Quantcast
Channel: Fantastik Canavarlar
Viewing all 1621 articles
Browse latest View live

Harry Potter ve Lord Voldemort’un Ölüm Yadigarları Takıntısı

$
0
0

Harry Potter

Harry Potter Diriltme Taşı‘nı arzuluyordu, Voldemort Yadigarlar yerine Hortkulukları tercih etmişti. İkisi de kesinlikle Mürver Asa için bir çekim hissediyordu. Sizce, Yadigarlara karşı olan tutumları, ölüm karşısındaki duruşları konusunda bizlere neler anlatıyor olabilir? Pottermore aracılığıyla, bu konuyu irdelemek için yola çıkıyoruz. Hazır mısınız?

Voldemort’un yalnızca yarısını anlayabildiği bir kehanet üzerine yola çıkmasından bile önce, Karanlık Lord ve Sağ Kalan Çocuk arasında birçok bağlantı vardı. Çocukluk yılları arasında on yıllar olmasına rağmen ikisi de Muggle dünyasında büyümüş melezlerdi. Ayrıca ikisinin de ataları ya da daha geniş çapta, büyücülük dünyası hakkında bir fikirleri yoktu.

Yani açıkça görülüyor ki ortak ataları olan, Ölüm Yadigarlarının yaratıcıları Üç Kardeşler hakkında bir bilgileri yoktu. Harry’nin Görünmezlik Pelerini‘nin Ignotus Peverell‘in pelerini olduğunu bilmediği gibi, Voldemort da kendi Slytherin soyuyla övünürken Peverell atalarını önemsemediği barizdi. Fakat yine de o ve Harry benzerdi: Voldemort’un Peverell’ler ile olan bağlantısı başka bir objeyi de açığa çıkarmıştı – Cadmus Peverell’in Diriltme Taşı jenerasyonlar boyunca aktarılmıştı ve Voldemort’un annesinin ailesine kadar gelmişti.

Harry Potter

Tabii ki bir defasında Sirius’un Harry’ye söylediği gibi birçok büyücü ailesi bir şekilde kan bağına sahipti. Bu çok uzak olmayan ama bilinmeyen bağlantı, Voldemort’u Harry’ye yönlendirmişti. Aslında Dumbledore inanıyordu ki, Voldemort Harry’yi seçmişti çünkü paylaştıkları benzerlikleri fark etmişti – sadece çocuklukları değil, görünüşleri, Çatalağız olmaları, ikiz asaları, bağlanmış zihinleri ve kısaca Mürver Asa üzerindeki ortak ilgileri..

Fakat Harry, Voldemort ile olan bağı hakkında daha çok şey öğrendikçe fark ettiği bir şey oldu: Aralarındaki farklılıklar, benzerliklerinden çok daha önemliydi. Genellikle bu farklılıklar da kendi seçimleri sayesinde olmuştu, özellikle hayat, sevgi ve ölüm hakkındakiler.

Dumbledore, Voldemort’un üç Yadigarın birbiriyle ilgisi hakkında bilgisi olmadığına inanıyordu çünkü Voldemort kendi atalarından kalma yadigarını kullanarak bir Hortkuluk yapmıştı. Onlar hakkında bilgisi olsaydı bile, Dumbledore bunu onun önemsemeyeceğini düşünüyordu: Voldemort Hortkulukları seçmişti, Yadigarları değil. Bir başka şeye ya da birine bağlı kalmaktansa işlerini daima kendi başına yürütmeyi istiyordu.

Harry Potter

Mürver Asa İstisnası

Buradaki istisna ise üçüncü Yadigar olan Mürver Asa‘ydı. Voldemort’un hakkında bir şeyler duyduğu Yadigar buydu ve tarihindeki kayda değer ününe imrenmişti. Asayı ilk başta sadece Harry’yi yenmek için istiyordu, fakat zamanla asaya sahip olma takıntısı, gerçek anlamda hasar yemeyen birine dönüşme arzusuna dönüştü. Sonunda onu ele geçirdi de, fakat asa bu koşullar altına onu efendisi olarak görmüyordu.

Harry ilk başlarda Diriltme Taşı‘nı favorisi olarak görüyordu fakat o da zaman içinde Mürver Asa için eşdeğer biçimde takıntılara sahip olmuştu.

“Mürver Asa’ya duyduğu arzu, Ölüm Değneği, yenilmez, yıkılmaz, bir kez daha yutkundu…” – Harry Potter ve Ölüm Yadigarları

Voldemort’un aksine Harry’nin takıntısı kısa süreliydi. Dobby için duyduğu yas ona zihin açıklığı verdi, Denizkabuğu Kulübesi‘nin hemen dışındaki iç ürperten anlarda Harry düşünmek için fırsat bulmuştu. Voldemort’un hiçbir zaman yapamayacağı bir şekilde düşünüyordu. Dumbledore’un da bildiği gibi, üç Yadigar’ı da ele geçirirse Ölümün Efendisi olabilirdi – fakat sonunda üçüncü Yadigar’ı aramamaya karar verdi. Voldemort’u yenmesi, kendini kurtarmasından daha önemliydi.

Ölümden Korkmak

Voldemort her zaman ölümden korkmuştu – 11 yaşında bile annesinin ölümünü hor görmüştü ve bunu bir zayıflık olarak reddetmişti. Bütün Hortkuluk macerası da ölümsüzlüğe dayanıyordu. Bir başkası için hatta kendi ruhu için bile endişe etmeden hayatta kalmak. Yaşama bu kadar az değer veren birinin, ölüm karşısında bu kadar takıntılı bir şekilde korku duyması çok garipti.

Harry’nin tepkisi ile tam tersiydi. Hayatı kucaklamıştı fakat ölümden hiç kaçmamıştı. Dobby’nin mezarını elleriyle kazmayı seçmişti,, çünkü Dumbledore’un yas ve sevginin aynı madalyonun iki yüzü olduğu inancını anlamaya başlamıştı. Karanlıkta yapayalnız, Dumbledore’un en son verdiği söylenmemiş direktifini kabul etmişti: Harry Yadigarları biliyordu fakat onları aramak bir fayda sağlamayacaktı. Ve, son olarak, kendi ölümüne doğru özgür yolculuğuna çıkmayı seçmişti.

Bu, Diriltme Taşı’nın, sırlarını ona açmasıyla olmuştu. Ayrıca bu an, Harry’nin Ölümün Efendisi olmaya en yakın olduğu andı: iki Yadigar’a sahipti ve Mürver Asa’nın asıl sahibiydi. Bu yüzden belki de kendini Voldemort’a kurban etmesi ve hayatta kalmasının sebebi Yadigar’ların korumasıydı. Fakat onlar olmasa bile Harry aynı şeyi yapardı. Dumbledore şöyle demişti:

“Sen ölümün gerçek efendisisin çünkü, gerçek efendi ölümden kaçmaya çalışmaz. O kişi ölmesi gerektiğini kabul eder ve bu yaşayan dünyada ölümden çok daha kötü şeyler olduğunu anlar.” – Harry Potter ve Ölüm Yadigarları

İşte bu yüzden, Hortkuluklarına ve Mürver Asa’ya olan takıntısına rağmen Voldemort asla ölümün efendisi olamazdı. O ölümden sürekli kaçmıştı, Harry ise kucaklamıştı. Harry’nin Yadigarlar için olan kısa takıntısı korku yüzünden değildi. O, sevdiği insanları korumak ve geri getirmek istiyordu.

Sonundaysa, Yadigarların gerçek Efendisi olmasını sağlayan şey, Yadigarların gitmesine izin vermesi ve bunu kabullenmesiydi…

Sizler Ölüm Yadigarları hakkında neler düşünüyorsunuz? Ölümsüzlük ve yaşam hakkındaki fikirleriniz neler? Harry gerçekten de ölümün efendisi miydi? Yorumlarınızı bizlerle paylaşmayı unutmayın!


* Ortalığı Karıştıran Bir Ölüm Yadigarları Teorisi: Dumbledore Yalan mı Söyledi?!

* Harry Potter Serisi’ne Yön Veren Destan: “Üç Kardeşin Hikâyesi”

* Üç Kardeşin Hikâyesi Hayran Filmini İzleyin!

* Harry Potter Dünyasında Ölüm Olgusu

The post Harry Potter ve Lord Voldemort’un Ölüm Yadigarları Takıntısı appeared first on Fantastik Canavarlar.


Karanlık Prens –İçimdeki Karanlık #11: İlk Gün

$
0
0

Karanlık Prens - İçimdeki Karanlık #11: İlk Gün

GİRİŞ İÇİN TIKLAYIN.

8. BÖLÜM

9. BÖLÜM

10. BÖLÜM


Lord Voldemort’un o karanlık gece, Harry Potter‘ı kaçırıp öldüremeyince kendi oğlu gibi büyütmeye karar verdiği alternatif bir hayran hikâyesine ne dersiniz?
Karanlık Prens” serisini, Safina Mazhar‘ın kaleminden ve yazarın gözden geçirdiği yeni versiyon üzerinden taze bir çeviriyle sizlerle buluşturuyoruz. Karşınızda İçimdeki Karanlık cildinin on birinci bölümü!

bölüm 11

İlk Gün

Ertesi sabah, Gelecek Postası’nın ön sayfası dev bir manşetle kaplıydı: ‘Karanlık Lord’un Bir Vârisi Var!’ Bakan Fudge, dün gece geç saatlerde, Kim Olduğunu Bilirsin Sen’in Karanlık Prens lakaplı bir oğlu olduğunu tüm medyaya ilan etmişti. Verdiği uzun demeçte, Karanlık Prens’i, elit Keskin Nişancı takımının yakaladığını ve çocuğun çok yakında yargının önüne çıkarılacağını duyurmuştu.

‘Adil ve tarafsız bir yargılama, her cadı ve büyücünün hakkıdır.’ Gazete, Bakan Fudge’ın sözlerinden alıntılar veriyordu. ‘Kendilerini toplumumuzun bir parçası görmeyenler bile adil yargılanmalıdır. Bu sözüm ona ‘Karanlık’ cadı ve büyücüler, büyü dünyasının geri kalan kısmının uyduğu kanun ve yönetmeliklere karşı gelmektedirler; ancak, Sihir Bakanı olarak, doğru olanı yapmaları ve suçlarını kabul etmeleri için onlara bu şansı yine de vereceğim. Adı Anılmaması Gereken Kişi’nin oğlu mahkemeye çıkarılacak ve büyücülük dünyasına karşı işlemiş olduğu suçlardan dolayı yargılanacaktır. Duruşmanın gerçekleştirileceği tam tarih henüz belirlenmemiştir; ancak, sizi temin ederim ki, adalet yerini bulacaktır!’

James, sinirden köpürmüş halde gazeteyi bir kenara itti. Bakan’ın peşin hükümlü ve uyduruk sözlerini daha fazla okumak istemiyordu. Fudge’ın, Karanlık Prens’i duruşmaya çıkarmaktan yana olmadığını biliyordu. Tüm bunları, yalnızca halkın desteğini kazanmak için yapıyordu. Fudge, çocuğun kaderine çoktan karar vermişti; Karanlık Prens’in Ruh Emici’ler tarafından öpüleceği, su götürmez bir gerçekti. Duruşma, sadece, Bakan’ın uydurduğu görsel bir şölenden ibaretti; böylece dünyaya ne kadar adil bir lider olduğunu gösterecekti. James hiddetle çatalını pastırmasına sapladı; neredeyse tabağı ikiye ayıracaktı.

“Yavaş, James!” dedi Lily, masadan. “Onlar, en sevdiğim tabaklar.”

“Affedersin,” diye mırıldandı James.

“Ne hissettiğini biliyorum,” dedi Sirius, çayından bir yudum almadan önce. “Benim de sinirlerim bozuldu. Karanlık Prens’i ağımıza düşürmek için çektiğimiz onca çileden hiç bahseden yok,” dedi surat asarak. “Keskin Nişancı ekipten muazzam bir yakalayış, ya ne demezsin!” diyerek dudaklarını büktü.

James cevap vermedi, ama çatalını bırakarak kahvaltıdan vazgeçti.

“James, iyi misin?” diye sordu Lily, kocasına endişeli bir bakış atarak. “Tabağına hiç dokunmadın.”

“Evet ya, baksana, pastırmalı yumurta!” dedi Sirius, James’e dirsek atarak. “En sevdiğin!” James’in tabağındaki pastırmadan bir dilim alıp ağzına tıktı. “Ya da benim mi en sevdiğim?” diyerek güldü.

“Sen neden buradasın?” diye sordu Lily, Sirius’a gözlerini kısmış bakarak.

“Kahvaltı yapmak istedim,” dedi Sirius; yalandan şaşırmış gibi yaptı. “Acıkmıştım,” diyerek hafiften dudağını büzdü.

Lily gözlerini devirdi.

“Seninle asla baş edilmez; hem ne zaman tok oldun ki!” dedi.

Sirius, Lily’ye sırıttı.

“Ah, seni anlıyorum, Lily. Beni davet etmeden duramıyorsun.”

Lily suratı asık bir şekilde yerinden kalkıp masayı toplamaya başladı.

“Ya ne demezsin!” diye cevapladı.

Sirius kıkırdadı ve dikkatini, hâlâ düşüncelerinde kaybolmuş görünen James’e verdi.

“Hey, Çatalak? Kafanı bu kadar kurcalayan ne?” diye sordu.

James ona baktı ve başını iki yana salladı.

“Hiçbir şey. Bir şey yok.”

Mutfakla oturma odası arasındaki kapı açıktı; James, halıda oturmuş, Ron’la satranç oynayan Damien’ı izleyerek dikkatini başka bir yöne çekmeye çalıştı. Ron aralıksız bir haftadır Damien’la kaldığı için, James ona minnettardı. Ron sayesinde, yaz tatili boyunca sıkıntıdan patlayan Damien’ın morali düzelmişti.

On iki yaşındaki oğlunu, dün gece başlattıkları oyunu sürdürürken seyretti. Damien ve Ron, dün gece satranç takımını öylece bırakıp oyunu durdurmuşlar, böylece sabah kaldıkları yerden devam edebilmişlerdi.

“Ne pahasına olursa olsun, bu sefer seni yeneceğim,” dedi Damien, tahta üzerinde bir piyonu hareket ettirirken.

Ron genç çocuğa sırıttı.

“Vazgeç, dostum,” diye alay etti. “Ben profesyonelim. Beni yenemezsin.” Ron, hamlesini yaparak Damien’ın piyonunu havaya uçurdu.

Damien oyuna dönmeden önce, Ron’a sinir olmuş bir halde baktı. Kararlı bir şekilde tahtaya bakarken dikkatlice bir sonraki hamlesini düşünüyordu. Aniden taşını üç adım ilerleterek Ron’un piyonuna yetişti ve onu bir darbeyle yolundan çekti. James, bu mesafeden bile, hamlenin hileli olduğunu görebiliyordu.

“Hey!” diyerek karşı çıktı Ron. “Bunu yapamazsın!”

Damien tek kaşını kaldırdı.

“Öyle mi?” diye sordu, pis pis sırıtarak.

Bu basit ve safça söylenmiş sözün ardından, James midesine sert bir yumruk yemiş gibi hissetti. Damien’a bakakalmış halde masaya çöktü. Sözler zihninde dönüyordu. O sözü söylerken, Damien’ın sesi, alaycı tavrı, gülüşündeki o ince ima ona o kadar çok benziyordu ki… Damien’ın konuşma biçimi çok daha masumdu elbet, ama yine de ciddi bir benzerlik vardı. Çok korkutucu bir benzerlik. Gümüş maskeli çocuğun Kingsley’e dönüp aynı sözü aynı biçimde söylediğinin hatırası, James’i dayak yemişçesine sarsmıştı. Karanlık Prens’in sesi kafasında yankılanıyordu.

Tek kelime etmeden ayağa fırladı; oturma odasındaki iki çocuğun tartışmasını artık duymuyordu.

“Çatalak?” Sirius, masadan bir hışımla kalkan arkadaşına başını kaldırıp baktı.

“James? Neler oluyor?” diye sordu Lily, lavabodan uzaklaşarak.

“Hiçbir şey, sadece… yapmam gereken bir şey var,” diye mırıldandı James, kapıya yönelirken.

“James? Ne? Nereye gidiyorsun?” diye sordu Lily, yolunu keserek.

“Halletmem gereken bir şey var,” dedi James; hâlâ düşüncelerinde kaybolmuş görünüyor, Lily’yi pek görmüyor gibiydi. “Birazdan dönerim,” diyerek arka kapıya koşturdu, kapıyı açtı ve dışarıda gözden kayboldu.

“James?” diye seslendi Lily, ama kocası çoktan gitmişti. Geri dönüp mutfak masasında oturan ve şaşırmış görünen Sirius’a baktı. “Nasıl bir şey yaşıyor bilmiyorum,” dedi. “Oysa düne kadar keyfi yerindeydi.”

Sirius kalktı ve Lily’ye doğru yürüdü.

“Hep bu Karanlık Prens işi yüzünden. Kafasını bulandırıyor,” dedi Sirius.

Lily başıyla onayladı.

“Dün de stresini gizleyemiyordu,” dedi Lily, endişeyle dudaklarını ısırarak.

Zümrüt yeşili gözlerini tekrar kapıya, kocasının az önce kaybolduğu noktaya dikti. Sirius, Lily’yi böyle hüzünlü görmeye dayanamadı ve genelde yaptığı gibi, dikkatini başka yöne çekmek için onunla uğraşmaya başladı.

“Hepsi senin suçun,” diye atladı.

Lily afallamış bir halde baktı.

“Pardon? Benim suçum mu?” diye sordu.

“Yatak odanızda onunla yeterince ilgilenmiş olsan, James daha sakin ve mutlu olurdu,” dedi Sirius.

Lily ona alık alık baktı.

“Çok pardon?” dedi. “Yatak odamızda ne yaptığımızdan sana ne!”

“Biliyorum, biliyorum.” Sirius, eliyle kovarcasına bir hareket yaptı. “Özel hayat,” diye ekledi, alaycı bir şekilde eliyle tırnak işareti yaparak. “Ama ben yine de söyleyeyim. James’e ihtiyacı olan sıcak ilgiyi biraz vermiş olsan, Ruh Emici öpücüğünü kimin aldığı bu kadar umurunda olmazdı!”

Lily ona ters ters baktı.

“Zırdelinin tekisin!” dedi, lavaboya doğru yürürken.

“Ne yapman gerek, biliyor musun?” dedi Sirius, onu takip ederek. “Bu gece ona en sevdiği yemeği yap, birkaç mum yak ve dantelli kırmızı-siyah kombinezonunu giy. Bu bizim yaşlı Çatalak’ı kendine getirir!” diyerek pis pis sırıttı.

Lily çok pis hakarete uğramış gibi bakıyordu.

“Sen benim eşyalarımı mı karıştırıyorsun, sapık?” diye sordu.

“Hayır!” Sirius yüzünü buruşturdu. “Hiç işim olmaz! Ayrıca, bu suçlamana da çok kırıldım!”

“Peki, öyle bir şeyim olduğunu sen nereden biliyorsun?” diye meydan okudu Lily.

“Şu saniyeye kadar bilmiyordum,” diye sırıttı Sirius.

“Def ol!” dedi Lily, parmağıyla kapıyı göstererek.

Sirius göz kırptı ve kuzu kuzu kapıya doğru yöneldi. Ona küçük bir öpücük atıp kendince bu-kadar-kızacak-ne-var-sadece-takılıyordum mesajı yolladı ve mutfaktan çıktı.

Lily bulaşığa geri dönerken, dudaklarına küçük bir gülümseme yerleşti. Onu her ne kadar çileden çıkarıyor olsa da, Sirius’un maskaralıkları onu her zaman gülümsetiyordu.

* * *

Gün ışığının girmediği bu penceresiz hücrede gündüz mü gece mi olduğunu anlamak imkânsızdı. Zamanın bile donup kaldığı bu zifiri karanlık hücrede tıkılıp kalan Harry, sanki saatlerdir değil de günlerdir buradaymış gibi hissediyordu. Tek yanan meşale de saatler önce sönmüştü. Harry –asasız da olsa– meşaleyi yeniden yakabileceği halde buna yeltenmemişti. Hem bu hücrede ışığı ne yapacaktı ki? Çalışacak bir şeyi yoktu sonuçta.

Gecenin bir saati bilinci yerine gelmişti; yara izi hâlâ sızladığı, bacağı ve yanları ise acı içinde zonkladığı halde öncesinden daha iyi hissediyordu. Çektiği acı artık o kadar keskin değildi; uyuşmuştu. Yalnızca çok az bir iyileşme gösteriyordu, ama Harry buna rağmen minnettardı. Her zaman çabuk iyileşen biri olmuştu.

Harry sırt üstü uzanıp başını soğuk taş zeminden korumak için ellerini başının arkasına koydu ve gözlerini ne yapacağını bilmez halde zifiri karanlığa dikti. Uyumadı, uyuyamadı. Kafası, içinde bulunduğu bu zor durumu düşünmekten o kadar doluydu ki, uyuyamıyordu.

Meşale birdenbire kendi kendine yanmış, yanar yanmaz ise yükselen aleviyle Harry’nin hücresini titrek bir ışıkla aydınlatmıştı. Harry içini çekerek gözlerini kapattı; birazdan geleceğinden emin olduğu işkenceye direnmek için gücünü topluyordu. Gardiyanların, sorgu bahanesiyle canını yakacaklarından emindi. Ne istediklerini anlamayacak kadar saf değildi. Harry tüm sorularını cevaplayacak olsa bile –ki bunu yapmayı planlamıyordu– yine de gardiyanlar, olduğu kişi yüzünden canını acıtacaklardı. Babası, bu dünyada sırf onun oğlu olduğu için canını yakacak insanlar olduğunu her zaman söylerdi.

Küçük bir tıkırtı, bir köşede ona bir kâse ve küçük bir kupa getirildiğini duyurdu. Harry ‘kahvaltı’sını görmezden gelerek olduğu yerden kıpırdamadı. Çok aç hissetmiyordu. Kendi kendine boş midenin ona yararı olacağını söyledi. En azından işkence boyunca kusmak zorunda kalmayacaktı.

Uzakta git gide ona doğru yaklaşan ayak seslerinin yankılanışını duydu. Derin bir nefes aldı ve elinden geldiğince aciz görünmemeyi amaçlayarak yattığı yerden doğrulup oturdu.

Jackson sözünü tutmuş, Harry’nin kapısına gelmişti.

“Günaydın!” diye selamladı Harry’yi, suratında kocaman bir sırıtışla. Asasını demir parmaklıklara vurarak sesin hücre boyunca yankılanmasına sebep oldu. “İyi uyudun mu?” diye sordu.

“Mükemmelen,” diye karşılık verdi Harry.

Jackson, dokunulmamış yulaf lapası kâsesine ve su dolu kupaya baktı.

“Kahvaltını yapmadığını görüyorum,” dedi. “Sorun ne? Prens’in alışık olduğu standartlarda değil mi?”

Harry zoraki sırıttı.

“Genelde zengin kahvaltılar yaparım,” diye karşılık verdi, gardiyanın sinirini bozmak için.

Jackson başını yana eğerek dikkatlice onu inceledi. Çocuğa hakkını vermeliydi. Bu duruma düşmüş onun gibi genç biri için fazla sakindi ve hiçbir korku ibaresi göstermiyordu. Biraz olsun saygıyı hak ediyordu.

“Pekâlâ, o zaman başlayalım,” dedi Jackson, kapının kilidini açarak. “Ayağa kalk.”

Harry, acıdan kırılan vücudunun isyanını bastırarak itaat edip ayağa kalktı. Jackson ile birlikte gelen iki gardiyan hücreye girdi ve dokunmadan her iki yanında durarak ona dışarıya kadar eşlik ettiler.

Önceki gece olduğu gibi, bir şey yapmaya kalkışmasın diye ona göz kulak olan iki gardiyanla ilerlerken Jackson başı çekti. Gardiyanlar, Harry’yi geniş taş bir merdivene getirdi ve merdiveni tırmanmaya başladılar. Merdiven hiç bitmeyecekmiş gibi görünüyordu. Kalenin daha da tepesine çıkarak uzun bir süre tırmanmaya devam ettiler ve sonunda en üst kata vardılar. Gardiyanlar, Harry’yi bir odanın içine doğru itti.

Küçük odada, sadece üç parça mobilya vardı. Dikdörtgen bir masa ve her iki yanına konmuş sandalyeler. Sandalyelerdeki fark, Harry’nin hemen dikkatini çekti. Bir tanesi, sert ahşaptan yapılmıştı ve yüksek arkalıklıydı; otorite hissi veriyordu. Diğeri ise metaldendi, kolçaklarından kelepçe ve zincirler sarkıyordu. Uzun ve kalın bir zincir sandalyenin oturma yerinde dururken tehditkâr bir şekilde sallanıyordu.

Harry, metal sandalyeye doğru sürüklendi ve oturtuldu; ardından ise, iki gardiyan Harry’yi sandalyeye bağlamaya girişti. Uzun kalın zincirler, Harry’nin beline dolandı ve vücudunu neredeyse delecek kadar sıkı sıkıya bağladılar. Kolları, Harry’yi şaşırtarak, sandalyenin arkasına doğru çekildi. Kolçaklardaki kelepçeleri kullanacaklarını sanmıştı, ama anlaşılan gardiyanlar, bu pozisyonun, Voldemort’un oğlu için fazla rahat bir pozisyon olduğuna karar vermişti. Harry, elleri arkadan bağlanırken metal kelepçelerin bileklerini kestiğini hissetti. Sımsıkı bağlanmasının oluşturduğu gerginlik şimdiden omuzlarını acıtıyor, Harry’yi ruhsal olarak aşağı çekiyordu. En az birkaç saat bu pozisyonda kalacağını biliyordu. O zamana kadar omuzları ne hale gelecekti, kim bilir? Ayak bilekleri, sandalyenin ayaklarına bağlanmıştı; metal kelepçeler o kadar sıkıydı ki, derisini kesiyordu. Harry, ne kadar sıkı zincirlendiğini fark edince, ilk kez acizliğine yenik düştüğünü hissetti. Asla kıpırdayamıyordu, metal bağlar el ve ayak bilek derilerini yüzmüştü ve belindeki zincir canını acıtacak kadar sıkıydı.

Gardiyanlar kelepçe ve zincirleri en iyi şekilde sıktıklarından emin olup geri adım attıktan sonra, Harry başını kaldırdı. Jackson, az önce hücresinde onu incelerken takındığı o aynı sinir bozucu gülümsemeyle ona bakıyordu. Yavaş adımlarla Harry’ye doğru yürüdü; ayak sesleri odada gürültüyle tıkırdadı. Adam, Harry’nin önünde durdu ve doğrudan karşısına oturarak masaya yerleşti.

“Sen zeki bir çocuğa benziyorsun,” diye başladı, “birazdan ne olacağını anlamışsındır. Sorularımızı yanıtlar, ihtiyacımız olan tüm bilgiyi bize verirsen, duruşma gününe kadar bir daha rahatsız edilmezsin. Ancak, aptal olur da direnirsen ya da konuşmak istemezsen, canı yanan bir tek sen olursun. Bize cevapları verene kadar her gün buraya sürüklenir, bu şekilde bağlanıp sorguya çekilirsin. Açıkçası, Şifacı Bennet’ın başına daha fazla iş çıkarmak istemem. O yüzden birbirimizle iyi geçinelim, tamam mı?”

Harry cevap olarak sırıttı.

“Bakanlık yalakalarıyla iyi geçinmek mi?” diye sordu Harry; sırıtışı küçümseyici bir bakışa dönüşmüştü. “Ölmeyi yeğlerim.”

Jackson hayal kırıklığına uğramış görünüyordu. Gözlerini ayırmadan önce Harry’ye uzun uzun baktı. Başını iki yana sallayarak elini cüppesinin cebine götürüp küçük bir şişe berrak sıvı çıkardı.

“Senin gibi duygusuz katil ruhlu canavarlardan öğrendiğimiz bir şey var,” dedi Jackson, elindekini Harry’ye doğru sallayarak, “o da, çok azının gerçeği söylediği.” Küçük şişeyi kaldırdı. “Neyse ki, birkaç damla Veritaserum, bu problemi kökten çözecek.”

