Aynı anda Snape’in zindanları ile bir aktarın karışımı gibiydi oda.

Grines hemen söze girdi, “Konor, yardımına ihtiyacım var…”

Konor odada olduklarının ilk defa farkına varıyormuş gibi gözlüklerinin üstünden ona baktı. Sanki kelimeleri teker teker anlıyor ama cümle halinde kavramakta zorlanıyor gibiydi.

Ha evet…

Grines cüppesinden dört iksir şişesi çıkardı. Hepsi kan olduğu tartışma götürmeyen, akışkan, kırmızı bir sıvıyla doluydu. Her şişenin üzerinde bir parşömen parçası, parşömenlerin üstünde de isimler vardı. Harry isimleri okumaya çalıştıysa da başaramadı. Grines şişeleri uzatır uzatmaz Konor elinden sanki uzun süredir iade etmediği emanet mallarmış gibi kapmıştı.

Grines yaşlı adamın kendisini doğru anladığından emin olmak ister gibi, “Sabahki örnekle karşılaştırılacak,” dedi.

O sırada Savage onlardan müsaade istedi. Nöbetçi Seherbazın, her şeyin yolunda gittiğinden emin olmak için saatte bir kulede tam tur atması gerekiyordu.

“Sevimsiz bir iş… Özellikle Ekrizdis ortalıkta dolaşırken. Habire ölen kız kardeşimin şeklini alıp duruyor. Aşağılık yaratık… Neyse…”

Savage çıktığında odada Konor, Harry ve Grines yalnızdı artık.

Konor iksir setinin başına geçip verilen örnekleri test etmeye başlamıştı bile. Farklı tüplerden farklı renkteki iksirleri birleştirerek bir karışım elde etti, bu karışımı ayrı ayrı kaselere paylaştırdı. İksir tüplerine hafifçe vurarak her kaseye farklı tüpten kan damlattı, birkaç saniye içinde her birinden hafif bir duman çıkıyordu.

Grines, demir parmaklıklı pencerelerden birinin önüne gitti, dışarıda hava kararmış, fırtına patlak vermişti. Harry bu testin sonucunda ne çıkacağını bu kadar merak etmese muhtemelen nasıl geri dönecekleri konusunda endişeleniyor olurdu. Saat iyice geç olmuştu. Gökyüzü anafora kapılmıştı.

Harry sohbet etmek için uygun zaman olup olmadığını bilemese de “Mr Grines…” diye seslendi. Grines ona bir an baktı ve önüne döndü, hafifçe kafasını salladı.

“Mr Shacklebolt ile nasıl tanıştınız?”

Grines’in aklı karışmış gibiydi, Harry’ye döndü kaşını çatarak, “Ne dedin Potter?” Harry sorusunu çekinerek tekrar sordu. Grines’in yanıtı kısa ve özdü,

“Hogwarts’ta aynı dönemdeydik.”

“Fakat aynı binada değildiniz.”

“Doğru, kader… Belki de şans.”

O sırada odanın içi iyice ısınmış ve kâselerin içinden yükselen duman tavana kadar yükselmişti.

Grines devam etti, “Kingsley Hogwarts’tayken hayatımı kurtardı. O olmasaydı bugün burada olamazdım.”

Harry haddini aşıp aşmadığını merak ederek, “Nasıl oldu?” diye sordu.

Tam o sırada masadaki Konor, “Grines, Potter…” diye hafifçe seslendi.

Arcanus Grines kafasını kaldırıp önce merakla Konor’a baktı, sonra da önündeki kaselere.

Dört kaseden farklı renkte dumanlar yükseliyordu, birinden kan kırmızısı, birinden zümrüt yeşili. Hemen yanındakinden kapkara ve en sonundakinden turuncu… Tek duran kase de kapkara tütüyordu.

Konor,”Eşleşme var,” dedi ve tüplerden birini Grines’e uzattı. Grines onu eline aldı, ağzı hafifçe aralandı.

“Theodore Pullmann…”

Panik Harry’nin büttün vücudunu sardı, kuşkuları doğrulanmıştı, Teodore Pullmann Kreacher’ı öldürmüş, ya da öldürenlere eşlik etmişti.

O sırada beklemedikleri bir şey daha oldu:

Büyük gümüş bir vaşak aralık duran kapıdan içeri girdi. Işıl ışıldı ve dumanların sardığı odayı aydınlatıyordu. Vaşak ağzını açtığında Kingsley’in kalın, derin sesi duyuldu; belirli belirsiz bir telaşla:

Bakanlık saldırıya uğradı, ölü ve yaralılar var, dedi.

Vaşak koşarak uzaklaşırken Grines ve Harry birbirlerine baktılar. Harry’nin aklından Bakanlık’a döneceğini yazan Ron, Japon Bakan ile görüşen Hermione, sık sık mesaiye kalan Mr Weasley geçti. Sonra da Wimple’ın ofisindeki Elwyn. İki Seherbaz da kapıya doğru fırlarken Harry’nin gözü yağmurla ıslanan pencereye ilişti. Renkli dumanların sardığı odaya dair son gördüğü şey parmaklıklara tutunan Ekrizdis’in yağmur altındaki çarpık yüzündeki sinsi gülümsemeydi.

– Bölüm Sonu –

Viewing all 1611 articles
Browse latest View live