Harry, her ne kadar sakin görünmeye çalışsa da, kaskatı kesildi. Şişeye ürpererek baktı, aklı deli gibi babasını korumanın bir yolunu arıyordu.

Jackson öne doğru eğilip pis pis sırıtarak Harry’nin omzuna bir şaplak indirdi.

“Bize tüm bildiklerini anlatma vakti, çocuk,” dedi.

Harry, öylece bakmaktan başka bir şey yapamıyordu. Jackson elinde şişeyle ona doğru gelirken, dudaklarını sıkıca birbirine kenetledi ve başını çevirdi. Jackson iç çekerek, Harry’nin solunda duran gardiyana başıyla işaret etti. Gardiyan asasını Harry’ye çevirdi.

Bir büyü mırıldandı ve asadan bir ışık topu fırladı. Harry’nin hali hazırda çürümüş olan kaburgalarına vurup bedeninin acıdan sarsılmasına yol açtı. Yanları, dayanılmaz bir acıyla dağlandı ve Harry’yi acıdan bağırtarak bağlanmış vücudunu mümkün olduğu ölçüde büktü. Diğer gardiyan ise, Harry’ye arkadan yaklaşıp saçını tutarak onu acımasızca geriye doğru çekti ve Harry’nin başını arkaya yatırdı. Jackson eliyle Harry’nin yüzünü tuttu; tutuşu sert ve acımasızdı. Harry’nin ağzından içeri üç damla Veritaserum damlattı. Gardiyanlar, can çekişen çocuğu, soluğu yerine gelsin diye bıraktılar.

Jackson, mavi gözleri Harry’ye kitlenmiş halde bir süre bekledi; çocuğun acı içinde kesik kesik nefes alırken yavaşça yerinde doğrulmasını seyretti. Jackson kabul etmeliydi ki, zümrüt yeşili gözlerindeki hiddet korkutucuydu; ama neyse ki, çocuk sıkıca bağlıydı ve misilleme yapamazdı.

Jackson cebinden küçük gümüş bir küre çıkardı ve ona dokunarak sorguyu kaydetmesi için kaydı başlattı. İleri doğru adım attı. Şimdi, yüzü, çocuğunkinden yalnızca birkaç santim uzaktaydı.

“Ölüm Yiyen’lerin Karanlık Prens dedikleri sen misin?” diye test etmek için cevabını bildiği bir soru sordu önce.

Harry dişlerini sıktı, ama cevap kendiliğinden geldi. “Evet.”

Jackson güldü ve arkasına yaslandı. Kollarını göğsünde kavuşturarak bir süre çocuğu inceledi.

“Adın ne?” diye sordu. Bilmek için yanıp tutuşuyordu.

İsim ağzından dökülürken Harry gözlerini kapattı.

“Harry.”

Jackson’ın kaşları havaya kalktı.

“Harry?” diye tekrarladı. “Çok sıradan bir isim. Kim Olduğunu Bilirsin Sen’den beklediğim bu değildi,” diyerek kendi kendine güldü. “Soyadın yok mu?” diye sordu küstahça.

“Var, ama kullanmıyorum,” diye hırıltılı bir sesle cevapladı Harry.

Jackson, onu gördüğünden beri merak ettiği bir soru sordu. “Kaç yaşındasın?”

“On altı,” diye geldi cevap.

Jackson’ın pis gülüşü yüzünde dondu kaldı. On altı mı? Çocuğun daha büyük olduğunu, hatta reşit olduğunu düşünmüştü. En azından on sekiz demesini beklemişti. Jackson, onun gibi şaşkın görünen odadaki diğer iki adamla bakıştı. Reşit olmayan bir çocukla karşı karşıyaydılar. Jackson, Harry’ye tekrar baktı ve yüzüne odaklandı; aslında on altı yaşında gösteriyordu, ama havası daha yaşlı olduğu izlenimi uyandırıyordu.

Jackson, yaşadığı şoku bir kenara bırakıp görevine geri döndü. Başka bir soru düşünürken gözlerini çocuğun yüzüne kilitledi ve alacağı hangi bilginin büyü dünyasını etkileyeceğini düşündü.

“Lord… V-Voldemort nerede?” diye sordu, karanlık büyücünün adını söylemekte tereddüt ederek.

Harry, cevap verirken gözünü ondan hiç ayırmadı.

“Evde.”

Jackson gözlerini kırpıştırdı. Beklediği cevap bu değildi.

“Voldemort’un evi nerede?” diye sordu.

“Riddle Malikânesi’nde,” diye cevapladı Harry.

Jackson içinden küfretti. Bunu zaten biliyorlardı.

“Riddle Malikânesi nerede?” diye sormaya devam etti.

“Fidelius Büyüsü’nün etkisinde,” dedi Harry. Veritaserum etkisindeyken bile, bu sorunun cevabını veremezdi.

Jackson bir an için Harry’ye öylece bakakaldı.

“Sır Tutucusu kim?” diye sordu.

“Lord Voldemort,” diye cevapladı Harry.

Jackson küfretti. Bunu tahmin etmeliydi. Karanlık Lord kendisinden başka kimseye güvenmezdi. Madem Voldemort ile ilgili bir cevap alamayacaktı, o zaman Ölüm Yiyen’lerle yetinmesi gerekecekti.

“Voldemort’un Ölüm Yiyen’lerinin isimleri ne?” diye sordu.

Harry durdu; dudakları kapalı, gözleri önündeki adama dikiliydi. Jackson, iksirin ona zorla cevabı söyleteceğini biliyordu. Tek yapması gereken, beklemekti. Beklenildiği gibi, Harry’nin ağzı cevap vermek için açıldı.

“Igor Karkaroff, Regulus Black, Larry Hunt, Rudolphus Lestrange…”

“Ölü olmayanları!” diye patladı Jackson; yüzünde artık sırıtmaya dair hiçbir iz yoktu.

Harry cevaplamadı, çünkü Jackson tam bir soru sormamıştı; o yüzden konuşmak zorunda değildi.

“Hâlâ hayatta olan Ölüm Yiyen’lerin isimleri ne?” diye sordu Jackson.

Harry, yine kısacık bir an, Jackson’a gözlerini dikmiş bir halde mücadele ediyor gibi göründü.

“Antonin Dolohov ve Bellatrix Lestrange.”

Jackson dişlerini sıktı, gözleri Harry’ye öfkesinden alev alevdi.

“O ikisini de zaten biliyoruz,” diye çıkıştı.

“Bu, benim problemim değil,” diye cevapladı Harry.

Jackson sabrını kaybedip saldırıya geçti. Harry’nin yüzüne bir yumruk indirdi; Harry’nin yüzü yana doğru kaydı. Darbenin etkisiyle sandalyesi neredeyse yana devriliyordu, ama yanında dikilen gardiyanlar, sandalyeyi sabit tutmayı başarmıştı.

Jackson, Harry’nin saçını tuttuğu gibi çekerek yüzünü kaldırdı.

“Bakanlık’ın bilmediği Ölüm Yiyen’lerin isimlerini söyle!” diye haykırdı.

“Jason Riley, …Thorfinn Rowle.”

“Onlar ölü!” diye kükredi Jackson, saçını daha da çekerek.

“Bakanlık…onların…Ölüm Yiyen…olduğunu…bilmiyordu,” dedi Harry, zorlukla soluduğu halde gardiyanın öldürücü ifadesine sırıtarak.

“Seni küçük pislik!” Jackson, Harry’nin saçını bırakıp yüzünü tekrar yumrukladı.

“Jackson! Dur!” Gardiyanlardan biri onu geri çekip Harry’den uzaklaştırdı. “Tamam, sakin ol!”

Harry zar zor nefes alıyordu, ağzına kanın bakırımsı tadı geldi. Ağzındaki kanı tükürdü ve başını kaldırıp fenalaşmış görünen gardiyana baktı.

“Sadece seni sınıyor,” dedi gardiyan, Jackson’a. “Sabrını kaybetme.”

Jackson derin bir nefes aldı. Çocuğun onu ve sabrını zorladığını biliyordu. Onlara faydalı tek bir şey söylememişti. Veritaserum’u manipüle ediyor; gerçekleri söylediği halde asıl cevapları vermiyordu.

Jackson, bir elini kısa sarı saçlarından geçirdi ve yeniden derin bir nefes aldı. Harry’ye doğru yürüdü ve tekrar masanın diğer tarafına geçti. Yumruklarını sıkmış, yeniden çocuğa saldırmamak için kendini zor tutuyordu.

“Pekâlâ, Harry,” dedi ona, sakin bir şekilde sırıtmaya çalışarak. “Tekrar deneyelim.” Karanlık Prens’i gerçek cevaplar vermeye zorlayacak soruyu dikkatlice düşündü.

“Bana, hâlâ hayatta olan ama Bakanlık’ın bilmediği Ölüm Yiyen’lerin isimlerini söyle.”

“Fenrir Greyback, Mark Jugson ve Evan Rosier,” diye cevapladı Harry.

Jackson, masanın üzerindeki yumruğunu öyle bir sıkıyordu ki, eklemleri bembeyaz kesilmişti.

“Bu adamların hepsi kaçak,” diye tısladı. Onların Voldemort ile olduğunu zaten biliyordu.

Harry sırıttı.

“Ve aynı zamanda, Bakanlık’tan saklanıyorlar.”

“Tamam! Bu kadar yeter!” Jackson ayağa kalktı, gardiyanlara Harry’yi çözmelerini işaret etti.

Gardiyanlar emri yerine getirirken, Jackson ise gümüşümsü küreye dokunarak kaydı durdurdu.

Dönüp baktığında, gardiyanların Harry’yi çözmüş olduğunu ve onu sandalyesinden kaldırdığını gördü. Artık ayaktaydı.

“Kendini çok zeki zannediyorsun, değil mi?” diye sordu Jackson, ona doğru yürürken; şimdi on altı yaşındaki çocuğun yalnızca birkaç santim uzağındaydı.

Harry, Veritaserum’un etkisi altında olduğu için dosdoğru cevapladı.

“Evet.”

Jackson ona pis pis baktı.

“Ne kadar zekisin, görelim bakalım.”

Harry’yi cüppesinin yakasından tuttuğu gibi çekti ve sinirle odanın karşısına fırlattı. Harry masaya çarptı; masanın köşesine yanlamasına vurmuştu. Acıdan neredeyse yere kapaklanıyordu. Gözlerinde beyaz ışıklar çaktı ve düşmemek için masaya tutundu. Bir el onu arkasından yakaladığı gibi kendine döndürdü.

İşte bu, bardağı taşıran son damla oldu. Hayatta kalma güdüsü canlanan Harry karşılık verdi. Jackson’ın elini yumruğunun içine aldığı gibi bükerek onu geriye püskürttü ve ardından suratının ortasına yumruğu indirdi. Jackson şokla yere yığıldı. İki gardiyan da asalarını Harry’ye doğrultmuştu, ama onu daha lanetleyemeden, Harry bir elini kaldırarak abartılı bir hareket yaptı. Görünmez büyü, iki gardiyanı da yakaladığı gibi havaya kaldırdı. Güçlü bir çatırtı sesiyle duvara çarpıp yere düştüler.

Jackson, asasını Harry’ye doğrulttu ve ona bir beden kilitleme laneti yolladı. Harry kolaylıkla büyüyü savuştururken Jackson’ı da asasız bir halde geriye doğru savurdu. Jackson kafasını da vurarak duvara yapıştı. Harry’nin eli, az önce bağlı olduğu sandalyeye doğruldu. Elinin bir hareketiyle metal sandalyeyi odanın öbür tarafına, Jackson’a doğru gönderdi; metal sandalye, sert bir şekilde adama çarparak acısını ikiye katladı.

Diğer iki gardiyan asaları hazır bir halde yeniden ayağa kalkmıştı. İkisi birden Harry’ye lanetler yolladılar, ama hedefi tutturamadılar. Harry’den gelen başka bir asasız büyü, her birini odanın iki yanına uçurdu; her ikisi de duvara çarpıp bilinçsizce yere devrildi. Harry’nin arkasındaki kapı aniden açıldı ve üç gardiyan içeri koştu. Harry, daha harekete geçemeden, yere yapıştırılmıştı; iki gardiyan onu yere sabitlemiş, kollarını arkasında birleştirerek tutuyorlardı.

“Neler oluyor burada?” diye sordu yeni gelen gardiyanlardan birisi; soruyu direkt Jackson’a sormuştu. “Güvenlik küresinden sizi izledik. Onu neden çözdün?”

Elleri arkasında bağlanmış halde duran Harry, metal kelepçeleri bileklerinde yeniden hissetti. Sertçe ayağa kaldırıldı ve onu yere indiren iki gardiyanla orada bekletildi. Harry, Jackson’a gözünü dikmiş, içinde yanıp tutuşan öfke ve intikam hissinden güçlükle nefes alıyordu. Karşılığında, sarışın gardiyan da Harry’ye dik dik bakıyordu. Altında ezildiği metal zincirler yüzünden doğru düzgün doğrulamıyordu. Harry, en azından adamın kaburgalarından birini çatlattığına emindi.

Harry ona pis pis sırıttı.

“Görünen o ki, canı yanan bir tek ben değilim,” diyerek alay etti.

Jackson ona doğru koştu, ama diğer gardiyan onu kolundan yakalayıp durdurarak uzaklaştırdı.

“Hey! N’apıyorsun?” diye sordu kahverengi saçlı gardiyan; Paul Jackson’ın bir hükümlüye saldırdığına inanamıyordu. Genellikle aralarında en sakin olanı, oydu. “Neler oluyor?”

Jackson, meslektaşının pençelerinden kurtuldu; mavi bakışları Harry’nin üzerindeydi. Ona parmağını doğrulttu.

“Bunu ödeyeceksin!” diye hırladı. Onu tutan iki gardiyana döndü. “Onu bodrum kata, güneydoğu kanadına götürün,” diye emretti. Harry odadan çıkarılırken ise, Jackson kahverengi saçlı gardiyana döndü. “Davis, bana bir çift Kelso kelepçesi getir.”

“Jackson, ne…?”

“Kelepçeleri getir!” diyerek sesini yükseltti Jackson, Harry’nin arkasından gitmeden önce.

* * *

Harry, iki gardiyan tarafından Nurmengard’ın bodrum katına götürülüyordu; Jackson ise, bu sefer onları arkadan takip ediyordu. Harry, hapishanenin yer altında bulunan uzun dönemeçli bir koridoruna getirildiğinde, etkisini hemen hissetti. Binanın bu kısmında nefes almak çok güçtü; hava ağır ve boğucuydu. Neden böyle olduğunu anlamamıştı; ya yer altında oldukları içindi ya da böyle olması için büyülenmişti. Ayrıca burası çok daha soğuktu. Dün gece kaldığı hücre küf kokulu olsa da sıcaktı; burası ise dondurucuydu. Duvar boyunca tek sıra halinde dizilmiş hücreler gördü.

Hücrelerden birine doğru sürüklendi; ama onu içeri atmak yerine, yüzüne okkalı bir yumruk atarak parmaklıklara yapıştırdılar. Kelepçe kollarından sertçe çıkarıldı ve yüzü Jackson’a döndürüldü; iki asa doğrudan yüzüne hedeflenmişti.

Kahverengi saçlı gardiyan Justin Davis, Jackson’a bir çift kelepçe uzattı.

“Bir şey yapmaya kalkışma!” diye uyardı Jackson Harry’yi ve işareti üzerine, gardiyanlardan birisi hedef gösterilen noktaya, Harry’nin şakağına asasıyla bastırdı. Jackson, Harry’yi bileklerinden yakaladı ve kelepçeledi; derisinin kızarmış ve soyulmuş olduğunu umursamadı bile.

Harry’nin ellerini önünde kelepçeledikten sonra, onu tutup hücrenin kapısına doğru çekti. Kapı kilitli değildi ve Harry içeri itilmeden önce açıldı. Harry, Jackson’a bakmak için döndü; kapı çarparak kapatılırken kapının kilitlendiğini söyleyen gürültülü bir klik sesi duyuldu.

“Bir gece burada kalınca bülbül gibi ötmeye başlayacaksın!” diye hırladı Jackson. Ona parmağını salladı. “Bunu kendine sen yaptın!” Döndü ve yürüyerek uzaklaştı; diğer üç gardiyan da arkasından onu takip etti. Gürültülü bir kapı sesinin ardından, Harry artık yalnız olduğunu biliyordu.

Harry titremesine engel olamadı. Soğuk yakıcıydı ve cüppesinin altında yalnızca ince bir gömlek vardı. Üzerlerine işlenmiş K harfini kaydederek bileklerindeki kelepçelere baktı. Parmaklarını hareket ettirip ufak bir alev topu yaratmayı denedi. Hiçbir şey olmadı. Harry küfretti.

Sakin kalmak ve asasız büyü yapmamak için çok çaba sarf etmişti. Düşman karşısında tüm gücünü göstermemesi konusunda, babası onu sıkça tembihlemişti. Bazen savaşı kazanmanın yolu, düşmana sürpriz yapmaktı. Ancak, Harry kendini ve güdülerini kontrol edememişti. Kendini korumak için gardiyanların karşısında asasız büyü yapmış ve tüm gücünü bilmelerine yol açmıştı; sonuç olarak da, kelepçelerle buna bir son verilmişti.

Harry, soğuk zeminde korkunç bir şekilde titreyerek geri çekildi; göğsü, sırf nefes almaya zorladığı için ağrıyordu. Burada tıkılıp kalmıştı; buradan çıkmak ya da kendini biraz olsun rahatlatmak için artık asasız büyü de yapamıyordu. Başını kaldırıp hücrenin tavanına baktı ve nefes verdi; nefesinden dumanlar çıkıyordu. Tüm gün buradan çıkarılmayı beklemekten başka çaresi yoktu.

* * *

James karargâha vardığında neredeyse akşam olmuştu. Remus’un orada olduğunu görünce memnun olmuştu; tabii Sirius’un da.

“Hey, Çatalak!” diye selam verdi Sirius, James uçuç tozuyla geldiği şömineden çıkarken. “ Bu ne sürpriz! Bu sabah Lily’yi terk ettikten sonra, seni buraya göndermez sanıyordum!”

James şakasına karşılık vermeyince Sirius kaşlarını çattı.

“Her şey yolunda mı?” diye sordu Remus.

“Evet, şimdilik,” dedi James.

Onlara doğru hızla ilerleyip iki parşömen rulosu çıkardı. Her birine bir tanesini verdi.

“Bu ne?” diye sordu Sirius.

“Geçiş izinleriniz,” dedi James. “Nurmengard için.”

İki adam da donakalmış bir halde başlarını kaldırdı.

“Ne?” diye sordu Sirius.

“Bunları nasıl aldın?” diye sordu Remus.

“Kolay olmadı,” dedi James iç çekerek; kendini bir sandalyeye attı. “Biraz torpil geçmesi için Robertson’a gittim. Hiç kolay olmadı; şunları onaylamasını sağlamam neredeyse sekiz saatimi aldı.” Parşömenleri işaret etti ve gözlüklerini çıkararak yorgunlukla gözlerini ovuşturdu.

“Robertson bunu senin için yaptı mı, yani?” diye sordu Sirius, şaşkınlık içinde.

“Evet. Hazır aklımdayken, şu Bagman imzalı Vurucu sopası hâlâ sende mi?” diye sordu.

“Elbette,” diyerek sırıttı Sirius. “En değerli hazinelerimden birisi!”

James yüzünü ekşitti.

“Ee, onu Robertson’a vermek zorundasın,” diye arkadaşını bilgilendirdi.

“Ne? O niyeymiş?” diye sordu Sirius.

“Üzgünüm, dostum,” dedi James, omzunu silkerek. “Anlaşmayı bu sayede sağladım, çünkü Robertson sopanın sende olduğunu biliyordu ve önerdiğim başka hiçbir şeyi kabul etmedi,” diye açıkladı.

“Robertson’ın Bagman hayranı olduğunu bilmiyordum,” diye ekledi Remus.

“Değil zaten,” diye cevapladı James. “Ama Bagman öldükten sonra, onun imzasını taşıyan her şey küçük bir servet değerini aldı,” diyerek omuz silkti. “Ona para teklif ederdim, ama bu rüşvet olarak düşünülürdü.”

“Pardon ama neden ben hakiki Ludo Bagman imzalı en güzel Vurucu sopamdan vazgeçiyormuşum?” diye sordu Sirius; James’in sopayı çoktan verdiği gerçeğini hâlâ idrak edememişti.

“Çünkü bu çok daha önemli,” diye açıkladı James, kendi Nurmengard’a izin belgesini göstererek.

İki adam da, James’in elindeki parşömene bakakalarak sustu.

“Çatalak…” diye başladı Remus.

“Oturup Karanlık Prens’i başkalarının almasına sessiz kalmayacağım,” diyerek Remus’un sözünü kesti James. “Çok zor bir iş başardık, çaba gösterdik ve ben az daha onun tarafından öldürülüyordum,” diye hatırlattı arkadaşlarına. “Sanırım bu kadarı bile onu görme hakkını veriyor bana.”

Remus ve Sirius birbirlerine baktılar ve ardından, Remus James’e döndü.

“James, onu neden görmek istediğini anlıyoruz,” dedi. “Şu anda hissettiğini hissetmen çok normal,” diye devam etti; sözlerini dikkatle seçerek konuşuyordu. “Ama bu doğru değil.”

James’in kafası karışmış görünüyordu.

“Ne doğru değil?” diye sordu.

Remus, söyleyeceklerini söylemekte tereddüt etti; onun yerine, başını çevirip gözlerini kaçırdı. Konuşmayı Sirius devraldı.

“Bak, Çatalak, dostum,” diye başladı Sirius. “Kimse… seni kızgın olduğun ya da… bir şey yapmak istediğin için suçlayamaz, ama biz öyle insanlar değiliz ki. Sen öyle biri değilsin!” dedi, ona yalvarır gibi.

“Siz ikiniz ne saçmalıyorsunuz?” diye sordu James; iyiden iyiye kafası karışmıştı.

“James, Karanlık Prens’i öğrendiğinden beri onu saplantı haline getirdin,” dedi Remus. “Artık yakalanmış olması ve hüküm giyecek olması sana yetmiyor.” James’in gözlerinin içine bakıyordu. “Voldemort’un canını yakmak istemeni anlıyorum,” dedi usulca. “Onun canını yakmak istiyorsun, H…Harry yüzünden.” Ölmüş oğlunun adını duyunca James’in sarsıldığını gördü, ama yine de sözlerine devam etti. “Voldemort’un oğlunun canını yakınca, hiçbir şey değişmeyeceği gibi, Harry’nin ölümünün intikamını da almış olmayacaksın. Ateşe ateşle karşılık vermek, yalnızca daha büyük bir ateşi doğurur.”

James çenesi kasılmış, elleri yumruk yapılmış halde ayağa kalktı.

“Nurmengard’a çocuğun canını yakmak için mi gitmek istediğimi sanıyorsunuz?” diye sordu, sıkılmış dişlerinin arasından.

“Öyle değil mi?” diye sordu Sirius, alçak sesle.

“Hayır!” diye esip gürledi James. “Hayır, siz beni ne zannediyorsunuz? Bunun intikamla bir ilgisi yok! Voldemort’u öldürmek istiyorum, evet, o puşt benim oğlumu…” Küçük bebeğinin aniden beliren görüntüsü, kalbinin sıkışmasına neden oldu. Oğlunun adını bile göğsü sıkışmadan söyleyemiyordu. Derin bir nefes aldı. “Oğlunun canını yakmayacağım,” diye biraz daha sakin konuştu James. “Niyetim bu değil.”

Remus da Sirius da son derece rahatlamış görünüyorlardı.

“Şükürler olsun!” dedi Sirius, bir oh çekerek.

“Amacın ne, o zaman?” diye sordu Remus. “Gidip onu görmekte neden bu kadar diretiyorsun?”

James durdu, ne söyleyeceğinden emin değildi. Kendisi bile Voldemort’un oğlunu neden görmek istediğini bilmiyordu. Sadece yapması gerektiğini biliyordu.

“Dürüst olmam gerekirse, bilmiyorum,” dedi James, tekrar sandalyesine çökerek. “Açıklayamıyorum ama bu, sanki içimden gelen bir his gibi; yani bir ses bana gidip onu görmemi söylüyor,” diye açıklamaya çalıştı. “Oradan nasıl göründüğünü biliyorum ama… ama onunla konuşmam gerektiğini hissediyorum; onu görmeye ihtiyacım var.”

Remus ve Sirius afallamış görünüyorlardı.

“Yani, şimdi bunun hiçbir intikam türüyle ilgisi yok, öyle mi?” diye sordu Sirius; hâlâ şüpheyle bakıyordu.

James hararetli bir şekilde başını iki yana salladı.

“Hayır, hayır!” diyerek tersledi. “Size söyledim, ona zarar vermek istemiyorum.”

“O zaman, Nurmengard’a gidince ne olacak? Ne yapacağız? Onunla ne konuşacaksın?” diye sordu Remus, her zamanki ciddi tavrıyla. “Seni öldürmeye kalkışmış bir çocuğun seninle medeni bir şekilde konuşacağını mı düşünüyorsun gerçekten?”

James sessizleşti.

“Bilmiyorum,” diyerek usulca itiraf etti. “Tüm bildiğim, onu gördüğüm an, bir şey anlayacak olmam.”

Sirius, iki arkadaşına da sırasıyla baktı.

“Nurmengard’a ne zaman gidiyoruz?” diye sordu.

“Şimdi,” diye cevapladı James. “İznimiz yalnızca bu geceye kadar,” diye açıkladı, şoka uğramış iki adama. “Koordinatları aldım. Adaya en yakın yere Cisimlenir, oradan da tekneyle yola koyuluruz.” Onlara baktı. “Olur mu?” diye sordu; onunla gelmek istemeyebilecekleri, ilk kez aklına gelmişti.

Sirius sırıtırken Remus da gülümsüyordu.

“Ne bekliyoruz?” diye sordu Sirius. “Nurmengard’a gidiyoruz!”

James rahatlayarak gülümsedi. En yakın iki arkadaşına her zaman güvenmişti. Gözlerini, elinde sımsıkı tuttuğu parşömen rulosuna dikti.

“Evet,” diye onayladı usulca. “Gidiyoruz.”

* * *

12. BÖLÜM 22 Ağustos 2019’da FANTASTİK CANAVARLAR’da!

Çeviren: Tuba Toraman

The post Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #11: İlk Gün appeared first on Fantastik Canavarlar.

Karanlık Prens –İçimdeki Karanlık #12: Esrarengiz Benzerlik

$
0
0

Karanlık Prens - İçimdeki Karanlık #12: Esrarengiz Benzerlik

GİRİŞ İÇİN TIKLAYIN.

9. BÖLÜM

10. BÖLÜM

11. BÖLÜM


Lord Voldemort’un o karanlık gece, Harry Potter‘ı kaçırıp öldüremeyince kendi oğlu gibi büyütmeye karar verdiği alternatif bir hayran hikâyesine ne dersiniz?
Karanlık Prens” serisini, Safina Mazhar‘ın kaleminden ve yazarın gözden geçirdiği yeni versiyon üzerinden taze bir çeviriyle sizlerle buluşturuyoruz. Karşınızda İçimdeki Karanlık cildinin on ikinci bölümü!

bölüm 12

Esrarengiz Benzerlik

Harry, Nurmengard’ın bodrum katındaki bir hücreye kapatılalı neredeyse dokuz saat olmuştu. Her geçen dakika soğuk daha da keskinleşiyor, Harry’nin istemsizce titremesine sebep oluyordu. Beton zeminden gelen soğuk daha da içine işlediği için oturmak da dayanılmaz bir hal almıştı. Ara ara destek almak için duvara yaslanarak ayakta durmayı tercih ediyordu.

Harry ısınmak için elinden geleni yaptı; titreyen bedenini olabildiğince sıkıca sarmaya çalışarak cüppesini çekiştirdi. Elleri, Kelso kelepçeleriyle bağlı olduğu ve kelepçelerin arasında da çok kısa bir zincir olduğu için pek beceremedi. Ellerini göğsünde birleştirerek elinden geldiğince ısınmaya çalıştı. Soğuğun bedeninde yarattığı uyuşukluğu geçirmek için ayaklarını yere vurdu. Isıtmak için ara sıra ellerine üflüyordu, çünkü elleri ve parmakları soğuktan donmaya başlamıştı. Ancak, üflemek, ağzının daha da kurumasından başka bir işe yaramıyordu. Sabah getirilen su dolu kadehi görmezden geldiği için kendine lanet etti. Bodrum kattaki hücrelere yemek veya su getirilmediğini fark etmişti. En son, dün sabah Riddle Malikânesi’nde bir şeyler yiyip içmişti; yani şimdi, neredeyse otuz üç saat sonra, deli gibi acıkıp susamıştı.

Hava çok soğuk olmasına rağmen ağır ve boğucuydu; Harry’nin başının dönmesine sebep oluyordu. Göğsü, nefes almak için harcadığı çabadan dolayı ağrıyordu. Kendini, sırf zaman geçsin diye bayılmayı dilerken buldu.

Dışarıdan gelen dalga seslerini duyabiliyordu. Hapishanenin dışında yavaş yavaş fırtına başlamıştı ve Nurmengard’ın bulunduğu, kayalıklardan oluşan adaya çarpan şiddetli dalgaların sesi ise, sinir bozucuydu. Harry sesleri duymazdan gelmeye çalıştı, ama fırtınanın daha da şiddetlendiğini duydukça içindeki kötü his git gide artmaya devam etti. Duvarların ardında uğuldayan şiddetli ve güçlü rüzgârın sesini neredeyse görebiliyordu.

Koridor boyunca yankılanan ayak sesleriyle birlikte bir kapının çarpma sesini duyunca, Harry’nin dikkati dağıldı. Harry, duvara yaslanmış bir halde olduğu yerde kalakaldı ve tüm gücüyle titremesini durdurmaya çalıştı. Görüş hizasında Jackson belirdi ve Harry, adamın pis pis sırıttığını görünce öfkeden deliye döndü.

“Ee, öfken biraz olsun soğudu mu?” diye sordu Jackson.

“Bunu sen başlattın,” diye cevapladı Harry.

Jackson, asabi çocuğu incelemek için başını bir parça yana eğerek gülümsedi.

“Evet, ama aynı zamanda senin de suçundu,” dedi. “Eğer soruları cevaplasaydın, ben de öfkelenip kendimi kaybetmezdim.”

“Sorularını cevapladım zaten,” diye belirtti Harry.

“İşe yaramaz cevaplarla,” diye cevap verdi Jackson.

Harry doğruldu, ancak olduğu yerde kalmaya devam etti.

“Dediğim gibi, o benim problemim değil.”

Jackson bu sefer sinirlenmedi. Onun yerine, Harry’ye cevabını gülünç bulmuşçasına gülümsedi.

“Biliyor musun, senden hoşlanmamaya çalıştıkça tam tersi daha da hoşlanıyorum,” diyerek kıkırdadı. “Hakkını vermeliyim, çocuk. Az cesur değilsin.”

“Çok etkilendim,” diye cevapladı Harry, duygusuzca.

Jackson, Harry’ye rahatsız edici başka bir bakış daha atarak cebine uzanıp asasını çıkardı. Harry birden gerildi; gözlerini asaya dikmiş, ardından ise adamın yüzüne odaklamıştı.

“Yeterli geldi mi?” diye sordu Jackson. “Eğer istersen seni buradan çıkarıp yukarıdaki hücrene götürebilirim. En azından, orası daha sıcak,” diyerek Harry’yi kışkırttı.

Harry bir dakika kadar adama öylece bakakaldı; adamın ne yapmaya çalıştığını anlamaya uğraşıyordu.

“Hani tüm geceyi burada geçirecektim?” diye sordu.

Jackson omuzlarını silkti.

“Tüm günü burada geçirdin zaten. Bence bu kadarı yeter,” diye cevapladı. “Sence de, yetmez mi?”

Harry hâlâ tereddütteydi. Gardiyanın neden fikrini değiştirdiğini anlamıyordu. Ne var ki, çok üşümüş, acıkmış ve fena halde susamıştı. Vücudu daha önce hiç olmadığı kadar ağrıyordu ve tek isteği, sıcak bir yerde uyumaktı. Harry, çıkmak istediğini belli eden tek bir hareketle, kapıya doğru yaklaştı.

Jackson kıkırdadı ve asasıyla kapıya dokundu. Fakat kapıyı açacak büyülü sözleri söylememişti. Duraksadı ve Harry’ye baktı. Asasını kapıdan uzaklaştırdı.

“Farkında mısın, erkenden çıkmana izin vererek sana bir iyilik yapıyorum,” diye belirtti. “Bana yaptığın pisliği diğer gardiyanlardan birine yapmış olsaydın, buradan çıkmana asla izin vermezlerdi.” Harry’ye bakarak yine pis pis sırıttı. “Bence, sana böyle bir müsamaha gösterdiğim için biraz daha açık sözlü olmalısın. Sence de, öyle değil mi?”

Harry, Jackson’ın yüzüne bakmakla yetindi.

“Ne istiyorsun?” diye sordu; yalnızca merak ediyordu.

Jackson zafer kazanmışçasına gülümsedi. Bakışları Harry’nin yüzünden göğsüne yöneldi ve Harry ne istediğini hemen anladı.

“Özel bir kolye, değil mi?” diye sordu, usulca. “O yüzden kimse çıkaramasın diye büyülenmiş.” Gözlerini, Harry’nin gözlerine bakmak için kolyeden kaldırdı. “Onu çıkarıp bana ver ve ben de senin çıkmana izin vereyim.”

Harry şantaja şaşırmamıştı. Böyle bir şeyin olacağını tahmin etmişti.

“Hayır,” diye cevapladı sadece.

Jackson’ın yüz ifadesi sertleşti.

“Bu hücreden çıkmak istiyorsan, kolyeni bana vermek zorundasın,” diye belirtti.

“Onu sana vermiyorum,” diye cevapladı Harry.

Jackson tereddüt etti; asası hâlâ elindeydi, fakat ne kapıya ne de Harry’ye doğrultmuştu.

“Demem o ki,” diye konuşmaya başladı Jackson, hücreye bir adım daha yaklaşarak. “Bu dondurucu hücreden ancak kolyeni verdiğinde çıkabilirsin,” dedi, çocuğun anladığından emin olmak için kelimeleri yavaşça ve dikkatlice söyleyerek.

Harry, bir adım gerileyerek duvara geri yürüdü. Yeniden duvara yaslandı ve yeşil gözleriyle gardiyana buz gibi bir bakış attı.

“Anlaşılan buradan çıkmıyorum,” diye cevapladı.

Jackson, dili tutulmuş bir şekilde Harry’ye baktı. Aldığı cevabın bu olduğuna inanamıyordu. Asasını cebine koydu ve başını iki yana sallayarak tekrar Harry’ye baktı.

“Sen bilirsin,” diye fısıldadı; Harry’yi bir başına bırakıp uzaklaşmadan önce.

* * *

James, Remus ve Sirius anakaraya Cisimlenmişlerdi. Güçlü rüzgâr yüzlerini sıvıyor, cüppeleri etraflarında dalgalanıyordu. Neyse ki, James’in aldığı koordinatlar doğrudan ana rıhtıma Cisimlenmelerini sağlamıştı; böylelikle, bu rüzgârlı havada zorlanmalarına gerek kalmadan kayıkla Nurmengard’a gidebileceklerdi. Onları adanın karşısına geçirecek olan büyücüyle buluştular. Ancak, bir sorunları vardı.

“Ne demek bizi alamazlar?” diye sordu James.

Kır saçlı adam omuz silkti.

“Tam olarak sizi karşıya marşıya götüremem, demek.” Dönüp denizi işaret etti. “Şunu görüyon mu?” diye sordu, şiddetli akıntıyı göstererek. “O bir uyarı. Fırtına geliyor. Bu sulara tekne mekne çıkaramam ben. Çok tehlikeli.”

James, adama sinir olmuştu.

“Anlaman lazım, Nurmengard’a giriş iznimiz yalnızca bu gece için geçerli! Bizi karşıya geçirmek zorundasın!”

Adam tekrar kafasını iki yana salladı.

“Üzgünüm birader! Yapabileceğim bi şey yok.”

“Kayığı kendimiz kullanabilir miyiz?” diye sordu Remus.

Adam eğri büğrü, sararmış dişlerini ortaya çıkararak gülümsedi.

“Tabii! Birini alabilirsiniz, amma fazla uzağa gidemezsiniz!” Asasını elinde çevirdi. “Büyüyle bana bağlılar, anlarsınız ya. Yönlendiren bensem anca öyle çalışırlar.”

James küfretti. Bu kadar yaklaşıp da Nurmengard’a gidemiyor oluşuna inanamıyordu. İnsanları hapishaneye götürüp getiren yaşlı büyücü Dennis Marlin’e döndü.

“Hava o kadar da kötü değil. Eminim sen bunu halledebilirsin,” dedi.

Marlin kıkırdadı.

“Orası öyle de, ne diye riske gireyim ki?” Ela gözlerini tekrar suya çevirdi. “Hayatımın çoğunu bu sularda geçirdim. Avcumun içi gibi bilirim buraları.” Üç Seherbaz’a dönüp baktı. “Yakında fırtına başlıcak ve emin olun ki, çok şiddetli olcak!”

Remus ve Sirius birbirlerine baktılar. Geri dönüp gitmeye hazırdılar. Fakat James ikna olmamıştı.

“Ne kadar yakında? Çünkü anakaradan Nurmengard’a gitmek sadece bir saat sürüyor,” diye karşı çıktı. “Fırtına başlamadan oraya ulaşabiliriz.”

Kır saçlı adam şaşırmış gibiydi.

“Nurmengard hakkında ne çok şey biliyon,” diye kıkırdadı.

“Meslek icabı,” diye cevapladı James. “Ee, bizi götürecek misin?”

Marlin kafasını yine iki yana salladı.

“Güvenlik meselesi. Götüremem.”

James önce dönüp arkadaşlarına baktı, ardındansa adama tekrar dönüp elini cüppesinin cebine götürdü.

“Peki ya şimdi?” diye sordu, içi altın dolu küçük bir kese uzatarak. “Fırtına başlamadan karşıya geçebilir miyiz?”

Marlin dikkatlice keseye baktıktan sonra başını kaldırıp James’in yüzüne baktı.

“Gerçekten hiç güvenli değil…”

“Sana inanıyorum,” dedi James, adamın sözünü keserek. “Ama aynı zamanda, fırtına başlamadan Nurmengard’a geçebileceğimize de inanıyorum.” Keseyi hafifçe sallayarak içindeki galleon’ları şıngırdattı. “Ne diyorsun?”

Marlin tereddüt etti.

“Bilmiyorum, zorlu bi yolculuk olacak…”

James elini pantolonunun cebine atıp bir avuç altın para daha çıkardı. Onları da keseye ekledi.

“Peki, şimdi?” diye sordu, keseyi adamın önünde sallayarak.

Marlin, yüzünde bir sırıtışla keseyi James’ten aldı.

“Atlayın bakalım!” diyerek kıkırdadı.

* * *

Harry, ufak hücresinde ısınmak için volta atıp duruyordu. Başka ne yapacağını bilmiyordu, bu yüzden hareket halinde kalmak için elinden geleni yaparak hücresini arşınlamaya devam etti. Kafası ağrıdan zonkluyordu, baş ağrısı soğukta daha da kötü olmuştu.

“Hadi, Harry! Düşünme bunu!” diye kendi kendine söylendi, bağlı elleriyle yara izini ovuşturarak. Kendisini hareket etmeye zorladı.

Suyun, adanın kayalıklarına vuran sağır edici ve korkunç sesini duyabiliyordu. Ayrıca, soğuğun da git gide şiddetlendiğini hissetti. Nurmengard’da kaldığı müddet boyunca soğukla nasıl baş edeceğini sahiden bilmiyordu. Kolyeyi ona vermeyi kabul edene kadar Jackson’ın kendisini burada tutacağından emindi. Harry kendi kendine güldü. Babasının Hortkuluk’unu Bakanlık’a vermektense ölmeyi yeğlerdi. Harry adımının ortasında durdu ve hücresini gözden geçirdi. Muhtemelen kolyeyi vermediği için burada ölecekti. Düşüncelerinden arınmak için kafasını sallayarak hücreyi adımlamaya devam etti. Böyle şeyler düşünmenin hiçbir yararı yoktu.

Harry adım atarken etrafına baktığı bir anda, bir şeylerin ters gittiğini fark etti. Adımlarını durdurarak volta atmayı bıraktı. Hücresinin dışında, koridorun zemininde durmadan yayılan koyu bir lekenin görüntüsüne gözlerini kısarak baktı. Tuhaf görüntüye gözlerini dikerek parmaklıklara doğru yaklaştı. Koridorun duvarındaki titreşerek yanan meşaleler, Harry’nin gördüğü şeyi ayırt edebilmesine yarayacak kadar ışık sağlıyordu, ama Harry gördüklerine inanamıyordu.

Sabit bir şekilde akıp gelen su, koridorun en uzak köşesinden yayılıyor ve hücrelere dolup taşarak yavaşça koridorun diğer ucuna doğru ilerliyordu. Sular onun da hücresine dolmaya başladığında Harry parmaklıklardan uzaklaştı. Şoka girmiş bir halde öylece bakakaldı. Ne haltlar dönüyordu?

* * *

Zemin katta bulunan dinlenme odasında, gardiyanlar çaylarını yudumlarken en genç mahkûmları hakkında konuşuyorlardı.

“Sadece on altı yaşında olduğuna inanamıyorum,” dedi Davis, başını iki yana sallayarak. “Yaptığı onca şeyi düşününce, çok daha büyük olduğunu sanmıştım.” O sabah, gazetede onunla ilgili okuduğu haberin detaylarından bahsederek çayından bir yudum aldı. “Biraz üzücü, değil mi?”

Jackson omuz silkti.

“O, şeytan dölünün ta kendisi,” dedi. “Ona üzülmüyorum.”

Davis tek kaşını kaldırsa da fikrine karşı gelmedi. Voldemort, kelimenin tam anlamıyla bir şeytandı.

“Onu gerçekten bodrum kattaki hücrede mi tutacaksın?” diye sordu Davis.

Jackson suratını ekşitti.

“Tabii ki, hayır! Fevri olabilirim, ama aptal değilim.” Kupasını kaldırdı. “O yerde hipotermiden ölür. Sadece orada kalacağını zannetmesini istiyorum. Böylelikle, küstahlık yapmadan ondan istediğimi yerine getirecek.”

“Peki, tam olarak ne istiyorsun?” diye sordu Davis, arkadaşının çocuktan ne istediğini bildiği halde. “O kolyeyi neden bu kadar çok istiyorsun?” diye ekledi, lafını sakınmadan.

Jackson cevap vermekte tereddüt etti.

“Öylesine bir kolye değil o. Basit bir kolye olsaydı, böyle sıkı korunuyor olmazdı. Bu kadar güvenli bir biçimde büyülendiğine göre, onu böylesine özel yapan şeyin ne olduğunu merak ediyorum.”

“Yani, sırf meraktan mı?” diye sordu Davis. “Bu yüzden mi ona bu kadar sert davranıyorsun?”

“Hem bu yüzden hem de çocuğun cesaretini kırmak için. Aşırı öz güvenli. Nerede olduğunu ve kontrolün artık kendisinde değil, bizde olduğunu anlaması gerek.” Jackson çayından bir yudum aldı. “Bunu ne kadar kısa sürede öğrenirse, bazı şeyler onun için o kadar kolaylaşır.”

Davis anlamışçasına kafasını salladı ve iki adam da bir dakikalığına sessizliğe gömüldü.

“Onu ne zaman üst kata getireceksin?” diye sordu Davis.

Jackson sırıttı.

“En az bir saat sonra,” dedi. “Onu saat yedi gibi çıkarırım. Böylece gururunu ayaklar altına alıp sıcak hücresinde uykuya dalmadan önce yemeğini yiyebilir,” diyerek Davis’e pis pis sırıttı. “Lanet olası asabi ergenler!”

* * *

Harry, tüm gücüyle hücresinin parmaklıklarına asılıp kırmayı denedi. Hücre her ne kadar eski olsa da, büyüyle güçlendirilmişti; bu yüzden, parmaklıklar kıpırdamıyordu bile. Harry, öfke içinde, her iki eliyle parmaklıkları yumrukladı; ancak bu, ellerinin feci şekilde acımasından başka bir şeye yaramadı.

“Çok komiksin, Jackson!” diye bağırdı. “Eğer bu beni korkutma girişimlerinden biriyse, işe yaramayacak!”

Hücresini dolduran suyun, gardiyanın yaptığı bir eşek şakası olduğundan emindi. Kendince, onu korkutup kolyeyi vermesini sağlayacaktı. Gardiyanın pis pis sırıtan yüzünün her an karşısında belirmesini bekliyordu; dalga geçerek, boğulmaktan kurtulması için kolyeyi ona vermesini isteyecekti.

Ancak, su artık diz hizasını geçmeye başlamıştı ve gardiyandan hiçbir iz yoktu. Harry, paniklemiş bir halde, parmaklıkları tekrar tekmeledi.

“Hey! Jackson!” diye bağırdı. “Kes şunu, seni pislik!”

Ancak, sorusuna hiçbir cevap alamadı.

Buz gibi su, hücreyi ve koridoru endişe verici bir şekilde doldurmaya devam etti. Harry, selin sadece kendi hücresini basmadığını görebiliyordu. Yanındaki boş hücreler de suyla doluyordu. Boş hücreleri de sel basmış olmasında bir tuhaflık vardı. Jackson onu korkutmak için böyle bir şey yapıyor olsaydı, yalnızca kendi hücresi suyla dolardı.

Hemen ardından, aklına gelen şey yüzünden dehşete kapıldı. Ya bu, Jackson’ın işi değil ise? Ya bu, gerçek bir sel ise? Harry, bu akşam hiçbir gardiyanın onu kontrol etmeye gelmeyeceğini biliyordu. Yemek verilmesi de planlanmıyordu ve Jackson onu görmeye muhtemelen sabah gelecekti. Ama o zamana kadar iş işten geçmiş olur, sabaha çoktan boğulmuş olurdu.

Harry bileklerini saran Kelso kelepçelerine yüklendi; kelepçeleri, kapıyı açmak ve dışarı çıkabilmek için umutsuzca çıkarmaya çalışıyordu. Fakat her ne kadar çekiştirse de, ellerini kurtarmaya çalışsa da, kelepçeler olduğu yerde duruyordu.

“Lanet olsun!” diye küfretti Harry, kelepçelerden umudunu keserek. “Lanet olsun! …Lanet olsun!”

Su, şimdi Harry’nin belindeydi; belinden aşağısı buz gibi olmuş, uyuşmuştu. Harry kafasını toplamaya çalıştı. Soğuk zaten başlı başına dayanılmazdı; şimdi ise, buz gibi su bedenini sararken paniğe kapılmak dışında hiçbir şey yapamıyordu.

Harry kapıyı yeniden zorladı; sihrinin, olağanüstü bir şekilde, kelepçelerin tutsaklığından kurtulup kapıyı açarak yolunu açmasını diliyordu. Ama ellerini kapıda ne kadar uzun tutarsa tutsun ya da kelepçeleri kırmayı ne kadar denerse denesin, asasız büyüsü kelepçelerin ötesine geçmeyi başaramadı.

Harry ellerini çekti ve onun yerine, ellerini parmaklıkların etrafına sararak yeniden parmaklıklara asıldı. Bu hücreden çıkması gerekiyordu. Hücrenin tavanı, koridorunkinden çok daha alçaktı. Hücreden çıkıp koridora ulaşabilirse, hayatta kalma şansı olurdu.

* * *

Jackson, meslektaşı Hugh Beckett ile ana ofiste oturuyor, Nurmengard’ın eskiden bir avuç mahkûma sahip olduğunu anlatıyordu. Kapının vurulduğunu duyduğunda ise, kaşları çatıldı; burada genelde kimse kapı tıklatmazdı. Ofis, ihtiyacı olan her gardiyana açıktı. Beckett ile ikisi daha kim olduğunu soramadan kapı açıldı ve afallamış görünen Davis, arkasından gelen mavi cüppeli üç Seherbaz’la birlikte içeri girdi.

“Jackson, bunu görmen gerek,” dedi Davis, içeri girerken.

Jackson, meslektaşının neden bahsettiğini merak etme fırsatını bulamadı. Davis’in peşinden bir adamın girdiğini görmüştü. Adam, dağınık saçları ve şaşırtıcı derecede tanıdık gelen simasıyla, Jackson’ın refleks olarak asasına uzanmasına sebep olmuştu.

“Hey!” James, gardiyanın asasını çıkarıp ona doğrulttuğunu görünce, yarı yolda durup ellerini havaya kaldırdı. “Ne yapıyorsun?”

James’in arkasında duran Remus ve Sirius da asalarını çıkarmış, sarışın gardiyana doğru hedef almışlardı.

“Jackson, sorun yok,” dedi Davis, elini onun üzerine koyarak. “Ben onları kontrol ettim. Onlar, Bakanlık’tan gelen Seherbaz’lar. Geçiş izinleri doğrulandı.”

Jackson hâlâ ikna olmamıştı.

“Kimsin sen?” diye sordu, asasını doğrulttuğu büyücüye.

“Seherbaz James Potter,” diye cevapladı James. “Rica etsem, asanı indirir misin?” diye sordu, gülünç bir şekilde. “Biz aynı taraftayız da!”

Jackson asasını indirirken Remus ve Sirius da onu taklit ettiler. Kocaman açılmış gözleriyle James’e dik dik bakıyordu.

“Sen çok… benziyorsun…” derken aniden durdu; gözlerini kısmıştı. “Bekle, Potter mı dedin? Seherbaz James Potter mı?” diye sordu.

James, gardiyanı haz etmeyen bakışlarla süzüyordu.

“Evet,” diye cevapladı, sertçe. “Neden?”

Jackson küçük dilini yutmuş gibiydi.

“Karakoff’u alaşağı eden Seherbaz Potter mı?” diye sordu Jackson. “Dolohov’un Ölüm Yiyen olduğunu ortaya çıkaran Seherbaz, siz misiniz?” James’e hayran olmuşçasına bakıyordu. “Sizin hakkınızda çok şey duydum. Konu Ölüm Yiyen yakalamaya gelince, siz efsane gibi bir şeysiniz.”

James biraz olsun rahatladı. Yüzüne tuhaf bir gülümseme yerleşti.

“Evet, şey, kendi başıma yapmadım. Oldukça fazla yardım aldım.” Remus ve Sirius’a dönüp sırıttı; onlar da ona sırıtıyordu. Tekrar gardiyana döndü. “Ofisinize gelen kişilere genelde böyle saldırır mısınız?” diye sordu Jackson’a.

Gardiyan, sersemliğinden çıkmış gibiydi. Tanıdık gelen yüzü inceleyen gözleri keskin keskin bakıyordu.

“Hayır, ben… özür dilerim. Beni hazırlıksız yakaladınız. Çok esrarengiz bir benzerliğiniz var…“

Aniden yükselen bir uyarı sesiyle lafı bölündü; odadaki herkes dönüp, üzerinde bir düzine şeffaf kürenin bulunduğu tahta rafa baktı. Kürelerden bir tanesi, yanıp sönüyordu.

“Sorun ne şimdi?” diye homurdandı Beckett, küreye doğru yürürken. Kısa bir süre küreyi inceledi. “Yine sel olmuş,” diye açıkladı. “Görünüşe göre, ne zaman fırtına kopsa sel basıyor.” Meslektaşlarına ve Seherbazlar’a bakmak için arkasını döndü.

Jackson alçak sesle bir şeyler mırıldandı. Bıkmıştı bundan. Ne zaman hava sertleşse ya da fırtına kopsa, yükselen su seviyesi şiddetli bir sele neden oluyordu. Ama tabii ki, bu konuda hiçbir şey yapılmıyordu. Mahkûmları, hapishanenin etkilenen kısmından uzak tutmaları söyleniyordu sadece.

“Dur, tahmin edeyim, bodrum kat, güney batı kısmı yine, değil mi?” diye sordu.

Beckett kafasını iki yana salladı.

“Hayır, bu sefer güney doğu kısmı,” dedi.

Jackson da Davis de öylece kalakaldılar; yüzlerinden tüm renk hızla çekilmiş gibiydi.

“Ne? Güney doğu mu?” diye sordu Davis.

Beckett küreye tekrar bakıp kafasını aşağı yukarı salladı.

“Evet.”

“Hayır, hayır, hayır!” Jackson, Beckett’i yolundan iterek hızla küreye doğru ilerledi. “Güney doğu kısmını hiçbir zaman sel basmaz! Hep güney batı sel altında kalır!” diye karşı çıktı. Küreyi kontrol etti ve yanıp sönmekte olan kürenin güney doğu tarafına ait olduğu gerçeğiyle burun buruna geldi; kürenin yanıp sönmesi, problemin o bölgede olduğuna işaret ediyordu.

“Burası tam bir çöplük!” diye mırıldandı Sirius, alçak bir sesle.

“Hapishane, Sirius,” diye hatırlattı Remus, en az onun kadar alçak sesle. “Burası bir hapishane, tatil köyü değil.”

Tek kelime etmeden, Jackson ve Davis son hızla koşarak odadan dışarı fırladılar. Ne olduğunu anlamayan üç Seherbaz da, merak içinde ofisten çıkıp karanlık koridor boyunca peşlerinden koştular.

“Neler oluyor?” diye sordu James, onlara yetişirken. “Bir sorun mu var?”

Jackson ağır, demir kapılara doğru koştu ve aşağı kata inen döner merdivenlere çıkan kapıyı açtı.

Büyük bir sorun var!” dedi. “Fudge kellemi vurduracak!” Merdivenlerden aşağı kata doğru inmeye başlamasıyla Davis, James, Sirius ve Remus da peşinden onu takip ettiler.

“Neden? Ne yaptın ki?” diye sordu Remus.

“Çocuğu, Karanlık Prens’i, bu bodrum kattaki hücrelerden birine koydum,” diye açıkladı Jackson, merdivenlerden aşağı doğru aceleyle inerken.

“Ne yaptın, ne yaptın?” diye sordu James; neredeyse merdivenlerden düşüyordu. “Onu niye oraya kapattın ki?”

“Küstahça davranıyordu,” diye açıkladı Jackson. “Onu sorgularken benimle dövüşmeye kalktı. Sadece biraz hizaya gelsin diye kısa bir süre için onu oraya kapatmıştım.” Jackson son birkaç basamağı atlayıp geçti ve ilerideki çift kanatlı kapıya doğru koşmaya başladı.

“Sel baskını olma ihtimalini bile bile neden insanları buraya kapatıyorsun?” diye sordu Remus, öfkeyle.

“Bu kısmı ilk defa sel bastı!” dedi Jackson, asasını çıkartırken. “Hiçbir mahkûmumun hayatını tehlikeye atmam. Ben işimi ciddiye alıyorum!”

“Belli oluyor!” diye dalga geçti Sirius.

Jackson, Sirius’un soktuğu lafı duymazdan geldi ve aceleyle kapıya bir kabarcık büyüsü yaptı; büyü, kapı girişinin yanardöner şeffaf bir kabarcıkla kaplanmasına yol açtı.

“Alohomora!” diye bağırdı.

Kapı açıldı ve her birinin aniden gelen su seline kapılıp yere yapışmamasının tek nedeni, Jackson’ın kapı girişini tamamen saran kabarcık büyüsüydü.

“Ah, lanet olsun!” diye küfretti Jackson, bodrum kat koridorunu görünce.

Katın neredeyse yarısı suyla kaplıydı. Su, duvarda asılı duran meşalelerin seviyesine ulaşmıştı ve hepsini söndürmüştü; hücrelerin içini görmek mümkün görünmüyordu.

“Lumos!”

Hem Jackson hem de Davis hücreleri görmeye çalışarak asalarını aydınlattılar. Üç Seherbaz da aynısını yaparak yardımcı olmaya çalıştılar.

Hücreler tamamen selin altında kalmıştı. Tavana kadar suyla kaplıydılar ve su seviyesi durmaksızın koridoru doldurarak yükselmeye devam ediyordu.

“Çok geç kaldık!” diye haykırdı Davis.

James, gördüğü manzarayla midesinin ters takla attığını hissetti. Çocuk, bu hücrelerin birinde kapana kısılmıştı ve su doldukça da çıkması imkânsız hale geliyordu. Çocuğun çaresiz bir halde kendini kurtaramadan boğulduğu düşüncesiyle, James kusacak gibi hissetti.

“Tanrım! Çocuk ölmüş!” diye paniğe kapıldı Jackson. “Onu ben öldürdüm. Ah, lanet olsun! Öldüm ben. Fudge beni gebertecek! Lanet olsun!”

“Hangi hücredeydi?” diye sordu James, Jackson’ın kolunu kavrayıp adamın, kendisine odaklanmasını sağlarken.

“D-dördüncüde,” diye mırıldandı Jackson; istemeden sebep olduğu şeyin hâlâ şokunu yaşıyordu.

James adamı bıraktığı gibi, cüppesiyle ayakkabılarını çıkarmaya başladı.

“James! Ne yapıyorsun?” diye sordu Remus, James’i tutmak için harekete geçerken.

“Hâlâ bir şansımız olabilir. Su, hücrelerin tavanına daha yeni ulaştı. Hâlâ hayatta olabilir,” diye açıkladı James, aceleyle. “Eğer hücresine ulaşabilirsem, kilidi açıp onu dışarı çıkarabilirim.”

“Sen delirdin mi?” diye sordu Sirius. “Kurtulmuş olması mümkün değil. Su buz gibi! Boğularak ölmediyse bile, buz gibi suda uzun süre kaldığı için çoktan ölmüştür!” Arkadaşını yakaladı. “Çatalak, çocuk öldü!”

James, her iki adamın tutuşundan da kendisini kurtardı.

“Bunu bilemezsin! Yine de emin olmak zorundayım!”

James, suyun altında nefes almasına yarayacak kabarcık kafa büyüsünü uyguladı ve bir saniye dahi tereddüt etmeden, kapıya yapılan güvenlik büyüsünü geçerek kendisini dondurucu suya bıraktı. Suya dalar dalmaz, soğuk James’i yumruk yemişçesine çarptı. Dondurucu suyun yarattığı şokla istemsizce nefes almaya çalıştı. Kabarcık kafa büyüsü olmasaydı, su yutmuş olacaktı.

Etraf zifiri karanlıktı. Ne tarafın aşağı, ne tarafın yukarı olduğunu ayırt edemiyordu. James, yönünü bulamayışına küfretti. Değerli zamanını harcıyordu. Eğer ona bir an önce ulaşamazsa, Karanlık Prens’i kaybedecekti.

Aniden başının üzerinde iki ışık patlaması belirdi; ışık, suyun yüzeyinde ilerleyerek James’in ihtiyacı olan aydınlatmayı sağladı. Sarı renkte iki ışık topu, suya, James’in hemen önüne düştü. James gülümsedi; en azından Remus ve Sirius düzgün düşünebiliyordu.

Hızlıca yüzdü; iki ışık kümesi de onunla birlikte ilerliyordu. James, hücrelerin yerini görmeye çalışarak sağa döndü. Işık faydalı olmuştu, ancak sadece yakınındaki şeyleri görmek için yeterliydi. Elinden geldiğince hızlı bir şekilde ileri doğru yüzdü. İlerideki demir parmaklıklar gözüne ilişti. Hücrelere erişmişti; şimdi de, daha fazla vakit kaybetmeden hangisinin dördüncü hücre olduğunu çözmeliydi. Suyun altındayken, tam olarak neyin nerede olduğunu anlamak oldukça zordu.

İnsanların suyun altında ne kadar nefesini tutabildiğini merak etti. Bir dakika, iki dakika, belki üç ya da en fazla dört. Profesyonel yüzücü gibi kişilerin beş-altı dakikadan fazla nefeslerini tutabildiklerini biliyordu, ama yakın zamanda yaralanmış olan biri nefesini ne kadar süre tutabilirdi? Bu düşünceler, hücreye bir an önce ulaşmak için daha da hızlı yüzmesine sebep oldu. Bir tanesine ulaşmıştı; parmaklıkları kavradı ve karanlığın içine baktı. Işık kümelerinden birini hücrenin içine doğru yönlendirdi. Küme içeri girince James hücrenin boş olduğunu gördü. Hücreden uzaklaşarak bir sonrakine doğru yüzdü. O da boştu.

Acele etmesi gerektiğinden, James daha da hızlı olmayı umarak bir diğerine doğru yüzdü. Yanı başında onunla birlikte yüzen ışıklarla hücrenin parmaklıklarına yapıştı. James hücrenin içini göremeden bir şey parmaklıkları kavradı. Parmakların kendisininkine sürtündüğünü hissetti. Başının üstünde iki ışık kümesi süzülürken irkilerek başını yukarı kaldırdı. Işık parlayarak, James’in parmaklıkların ardındaki çocuğu görmesini sağladı. Bir çift tanıdık, zümrüt yeşili göz şaşkınlıkla ona bakıyordu.

James, kabarcık kafa büyüsü sayesinde su yutmadan, şokla soluğunu çekti. Lily’nin yeşil gözlerine sahip, kendisinin ise genç bir kopyası olan çocuğa bakakaldı. Yeşil gözler kısılıp çocuğun tuttuğu parmaklıklar sallanınca, James kendine geldi. Çocuk, parmaklıkları çekiştirerek çıkmak istediğinin sinyalini veriyordu.

James, şaşkın halinden sıyrılıp asasını kapıya doğrultarak kilidi açmak için büyü yaptı. Kapıyı açtığı gibi, çocuğu cüppesinden yakaladı. Çocuğu kendisiyle birlikte yanı sıra sürükleyen James, yüzeye çıkmaya çalışarak olabildiğince hızla yukarı doğru yüzdü. Çocuğun ağzından çıkan hava kabarcıklarını görebiliyordu. Saniyeler içinde yüzeye çıktılar. James, kabarcık kafa büyüsüne son vererek, öksüren ve umutsuzca nefes almaya çalışan çocuğa odaklandı. Onları bekleyen büyücü topluluğuna doğru yüzmeye başladı.

“Oh, Tanrıya şükür!” dedi Jackson; çocuğun hâlâ nefes aldığı görünce rahatlamıştı.

Remus ve Sirius kapı eşiğine doğru yaklaşıp çocukla gelen arkadaşlarına yardım etmek için ellerini uzattılar. Davis ve Jackson da aynısını yapmıştı. Bir kolu çocuğa sarılmış, diğeriyle de yüzmeye çalışan James zor hareket ediyordu. Kapı ağzına ulaştı ve buz gibi sudan ilk önce çocuğu çıkardı. Davis ve Remus çocuğun kolunu yakalayıp onu sudan aldılar. Remus, çocuğu sudan çekip çıkarmak için kolunu kavradığında, çocuğun ellerinin kelepçeli olduğunu fark etti. Dönüp gardiyanlara kızgın bir bakış attı.

Remus ve Davis, öksürerek nefes almaya çalışan çocuğu yere yatırdılar. Sirius ve Jackson ise, James’in sudan çıkmasına yardım ediyordu.

“James, iyi misin?” diye sordu Sirius endişeyle; James, duvarın dibine çöküp kendini sertçe yere bırakmıştı.

James cevap vermedi. Yerde oturmuş, gözleri önünde titreyen çocuğa kitlenmişti. Remus ve Sirius da dönüp, çocuğu adamakıllı görmek için baktılar. Kuzgun karası saçlı çocuk yüzünü onlara doğru çevirdi ve gözlerini James’e sabitledi. Remus ve Sirius, çocuğun keskin yeşil gözlerini ve James Potter’ın gençliğine tıpatıp benzeyen yüzünü gördüler.

“Aman Tanrım!” dedi Sirius, boğulurcasına. “James… ne…?”

James tek kelime etmedi; gözlerine inanamayarak çocuğa bakmaya devam etti.

* * *

Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #13: Sağ Kalan Çocuk okumak için tıklayın!

Çeviren: Dilara Uysal

The post Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #12: Esrarengiz Benzerlik appeared first on Fantastik Canavarlar.

Harry Potter Dünyası Yepyeni Üç Boyutlu Kitaplarla Genişliyor!

$
0
0

Harry Potter 4 yeni kitap

Sonu gelmeyen Harry Potter kitaplarında bu sefer büyülü mekânlarda yürüyormuş etkisi bırakacak üç boyutlu kitaplar yer alıyor. İşte karşınızda Potter dünyasının koleksiyon değerindeki yeni kitapları!

Insight Editions, Warner Bros.’la ortak olarak Büyücülük Dünyası’ndan esinlenen muhteşem yeni baskıları Eylül 2019’da çıkacak. Insight Editions, büyü ve gizemle dolu yepyeni başlıklarla karşımızda olacak. Raftan kapmak için dört gözle bekleyeceğimiz ilk yeni başlık ise Harry Potter: Magical Places: A Paper Scene Book (Harry Potter: Büyülü Mekânlar: Kâğıttan Sahneler Kitabı).

“Harry Potter’ın büyüsünü, filmlerden en çok sevilen yerlerin üç boyutlu görüntüsüyle dört adet birbirine geçmiş, çok katmanlı diyoramalar sayesinde tekrar ziyaret ediyoruz. Hogwarts’tan Hogsmead’e, Diagon Yolu’ndan Sihir Bakanlığı’na kadar her bir kâğıttan sahne, doğruluk ve kusursuz detaylar için lazerle kesildi. Her bir sahne, o büyülü mekânlarla ilgili önemli bilgiler ve filmlerden sahne arkalarıyla ilgili ilginç gerçeklerle süslenmiş durumda.”

Harry Potter Magical Places

Kâğıttan sahneler kitabı, birkaç katman kâğıdın kusursuz olarak kesilip neredeyse gölge kuklası tarzında bir görünüm vererek etkileyici parçalardan sanat yaratmak adına yerleştirilmesidir. Potter hikâyelerine eşlik eden muhteşem illüstrasyonlardan daha çok hayal gücüne hitap eden bir şey yoktur. Bu kitabın ise aynen böyle: Okuyucuyu Büyücü Dünyası’ndaymışcasına bir havaya sokup maceralarda Harry, Ron ve Hermione’ye Hogwarts’ın merdivenlerinden Hogsmead’in karla kaplı sokaklarına ve hatta Diagon Yolu’nun parkeden kaldırımlarına kadar eşlik etmesinde yardımcı oluyor.

Harry Potter: Magical Places: A Paper Scene Book ücreti 30 dolar ve buradan ön siparişinizi verebilirsiniz.

Üç Boyutlu Harry Potter Dünyasına Doymaya Hazır Olun!

Insight Editions’ın özel Potter baskıları bununla da sınırlı değil! Hogwarts’ta bir Noel şölenini evimize getirecek Harry Potter: A Hogwarts Christmas Pop-Up (Hogwarts’ta Noel Üç Boyutulu Kitabı) ve lisanslı yeni illüstrasyonlar içeren Harry Potter: An Illustrated Guide: Exploring Hogwarts (Bir İllüstrasyon Rehberi: Hogwarts’ı Keşfetmek) Ekim 2019 tarihinde bize ulaşacak. Ayrıca filmlerin perde arkasına geçmemizi sağlayıp her bir ciltte filmlerin farklı bir özelliğini işleyecek olan dört ciltlik serinin ilk ikisi  Harry Potter: Film Vault (Film Mahzeni) daha erken bir tarihte, Eylül 2019‘da olacak.

Harry Potter

Elbette bu kitapların hepsi İngilizce olarak satışa çıkıyor olacak ancak Yapı Kredi Yayınları’nın bizi şaşırtması da ihtimaller dahilinde. Neden olmasın, değil mi ama?

Bu konuda sizin düşünceleriniz neler? Bu tarz yenilikçi kitaplar kitaplığınızda bulundurmak istediğiniz cinsten baskılar mı? Bizimle görüşlerinizi paylaşmayı unutmayın!

* * *

* Jim Kay, Zümrüdüanka Yoldaşlığı’nın Resimli Baskısı İçin Çizimlere Başladı

* Büyü Dünyasından Masallar: Ozan Beedle’ın Hikayeleri

The post Harry Potter Dünyası Yepyeni Üç Boyutlu Kitaplarla Genişliyor! appeared first on Fantastik Canavarlar.

Video: Harry Potter Kitaplarında Hiç Fark Etmediğiniz 32 Hata!

$
0
0

Harry Potter'da Hiç Fark Etmediğiniz 32 Hata!

Mösyö Taha ile ortaklaşa hazırladığımız Harry Potter videoları serimizin yeni adımında Kitap Hataları var!

Bildiğiniz üzere geçtiğimiz aylarda size 7 bölümden oluşan bir yazı dizisi sunmuş ve burada, Harry Potter dünyasını bizlerle buluşturan kitaplarda yapılan hatalardan bahsetmiştik. Dilerseniz hemen buraya tıklayarak tüm yazılara ulaşabilirsiniz.

İşte şimdi de bu listemizi sevdiğimiz isimlerden Mösyö Taha videolaştırdı. Ve içlerinden 32 tanesini seçip bu videoda güzlece anlattı. Gelin daha fazla vakit kaybetmeden bu hataları bir de kendisinden dinleyelim.

Hepinize keyifli seyirler!

Eğer bu video hoşunuza gittiyse, Mösyö Taha’nın kanalına abone olmayı da unutmayın. Gelecek videolar için her zamanki gibi önerilerinize açığız!

Mösyö Taha’ın sitemizle beraber yaptığı diğer Harry Potter çalışmalarına göz atmak için buraya tıklayabilirsiniz!

The post Video: Harry Potter Kitaplarında Hiç Fark Etmediğiniz 32 Hata! appeared first on Fantastik Canavarlar.

Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #13: Sağ Kalan Çocuk

$
0
0

GİRİŞ İÇİN TIKLAYIN.

10. BÖLÜM

11. BÖLÜM

12. BÖLÜM


Lord Voldemort’un o karanlık gece, Harry Potter‘ı kaçırıp öldüremeyince kendi oğlu gibi büyütmeye karar verdiği alternatif bir hayran hikâyesine ne dersiniz?
Karanlık Prens” serisini, Safina Mazhar‘ın kaleminden ve yazarın gözden geçirdiği yeni versiyon üzerinden taze bir çeviriyle sizlerle buluşturuyoruz. Karşınızda İçimdeki Karanlık cildinin on üçüncü bölümü!

bölüm 13

Sağ Kalan Çocuk

Şifacı Bennett dolaptan bir battaniye çıkardı ve onu asasının bir hareketiyle sıcak tutması için büyüledi. Battaniyeyi tir tir titreyen çocuğun üzerine örtüp sıkıca sardı.

“Bu yardımcı olur,” dedi, ikinci bir battaniyeyi de alıp onu da diğerinin üzerine örterken.

Harry’nin bilinci hâlâ açıktı, ama cevap vermedi. Sadece gözlerini kapatmak ile yetindi.

Şifacı Bennett, Harry’yi yirmi dört saat içinde yeniden revirinde görünce şaşırmıştı. Jackson ve Davis’i çocuğu revire taşırken gördüğünde, yemek yemeğe hazırlanıyordu. Çocuk, baştan ayağa sırılsıklamdı ve neredeyse yürüyemiyor, gardiyanların kollarında korkunç bir halde ileri geri sallanıyordu. Bennett’in ilk yaptığı şey, Harry’yi yatağa yatırmadan önce üzerindeki kıyafetleri kurutmak için anında bir kurulama büyüsü yapmak oldu. 

Şifacı, Harry’nin solgun tenini ve maviye dönmüş dudaklarını fark etti. Soluk benzini ve şiddetli titremelerini görünce, Harry’nin ne sorunu olduğunu tahmin etmesi zor olmadı. Odadaki adamlara döndü.

“Ne kadar zamandır bodrum katta?” diye sordu.

Endişeli bir bakış atan Jackson huzursuzca kıpırdandı.

“Yaklaşık on saattir,” dedi.

Bennett, yüzünde inanamayan bir ifadeyle dönüp ona baktı. Bakışlarını çevirerek başını hayal kırıklığı içinde iki yana salladı.

“O zaman, hipotermi geçiriyor olmasına şaşırmamak gerek,” dedi.

“Ben… hastalanmasını istememiştim,” diyerek kendini savundu Jackson. “Onu yakında çıkaracaktım.”

“Neden ıslaktı, peki?” diye sordu Bennett.

“Fırtına yüzünden… sel meydana geldi,” diye açıkladı Jackson, sesinde dikkat çeken bir suçlulukla.

Şifacı Bennett bir şey söylemedi, ama küçük dolaba ulaşıp oradan ufak bir şişe nane iksiri çıkardı. Protokollerin canı cehennemeydi. Çocuğun daha fazla acı çekmesine göz yummayacaktı. Jackson’a dönüp bir şey demesini bekler gibi dik dik baktı, ama gardiyan bakışlarını yere indirmeden önce yalnızca başını salladı.

Bennett şişeyi Harry’nin dudaklarına götürürken, aynı zamanda bir eliyle de Harry’yi ensesinden tutup hafifçe başını kaldırdı.

Yeşil gözler titreyerek açıldı ve Şifacı’ya odaklandı. Bennett gülümsedi ve cesaret verecek şekilde başını salladı.

“Bu seni ısıtacak,” dedi.

Donuk gözler ona bakmayı sürdürürken, Bennett sözlerinin etkili olmadığını anlayabiliyordu. Şifacı, iksir şişesini dudaklarına götürerek içmesi için biraz baskı yaptı ve iksir dudaklarından kayarak ağzının içine aktı. Çocuğun tepki gösterip yutkunmasına sevindi. Ardından çocuğu kibarca yerine geri yatırdı.

“Kelepçelerini çıkarın,” dedi Bennett, gerekli malzemeleri toplarken.

İki gardiyan da tereddüt etti.

“Onları çıkarmak güvenli olmaz. Çocuğun asasız büyü yapabildiği…”

“Şu durumdayken ne yapabilir?” diye sordu Bennett Jackson’a, usanmış bir halde. İki gardiyan da bir şey yapmayınca, Bennett iç çekerek onlara döndü. “Bilekleri kanıyor. Onları iyileştirmem gerek. Sargılama işlemi bittikten sonra kelepçeleri geri takabilirsiniz.”

Jackson istemeden de olsa başıyla onayladı ve Şifacı’ya yardım etmek için ona doğru yürüdü. Kelepçeleri çıkarırken çocuğun derisi yüzülmüş bileklerine fazla yakından bakmamaya çalıştı. Muhtemelen bu yaralar, çocuk boğulmamak için çırpınırken kelepçeleri çıkarmaya çalıştığı için oluşmuştu. Kafasını kaldırıp Harry’ye baktı, ama çocuk neler olduğunun idrakinde değil gibi görünüyordu. Gözleri kapalıydı. O haldeyken bile, Jackson asasını çıkardı ve çocuğun başını hedef aldı. Küçük bir hareketini gördüğü an, onu indirmeye hazırdı. Ancak, Harry hiçbir şey yapmadı; bilinci sanki açıkmış ve uyanık kalmak için savaşıyormuş gibi görünüyordu ve bu halde etrafında olan biteni algılaması mümkün değildi.

Şifacı, sessizce çocuğun bileklerini temizledi ve sargıladı. Her iki bileğini de beyaz bandajlarla sardıktan sonra geriye çekilip Jackson’ın kelepçeleri tekrar yerleştirmesine müsaade etti.

“Durumu ne kadar kötü?” diye sordu Davis, onlara doğru bir adım yaklaşırken; sesi endişeliydi.

Bennett yataktan uzaklaşırken iç çekti.

“Hipotermi geçirdiğini anlamak zor olmasa gerek,” dedi Bennett. “Neyse ki, hâlâ orta derecede. On saat boyunca soğuk bir ortamda aç ve susuz kaldığı için hipotermi kaçınılmaz olmuş. Üstelik sel de hipotermiyi daha şiddetli hale getirmiş olabilir. Soğuk su, bedenin hızla daha fazla ısı kaybetmesine sebep olur,” diye açıkladı. Harry’ye baktı. “Boğulmadığı ve durumu ölümcül boyutta olmadığı için gerçekten çok şanslı.” Jackson ve Davis’e bakmak için başını kaldırdı. “Ona tam zamanında ulaşmışsınız.”

Jackson kapıya doğru dönüp, eşikte dikilmiş açık kapıdan onları izleyen üç adama baktı. Davis’le Harry’yi Şifacı Bennett’a aceleyle getirirlerken, Seherbaz’lar da onları arkadan takip etmişlerdi; ama nedense dışarıda beklemeyi tercih etmiş, revire girmemişlerdi. Gözleri, bir an olsun titreyen çocuğun üzerinden ayrılmaksızın orada öylece durmuş, olan biten her şeyi izlemişlerdi. 

“Biz değildik,” diye açıkladı Davis. Başıyla James’i işaret etti.

Şifacı, yeni gelen üç adamı fark etmiş olsa da, hastasıyla ilgilenmekle çok meşgul olduğu için onlara dikkatini verememişti. Davis’in işareti üzerine, adamlara dönüp baktı; bakışları, James’in üzerinde diğer iki adamdan daha fazla durdu. Siyah saçlı Seherbaz’ın hâlâ ıslak kıyafetlerle durduğunu fark etti; cüppesinden yerlere sular damlıyordu. 

Şifacı, Harry’nin yanından ayrılarak bir şişe nane iksiri alıp kapıya doğru yürüdü.

“Sen de hipotermi geçirmek istemiyorsan, şu ıslak kıyafetlerden kurtulmanı tavsiye ederim,” dedi, şişeyi adama uzatırken.

James şişeyi almadı. Şifacıyı neredeyse görmüyordu. Ela gözleri çocuğa kitlenmiş, şok olmuş bir ifadeyle bakıyordu.

Yanında duran Remus elini uzatarak verilen iksiri aldı. Şifacı Bennett şimdi James’i inceliyor, yardım edebileceği bir şey var mı diye gözleriyle Seherbaz’ın yüzünü tarıyor, bir işaret arıyordu.

“Benden istediğin başka bir şey var mı?” diye doğrudan sordu, Remus’un elindeki şişeyi işaret ederek.

Bunun üzerine, James adama şöyle bir baktı.

“Hayır,” dedi usulca. Şifacı, başıyla onaylamadan önce bir süre daha baktı ve ardından uzaklaştı. Aniden, James onu durdurdu. “Aslında, bir şey var.” Gözleri yeniden siyah saçlı çocuğa dikilmişti.

Şifacı’nın yüzünde küçük ama bir parça hüzünlü bir gülümseme belirdi. Anlayışla başını salladı ve James’in konuşmasını durdurmak için elini kaldırdı.

“Ne istediğini biliyorum,” dedi. “Bekle burada.”

Odanın içine geri döndü. Küçük çekmecesine ulaşarak çekip açtı ve içini karıştırmaya koyuldu. Aradığı şeyi bulduğunda ise, Harry’ye doğru yürüdü.

İksir Harry’yi biraz kendine getirmişti ve ‘sıcak tutması için büyülenen’ battaniyeler, tüm vücudunu kaplayan o korkunç titremeyi yavaş yavaş alıp götürüyordu. Harry, tenine batan sivri bir şey hissetti. Acıdan çok şokla irkilerek, Şifacı’nın kolundan kan örneği almasını ve birkaç damlasını ince uzun bir cam şişeye koymasını izledi. Bakışlarını soru sorarcasına Şifacı’ya dikti.

Şifacı hiçbir şey söylemeden ondan uzaklaşarak kapıya doğru yöneldi. Harry, gözleri onu takip ederek adamın cam şişeyi James Potter’a verişini izledi. Harry’nin yeşil gözleri James’inkilerle buluştu ve bir anlığına iki büyücü de birbirlerine öylece bakakaldılar. Gözlerini ilk kaçıran Harry oldu; dinlenmek için başını geri yaslayıp gözlerini kapattı ve yeniden açtığında James Potter’ın gitmiş olması için tüm gücüyle dua etti.

* * *

“İşte,” dedi Şifacı Bennett, James’e cam şişeyi uzatırken. James’in şokla bakan ifadesini fark edince de, “ben de olsam kanıt isterdim,” diye açıkladı.

James Harry’ye baktı; çocuk şimdi onları izliyordu. Yeşil gözlerinin onunkilerle buluşmasıyla James neredeyse elindeki şişeyi düşürüyordu. Gözleri neredeyse Lily’nin gözlerinin aynısıydı. Başını eğip şişeye baktı ve bir an için teste gerek olup olmadığını bile düşündü. Cevabı zaten biliyordu; cevap, tam karşısında duruyordu. 

Yine de, James asasını çıkardı ve cam şişenin üzerine düzgünce yerleştirilmiş etikete asasıyla dokundu. Tüm bu olanların Voldemort’un zalim ve korkunç bir numarası olmadığından ve gerçek olduğundan emin olmak için bunu yapmak zorundaydı. Büyülü sözleri fısıldamasıyla etiketin üzerinde kelimeler belirmeye başladı. Sonraki birkaç saniye, James etikette net bir şekilde yazılmış isme bakakalmak dışında hiçbir şey yapmadı. Kimlik tespit büyüsünün belirlediği sonucuna göre, çocuğun damarlarında akan kan Harry James Potter’a aitti.

James başını şişeden kaldırmadı. Ona gözünü dikmiş bakan çocuğa da başını kaldırıp bakmadı. Sağ kalan kayıp oğlunun bakışlarına karşılık vermedi. Yalnızca döndü, şişeyi şoka girmiş görünen Sirius’un eline verdi ve dışarıya çıkan merdivenlere doğru yürüyerek gözden uzaklaştı. Harry’nin onu arkasından izleyen sessiz bakışlarına dönüp bakmadı.

* * *

Fırtına artık dinmişti. Dalgalar sakinleşmiş, durulmuştu; adanın kayalıklarına çarpan sular gerisin geri çekiliyordu. James, soğuk rüzgâr yüzünü yalar ve saçlarını dağıtırken kayalıklarda hareket etmeden öylece oturuyordu. Kıyafetleri hâlâ sırılsıklamdı ve bu havada soğuğa yakalanacak ya da, Şifacı Bennett’ın da dediği gibi, hipotermi geçirecekti. Ancak, James asasını kaldırıp bir kurulama büyüsü yapacak kadar bile kendinde değildi.

Arkasından gelen ayak sesleri duydu, ama kim olduklarını zaten biliyordu. Remus ve Sirius gelip her iki tarafına oturdu. Remus’un kurulama büyüsünün tüm vücudunu sardığını hissetti; vücudundan geçen sıcaklık tüm bedeninde bir karıncalanma duygusu yarattı, ama teşekkür etmek için bile ağzını açamadı.

Sirius nane iksiri dolu şişeyi James’in eline tutuşturdu, ama James içmek için en ufak bir çaba sarf etmedi. Birbirlerine tek bir kelime dahi etmeden, sessizce oturup gerçeğin derinlerine işlemesine izin verdiler.

“Onu öldürmedi,” dedi James, usulca; o kadar ani konuşmuştu ki, diğer ikisi şaşıp kaldılar. “Voldemort onu öldürmedi.”

Onlarla mı konuşuyordu yoksa sesli mi düşünüyordu, Remus ve Sirius emin değildiler.

“James?” diye seslendi Remus, ona. James ona dönüp cevap verdiğinde ise, rahatladı.

“Harry’nin… ölmediğini… hiç düşünmedim… bundan hiç şüphelenmedim,” dedi James usulca, acı içinde. “Voldemort’un onu öldürdüğünü sandım; kehanet yüzünden… kehanet öyle söylemişti çünkü.” Ela gözleri Remus’la buluştu ve gözlerinin içine baktı. “Harry’nin hayatta olma ihtimalini… hayal dahi etmedim… bir saniyeliğine bile olsun… aklımdan geçirmedim.”

Remus hüzünlü gözlerle en yakın arkadaşına baktı.

“Nereden bilebilirdin, James? Kandırıldın,” diye hatırlattı ona. “Voldemort bir bebek ölüsü bulmamızı sağladı ve bizi onun Harry olduğuna inandırdı.”

James gözlerini sımsıkı kapattı; o günü hatırlamak dahi istemiyordu. Yıllar önce, o gün, yetkililer bir bebek cesedinin kalıntılarını bulduğunu bildirdiklerinde ve onun Harry Potter olduğunu tespit ettiklerini söylediklerinde neredeyse ölüyordu.

“Ah Tanrım!” diye fısıldadı Sirius; onun da o günü hiç unutamadığı aşikârdı. “Yalan mıydı yani?” dedi, bir anda. “Onu, Harry olduğunu düşünerek gömdük!”

James gözlüklerini çıkarıp öfkeyle gözlerini ovuşturdu. Her şey o kadar ani olmuştu ki, idrak etmekte zorlanıyordu. Oğlu olduğunu düşünerek gömdüğü beden, aslında sahteydi. Bebeğin cesedinin ne kadar kötü bir şekilde tahrip olduğunu hatırladı; hatırası hâlâ aklından çıkmıyordu. Ölü beden bulunduğunda çoktan çürümeye başlamıştı; yani, kimliği yalnızca büyü yoluyla öğrenilebilirdi. Hastane, cesetten geriye kalan az miktarda kanla kimlik tespit büyüsü yapmıştı. Gözü yaşlı bir Şifacı, James’e, bebeğin bedeninden tüm kanın çekildiğini, geriye ise sadece çok az bir kanın kaldığını söylemişti. Ona rağmen, kan örneği test edilmiş, kanın Harry Potter’a ait olduğunu tespit edilmişti. Hastane cesetten doku örnekleri alınıp daha kapsamlı testler yapılmasını önerse de, James reddetmişti. Oğlunun başına gelen bu acımasız olay yüzünden o kadar perişan haldeydi ki, küçük bebeğinden geriye kalanların daha fazla tahrip edilmesini istememişti. Ufacık bebeği, gerçekten oğlu olduğuna inanarak gömmüştü. Şimdi ise, Voldemort’un onları nasıl aptal yerine koyduğunu görebiliyordu; Harry’nin bir parça kanını kullanarak, cesedin Harry Potter’a ait olduğuna inanmalarını sağlamıştı. Oğlunun öldüğüne inandırılması ve bu şekilde kandırılması, içinde git gide büyüyen korkunç bir öfkenin patlamasına yol açtı.

“Bunu yaptığına inanamıyorum!” diye tısladı, öfkeden kudurmuş bir halde. “O puşt… benim oğlumu… o aşağılık herif!…” Bir elini hışımla saçlarına götürüp yolmaya başladı. “Onu öldüreceğim!” dedi. “Oğlumu benden aldı. Onu öldüreceğim!”

“Başaramadı, Çatalak,” dedi Sirius. “Voldemort’un ne yapmaya çalıştığını düşünmeyi bırak. Harry’yi kaybetti. Onu geri aldık.”

James öfkeyle başını iki yana salladı.

“Aldık mı?” diye sordu; sesi tamamen çatallaşmıştı. Alev alev yanan bakışlarını Sirius’a döndürdü. “Ben şimdi ne yapayım, ha? Onu korumaya kalkarsam, tanıdığım herkese sırt dönmüş olurum; Bakanlık’a, Yoldaşlık’a, herkese! Müdahale etmez de işimi yaparsam, oğlumu bu sefer tamamen kaybetmiş olurum; üstelik bu sefer işini Ruh Emici’ler bitirir.” Düşüncesi bile midesinin ters takla atmasına ve içindeki öfkenin yeniden alevlenmesine yol açtı. Bunun oğlunun başına gelmesine izin veremezdi, hayır, şimdi olmazdı; ona daha yeni kavuşmuştu.

“Biliyorum, durum çok karışık,” diye başladı Remus, “ama bir yolunu bulacağız.”

“Biz senin yanındayız,” dedi Sirius, usulca. “Kiminle karşı karşıya gelirsek gelelim, senin yanında savaşacağız.” Arkadaşına gülümsedi. “Neye karar verirsen ver, biz senin yanındayız.”

Sirius’un sözleri üzerine, James’in içini muazzam bir minnet duygusu kapladı. Bu kadar değerli arkadaşlara sahip olduğu için tüm kalbiyle şükretti. Sirius’u başıyla onaylamanın dışında bir şey söyleyemedi. Yeniden sessizliğe gömülmüşlerdi.

“Bu yüzden onu görmek için yanıp tutuşuyordun,” dedi Remus; bir anda kafasına dank etmişti. “Onun Harry olduğunu bilmiyordun, ama babalık hislerin biliyordu!”

Sirius hayran kalmış bir halde baktı.

“Bir dakika, yani, onun Harry olduğunu bir şekilde biliyor muydun?”

James başını iki yana salladı.

“Hayır, bilmiyordum,” dedi. “Onda benim canımı sıkan bir şey vardı ve onu bir yerden… bir yerden tanıdığım hissine kapılıyor ama anlamıyordum.” Bakışlarını ellerine indirdi; parmaklarıyla iksir şişesini evirip çeviriyordu. “Bunu kimseye söylemedim ama… ama sesi… sesi bana Damy’yi hatırlatmıştı.”

Remus ve Sirius afallamış bir halde baktılar.

“Ufaklığı mı?” diye sordu Sirius. “Gerçekten mi?”

“Bunu dile getirmek istemedim,” diye açıkladı James. “Bunu kimseye itiraf etmek istemedim; kendime bile edemedim, benim oğluma benzediğini Voldemort’un oğ…” Bir anda durdu. Ağzından çıkmak üzere olan sözler göğsünün acıyla sıkışmasına yol açmıştı; içinde bulundukları durumun tüm ciddiyetiyle yeniden sarsıldı. James, parmaklarıyla kırarcasına cam şişeyi tutarken gözlerini kapattı. “Tanrım, ne berbat bir durum!” diye tısladı öfkeyle. “Bunu insanlara nasıl açıklayacağım? Benim oğlum, benim Harry’im düşman mı şimdi?” Gözlerini sımsıkı kapatıp başını iki yana salladı. “Lily’ye nasıl söyleyeceğim?” diye sordu; elindeki şişenin kırıldığının ve kanın ellerine aktığının farkında değildi. “Nasıl derim? Karanlık Prens Voldemort’un oğlu değil, bizim oğlumuz. O Harry, ama hapiste olduğu için onu eve getiremeyiz ve muhtemelen oğlumuz birkaç güne kalmaz o kahrolası öpücüğü alacak!”

“Bunun olmasına izin vermeyeceğiz!” dedi Remus. “Harry mahkeme salonuna girer girmez, insanlar onun senin oğlun olduğunu anlayacak. Mahkemeye deliller sunarak Voldemort’un bizi Harry’nin öldüğüne inandırarak nasıl kandırdığını ve sonrasında ise kendisinin onu nasıl büyüttüğünü anlatacağız. Emirlerini yerine getirmesi için onu nasıl manipüle ettiği de, nasıl beynini yıkadığı da aşikâr. Bakanlık bunu dikkate almak zorunda kalacaktır.” 

“Evet, Çatalak ve ayrıca Harry yalnızca on altı yaşında,” diyerek konuya dikkat çekti Sirius. “O daha çocuk. Bunu da hesaba katmak zorundalar.”

“Çok sayıda cinayetle suçlanıyor,” dedi James, yüreği kırgın bir halde. “Siz de benim kadar iyi biliyorsunuz; bir çocuk erişkin düzeyinde bir suç işlerse, bir yetişkin gibi cezalandırılır.” Başını iki yana salladı. “Mucize eseri, Ruh Emici Öpücüğü ile cezalandırılmasa bile, Affedilmezler’i kullandığı için ömür boyu hapis cezasına çarptırılır.” Elini yine saçlarından geçirdi. “Ne yapacağımı bilmiyorum,” dedi, hüsran dolu bir sesle.

“Bu gece döner dönmez, Dumbledore’la konuşacağız,” dedi Sirius. “O bir yolunu bulacaktır.” Eski Profesör’üne güveni tamdı.

James Sirius’a baktı ve ardından gözlerini uzun siyah bir kule olan Nurmengard’a dikti. Döner dönmez Dumbledore’la konuşabilirdi, ama önce yıllardır öldü sandığı oğluyla gidip konuşmalıydı.

* * *

James üst katta bulunan küçük odaya doğru yöneldi. James’in dışarıda arkadaşlarıyla konuşarak geçirdiği o kısa sürede, Şifacı Harry’yi taburcu etmişti bile. Vücut ısısı normale yaklaşmıştı ve hapishanenin revirinde daha fazla kalmasını gerektirecek kalıcı bir yarası da yoktu. James Karanlık Prens’i görmek için izin istediğinde, gardiyanlar ona onunla yalnızca sorgu odalarından birinde görüşebileceğini söylemişti. Bu koşullarda başka bir seçeneği olmadığı için James kabul etmişti.

Jackson, Harry’yi, aynı sabah bulundukları odaya geri getirmişti. Gerçi bu sefer Harry’ye sandalyesine kadar eşlik etmemişti. Kelso kelepçeleri hâlâ takılı olduğu için Harry’nin gözetilmesini gerektiren bir durum yoktu. Jackson Seherbaz’ın onu sorgulamayacağını biliyordu; Seherbaz Potter’ın revirdeki tepkilerinden sonra, çocukla arasında bir ilişki olduğunu anlamıştı. Jackson, çocuğun hâlâ titrediğini fark edip utanarak düz tahta bir sandalye yarattı ve Harry’ye oturmasında yardımcı oldu. Harry ile konuşmaktan sakınmış ve göz göze gelmemeye gayret etmişti. Elinden geldiğince hızlı bir şekilde odayı terk etmiş, ardından ise kapıyı kilitlemişti.

James’e yalnızca on dakikası olduğu söylenmişti; yetkisinin el verdiği bu kadardı. James yalnız gitmeye karar vermiş, Sirius ile Remus’u alt katta bırakmıştı. Kapıya gelince durdu ve derin bir nefes aldı. Oğlu, kapının diğer tarafında duruyordu. Kendini hazırladı; kolay bir buluşma olmayacağını bildiği için bunu yapmaya ihtiyacı vardı.

Kapı tokmağına dokundu ve çevirdi; kilidin açılmasıyla kapıyı içeri doğru itti. Harry’yi sandalyede otururken gören James eşikte öylece kalakaldı. Onu bu sefer bir maskenin ardında gizlenmiş halde ya da karanlık bir hücrede suyun altındayken değil, dosdoğru görebiliyordu; aralarındaki şaşırtıcı benzerliği görebildiği için o kadar minnettardı ki. Zümrüt yeşili gözleri aynı Lily’ninkiler gibi badem şeklindeydi ve dosdoğru ona dikilmişlerdi.

James, kapının ağzında öylece dikilmiş aval aval baktığını fark edince, kendine gelmek için hemen silkelendi. Odanın içine doğru bir adım attı. Arkasından kapıyı kapatmaya yeltenirken aniden aklına bir şey geldi. Şifacı, Harry’nin on saat boyunca hücrede tutulduğunu, aç ve susuz bırakıldığını söylemişti. Selden önce bile hipotermi geçiriyor olmasının sebebi buydu. On altı yaşındaki oğluna gözünü dikmiş bakarken onun ne kadar da yorgun göründüğünü fark etti.

James boğazını temizleyerek konuştu.

“Biraz… biraz su ister misin?” diye sordu, gardiyanlardan ona bir şişe su vermelerini isteyebileceğini düşünürken. Ayrıca, Harry’nin, onun buraya onu sorgulamaya geldiğini düşünmesini istemiyordu. 

Keskin yeşil gözler kısılmıştı; çocuğun yüzü öfkeyle kaplıydı ve başı kuşkuyla biraz yana eğilmişti. James sorusuna gelen tepkiden dolayı afallamıştı ve birden kafasına dank etti. İki saat kadar önce neredeyse boğulmak üzere olan birine su isteyip istemediğini sormak, pek düşünceli bir davranış sayılmazdı. 

“Komiklik olsun diye demedim,” diye aceleyle açıklamaya koyuldu James. “Ben… ben dalga geçmiyordum. Ciddiydim. Susamış olabileceğini düşündüm…” James durdu; Harry öfkeyle bakışlarını kaçırmış, sandalyesini başka yöne çevirmişti.

James kendini aptal gibi hissederek kapıyı kapattı. Harry’nin karşısında duran tek sandalyeye doğru yürüdü ve oturdu. Aralarındaki masa James’in gözüne fazla büyük görünüyordu. Oğlundan yalnızca bir iki adım uzaktaydı, ama bu mesafeye bile tahammül etmesi zordu.

James her detayını inceleyerek çocuğu izliyordu. Karşısında oturan on altı yaşındaki bu son derece yakışıklı delikanlının kendi küçük bebeği olduğuna inanamıyordu. Kollarında salladığı o küçücük bebeği, güldürmek için gıdıkladığı o küçük adamı büyümüş bir halde karşısında duruyordu.

James, zihninin en derinlerine gömdüğü geçmiş anılarını zorladı; üzüntüden kafayı yememek için anılarını bunca zaman dile getirememişti. Şimdi bunlara değinmenin sırası olmadığını biliyordu. On dakikası dolmadan oğluyla konuşmalıydı.

“İyi misin?” diye sorarken buldu kendini James.

Harry, soğuk yeşil gözlerle ona baktı.

“Hâlâ nefes alıyorum,” dedi. “Neden? Aksini mi isterdin?”

James ensesindeki tüylerin diken diken olduğunu hissetti. Daha önce birinin böylesi bir nefretle konuştuğuna hiç şahit olmamıştı.

“Biliyorum, bütün bunlar senin için çok karmaşık,” diye başladı James. “Aramızdaki… benzerliği merak ediyor olmalısın.”

Harry zoraki sırıttı.

“Fark ettim, evet,” diye cevapladı.

James derin bir nefes aldı.

“Ben… ben senin gerçek babanım, Harry,” dedi James; oğlunun tepkisini görmek için gözlerini ondan ayırmıyordu.

Gel gelelim, Harry’nın sırıtışı daha da genişledi ve tek kaşını kaldırdı.

“Ya, sahi mi?” dedi; sesinin tonu alaycı ve küçümseyiciydi.

James donakaldı.

“Zaten biliyor muydun?” diye sordu, şok içinde. Harry’nin gerçeği tahmin etmiş olabileceğini düşünmüştü, ama tavırları bunu yıllardır bildiğini gösteriyordu. James başını sallayarak, “Voldemort’un bunu sana söylemiş olmasına şaşırdım,” dedi.

Harry’nin ifadesi anında karanlıklaştı.

“Babamın adını ağzına alma!” diye tısladı.

Bir sessizlik oldu; ardından, James gözlerini Harry’ninkilere kitleyerek öne doğru eğildi.

“Harry, senin baban o değil, benim.”

Harry onunla alay etti.

“Baba mı? Sen kendini gerçekten de öyle mi görüyorsun?” diye sordu. “Sırf birini dünyaya getirdin diye, bu seni ebeveyn yapmaz,” dedi. “Benim babam beni büyüten, bana hayatta kalmayı öğreten ve beni ben yapan kişi.”

“Ayrıca, o, senin burada Nurmengard’a tıkılmanın ve yargılanmayı beklemenin de sebebi!” dedi James.

Harry suratında bir sırıtışla sandalyesinde arkasına yaslandı.

“Ufak bir aksilik, diyelim,” dedi omuz silkerek. “Zaten burada fazla kalmayacağım.”

“Onu unut,” dedi James. “Senin için gelmeyecek. Voldemort seni kurtarmaya çalışmayacak. Kaderine terk edildin.”

Harry pis pis güldü.

“Eğer böyle düşünüyorsan, babamı tanımıyorsun demektir.”

Harry Voldemort’tan baba diye her bahsettiğinde, James tüm vücudunun gerim gerim gerildiğini hissetti. Kafasının içinde patlamaya hazır bir bomba varmışçasına geriliyordu.

“Harry, bak, buraya… buraya seninle bunları konuşmaya gelmedim,” dedi; büyük bir hayal kırıklığı içinde başını ovuşturuyordu. “Ben… ben seni korkutmak ya da seninle tartışmak için burada değilim. Ama şu bir gerçek ki, çok yakında bir duruşmaya çıkacaksın,” dedi James. “Seni nasıl bir sonun beklediğini bildiğine eminim.”

Harry konuşmadı, ama ifadesi yeniden ciddi bir hal almıştı. Bunu görünce, James konuşmasına devam etti. 

“Sana elimden gelen her yardımı yapacağım, ama…”

“Neden?” Soru, James’in cümlesini bitirmesine mani oldu. “Bana neden yardım edeceksin?” diye sordu Harry.

“Çünkü sen benim oğlumsun,” dedi James, doğrudan. “Seni bir kez kaybettim, bir daha kaybedemem,” dedi duygusallıkla.

Harry’nin öfkeli bakışları James’in yüzünü taradı.

“Sahi mi?” diye sordu. “Beni kaybettin, öyle mi?”

James, Harry’nin daha iyi anlaması için başını salladı.

“Voldemort seni benden aldığında, senin… öldüğünü düşünmemi sağladı.”

Harry, karanlık bir ifadeyle, gözlerini James’in gözlerine dikti.

“Voldemort beni senden aldı, öyle mi?” diye sordu, küçümseyici bir tonla sözlerini tekrar ederek. Gözlerini kaçırıp başını hafifçe salladı. “Çok zavallısın, Potter.”

Sözleri onu bıçak gibi keserken James öylece kalakaldı.

“Sana ne anlattı?” diye sordu hemen. İçinden kendine küfretti. Voldemort’un Harry’ye bir yalan uydurduğunu, onun yanına nasıl geldiğiyle ilgili sahte bir hikâye anlattığını tahmin etmeliydi. Yoksa Harry başlangıçta Voldemort’a öldürülmek üzere getirildiği gerçeğini bilseydi sadık kalamazdı. “Sana ne söyledi? Gerçek ailenden uzakta onun himayesine nasıl geçtin?” diye sordu James.

Harry tekrar James’e baktı, ama bu sefer yüzüne ifadesiz bir maske takmıştı.

“Hiçbir şey söylemedi,” dedi.

“Yalan söylüyorsun!” dedi James. “Voldemort sana ne anlattı, söyle bana!”

“Yalan söyleyen ben değilim,” dedi Harry, usulca.

James’in arkasındaki kapı açıldı ve Jackson ile Davis göründü.

“Zamanın doldu,” dedi Davis.

“Bekleyin, sadece, bir dakika daha, lütfen…” diye başladı James.

“Üzgünüm, Seherbaz Potter,” dedi Jackson, Harry’ye doğru yürürken. “On dakikanız doldu.”

Jackson ona yaklaşırken Harry ayağa kalktı. Gözleri hâlâ James’in üzerindeydi.

“Yalnızca bir dakikaya daha ihtiyacım var, lütfen,” dedi James, yüzünü Davis’e dönerek. “Konuşmanın ortasında…”

“Üzgünüm,” diyerek sözünü kesti Davis. “Elimizden bir şey gelmez.”

Jackson, Harry’yi kolundan tuttuğu gibi odadan çıkarmaya koyuldu. Başka tek bir kelime edemeden, Harry odayı terk etti. James ise, kalbi kırık bir halde gidişini izliyordu.

* * *

14. BÖLÜM 29 Ağustos 2019’da FANTASTİK CANAVARLAR’da!

Çeviren: Tuba Toraman

The post Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #13: Sağ Kalan Çocuk appeared first on Fantastik Canavarlar.

Karanlık Prens –İçimdeki Karanlık #14: Flaş Haber

$
0
0

Karanlık Prens - İçimdeki Karanlık #14: Flaş Haber

GİRİŞ İÇİN TIKLAYIN.

11. BÖLÜM

12. BÖLÜM

13. BÖLÜM


Lord Voldemort’un o karanlık gece, Harry Potter‘ı kaçırıp öldüremeyince kendi oğlu gibi büyütmeye karar verdiği alternatif bir hayran hikâyesine ne dersiniz?
Karanlık Prens” serisini, Safina Mazhar‘ın kaleminden ve yazarın gözden geçirdiği yeni versiyon üzerinden taze bir çeviriyle sizlerle buluşturuyoruz. Karşınızda İçimdeki Karanlık cildinin on dördüncü bölümü!

bölüm 14

Flaş Haber

Jackson, Harry’nin ilk gecesini geçirdiği hücrenin kapısını açtı. İçeri girmeden önce Harry’nin gelmesi için kapıda biraz bekledi, ardından ise kapıyı açık bıraktı. Harry onun bu tuhaf tavırlarını fark etmedi bile; aklı hâlâ James Potter’la yapmış olduğu görüşmedeydi. Dönüp de gardiyanın geldiğini gördüğünde, hücre kapısının gürültüsünü bile duymadığını fark etti.

Jackson, önce hafiften huzursuz görünerek durdu, ardından ise cüppesinden katlanmış küçük, kareli, ince bir battaniye çıkardı. Harry’ye uzattı.

“Üzerinde sıcak-tutma büyüsü var,” dedi usulca. Hücre hali hazırda sıcaktı, ama Harry’nin hipotermisi hafif de olsa hâlâ sürdüğü için Jackson daha fazla hata yapmak istemiyordu.

Harry ona uzatılan battaniyeyi almadı. Onun yerine, gözlerini suçlu görünen gardiyanın üzerine dikmişti. Jackson, Harry’nin bakışlarından huzursuz olmuştu. Ağırlığını bir bacağından diğerine verdi.

“Bak… Harry, seni o bodrum kata terk etme niyetinde hiç değildim. Ben sadece… seni korkutmaya çalışıyordum.”

Harry onaylarcasına başını bir kez salladı.

“Bu yüzden mi tüm katın sel basmasına neden oldun?” diye sordu. “Beni korkutmak için mi?”

Bunun üzerine, Jackson ona bakmak için hızla başını kaldırdı.

“Ne? Sen yoksa…?” Başını iki yana salladı. “Ben hiçbir şey yapmadım!” diyerek isyan etti. “Sele fırtına sebep oldu!” diye açıkladı.

Harry bunu gardiyanın tepkilerinden zaten anlamıştı, ama Jackson’ın kendini suçlu hissetmesi hoşuna gidiyordu.

“Elbette öyledir,” dedi alayvari bir üslupla, gardiyana arkasını dönerek.

“Ben…” Gardiyan bir an tereddüt etti. Başka hiçbir şey söylemeden, battaniyeyi hücrenin ortasına bırakıp çıkmak için yerinde döndü. Kapıyı çarparak, Harry’nin dönüp bakmasını sağlayacak bir ses çıkardı. Bir an duraksadıktan sonra Jackson aniden asasını çıkararak Harry’ye doğrulttu. “Evanesco zincir,” diye mırıldandı.

İrkilen Harry, başını eğip ellerine baktı. Asasız büyü yapmasını engelleyen Kelso kelepçeleri hâlâ iki bileğini de çevreliyordu; ancak iki kelepçenin arasındaki kısa zincir yok olmuş, elleri serbest bırakılmıştı. Harry başını kaldırıp şaşkınlıkla gardiyana baktı.

Jackson hiçbir şey söylemeden asasını cüppesinin iç gözüne yerleştirdikten sonra arkasını dönüp uzaklaştı.

Harry kollarını hareket ettirir, omuzlarını döndürürken acıyla kasılan uzuvlarını rahatlattı. Kelepçeler neredeyse tüm gün takılı kalmıştı. İnce battaniyeye doğru yürüyerek onu yerden aldı. Battaniyeyi katlı halde bırakıp başını sert zeminden korumak için yastık niyetine kullandı.

Harry derin derin iç çekerek yere uzandı. Bugün neredeyse boğulmak üzere olduğuna inanamıyordu. Bunu yalnızca kendine itiraf edebilse de, hücre suyla dolmaya başladığında ve çıkamadığında düpedüz dehşete uğramıştı. Suyun altında en fazla dört dakika kadar kalmış olmalıydı; ama ona hayatının en uzun saatleri gibi gelmişti.

Harry’nin aklına James Potter’ın bir anda karşısında belirdiği sahne geldi ve kalbinin tekinsiz bir şekilde teklediğini hissetti. Orada ne işi vardı? Harry’nin bildiği kadarıyla, Nurmengard Seherbaz’lar tarafından çok az ziyaret edilirdi. Harry tüm gücüyle aklını başka bir şey düşünmeye zorladı ve gözlerini kapattı, ama tek düşünebildiği James Potter’dı ve onun, parmaklıkların arkasında kendisini gördüğü zaman yüzünde beliren o şaşkınlık ifadesiydi. Seherbaz’ın ifadesi, sel basmış bir hücreye kimin kapatıldığından bihaber olduğunu belli ediyordu. Kim olduğunu anladığında tereddüt etmişti ve Harry, bir an için, onu o şekilde boğulmaya terk edeceğinden emindi.  Harry’nin parmaklıkları delice bir şiddetle zorlamasının sebebi de buydu; panik içinde korkusunu bu şekilde dışa vurmuştu. Potter’ın kapıyı açıp onu kurtarmış olmasının şokunu hâlâ yaşıyordu. Ama aptal hayallere kapılarak kendini kandırmayacak kadar çok şey biliyordu. Potter’ın ona neden yardım ettiğinin farkındaydı. O anda anlayamamıştı; ama onunla konuştuktan sonra, Potter’ın ne yapmaya çalıştığını çözmüştü.

Harry diğer tarafına doğru döndü; sert zeminde dönerken kaburgalarından yükselen ağrıyla yüzünü buruşturdu. Potter’ı ve söylediklerini daha fazla düşünmemeye çalıştı. Ama düşünmemeye çalıştıkça, Potter’ın zavallı yalanlarını ve ona anlattığı uydurma hikâyeyi daha da fazla düşünür buluyordu kendini. Bu, Harry’yi, uykusunu kaçıracak kadar sinirlendiriyordu.

Yaklaşık yarım saat kadar sonra, etrafında bir pop sesinin yankılandığını duydu. Harry başını kaldırıp baktığında, bir kâse yulaf lapasıyla bir kupa suyun hücrenin köşesinde belirdiğini gördü.

Harry kendini ayağa kalkmaya zorlayarak ‘yemeğine’ doğru yürüdü. Lapayı şimdilik görmezden gelip su dolu kupayı alarak tek seferde kana kana içti. Susuzluğunu gidermesine yetmemişti, ama ona tüm verilen buydu. Bitap düşmüş bir şekilde geri dönerek kendini yeniden yere bıraktı ve başını ise katlı battaniyenin üzerine koydu. Yorgunluğu en sonunda galip gelmiş, bir saat kadar uykuya yenik düşmesini sağlamıştı.

* * *

James, Godric’s Hollow’ın ön kapısını açarak içeri girdi. Dışarı cüppesini çıkarıp salona doğru yürüdü. Evde alışılmışın dışında bir sessizliğin hâkim olduğunu fark etti; Damien evde olduğundan beri sessizliğe alışkın değillerdi.

James bugün öğrendiği, hayatlarını tümüyle değişterecek olan gerçeği karısına nasıl anlatacağını düşünürken başını uzatıp oturma odasına baktı.

Odanın boş olduğunu görüp mutfağa doğru yöneldi. Eşikte öylece durmuş, mutfak masasına bakakalmıştı. Masa, iki sönük mum ile iki tabağın yanı sıra sevdiği yiyeceklerle donatılmıştı.

“Sonunda!” James dönüp baktığında Lily’nin ocağın yanında durduğunu gördü. Ev yapımı elma turtasını fırından çıkarmakla meşguldü. “Neredeydin? Saatlerdir seni bekliyorum,” dedi, masaya tatlıyı da eklemek için yürürken. “Yemekleri şimdiye kadar iki kez ısıtmak zorunda kaldım.”

“Neler oluyor?” diye sordu James.

Lily, kocasının yüzünde beliren şok ifadesine bakıp gülümsedi. Ona doğru aceleyle ilerleyip kollarını boynuna doladı ve öptü.

“Birlikte biraz zaman geçirmemizin iyi olacağını düşündüm,” diye cevapladı. “Fikir Sirius’tan çıktı, her ne kadar beni delirtmiş olsa da,” diyerek güldü. “Söylediklerini biraz düşündüm de, son zamanlarda seninle oturup şöyle doğru düzgün bir yemek bile yemedik. Bakanlık’ta olan bitenler bir yana, Yoldaşlık toplantıları ve şimdi de şu Karanlık Prens işi.” Başını iki yana salladı. “Sana yeterince vakit ayıramadım.” Onu kendine çekip masayı işaret ederek ışıl ışıl gülümsedi. “O yüzden, Damien’ı Ron ile birlikte Molly’lere gönderdim ve düşündüm ki, böylece sen ve ben bu gece birlikte yemek yiyip biraz zaman geçirebiliriz. Sadece sen ve ben.”

James ne söyleyeceğini bilmiyordu. Masaya göz gezdirdi, ama yemek düşünecek hali yoktu. Midesi lime lime olmuş gibi hissediyordu. Lily’ye döndüğünde yüzünün mutlulukla parladığını gördü. Birazdan onu sokacağı durumu düşündükçe kendini korkunç bir şekilde suçlu hissetti.

“Konuşmamız gerek,” diye başladı usulca.

Lily şaşırmış görünüyordu. Beklediği tepki bu değildi.

“Bir dakika, beni terk etmiyorsun, değil mi?” dedi, yüzünde şakacı bir ifadeyle.

James azıcık bile olsa ona gülümseyecek dermanı bulamadı kendinde. Elini tuttu ve onu masaya yönlendirip kibarca sandalyeye oturttu. O da yanına yerleşti ve bir an için elini tutmaktan başka bir şey yapamadı; haberi nasıl vereceğini ve ne söyleyeceğini aklından tekrar tekrar geçiriyor, bir türlü nasıl söyleyeceğine karar veremiyordu.

“James?” diye seslendi Lily usulca; gözleri endişeyle kısılmıştı. “Ne oluyor? Bir sorun mu var?” diye sordu; sonunda kocasının endişeli ve bitkin göründüğünün sinyallerini almıştı.

James cevap vermek yerine ela gözlerini onun gözlerine dikti.

“Ben Nurmengard’a gittim,” diye başladı.

Lily’nin gözleri daha da kısıldı.

“Nurmengard mı?” diye sordu, şaşkınlıkla. “Ben Bakanlık’ta olduğunu sanıyordum.”

James başını iki yana salladı.

“Bakanlık’taydım, ama yalnızca hapishaneye giriş izni almak için.” Başını indirip karısının onunkini sıkıca kavrayan eline baktı. “Şeyle buluşmaya gittim… Karanlık Prens’le.”

Lily, hayal kırıklığıyla dolu bir ses çıkardı.

“Gerçekten, James!” dedi siniri bozulmuş bir halde. “Neden bir şeyleri oluruna bırakamıyorsun?” Elini, onun tutuşundan kurtarmaya çalıştı; ama James onu bırakmayarak parmaklarıyla narin elini iyice kavradı.

“Lily, ben…” Durdu; kontrolünü kaybetmemek için başını öne eğdi. “Ben onunla tanıştım,” dedi usulca, ona bakmadan.

Lily bekledi; dikkatle kocasını süzüyordu. James’in her bir zerresinin acı içinde kıvrandığı apaçık ortadaydı. Lily’nin içine aniden kötü bir şey olacağı hissi çöktü ve kalbinin bir anda teklediğini hissetti.

“Sorun ne, James?” diye sordu tekrar.

James nihayetinde başını kaldırıp ona baktı. Hiçbir şey söylemeden Lily’nin elini bıraktı ve cebine uzanarak uzun cam şişeyi çıkardı. Şişeyi elinde öylece tuttu; bakışları bir süre küçük cam şişeye kitlenmişti. Ardından şişeyi Lily’ye uzattı.

Lily, neler olduğunu anlamaz bir halde şişeyi aldı. Cam şişeye baktı ve tüpün içinde kırmızı bir sıvı olduğunu gördü. Gözleri şişeyi taradı ve şişenin önünde, yapıştırılmış beyaz bir etiket olduğunu fark etti. Bu andan itibaren, etiketin üzerine işlenmiş yazıyı okumaya çalıştı.

Önce, üzerindeki ilk isim dikkatini çekmişti. Harry. İsmi gördüğü anda kalbi atmayı durdurmuş gibiydi. Büyük bir gayretle, gözlerini ilk isimden alarak yanındaki isme çevirdi. James. Cam şişeyi tutan elleri artık titremeye başlamıştı. Ve son kelimeyi de gördü: Potter.

İsme bakakalmış bir halde oturan Lily için zaman durmuş gibiydi. Harry James Potter. İsmi aklında tekrar tekrar ve tekrar okumaktan kendini alamıyordu. Gözleri tüpün içine konan birkaç damla kana kitlendi. Oğlunun kanıydı bu; Harry’sinin kanıydı. Kafasından sorması gereken yüzlerce soru geçiyordu, ama cam tüpe bakmak dışında bir şey yapamaz halde bulmuştu kendini.

Başını kaldırdı ve sessizce tepkilerini izleyen James’e gözlerini dikti. Kendine gelmek ve doğru düzgün düşünebilmek için kafasını salladı. Neler olduğunu sormak için sesine kavuşmaya çalışıyordu.

“Ne…? Bu da ne?” diye sordu. “Bu… Bu, bu olamaz…”

James öne doğru eğilip onun sözünü kesti; elini üzerine koyarak titremesini engellemeye çalıştı.

“Lily,” diye başladı söze; sesi fısıltıdan daha yüksek çıkmıyordu. “O, Harry,” dedi. “Harry’miz yaşıyor. O, Karanlık Prens.”

Lily başını tekrar iki yana salladı; inkâr ettiğinin ne olduğundan bile emin değildi. Reddettiği şey, oğlunun mucizevi bir şekilde hayatta oluşu muydu yoksa James’in cümlesinin son kısmı mıydı bilmiyordu.

Gözleri etikette yazan ismi tekrar okurken elini hızla ağzına götürdü. Aniden ağlamaya başladı; yaşlar gözlerinden dökülüyor, hıçkırıklarına engel olamıyordu. Başını kaldırıp kocasına baktığında, onun da gözlerinin yaşlı olduğunu fark etti.

“Yaşıyor mu?” diye sordu, çatlak bir sesle.

James başıyla onayladı; duygusallıktan konuşamayacak kadar boğazı düğümlenmişti.

Lily aniden gürültülü bir ses çıkardı; gözlerinden yaşlar boşalmaya devam ederken gülümsüyordu.

“Ah… Tanrım! …Teşekkür ederim! …Teşekkür ederim! …Teşekkür ederim,” dedi, soluk soluğa.

James onu kollarıyla sardı ve her ikisi de birbirlerine sarılarak hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladılar. Lily, minnettarlığını belirten sözler fısıldamaya devam ederken kendini durduramıyordu. Oğlu hayattaydı, Harry’si hayatta ve iyiydi; onu tekrar görebilecek, dokunabilecek, sarılıp öpebilecekti. Oğlunu tekrar görecek olmasının düşüncesiyle kalbi göğsünde deli gibi çarpıyordu.

Lily, gözyaşlarıyla ıslanan yanaklarını elleriyle kurulayarak kendini James’in kollarından çekti.

“O nasıl?” diye sordu, hızlıca. “İyi mi? Onunla konuştun mu? Ne dedi?” Sesi ağlamaktan boğuk boğuktu.

James başıyla onayladı.

“Onunla konuştum,” dedi, Lily’nin mutlulukla parlayan gözlerine bakarak. “Ama… Durumu iyi değil, hipotermi geçiriyor,” diye ekledi, üzgün bir halde. “Nurmengard’a gittiğimde hücresini sel basmıştı, ama gardiyanların haberi yoktu. O… O neredeyse boğuluyordu.”

Lily’nin yaşlı gözleri bir anda öfkeyle doldu.

“Hücrelerini sel bastığını nasıl olur da bilmezler!” diye sordu. “Onu oradan çıkarmalıyız, James!” diye panik içinde sözlerine devam etti. “Orada kalamaz, neredeyse öldürülüyormuş!” Yerinden kalktığı gibi şömineye doğru yürüdü.

“Ne yapıyorsun?” diye sordu James, kafası karışmış bir halde.

“Dumbledore’u arayacağım,” dedi Lily. “Harry’yi Nurmengard’dan çıkarmanın bir yolunu bulmamızda bize yardım edecektir.”

“Peki ya sonra?” diye sordu James. “Azkaban’a götürülmesi daha mı iyi olacak?”

Hapishanenin ismi, Lily’nin tüm bedeninin ürpermesine yol açtı. Mahvolmuş bir ifadeyle James’e bakarken odanın ortasında öylece kalakaldı. James ayağa kalkıp yanına geldi.

“Sirius ve Remus, Dumbledore ile görüşmeye gittiler. Ona Harry’yi anlatacaklar. Bir saat içinde bir Yoldaşlık toplantısı ayarlanacak ve herkes bilgilendirilecek,” dedi James. “Dumbledore’un Harry’yi kurtarabilmek için her şeyi deneyeceğinden eminim. Ona karşı yapılan tüm suçlamalardan aklanması için her yolu deneyeceğiz.”

Lily, dikkatle James’i izlerken başıyla onayladı; olacaklardan çok korkuyordu. Beklenildiği gibi, James’in yüzü bir anda düştü ve buruk bir ifadeyle ona baktı.

“Şey, Lily, kolay olmayacağını sen de en az benim kadar iyi biliyorsun. Bakan Fudge, duruşmanın halka açık yapılacağını çoktan duyurdu bile; tüm bunlar, onun için siyasi bir oyundan ibaret. Harry’ye merhamet göstermeyecek. Harry’nin kayıp oğlumuz olup olmadığı da umurunda olmayacak.”

“Ama bir şey yapmamız gerek…!” diye başladı Lily, çatlak bir sesle; yeniden hıçkırarak ağlamaya başlamıştı.

“Şş, Lily.” James göğsüne yaslanıp ağlaması için ona tekrar sarıldı. “Savaşmadan vazgeçecek değilim. Harry’yi geri almak için her şeyi yaparım. Onu tekrar kaybetmeyeceğim, söz veriyorum,” diyerek teselli etti.

Onu koltuğa oturtup kendi de oturdu. Uzun dakikalar sessizlik içinde geçti; James, gözyaşlarının dinmesi için Lily’ye zaman veriyordu. Onun elini tutarak oturuyor ama konuşmuyordu.

Lily aniden sessizliği bölerek kısık bir sesle konuştu.

“Nasıl görünüyor?” diye sordu. Başını kaldırıp kıpkırmızı gözlerle James’e baktı. “Oğlumuz, neye benziyor?”

James’in yüzünde hüzünlü bir gülümseme belirdi.

“O… ee, hâlâ senin gözlerine sahip,” diye cevapladı.

Lily, yaşlar gözünden yeniden dökülürken gülümsedi.

“Değişmeyeceğini biliyordum,” dedi, küçük bebeğinin hatırasına gülümseyerek.

“Aynı bana benziyor,” dedi James. İçinde bulunduğu depresif duruma rağmen sözlerindeki gurur belirtisini gizleyemiyordu. “Gerçekten, Lily, hık demiş burnumdan düşmüş sanki; tek farkı, gözleri.” Aniden başını kaldırıp Lily’ye baktı. “Harry’nin bana olan benzerliğine eskiden bir şey demiyor muydun sen?” diye sordu. “Çok komik bir kelimeydi.”

Lily gülümsedi.

“Tüyler ürpertici,” diye cevapladı.

James bu hatıraya güldü.

“Tüyler ürpertici, evet, buydu.” Yeniden sessizleşti. “Sahiden de tüyler ürpertici, ama iyi anlamda,” dedi. “Oğlum tıpatıp bana benziyor,” diye fısıldadı.

“Onu görmek istiyorum,” dedi Lily usulca.

“Nurmengard’da, Seherbaz’lar dışında, aile ziyaretlerine izin verilmiyor,” dedi James, üzgün bir şekilde.

Lily sandalyesinden kalkıp James’in önünde diz çöktü.

“Lütfen, James!” diye yalvardı. “Onu görmem gerek. Lütfen, bir şey yap, oğlumu görmek istiyorum!”

James başıyla onayladı. Lily’nin Harry’yle buluşması için her şeyi denemeye hazırdı; nelerden vazgeçmesi gerekirse gereksin.

Şöminede aniden yeşil alevler belirdi ve alevlerin içinde Remus’un kafası belirdi.

“James! Lily!”

İkisi de hızla şömineye gidip onunla yüz yüze gelmek için diz çöktüler.

“Evet, Remus,” diye cevapladı James, aceleyle.

“Toplantı yirmi dakika içinde başlıyor,” diye bildirdi Remus, onlara. “Acele edin.”

İkisi birlikte Remus’un kafasının kaybolduğu noktaya gelip durdu. El ele tutuşup bir avuç uçuç tozu alarak Karargâh’a gitmek için hazırlandılar.

Elleri hâlâ birbirlerine kenetlenmiş halde Godric’s Hollow’u terk ettiler. Her ikisi de, gitmeden önce mutfak masasına tek bir bakış dahi atmamıştı; masanın üzerinde bulunan iki kişilik tabak takımı ile çeşit çeşit yemek öylece soğumaya terk edilmişti.

* * *

Devasa meşe kapılar, iki Ölüm Yiyen tarafından gürültüyle vuruldu. Kapıyı açıp girmek için izin istediler. Adamlar hızla odanın içine girip koridorun ortasında durarak kırmızı gözlü büyücünün önünde eğildiler.

Voldemort, kemikli elleri arkasında kenetlenmiş halde, arkası dönük bir şekilde duruyordu.

“Hallettiniz mi?” diye sordu Voldemort, mermer zeminde diz çökmüş adamlarına dönüp bakmadan.

Adamlardan biri, dizlerinin üzerinde durmaya devam ederek cevap verdi.

“Evet, Lord’um. Evrak işlerinin tümü teslim edildi. Doğrulama ise az önce geldi. Duruşma iki gün sonra gerçekleştirilecek.”

Voldemort adamlarına bakmak için yerinde döndü. İfadesiz yüzü, habere olan memnuniyetini gizliyordu. Eliyle işaret etmesiyle iki adam doğrulur gibi oldu; ama efendilerinin karşısında ayağa kalkmaya cüret edemedikleri için başları hâlâ öne eğik duruyordu.

Voldemort adamlarına doğru yürüdü ve yaklaştıkça titrediklerini fark etti.

“Hiçbir hata olmayacak,” diye uyardı. “Her şey planlandığı gibi olmak zorunda. En küçük bir problemi dahi affetmem.” Kırmızı gözleri her bir adamı tek tek taradı. “Oğlumun hayatı mevzubahis ve eğer başına bir şey gelecek olursa, sizi sadece öldürmekle kalmam, her birinize işkence ederek yavaş yavaş öldürürüm. Anlaşıldı mı?”

“Evet, Lord’um, anlaşıldı.” Her iki Ölüm Yiyen de, seslerinde dehşete düştüklerini gösteren bir tonla cevaplamıştı.

“Çıkın ve hazırlıklara başlayın,” diye talimat verdi Voldemort.

Adamlar, gereğinden bir saniye bile fazla kalmadan, aceleyle odadan çıktılar.

Voldemort, odanın uzak köşesinde onu bekleyen seçilmiş birkaç yakın adamına dönüp baktı. Bu dört Ölüm Yiyen de, Harry’yle tanışmış olanlardı. Voldemort bu sefer onlara emretti.

“Nott, diğerlerini sen hazırla. Yapmaları gerekeni onlara detaylıca açıkla.”

Nott, efendisinin önünde eğilip kapıya doğru yürüdü.

Voldemort gözlerini bu sefer Lucius’a dikti.

“Hazırlandın mı?” diye sordu, cevabı zaten bildiği halde.

“Evet, Lord’um,” diye cevapladı Lucius. “En geç bir saat önce orada olacağım.”

“Güzel,” dedi Voldemort.

Kırmızı gözleri, şimdi de geriye kalan son iki Ölüm Yiyen’e döndü.

“Macnair, kılık değiştirme görevi sende.”

Adam başını eğerek görevi kabul ettiğini belirtti.

“Lord’um, sizce bir Muggle’ı mı yoksa bir bulanığı mı yem olarak kullanalım?”

Voldemort elini sabırsızca salladı.

“Kontrol edebildiğin sürece umurumda değil!” diyerek konuyu kapattı.

Macnair, karanlık büyücüyü kızdırmamış olmayı ve cezalandırılmamayı umarak yerlere kadar eğildi.

“Peki, Lord’um.”

Voldemort onu görmezden gelip gözünü geriye kalan son Ölüm Yiyen’e dikti. Bella başını kaldırıp ona baktı; ağır gözkapaklarının altındaki gözleri kıpkırmızıydı ve kan çanağına dönmüştü. Harry’nin dışında bunu yapmayı başarabilen tek kişi olan Bella ise, Lord’undan gözlerini ayırmadı.

“Yalnızca iki gece daha, Bella,” dedi Voldemort; sesi alçak ve neredeyse sessizdi. “İki gün sonra Harry duruşma için getirilmiş olacak.” Sonunda yüzündeki ifadesiz maskeyi düşürüp gülümsemişti. “İki gün sonra, Harry eve geri dönmüş olacak.”

* * *

15. BÖLÜM 2 Eylül 2019’da FANTASTİK CANAVARLAR’da!

Çeviren: Tuba Toraman

The post Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #14: Flaş Haber appeared first on Fantastik Canavarlar.

Karanlık Prens –İçimdeki Karanlık #15: Duruşma Günü [Kısım 1]

$
0
0

Karanlık Prens - İçimdeki Karanlık #15: Duruşma Günü [Kısım 1]

GİRİŞ İÇİN TIKLAYIN.

12. BÖLÜM

13. BÖLÜM

14. BÖLÜM


Lord Voldemort’un o karanlık gece, Harry Potter‘ı kaçırıp öldüremeyince kendi oğlu gibi büyütmeye karar verdiği alternatif bir hayran hikâyesine ne dersiniz?
Karanlık Prens” serisini, Safina Mazhar‘ın kaleminden ve yazarın gözden geçirdiği yeni versiyon üzerinden taze bir çeviriyle sizlerle buluşturuyoruz. Karşınızda İçimdeki Karanlık cildinin on beşinci bölümü!

bölüm 15

Duruşma Günü

[Kısım 1]

Haber, büyü dünyasına büyük bir hızla yayılmıştı: Karanlık Prens duruşmaya çıkıyordu. Duruşma, şaşırtıcı bir hızla, yalnızca bir gün öncesinden duyurulmuştu ve büyü dünyasının gazeteleri, dergileri, radyoları gibi tüm haberleşme araçları sadece tek bir konudan bahsediyordu: Karanlık Prens’in kaderinden.

Gelecek Postası, Sihir Bakanı’nın, Voldemort’un oğluna  ‘objektif ve adil’ bir duruşma sağlayacağı konusunda teminat veren özel röportajlarıyla övünüyordu. Ayrıca, Bakan’ın bizzat tüm görüşmeleri ertelediği ve Karanlık Prens’in duruşma tarihini öne çektiği söyleniyordu. Böylece, Karanlık Prens, yakalanışının dördüncü gününde, vakit kaybetmeden cezalandırılabilecekti. Gel gelelim, büyü dünyasının büyük bir kesimi, duruşmanın adil olup olmayacağıyla pek ilgilenmiyordu. Hatta bir duruşmaya gerek olup olmadığını bile tartışıyorlardı. Tek istedikleri, çocuğun Ruh Emici’lerin önüne atılması ve buna bir son verilmesiydi.

Duruşma günü, Sihir Bakanlığı’na büyük bir heyecan hâkimdi. Şaşırtıcı oranda bir katılım söz konusuydu ve hepsi de çocuğu görmek için yanıp tutuşuyordu. Ayrıca, bu zamana kadar Karanlık Lord’un oğlunun varlığı bile bilinmezken, çocuk bugün yargılanmak üzere Büyüceşûra’nın önüne çıkartılacaktı. Gazeteciler halkın arasına sızmış, Karanlık Prens getirildiğinde fotoğrafını çekebilmek amacıyla mahkeme kapısına mümkün olan en yakın mesafede durmaya çalışıyorlardı.

Gel gelelim, Bakanlık’ta bulunan herkes aynı heyecanı paylaşmıyordu. Özellikle, aralarında iki tanesi, duruşmayı büsbütün durdurmak için ellerinden geleni yapıyordu. James ile Lily Potter, sabahın erken saatlerinden beri Bakanlık’taydılar; bir gün öncesinde de Bakan’la görüşme şansları olmamıştı. İki gün önce, Dumbledore, Karanlık Prens’in aslında kim olduğu konusunda Bakan’ı bilgilendirmişti; ancak buna rağmen Bakan, James ile ya da Lily ile görüşmeyi reddetmişti. Hiç kuşkusuz, duruşma sonuçlanana ve ceza verilene kadar da reddetmeye devam edecekti. Potter’lara, Bakan’a ulaşmalarının ne yazık ki mümkün olmadığı söylenmişti; kendisi çok meşgul bir adamdı ve onunla görüşmek o kadar da kolay bir iş değildi.

Ancak, duruşma günü, James ile Lily artık görmezden gelinmeyi reddediyordu. Her ikisi de, seslerini duyurabilmek için Büyüceşûra üyelerinden birine ulaşmaya çabalıyordu. Nihayetinde, James, Bakanlık Baş Müsteşarı Julian Reid’i görebilmişti.

“Reid, seninle konuşmam gerek,” dedi James, hızla ona yetişirken.

“Seninle şuan konuşamam, Potter,” diye aceleyle cevap verdi Julian, ondan uzaklaşmaya çalışarak.

“Seninle ya da Bakan’la yalnızca bir dakika konuşsam yeter,” diye ricada bulundu James, büyücünün yanı sıra koştururken.

Julian, asansörlere doğru hızla ilerlerken James’e yan yan baktı.

“Bakan Fudge şu anda kimseyle konuşamayacak kadar meşgul,” dedi.

 

“Bakan Fudge’la neredeyse iki gündür konuşmaya çalışıyorum!” diye açıkladı James. “Bakan benden kaçıyor, sen de öyle!”

Julian durdu ve dönüp James’e baktı; sarışın adamdan derin bir iç çekiş yükseldi.

“Senden kaçmıyorum,” dedi Julian. “Ama benimle ne konuşmak istediğini de biliyorum. Bakan Fudge, Dumbledore’la yaptığı konuşmayı bana bildirdi.” Kahverengi gözleri, James’e hüzünle baktı. “Üzgünüm, Potter. Gerçekten üzgünüm,” dedi. “Oğlunu korumaya çalıştığını biliyorum, ama yapacak bir şey yok. Suçlarının bedelini ödemek zorunda.”

“Ama benim sana söylemeye çalıştığım, işte tam da bu!” dedi James, umutsuzca adamın onu anlamasına uğraşarak. “Harry’nin beyni yıkanmış! Merlin bilir, o canavar, bebekliğinden beri onun kafasını nelerle doldurdu!” dedi James, nefret dolu bir halde. “Tüm bunlar, Harry’nin rızasıyla yapılmış şeyler değil. Tüm o suçlar, Voldemort’un emriyle gerçekleştirildi!”

Julian, Karanlık Lord’un adını duymasıyla birlikte, tepeden tırnağa irkildi ve James’e sert bir bakış attı.

“Lanet olsun, Potter!” diye tısladı. “Sana şu ismi söylememen gerektiğini daha kaç kez söylemek zorundayım?”

James normal şartlarda onunla tartışırdı, ancak şimdi başını öne eğerek azarlanmayı kabul etti.

“Pekâlâ, tekrar söylemeyeceğim,” diyerek ona söz verdi James. “Ama lütfen, lütfen beni bir dinle,” dedi. “Duruşmayı halka açık başlatma. Bakan’la konuş ve onu duruşmayı kapalı yapmaya ikna et. Duruşma tarihi çok hızlı belirlendi; savunma hazırlamak için hiç zamanımız olmadı. Lütfen, Reid, bize yalnızca, kapalı bir duruşmada özel durumumuzu açıklamak için bir şans ver.”

Ancak, James daha konuşurken, Baş Müsteşar kafasını onaylamaz bir şekilde sağa sola sallıyordu.

“Üzgünüm, ama Bakan bunu asla kabul etmez,” dedi ve henüz boşalan asansörün içine girdi.

“Reid, lütfen, beni dinle!” dedi James; elini kapanmasın diye asansörün kapısına koymuş, büyücünün gitmesine engel oluyordu. “Lütfen, sana yalvarıyorum,” dedi aceleyle. “Duruşmayı halka açık başlatırsan, Harry için hiç adil olmayacak! Onun durumunun, açık bir oturumda doğru düzgün açıklanması mümkün değil.” Adama yalvarırcasına bakıyordu. “Reid, lütfen, bana bir şans ver. O yalnızca on altı yaşında!”

Julian ona doğru bir adım ilerledi ve kahverengi gözleriyle James’e sert sert baktı.

“Evet, on altı yaşında ve çok sayıda cinayetle suçlanıyor!” diye tısladı.

James bocaladı; adamın gözlerine bakamıyordu.

“Ama…”

“Potter, bak,” diye sözünü kesti Julian. “Yapabilecek olsam Bakan’la konuşurdum. Elimde olsa, böyle halka açık, sansasyonel bir duruşmaya dahil olmak bile istemezdim. Ama duruşmaya katılmak için ne kadar çok insanın geldiğini sen de gördün ve üstelik başlamasına daha bir saat var!” Gözleri, Seherbaz’ın dertli gözleriyle buluştu. “Fudge gösterişi seviyor,” diyerek alçak sesle itiraf etti. “Kapalı bir duruşmayı asla kabul etmez. İnsanlara sert bir duruşma olacağının sözünü verdi ve bu sözü kesinlikle yerine getirecek.”

James bunu biliyordu. Bakan’ın ondan sürekli kaçıyor olmasının sebebi buydu. Biliyordu ki, Harry’nin mahkemeye girişi olacak ama çıkışı olmayacaktı.

“Onunla ben konuşursam…”

“Seni dinlemeyecek,” dedi Julian. “Hiç kimseyi dinlemeye niyeti yok.” James’e kederli bakışlarla bakarak asansöre adımını attı. “Üzgünüm, Potter, yapabileceğim hiçbir şey yok.”

James, kapıların kapanmasına izin verdi ve asansör hareket ederken Julian gözden kayboldu.

* * *

Dumbledore, James ve Lily ile Bakanlık’ın uzun boş bir koridorunda buluştu. Bakan, Potter’ları görmezden geledursun, Dumbledore’u kendinden uzak tutmayı başaramamıştı ve Dumbledore az önce kendisiyle görüşmüştü.

Gümüş sakallı büyücü yanlarına gelir gelmez, “Ne dedi?” diye sordu Lily alelacele.

“Duruşmayı kapalı yapmayı kabul etmiyor,” diye bilgilendirdi onları Dumbledore, üzüntüyle.

Lily, umutları suya düşmüş bir halde, gözlerini kapatıp başını iki yana salladı.

“Ah, hayır!” diyerek panikle soluyordu. Dumbledore onun son umuduydu.

“Bakan, kapalı duruşmanın adil olacağı konusunda ısrarlı,” diye devam etti Dumbledore. “Durumun hassasiyetini ona açıkladım, ama Fudge ilgilenmedi bile. Halka açık bir duruşmada kanıt sunamayacağımızı söylediğim halde, kabul etmedi.”

“Olay da bu zaten!” diye patladı James. “Elimizde kanıt falan yok ki! Duruşmanın tarihini daha dün duyurdu! Onu savunmaya yarar bir şey toplayacak vaktimiz bile olmadı. Tam da, bu yüzden kapalı duruşma yapılmalı ki, bire bir konuşacak zamanımız olsun!” Elini tedirginlikle saçlarından geçirdi. “Şimdi biz ne yapacağız?” diye sordu, daha çok kendi kendine.

“Şimdi, ne yapmamız gerekiyorsa onu yapacağız; Harry’nin o duruşmadan sağ salim çıkmasını sağlayacağız,” dedi Dumbledore usulca. “Fudge, diğerlerine inanmadığı gibi, bu kehanete de inanmıyor. Aslında, Harry’yi yok ederek Voldemort’u bitirme şansımızı da tamamen yok etmiş olacağının farkında değil.”

Dumbledore, iki gece önce, Harry Potter’ın Karanlık Prens olduğunun söylendiği toplantıda, Yoldaşlık üyelerinden bazılarının verdiği tepkileri anımsadı. Bilhassa Moody acımasız davranmış, önce kimlik tespit büyüsünün gerçekliğini sorgulamış, ardından ise Harry’nin seçilmiş kişi olamayacağı konusunda ısrarcı olmuştu; çünkü ona göre, Harry bunca yıl Voldemort’la kalarak yozlaşmıştı.

“Peki, o zaman ne yapıyoruz?” diye sordu Lily; her şeyi yapmaya hazırdı.

Dumbledore cevap vermeden önce biraz bekledi.

“Fudge’ın Harry için neye karar verdiğini biliyoruz,” dedi usulca. “Öpücüğü almasını istiyor. Bunu hepimiz biliyoruz. Ancak, Harry Bakanlık’a yardım edeceğini kanıtlarsa Fudge onu Öpücük’le cezalandıramaz.”

“Yardım mı?” diye sordu James. “Yardımla kastın, Voldemort’a dair sırları, bilgileri vermek mi?”

Dumbledore başıyla onayladı.

“Evet.”

“Bunu yapacağını sanmıyorum,” diyerek başını iki yana salladı James. “Nurmengard’da gardiyanların sorgusuna boyun eğmedi. Burada yapacağını hiç zannetmiyorum.”

“Bir şey yapmak zorunda değil,” dedi Dumbledore. “Tek yapmamız gereken, Harry’nin önünde sonunda bilgi vereceğini ispatlamak. Bugün hiçbir şey söylemek zorunda değil.” Her ikisine de hüzünlü bir gülümsemeyle baktı. “Şu an Harry’nin Voldemort’a ne kadar sadık olduğunu tahmin edebiliyorum, ama bu değişebilir. Harry, Voldemort’un sağ kolu; Voldemort ve onun Ölüm Yiyen’leri ile ilgili bildikleri ise, çok değerli. Harry’nin, yaşamasına izin verilirse, önünde sonunda önemli bilgiler vereceği konusunda Büyüceşûra’yı ikna etmemiz gerek.”

“Ama Harry, Affedilmezler’i kullandığı için yine de Azkaban’a gönderilecek,” dedi Lily, buruk bir sesle. “Sırf Voldemort’la ilgili bilgi versin diye, onu, Ruh… Ruh Emici’lerle birlikte Azkaban’daki parmaklıkların ardına tıktıklarında ne olacak, peki?” diye sordu Lily, gözyaşları içinde.

“Harry’yi duruşmada savunmaya karar verdiğimden beri bunu da düşünüyorum,” dedi Dumbledore; sesi artık git gide fısıltıya dönüşmüştü. “Benim kanaatimce, Harry’yi ömür boyu hapis cezasından kurtarabilmemizin tek yolu, Harry’nin işlediği cinayetlerin IC davasında görülmesini talep etmek.”

“Imperius Cinayetleri mi?” diye sordu Lily.

“Kesinlikle,” diyerek başıyla onayladı Dumbledore. “Büyüceşûra’yı, tüm cinayetlerin Imperius laneti etkisi altında işlendiğine inandırırsak, Harry beraat edebilir. Voldemort bu Affedilmez’i çok sık kullandığı için bu durumda bize inanabilirler.”

“Ya da inanmazlar. Her şey bir yana, birinin suç işlerken Imperius laneti altında olduğunu kanıtlamanın hiçbir yolu yok,” dedi Lily, hüzünlü bir şekilde.

“Kesinlikle,” diyerek gülümsedi Dumbledore. “Biz Harry’nin lanetin etkisinde olduğunu kanıtlayamazsak, onlar da olmadığını kanıtlayamaz. Duruşmada IC iddiasında bulunursak, Büyüceşûra bunu dikkate almak zorunda kalacaktır. Hiçbir şey olmasa bile, onlar bu iddiayı araştırırken biz de biraz zaman kazanmış oluruz; sonunda IC iddiasını kabul etseler de reddetseler de, duruşma bir hayli uzayabilir.”

James, Dumbledore’un savunma planını dinlerken kendini birazcık da olsa rahatlamış hissetti. Harry’yi kurtarmak için düpedüz yalan söyleyecek olmaları umurunda bile değildi. Harry’yi bu karmaşanın içinden çıkarıp aldıkları sürece her şeyi söylemeye de yapmaya da razıydı.

Gürültülü bir sesin dikkatlerini dağıtmasıyla üçü birden aynı anda döndü; koridorun en sonundaki kapı açılmış, bir grup büyücü koridora giriş yapmıştı. Aniden beliren beş adam da onları gördü, ama pek de rahatsız olmuş görünmüyorlardı. Neler olduğunu görmeden önce, tıngırdayan zincirlerin sesi, James’e neyin gelmekte olduğunu söylemişti.

Yanında iki adamla birlikte Harry koridorda belirmişti; etrafında bulunan diğer beş adamın ise, onu korumak için orada olduğu anlaşılıyordu. James, oğlunun, soğuk suratlı büyücülerin himayesinde, elleri kelepçeli bir halde geldiğini görünce nefesinin göğsünde sıkışıp kaldığını hissetti. Gözleri, Harry’nin ayak bileklerinden kol bileklerine kadar uzun bir zincirle bağlanmış ağır görünen prangalarına takıldı. Yanında Lily’nin nefesini tuttuğunu duydu. Başını çevirdi ve karısının, koridorun karşısından gelen çocuğa kitlenmiş zümrüt yeşili gözlerine baktı. Kuzgun karası saçlı oğlunu sessiz bir şokla izlerken, ellerinin titremesi bir yana, tüm vücudu da zangır zangır titriyordu.

Harry, ona dikilen gözleri hissederek başını çok hafifçe kaldırdı. Lily’yi fark edince bir anlığına donakaldı. İfadesinde bir değişiklik olmamıştı; duygusuz ve mesafeliydi, ama gözlerinde bir şey parlamıştı. Kendinden emin bakışları Lily’nin üzerindeydi; dikkatle onu inceliyordu.

Lily, yıllardır öldü sandığı oğlunun bakışları altında ezildikçe ezildiğini hissetti; kalbi paramparça olmuş gibiydi. Oğluna doğru bir adım attı; adını söylerken sesi fısıltıya dönüşmüştü.

“Harry.”

Adının söylenmesiyle birlikte, Harry’nin gözlerini kaçırıp onu ve diğer iki büyücüyü görmezden gelmesi bir oldu. Yedi tane adam on altı yaşındaki çocuğu koridorun öte tarafındaki odaya götürürken, Lily kıpırdayamadan öylece izledi. Yedi büyücü Harry’yi odaya sokup içeri girdikten sonra, kapı arkalarından ufak bir gümbürtüyle kapandı.

Lily, Dumbledore ile James’e döndü. Ne söyleyeceğini bilmiyordu; sesi ağrıyan göğsünün içinde sıkışıp kalmış, boğazı düğümlenmişti. Az önce oğlunu görmüştü, yıllar önce öldü zannettiği oğlunu; şimdi ise, ona gitmesine, ona dokunmasına, onu kucaklamasına, hatta onunla konuşmasına izin verilmiyordu. Lily, gözlerinde biriken yaşlara rağmen ağlamamaya, daha fazla gözyaşı dökmemeye kararlıydı; onun yerine, gönlü kırılmış bir halde başını öne eğmekle yetindi.

Güçlü kollar onu sarmış, kendine çekmişti; başını o tanıdık göğse yasladı. Lily, kaderin neden bu kadar acımasız olduğunu düşünürken, sessizce ağlayarak kendini James’in kollarına bıraktı.

* * *

Sirius, yığınla telaşlı insanın bulunduğu Atriyum’u izliyordu; kimileri farklı kısımlara gitmek için Bakanlık’ta zar zor ilerlemeye çalışıyor, kimileri ise şöminelerden geliyor veya çıkıyordu. Sihir Bakanlığı, yılın hangi zamanı olursa olsun, cadılar ve büyücülerle daima tıka basa dolu olurdu. Ancak, bugün, Bakanlık’taki insan sayısında çok ciddi bir artış vardı. Neden olduğunu anlamak zor değildi. Harry’nin yakalanmasının üzerinden yalnızca dört gün geçmiş olsa dahi, duruşma halkın tümüne duyurulmuş ve anlaşılan bu tarihi ana tanıklık etmek için büyü dünyasının yarısı gelmişti.

Sirius, alnını ovarak gözlerini kapatıp iç çekti. Daha duruşma başlamadan başı ağrımaya başlamıştı bile. Vaftiz oğlunun başına geleceklerden dolayı gergin ve endişeliydi. Gerçi, Harry’den ziyade, James için daha da çok endişeleniyordu. Kabul etmesi ne kadar acı verici olsa da, Harry’yi tanımıyordu. James’i ise, on bir yaşından beri tanıyordu. James’le Hogwarts’ta birlikte büyümüş, onu kardeş yerine koymuştu. Onun acı çektiğini görmek istemiyordu; ama bugün yapılacak duruşma neticesinde bu, kaçınılmazdı.

“İçler acısı, değil mi?” dedi, Sirius’un arkasından gelen boğuk bir ses.

Sirius, Moody’ye bakmak için kafasını çevirdi.

“İçler acısı olan ne?” diye sordu.

“Sırf bir katili görecekler diye, saatlerdir burada dikilip beklemekten başka hiçbir işe yaramayan bunca insan!” diyerek sinirle başını iki yana salladı Moody; korkunç görünen saçları sağa sola sallandı. “Onu resmen ünlü birine dönüştürdüler!”

Sirius iç çekti; meslektaşıyla tartışamayacak kadar yorgundu. ‘Karanlık Prens’ ortaya çıktı çıkalı, Moody fikirlerini kendine saklamayı reddediyordu.

Sirius, cadı ve büyücü kalabalığını yararak onlara doğru gelen Remus’u fark etti. Oldukça üzgün görünüyordu.

Remus yanlarına varır varmaz, “Ne oldu?” diye sordu Sirius.

“Az önce James’le konuştum,” diye fısıldadı Remus. “O burada.”

“Bu kadar erken mi?” diye sordu Sirius, şaşkınlıkla. “İyi de, duruşmanın başlamasına daha bir saat var.”

“Gardiyanlar, güvenlik nedeniyle, onu Nurmengard’dan planlanandan daha erken getirmiş,” diye açıkladı Remus, sakin bir tonla. “Onun burada olduğunu aslında kimsenin bilmemesi gerekiyormuş. Gardiyanlar, Nurmengard’dan onu getirirken her zamanki güzergâhı kullanmışlar,” diye devam etti, “ancak, onu bekleme odasına götürürlerken koridorda James, Lily ve Dumbledore’la karşılaşmışlar.”

Sirius’un kalp atışları hızlandı. Harry duruşmaya çıkmak için buradaydı. Bunun olacağını bildiği halde kendini buna yeterince hazırlamamıştı. Affedilmezler’i kullanmakla suçlanan ve Büyüceşûra’nın önüne çıkarılacak olan kendisiymiş gibi panik halindeydi.

“James nasıl?” diye sordu.

Remus başını iki yana sallayarak iç çekti.

“İdare eder, ama Lily… perişan halde.” diye mırıldandı. “Onu ağlarken görmeye dayanamıyorum,” diye başladı, üzgün bakışlarla. “Harry’yi görmek, onunla konuşmak istiyor, ama izin vermiyorlar. Sanığı, duruşmadan önce, yalnızca Bakanlık çalışanlarının görmesine izin verdiklerini ona açıkladım.” Başını iki yana salladı. “Ama anlayamayacak kadar üzgün.”

Sirius Lily’ye çok üzülüyordu. Remus ile onun için Lily bir kardeş gibiydi. Bu yüzden, Sirius onun söylediği hiçbir şeye alınmıyor, azarlarını ciddiye almıyordu. Bu, tam da, kız çocuklarının ağabeylerine yaptığı bir davranıştı.

“Lily nerede?” diye sordu Sirius.

“Dumbledore onu sakinleştirmeye çalışıyor. Onu James’in ofisine götürdü,” diye cevapladı Remus. “Ben yanlarından ayrılırken James, duruşmadan önce Harry’le konuşmaya gidiyordu.”

“Anlaşılan onunla konuşmak isteyen tek kişi, yalnızca Potter değil,” diyerek birden araya girdi Moody.

Bunun üzerine, Remus ve Sirius soru sorarcasına dönüp Moody’ye baktılar; Moody ise, başıyla Atriyum’un girişini işaret etti. Remus ve Sirius, Moody’nin birbirine uymayan bakışlarını izleyerek kalabalık insan grubunun içinde tanıdık bir yüz gördüler.

Uzun, sarı saçlı adam başka bir büyücüyle konuşmakla meşguldü; büyücü, o konuşurken başıyla onaylıyor ve gülümsüyordu. Ancak, gerginliği de her halinden okunuyordu; bir taraftan yılan başlı bastonuyla oynuyor ve parmaklarını gümüş yılanın üzerinde gergince gezdiriyordu.

“Bu da ne?” diye hırladı Sirius, görür görmez. “Bu pisliğin burada ne işi var?”

“Gidip öğrenmeliyiz,” diye mırıldandı Remus, alçak bir sesle.

Remus da Sirius da, Moody’yi geride bırakarak Lucius’a doğru ilerlediler. Lucius, iki adamın ona doğru gelmekte olduğunu görünce konuşan adamdan kibarca izin istedi.

Sirius, Remus’tan daha çevik davranarak Lucius’a önce ulaştı.

“Burada ne halt ediyorsun?” diye sordu Sirius, tehditkâr bir ses tonuyla; söz konusu Lucius Malfoy olunca, Sirius kendinde sabredecek gücü genelde bulamazdı.

Sarışın adam, alaycı bir şaşkınlıkla tek kaşını kaldırdı ve anlamlı anlamlı gülümsedi.

“Karıştırmış olmalıyım. Buranın Sihir Bakanlığı olduğunu zannediyordum,” dedi, her zamanki gibi ağır ağır konuşarak. “Burada bulunmak için senin iznine ya da onayına ihtiyacım yok.”

Sirius ona nefret dolu bakıyordu. Remus onun önüne geçerek onu her zamanki gibi sakinleştirip kendine getirdi, ama bugün onun sesi bile sinirli çıkıyordu.

“Neden buradasın, Malfoy?” diye sordu. “Bakanlık’a hangi iş için geldin, özellikle de bugün?”

Lucius, kurt adama belli belirsiz sırıttı.

“Şahsi bir mesele,” diyerek vücudunu iyice dikleştirdi.

“Evet, şahsi olduğu belli!” dedi Sirius. “Ama unutsan iyi edersin! Onu görmen mümkün değil ve eğer mahkeme salonuna tek bir adım dahi atacak olursan, seni…”

“Saçmalıklarını kendine sakla, Black,” dedi Lucius miskin miskin; onun sözünü kesmişti. “Buraya Karanlık Prens’in duruşması için gelmedim. Hiç ilgilenmiyorum,” diye ekledi, omuz silkerek.

“Ah, tabii, canım,” diye başladı Sirius öfkeyle ve “neden ilgilenesin ki? Her şey bir yana, sen bir Ölüm Yiyen bile değilsin!” diyerek alay etti. Yakın çevreden bir Ölüm Yiyen olduğu halde, Lucius’un bundan yırtabiliyor olmasından nefret ediyordu.

“Bak, Black. Bunları atlattığımızı düşünüyordum. Beni Ölüm Yiyen olmakla suçluyorsan, yaka rozetine el koydurabilirim,” diye bildirdi Lucius. “Geçen sefer rütbeni indirtmekle yetindim, bu sefer rütbeni iyi bir hatıra olsun diye söker alırım.”

Sirius, Lucius’a yiyecekmiş gibi bakıyordu.

“Ben senin bir Ölüm Yiyen olduğunu söylemedim. Ölüm Yiyen bile değilsin, dedim!” Sirius, bu kısma vurgu yapmıştı. Oyunu nasıl oynaması gerektiğini uzun zaman önce çözmüştü. “Ama seni çağırmak istediğim başka isimler de yok değil hani…”

Remus, adama küfür etmesin diye, Sirius’un koluna dokunarak onu durdurdu. Ardından ise, soylu büyücünün soğuk gri gözlerine baktı.

“Bakanlık çalışanları olarak, Sihir Bakanlığı’nda görünmenin sebebini sorgulama hakkına sahibiz,” diye sakince konuştu Remus.

Lucius, iyice dikleşerek burnunun üzerinden iki adama baktı.

“Madam Edgecombe ile ayarlanmış bir görüşmem var. Malikânemi genişletiyorum ve yeni şöminelerimin de bağlanması için Uçuç sistemimin yenilenmesi lazım,” diye cevapladı, soğuk bir ifadeyle.

“Ve o kadar gün dururken görüşme için bugünü seçtin, öyle mi?” diye sordu Sirius, alaycı bir şekilde.

“Aslında, bu görüşme geçen haftadan ayarlandı,” diye cevapladı Lucius. “Kayıtları kontrol edebilirsiniz ki, edeceğinizden şüphem yok,” diye de ekledi, yüzünde pis bir sırıtışla. “Pekâlâ, görüşme için geç kalmadığımdan emin olmalıyım,” diyerek iki Seherbaz’dan uzaklaşmaya hazırlandı. “Madam Edgecombe’u bekletmek istemem.” Giderken yüzünü dönüp Sirius’a pis pis sırıtmaktan da geri kalmadı. “Bu arada, arkadaşınız Potter’a keyifli duruşmalar dilediğimi söyleyin.”

Sirius ani bir hamle yaptı; ama Remus, asasına ulaşamadan ya da Malfoy’un arkasından gitmeden önce, sertçe koluna yapışarak onu durdurdu. Lucius kıkırdayarak döndü ve asansörlere doğru yürümeye başladı.

“Lanet olasıca!” diye küfretti Sirius, öfkeyle. “Yemin ederim, onu çıplak ellerimle öldürürüm!”

Remus, yüzünde düşünceli bir ifadeyle, Lucius’un arkasından bakıyordu.

“Tavırları dikkatini çekti mi?” diye sordu, usulca.

“Evet, her zamanki tavırları işte!” diyerek sataştı Sirius. “Kendini bir şey sanan iğrenç tavırlar!”

Remus, hayır dercesine başını salladı.

“Hayır, bugün farklıydı,” dedi. Sirius şaşkınlıkla dönüp Remus’a baktı. Remus’un gözleri, arkadaşının şaşkın bakışlarıyla buluştu. “Fark etmedin mi?” diye sordu. Sirius başını iki yana salladı. Remus tekrar asansörlerin bulunduğu yöne bakarak asansörü bekleyen sarışın büyücüyü izledi. “Bir konuda çok gergin,” diye sessizce açıkladı Remus.

“Gergin mi?” diye sordu Sirius, kuşkulu bir ifadeyle. “Neden öyle düşündün ki?”

“Yaptığı her şey yüzünden,” diye cevapladı Remus. “Her an asasını çıkarmak ister gibi, durmadan bastonuyla oynadı. Bu, gergin olduğunun en net işaretiydi,” diye açıkladı Remus. “Sonra, kaşını kaldırması, bakışlarının ifadesizliği ve rahat görünmek için sergilediği onca çaba; tüm bunlar, rol yaptığının bir göstergesi.” Remus bir anlığına sessizliğe büründü; aralarında geçen konuşmayı düşünürken gözleri kısılmıştı. “Neden burada olduğunu açıklamak için o kadar zaman ayırması sana da tuhaf gelmedi mi? Hatta Edgecombe ile olan görüşmesini geçen hafta ayarlayıp ayarlamadığını kontrol etmemiz için kayıtlara bakmamızı bile söyledi. Ve bahse girerim, doğru söylüyordu. Tüm bunlar tek bir sonuca çıkıyor: planladığı şey her neyse, gerçekleştiği sırada orada olmadığına dair bir mazereti olacak.”

Sirius, Remus’un ne demek istediğini anlamıştı.

“Mazeret,” diye tekrarladı, yavaşça. “Ne yapmayı planlıyor?” diye sordu.

Remus birdenbire hızla asansörlere doğru koşmaya başladı.

“Planı yerine getirecek kişi, o değil,” dedi, yanı sıra koşan Sirius’a. “O kısmı her zaman Efendisine kalmıştır.”

* * *

James, Harry’nin tutulduğu odaya girdi. İçeri girer girmez, gardiyanlar ona dönüp baksalar da onu durdurup sorgulamadılar bile. James, yedi gardiyandan iki tanesinin Nurmengard’da tanıştığı Davis ve Jackson olduğunu fark etti. Göz göze geldiklerinde her ikisi de, başıyla James’i selamladı.

James kapıyı kapattı ve Harry’nin zincirli bir halde oturduğu yere doğru yürüdü. James yaklaşırken, Harry’nin karşısında oturan gardiyan sandalyesinden kalktı. James’e sessizce oturmasını işaret etti ve odanın bir köşesine doğru ilerledi. James uzatılan sandalyeyi alırken başıyla adama teşekkürlerini iletti. Gözünün kenarıyla, Jackson’ın, ona yakın oturan öteki gardiyanlara kalkmalarını işaret ettiğini fark etti. Yerlerinden kalkarak James’e biraz özel alan tanıdılar.

Anca sandalyeye oturduğunda Harry’ye doğru düzgün bakabildi. Oğlunun hâlâ bandajlı olan bileklerini saran ağır kelepçeleri görünce James’in boğazı düğümlendi. Endişeli bakışları çocuğu incelerken, onun bakışlarının ise yerde olduğunu ve onu tamamen görmezden geldiğini gördü. James, iki gün önce onu ilk gördüğü zamana kıyasla, Harry’nin biraz daha iyi göründüğünü fark edince rahatladı. Artık bakışları yorgun görünmüyordu, ama yine de sağlıklı görünmekten bir hayli uzaktı.

James, ağır ağır yutkunarak usulca konuştu.

“Harry?”

Harry, adının söylenmesiyle başını kaldırdı; ifadesi, onunla en son konuştuğu zamanki gibi soğuk ve duygusuzdu.

“Nasılsın?” diye sordu James, Harry’nin ifadesine takılmayarak. Odanın karşısındaki gardiyanlara bir göz attı. “Başka bir olay olmadı, değil mi?”

Harry’nin dudaklarında yavaşça bir sırıtış belirdi. Endişeli görünen adamı dikkatle incelerken başını yana eğdi.

“Hayır,” diye cevapladı, James gibi usulca. “Sıra sorgulama tekniklerine gelince, önceki gibi azimli olmadıklarını duymak seni üzebilir.”

“Seni yine sorguladılar mı?” diye hemen sordu James.

Harry bir an öylece baktı; sonra ise, bakışlarını uzaklaştırıp yerinde kıpırdandı.

“Benden hiçbir şey alamayacaklarını anlayınca denemekten vazgeçtiler.”

James koca bir oh çekti. Her ne kadar istemeden olsa da, Harry’yi neredeyse öldüreceklerdi; o yüzden, o günden sonra gardiyanların onu rahat bırakmış olmalarını umuyordu.

“Mahkemeye çıkacağın için gergin olduğunu biliyorum,” dedi James; sesi fısıltıdan bir tık daha yüksekti. “Seni korumak için elimizden gelen her şeyi yapıyoruz.”

Harry, dikkatle James’i izliyordu; keskin yeşil gözleri, James’in sözleri üzerine kısılmış, ifadesi ise ciddileşmişti.

“Ne kadar incesin,” dedi alay edercesine. “Ama benim korunmaya ihtiyacım yok, özellikle de senin korumana hiç ihtiyacım yok.”

Sözleri, James’e tokat gibi çarpıp bir süre sessizliğe gömülmesine yol açtı. James, içinde kabul edememenin verdiği öfkeyi durdurmaya çalıştı, ama yapamadı.

Ancak, daha ağzını açamadan, arkasındaki kapı açıldı ve içeri iki Seherbaz girdi. Harry ve James’e tek bir bakış atıp onları görmezden geldiler. James onları tanıyordu; Fredrick Jones ve Kevin Banks, genelde gerekli evrak düzenlemelerini yapan ve duruşmaya getirilen mahkûmlarla ilgilenen iki üst düzey Seherbaz’dı. Seherbazlar, Nurmengard’dan gelen gardiyanlara doğru yürüyerek kendilerini tanıttılar.

James Harry’ye döndü, ama Harry’nin bakışları iki yeni gelene kitlenmişti. Harry de James de, Jones’un elindeki listeyi okuyarak Davis’le konuşmasını izledi.

“Gerekli tüm evrakların mümkün olduğu ölçüde eksiksiz olduğunu onaylıyor musun?” diye sordu Jones.

“Evet,” dedi Davis; elinde tuttuğu belgeyi alması için Jones’a uzattı; Jones da belgeyi alıp Banks’e verdi.

“Mahkûmdan alınan ve Bakanlık’a teslim edilmesi gereken herhangi bir eşya var mı?” diye sordu Jones.

Davis şeffaf, plastik bir torba çıkarıp Jones’a uzattı. James, Harry’ye ait silahları, çok sayıda kesici alet ile plastik torbanın derinlerinde parlayan metal bir sürü parçayı seçebiliyordu. Hatta Harry’nin kullandığı gümüş maskenin de aralarında olduğunu fark etmişti.

Harry yerinde kıpırdandı; pozisyonunu almış, Seherbaz’ın üzerine atlamaya hazırlanır gibi bir hali vardı. James, Harry’nin, zincirlenmiş olmasaydı, eşyalarını almaya uğraşacağından emindi. Ama gri saçlı Seherbaz, Banks’e torbayı uzatırken, Harry oturduğu yerden gözlerinden alevler çıkararak izlemekle yetindi.

“Mahkûmun asası sizde mi?” diye sordu Jones.

“Hayır, asa onu yakalayan Keskin Nişancı Seherbazlar tarafından çoktan Bakanlık’a teslim edildi,” diye cevapladı Davis. “İlgili belge, dosyanın içinde.”

Asasından bahsedilmesi üzerine, James bakışlarını Harry’ye çevirdi. Çenesinin öfkeden nasıl kitlendiğini ve zümrüt yeşili gözlerinin ise alev alev yanışını gördü.

“Pekâlâ, her şey bu kadar,” dedi Jones, sonunda başını listeden kaldırarak. “Çok teşekkürler, beyler. Bundan sonrasını biz halledebiliriz,” dedi ve kırışmış yüzüne küçük, kibar bir gülümseme yerleştirdi.

Yedi gardiyan da başlarıyla onaylayıp Jones ve Banks ile el sıkıştıktan sonra teker teker odayı terk ettiler. Odada en son kalan Jackson oldu. Başını kaldırıp Harry’ye baktı ve onunla göz göze geldi. Bir şey söylemeden, James’e de baktıktan sonra sessizce odadan çıktı. Kapı arkalarından kapandı.

Neredeyse o anda, kapı yeniden açıldı ve içeri dört Seherbaz girdi; gözetleme görevini onlar almıştı. James, dört adamın odaya girişlerini ve Harry’yi gördüklerinde hayretten ağızlarının açık kalışını seyretti. Gözleri bir Harry’ye bir James’e gidip geliyordu; ifadelerinden şoka girdikleri ve kafalarının karıştığı belli oluyordu.

Harry onları görmezden geliyor, gözlerini Banks’in elindeki torbadan ayırmıyordu. Banks’in torbayı alıp odanın bir köşesine gidişini seyretti. Metal bir kapıyı çekip açmasıyla kapının ardında gizli bir kanal ortaya çıktı. Torbayı kanalın ağzından aşağı bıraktı ve Harry bile, metal borunun içinde torbanın kayış sesini duyabiliyordu; torba, git gide daha da derinlere düşerek Bakanlık’ın içinde kayboldu. Banks kapıyı kapatıp Jones ile birlikte odadan çıktı; orada olduğu müddet boyunca kimseye tek bir kelime dahi etmemişti.

Harry’nin bakışları hâlâ metal kapının üzerindeydi.

“Harry? Harry?”

Canı sıkılan Harry başını çevirip James’in kaygılı görünen yüzüne baktı.

“Duruşmada konuşma,” diye sessizce bilgilendirdi James onu. “Sadece konuşmayı bize bırak. Ne olursa olsun, söylenilen hiçbir şeye itiraz etme ve hiçbir yorumda bulunma, tamam mı?”

Harry cevap vermedi; James’ten uzağa bakıyor, sanki onun söylediği hiçbir şeyi duymuyormuş gibi yapıyordu.

“Harry, lütfen…!” Kapı tekrar açılıp içeri Moody girdiğinde James sustu.

James, Alastor Moody’yi görünce yerinden fırladı. Harry’yi görmeye gelmiş olamazdı; Yoldaşlık’ta yapılan toplantıda Harry ile ilgili görüşlerini yeterince açık bir şekilde dile getirmişti. Parmağını sallayarak Harry’nin ‘Öpücük’ten çok daha beterini hak eden soğukkanlı bir katil’ olduğunu söylemişti ve James, ona uğursuzluk büyüsü yollamamak için hâlâ kendini zor tutuyordu.

Moody’nin sihirli gözü Harry’ye odaklandı ve yuvasında hafifçe titredi. Harry ile James’in arasındaki esrarengiz benzerliği gören Moody de, tıpkı diğerleri gibi, şaşkınlıktan donakalmıştı. Ancak, efsanevi Seherbaz hızla kendini toparlayarak Harry’ye üç saniyeden daha fazla bakmamıştı. Şimdi ise, James’e doğru geliyordu; bunu gören James hızla ona doğru ilerledi.

“Ne oldu?” diye sordu James.

“Malfoy’un burada olduğunu bilmen gerekir diye düşündüm,” dedi Moody; sesinin aksi tonu, alçak sesli bir homurtuya dönüşmüştü.

“O neden burada ki?” diye sordu James, hemen.

“Black ve Lupin onunla konuşmaya gittiler, ama bence nafile bir çaba. O iğrenç soysuz ser verip sır vermez. Uyarılman gerektiğini düşündüm.” Gözleri, James’ten ayrılıp oturduğu yerden onlara dik dik bakan Harry’ye yöneldi. “Onu mahkeme salonuna götürürken temkinli ol. Malfoy’un ne yapacağını bilemezsin.”

James gözlerini devirmeden edemedi.

“Moody, Malfoy’un bir şey yapacağını gerçekten düşünüyor musun? Bakanlık’ın kalbinde? Malfoy soysuzun teki olabilir, ama aptal bir soysuz değil,” dedi James. “Muhtemelen casusluk yapmak için burada. Tek başına bir şey yapmaya kalkışamaz.”

“Yalnız olduğunu kim söyledi, Potter?” dedi Moody, her zamanki paranoyak ses tonuyla.

“Onunla kim olacaktı?” diye sordu James. “Malfoy’un, Ölüm Yiyen takımıyla Bakanlık’a saldırmasını beklemiyorsundur, herhalde? Malfoy, maskesini çıkarmayacak kadar çok seviyor.”

“Ben Ölüm Yiyen’leri kastetmemiştim,” diye itiraf etti Moody, usulca.

James sessizliğe büründü, ta ki Moody’nin ne kadar ciddi olduğunu anlayıncaya kadar.

“Yapma, Alastor!” diye tısladı James sinirle. “Voldemort’un buraya geleceğine inanıyor olamazsın. Burası, Sihir Bakanlığı!” diye vurguladı. “Buraya adım atmasının hiçbir yolu yok!”

Birdenbire Harry acıyla bir feryat kopardı ve James uçarcasına yerinde döndü. Harry kelepçeli ellerini alnına bastırmış, parmaklarıyla acıdan patlamak üzere olan başını tutuyordu. Dört Seherbaz da hemen asalarını kaldırıp Harry’ye doğrultmuş, Harry’nin öylece soluk soluğa kalmış bir halde alnını ovuyor olmasına şaşırmışlardı. Tam James Harry’ye neler olduğunu soracaktı ki, Harry aniden başını kaldırıp ona baktı. James’e bakarken Harry’nin yüzünde hafif bir sırıtış vardı.

“Bir kez daha düşün,” dedi nefes nefese. “O burada.”

Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #15: Duruşma Günü [Kısım 2] Okumak İçin Tıklayın!

Çeviren: Tuba Toraman

The post Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #15: Duruşma Günü [Kısım 1] appeared first on Fantastik Canavarlar.


Harry Potter Kitaplarından Sonra Neville Longbottom’a Ne Oldu?

$
0
0

Neville Longbottom, çocukluk yılları ve yetişkin zamanları arasındaki gelişimi açısından en büyüleyici insanlardan biri olmuştur. Harry Potter ve arkadaşlarının hikâyelerine başından beri konuktu. Dahası belki de Seçilmiş Çocuk Neville olabilirdi. Fakat hikaye bittikten sonra Neville neler yaptı? Screenrant aracılığıyla, Neville’in yaşamına göz atıyoruz.

Aktör Matthew Lewis, sekiz film boyunca Neville karakterine hayat verdi. Başlangıçtan en sona dek görebildiğimiz pek az karakterden biri de Neville idi. Seri bittikten sonra J.K. Rowling, Neville’in sonraki yaşantısı hakkında birkaç bilgi paylaştı.

Neville Longbottom Hogwarts’a Harry, Ron ve Hermione ile aynı yılda girdi. Üçlü ile beraber, ürkekliğine ve sakar hallerine rağmen Gryffindor’a seçildi. Neville, Harry Potter serisinin ilk yarısı boyunca ufak bir karakter olarak kaldı fakat büyük resim ortaya çıkmaya başladığında hikayenin önemli parçalarından biri olduğu anlaşıldı. Kehanete göre Voldemort Harry yerine Neville’in ailesini seçseydi, Neville Seçilmiş Çocuk olabilirdi. Fakat kaderi bir yana Neville bir kahraman oldu. Utangaç bir çocukluktan Hogwarts tarihindeki en cesur büyücülerden birine dönüştü.

Harry Potter

Her Zaman Sadıktı

Neville, Harry’ye sadıktı, özellikle Dumbledore’un Ordusu’na katıldıktan sonra. Okuldaki yedinci yılları sırasında Severus Snape müdür olduğunda Neville, Hogwarts içindeki isyana liderlik etmeye devam etti. Öğrencilerin Dumbledore’un Ordusu’na katılımı azalmaya başladığında bile Neville tehlikeye rağmen devam etti. Bu hazırlık süreci Hogwarts Savaşı sırasında ona çok yardımcı oldu. Voldemort ve Ölüm Yiyenler okula saldırdığında Neville D.O. üyelerini yardıma çağırdı ve korkusuzca savaştı. Cesareti, Godric Gryffindor’un kılıcını bulmasını sağladı, Nagini’yi, yani Voldemort’un son Hortkuluk’unu öldürdü.

Voldemort’un yenilgisinden ve İkinci Büyücülük Savaşı’ndan sonra Neville bir Seherbaz olarak çalıştı. Büyücülük dünyasının Karanlık Sanatlara ilgi duyan büyücülere karşı olan savunma sisteminin bir parçasıydı. Sonrasında ise Hogwarts’a döndü ve Pomona Sprout’tan sonra Bitki Bilim Profesörü oldu. Neville, öğrencilerin gözünde bir kahramandı ve sık sık Dumbledore’un Ordusu üyesi olarak tecrübelerini paylaşıyordu.

Büyük Yedi’nin Bir Parçası

Neville, Hannah Abbott ile evlendi. Hannah onun Hogwarts’tan sınıf arkadaşıydı ve Dumbledore’un Ordusu’nun bir üyesiydi. Çiftimiz bir süre Çatlak Kazan civarında yaşadı. Hiç çocukları olmadı fakat hayatta mutlulardı. Neville, Harry, Ron, Hermione ve Dumbledore’un Ordusu üyeleriyle her zaman görüşmeye devam etti. Harry ve Ginny, oğulları Albus Potter’ın vaftiz babası olarak Neville’i seçti.

J.K. Rowling, Neville’i her zaman Harry, Ron, Hermione, Draco, Ginny ve Luna ile birlikte “Büyük Yedi” içinde görmüştü. Bu kadar hayranları olan bir karakterin kaderi hakkında bilgi vermesi önemliydi. Çocukları olmaması biraz şaşırtıcıydı fakat kendi çocukluğu sırasında sürekli tehlike altında hissetmesi, bu dünyaya bir çocuk getirme fikrinden kaçınmasına sebep olmuş olabilir. Neville daha çok, profesör olarak genç nesilleri etkilemeyi seçti. Harry Potter ile geçirdiği onca şeyden sonra eminiz ki mutlu sonu hak etti.

Sizler Neville hakkında neler düşünüyorsunuz? Gerçekten utangaç bir çocuktan cesur bir kahramana dönüşmesi etkileyici mi? Yorumlarınızı bizlerle paylaşmayı unutmayın!

* * *

* Neville Longbottom: Diğer “Seçilmiş Kişi”

* Harry Potter ve Neville Longbottom Arasındaki 13 İlginç Benzerlik

* Hogwarts’ta Herkesten Korkunç Zaman Geçirmeyi Başarmış Bir Kahraman: Neville Longbottom

The post Harry Potter Kitaplarından Sonra Neville Longbottom’a Ne Oldu? appeared first on Fantastik Canavarlar.

Harry Potter Kitapları ‘Şeytani Ruhları Çağırma Riski’ Nedeniyle Yasaklandı

$
0
0

Harry Potter

J.K. Rowling’in Harry Potter serisi dünya genelinde milyonlarca insanın hayal gücüne sonsuz katkılar sağlarken bazı tatsız konuların da öznesi olmayı sürdürüyor. Potter filmlerinin ve kitaplarının yasaklanması/toplatılması artık alıştığımız bir haber türü. Yine benzer bir gelişmeyle karşınızdayız.

Amerika Birleşik Devletleri’nin Doğu bölgesinde yer alan Tennessee eyaletinde bir Katolik okulu Harry Potter kitaplarını kütüphanesinden kaldırma kararı aldı.

Kararın gerekçesi ise hayli komik: Potter kitaplarının ’gerçek’ büyü içerdiği iddiası.

ABD’nin Tennesse eyaletinin başkenti olan Nashville şehrindeki St. Edward Katolik Okulu, J.K. Rowling’in meşhur fantastik macerası Harry Potter serisinin kitaplarını kütüphanesinden toplattı.

Okulun papazının Harry Potter romanlarında yer alan büyü tasvirlerini onaylamadığını belirtmesi üzerine alınan karar kamuoyunda büyük tepki topladı.

Harry Potter

Papaz ise tüm tepkileri kulak arkası ederek yazarın tarif ettiği büyü ve lanetlerin gerçek olduğu ve okunduğunda “şeytani ruhları çağırma riski” barındığı uyarısında bulunarak vazifesini(?) yapmayı sürdürdü.

Alınan bu şaşırtıcı karar Nashville’deki St. Edward Katolik Okulu öğrencilerinin ailelerine birer e-posta ile açıklandı.

Açıklamada, genç bir büyücünün Hogwarts’taki kariyerini ve Lord Voldemort’la karanlık güçlere karşı savaşını anlatan 7 kitaplık masalı yasaklamadan önce ABD ve Vatikan’daki şeytan çıkarıcılara danıştığını belirtti.

Gönderilen karar metninde şöyle denildi:

“Bu kitaplar büyüyü hem iyi hem de kötü biçimde sunuyor; bu doğru değil ama aslında zekice bir aldatmaca. Kitaplarda kullanılan lanetler ve büyüler gerçek lanetler ve büyüler. Bir insan tarafından okunduğunda şeytani ruhları metni okuyan kişinin varlığına çağırma riski barındırıyor.”

İnsan aklıyla alay eden bu açıklamalar dünya çapındaki Potter hayranlarını oldukça sinirlendirdi.

St. Edward Katolik Okulu’nun aldığı karar hakkında siz ne düşünüyorsunuz? Görüşlerinizi bizlerle paylaşmayı unutmayın!

* * *

* Serinin Tamamını Okuduktan Sonra Aşırı Mantıklı Gelen 22 Potter Detayı

* Alan Rickman’ın Anısına TV’de Gösterilen Melez Prens’e Komik Sansür!

* Harry Potter Kitapları “Şeytan İşi” Oldukları İçin Bir Kilisede Yakıldı

* Ailelerin Çocuklarına Ozan Beedle’ı Okumaları İçin 7 Neden

* Yeni Bir Harry Potter Hayran Hikâyesi: “Karanlık Prens”

Kaynak: Ntv

The post Harry Potter Kitapları ‘Şeytani Ruhları Çağırma Riski’ Nedeniyle Yasaklandı appeared first on Fantastik Canavarlar.

“Bellatrix Lestrange”e Dair Filmlerde Değiştirilen 4 Önemli Şey

$
0
0

Bellatrix Lestrange

Bellatrix Lestrange karakterinin Harry Potter filmlerindeki halleriyle, J.K. Rowling’in kitaplarındaki orijinal karakteri arasında birçok fark var.

Lestrange karakteri Helena Bonham Carter tarafından dört film boyunca bizlerle buluştu. Bellatrix, Lord Voldemort’un en sadık müttefiklerinden biriydi. Bu da onu serinin en tehlikeli karakterlerinden biri yapıyordu. Fakat filmler ve kitaplar arasında bazı farklar vardı. Bu farkları beraber inceleyeceğiz.

Bellatrix Lestrange, Karanlık Sanatlar’da uzmanlaşmış çok güçlü bir cadıydı. Black Ailesi’nin bir üyesi olarak, Hogwarts’tan mezun olduktan sonra Ölüm Yiyen olmuştu. Lord Voldemort’un sadist takipçisi olarak sonunda Azkaban’a gönderilmişti fakat toplu hapishane kaçışı sırasında o da kaçmıştı. Seri boyunca Bellatrix birçok önemli karakterin ölümünde rol oynadı. Bunlardan bazıları kuzeni Sirius Black, ev cini Dobby ve yeğeni Nymphadora Tonks’tu. Peki, kitaptaki karakteriyle olan farklılar neler?

Bellatrix Lestrange

1. Uzun ve Gösterişli Saçlar

Filmlerde Bellatrix uzun, kıvırcık, siyah bir saça ve soluk bir tene sahip. Görünüşü, Azkaban’da geçirdiği süre yüzünden biraz hasar görmüştü ama kaçışından sonra kendine özgü moda zevkiyle toparlanmıştı. Kitaplardaki Bellatrix ise uzun ve gösterişli saça sahipti fakat kıvırcık olduğundan bahsedilmiyordu. Uzun olmalıydı, en azından Harry’den daha uzun.

2. Daha Kontrollü Hareket Ediyordu

Bellatrix çok zekiydi fakat sinirli mizacı onu ele geçiriyordu. Kitaplarda vahşi dürtüleri üzerinde daha kontrollüydü ya da hareketleri konusunda farkındalık sahibiydi. Filmlerdeki Bellatrix ise çok daha dengesizdi. Azkaban’dan kaçtıktan sonra akli dengesini tamamen kaybetmişti ve tamamen dürtülerine göre hareket ediyordu. Kitaplarda, birçok kararının Voldemort’a karşı olan romantik duygular olması mantıklıydı. Bu duygu filmlerde temiz olarak yansıtılamadı.

3. İlk Defa Görüldüğü Yer

İlk kez tanıştığımız zaman olarak, filmde Bellatrix Harry Potter ve Zümrüdü Anka Yoldaşlığı’ında karşımıza çıktı. Kitaplarda ise Harry, Harry Potter ve Ateş Kadehi’nde, Bellatrix’in Frank ve Allice Longbottom’ı öldürmesi yüzünden girdiği duruşmasına tanık olmuştu. Harry Potter ve Melez Prens filminde Astronomi Kulesi savaşına katılmıştı fakat kitaplarda bu savaşta Bellatrix yoktu. Filmler, yılbaşı tatili sırasında Kovuk’a saldıran Ölüm Yiyenlere liderlik eden kara büyücü Bellatrix’i bizlere göstermişti.

4. Ölüm Sahnesi

Bellatrix’in ölüm sahnesi, filmde kitaba göre biraz değiştirilmişti. İki versiyonda da Hogwarts Savaşı sırasında Molly Weasley tarafından öldürülüyordu. Fakat düellonun iki versiyonunda büyüler farklıydı. Filmde Molly’nin Bellatrix’e olan final saldırısında onu donduran bir büyüden sonra Bellatrix’i patlatmıştı. Kitapta ise Bellatrix ölmüş ve yere düşmüştü. Bariz farka rağmen, Bellatrix hem kitapta hem de filmde, Voldemort’a olan sadakati ve vahşeti yüzünden ölümüyle birlikte uzun bir etki bırakmıştı.

Sizler Bellatrix hakkında neler düşünüyorsunuz? Filmler ve kitaplar arasında başka fark aklınıza geliyor mu?

Yorumlarınızı Kayıp Rıhtım Forum’da bizlerle paylaşabilirsiniz!

* * *

* Bellatrix’in Tüylerimizi Ürperttiği 12 An

The post “Bellatrix Lestrange”e Dair Filmlerde Değiştirilen 4 Önemli Şey appeared first on Fantastik Canavarlar.

Karanlık Prens –İçimdeki Karanlık #15: Duruşma Günü [Kısım 2]

$
0
0

Karanlık Prens - İçimdeki Karanlık #15: Duruşma Günü [Kısım 2]

GİRİŞ İÇİN TIKLAYIN.

13. BÖLÜM

14. BÖLÜM

15. BÖLÜM [Kısım 1]


Lord Voldemort’un o karanlık gece, Harry Potter‘ı kaçırıp öldüremeyince kendi oğlu gibi büyütmeye karar verdiği alternatif bir hayran hikâyesine ne dersiniz?
Karanlık Prens” serisini, Safina Mazhar‘ın kaleminden ve yazarın gözden geçirdiği yeni versiyon üzerinden taze bir çeviriyle sizlerle buluşturuyoruz. Karşınızda İçimdeki Karanlık cildinin on beşinci bölümü!

bölüm 15

Duruşma Günü

[Kısım 2]

Harry’nin sözleri ilk başta anlaşılmadı; James Moody’le fısıldaşırken Harry’nin onları duymuş olma ihtimalini düşünmemişti. James, tam Harry’ye ne demek istediğini soracaktı ki, birdenbire kemerindeki cam kürenin ısınmış olduğunu fark etti. Bir saniye sonra ise, tiz bir uyarı sesi odada yankılanmaya başladı. Dehşete düşen James, kendi Seherbaz küresinin parlak bir kırmızıya döndüğünü ve bip şeklinde bir uyarı sesi çıkardığını fark etti. Başını kaldırıp Moody’ye baktığında, onun da kendi küresini kaldırdığını ve onunkinin de kırmızıya dönmüş, uyarı sesi verdiğini gördü. Diğer dört Seherbaz’ınkiler de aynıydı. James Moody’ye bakakaldı; konuşamayacak kadar şoktaydı. Seherbaz kürelerinin kırmızı renk verip ötmesinin tek bir anlamı vardı: saldırıya uğramışlardı.

James anında Seherbaz ciddiyetine bürünmüş, asasını çıkarmış ve diğer dördüne emirler yağdırmaya başlamıştı.

“Griffin! Stevenson! Siz ikiniz dışarı çıkıp odayı koruyun! Buraya kimse girmeyecek!” diyerek iki Seherbaz’a seslendi. “Ferguson! Smith! Siz ikiniz onunla kalın!” dedi Harry’yi işaret ederek. “Sakın gözünüzü ondan ayırmayın!”

“Emredersiniz, efendim!” diye cevap verdi dört Seherbaz da.

James son bir kez Harry’ye baktı; Harry’nin yüzünde pis bir sırıtış vardı. Başka tek bir söz dahi etmeden, Moody’le birlikte odadan ayrıldı.

* * *

James ile Moody hızla odadan çıkıp Bakanlık’taki Atriyum’a doğru yola koyuldular; binadan çıkmak için koşturan insanlarla birlikte, onlar da ezilme tehlikesiyle burun buruna kaldılar. Uyarı sesleri herkese büyük bir panik yaşattığı için korkunç bir kargaşa çıkmıştı. Bakanlık’a saldırma cüreti gösterecek tek bir güç vardı ve herkes de onun kim olduğunu biliyordu. Voldemort oğlunu geri almaya gelmişti.

İnsanların tek düşünebildiği, Karanlık Lord’un yoluna çıkmadan oradan bir an önce toz olmaktı. Ancak, bir sorun vardı ki, tüm çıkışlar yalnızca Atriyum’da bulunuyordu ve görülen o ki, asıl tehlikenin olduğu yer de orasıydı. Hâl böyle olunca, cadı ve büyücüler bir o yana bir bu yana koşturuyor, Karanlık Lord ve onun Ölüm Yiyen’lerinden alabildiğine uzağa kaçmaya çalışıyorlardı.

Seherbaz’ların büyük bir kısmı, insan selinin tersi yönünde ilerlemeye çabalıyordu. Tehdidin kendisiyle savaşmak için Atriyum’a ulaşmaları gerekiyordu. Ancak, bu neredeyse imkânsız bir hâl almıştı; çünkü büyücü halkı, çok büyük bir korku ve panik içerisinde olduğu için hiçbir emre kulak asmıyordu. Her ne kadar Seherbaz’lar onlara nereye gitmeleri ve ne yapmaları gerektiğini bağırarak söyleseler de, onları görmezden geliyorlardı. En sonunda, Seherbaz’lar kalabalığı iterek yollarından uzaklaştırmaya çalıştılar. James ve Remus, bir avuç Seherbaz’la birlikte, kalabalığı yarmayı başarmış, Atriyum’a doğru koşmaya başlamışlardı.

Çığlıkların ve bağırışların arasında Remus, “bu çok saçma!” diye bağırdı James’e. “Voldemort Bakanlık’a saldırıyor olamaz! Bu mümkün değil!”

“Ben aynı fikirde değilim!” diye bağırdı Dawlish, öten alarma ve etrafına işaret ederek.

James son sürat Atriyum’a doğru koşmaya devam etti; Bakanlık’a saldıran her kim olursa olsun onu durdurmalıydı. Aklının bir köşesi Remus’a katılıyordu. Güpegündüz Bakanlık’a saldırmak Voldemort için neredeyse bir intihardı; bu saatte tüm Seherbaz’lar Bakanlık’taydılar. Gel gelelim, Harry’nin ‘o burada’ dediği sakin ve kendinden emin sözleri ve ardından ise sırıtan ifadesi aklına geldikçe, kendi düşünceleriyle çelişiyordu. James koşan adımlarını daha da hızlandırdı. Voldemort’u durduracaktı. Bu sefer oğlunu ondan almasına izin vermeyecekti. Bir daha asla.

Aralarında Atriyum’a ilk ulaşan James oldu; asası elinde savaşmaya hazırdı. Ancak, gördüklerinin karşısında donakalmış, tüm soluğu kesilmişti. Atriyum bomboştu; görünürde tek bir kişi bile yoktu. Ancak, havada, dev Atriyum’un neredeyse tamamını dolduracak büyüklükte, ağzından yılan çıkan dumanlı yeşil bir kafatası vardı. Karanlık İşaret tehditkâr bir şekilde havada süzülüyor; ölümün ve acının bu korkunç sembolü, Atriyum’un altın rengi simgelerle süslenmiş parlak çivit mavisi tavanıyla kocaman bir tezat oluşturuyordu.

“Ne haltlar dönüyor burada?” diye feryadı kopardı Dawlish, Karanlık İşaret’e bakakalmış bir halde.

“Gardınızı alın! Her yerde olabilirler!” diye talimat verdi Moody.

Ancak, James Voldemort’un burada olmadığını zaten biliyordu. Büyük ihtimalle, Ölüm Yiyen’leri de burada değillerdi. Burada olsalardı, Atriyum’da olur, öldürebildikleri kadar çok insanı öldürürlerdi. Anlaşılan, insanlar, az önce ansızın havada beliren Karanlık İşaret’i gördükleri için panikle Ölüm Yiyen’lerden kaçmaya başlamışlardı; ama aslında ortada Ölüm Yiyen falan yoktu. Asıl soru şuydu; Karanlık İşaret’i kim, neden yapmıştı?

James’in sorulmamış sorusuna cevap olarak ani bir ses koca salonda yankılandı. Oraya varmayı başarmış on iki Seherbaz da asalarını kaldırmış, gardlarını almışlardı. Atriyum’un her bir köşesine ve bölümüne yayılarak sesin nereden geldiğini bulmaya çalıştılar.

Kingsley, altın heykellerin bulunduğu büyük fıskiyeyi kontrol etmeye gitti ve aniden diğerlerine seslendi. Kingsley’nin bağırması üzerine, diğerleriyle birlikte ona doğru koşan James, alarmların ötmesine sebep olan kişiyi gördü.

Havuzun içinde oradan oraya dolanıp duran ve baştan ayağa sırılsıklam olan bir kadın vardı. Kanayan elinden bir asa sarkıyordu. Havuzun içinde dolanıyor, dizleri havuzun alçak duvarına çarptıkça diğer tarafa yürüyor, sonra yine çarpıp geri yürümeye devam ediyordu. Yüzünde dalgın bir ifade vardı ve mavi gözleri rahatsız edici bir şekilde boş bakıyordu. Çenesindeki morluk ile tek gözünün şişmiş olması, kadının kısa bir süre önce dayak yediğinin bir göstergesiydi.

Kingsley havuza girerek, hırpalanmış ve yaralanmış kadına doğru yavaş yavaş yürüdü. Ona ulaştığında nazikçe onu omuzlarından tuttu ve asayı gevşek parmaklarından yavaşça çekti.

“Morsmordre,” diye mırıldandı cadı. Kingsley’e bakıyor, ama onu görmüyordu. “Morsmordre,” diyerek büyüyü sürekli tekrarlıyordu.

“Imperius lanetine uğramış,” diye homurdandı Moody, daha çok kendi kendine. Ölüm Yiyen’lerin elinde işkence görmüş olan kadına bakarken başını iki yana salladı. “Adi korkaklar!” diye patladı.

Kingsley çelimsiz görünen kadını kucaklayıp havuzdan dışarı çıkardı; Dawlish ile Remus da, ona yardım ettiler.

“Anlayamıyorum,” diye kendi kendine mırıldandı James.

Başlarının üzerinde süzülen Karanlık İşaret’e dönüp baktı. Ölüm Yiyen’ler bir kadını kullanmıştı; önce ona işkence edip ardından ise Imperius laneti yapmışlar ve Karanlık İşaret’i yaratması için onu Bakanlık’a göndermişlerdi. Bu yüzden alarmlar ötmeye başlamış, Affedilmezler’den biri gibi olan Morsmordre büyüsü alarmları tetiklemiş olmalıydı. Peki, ama neden bunca zahmete girmişlerdi? Onları panikletmek için mi? Yok, olamazdı. Tekrar dönüp havada süzülen ağzından yılan çıkan yeşil kafatası baktı. Karanlık İşaret genellikle Ölüm Yiyen’ler ya da Voldemort birini öldürdüğünde ya da ölüme sebebiyet verdiklerinde ortaya çıkardı. Gözleriyle Atriyum’u ve diğer Seherbaz’ları taradı. Bu bir uyarı mıydı?

Ani bir patlama Atriyum’u salladı ve uzaklarda korkunç çığlıklar duyuldu. James ve diğerleri, patlamanın meydana geldiği yöne doğru dönerek merdivenlere ve asansörlere doğru koştular.

Yedinci kata vardıklarında dumanlarla ve çığlıklarla karşılaştılar. Alevler yükseliyor, git gide daha büyük bir kaosa yol açıyordu. Siyah bir toz bulutunun ardından, James Sirius’u gördü; korkudan ödü patlamış cadı ve büyücülerin güvenliğini sağlamaya çalışıyordu.

Arkadaşının yanına ulaştığında, “neler oldu?” diye sordu James; bir taraftan da, Sirius’un kollarında taşıdığı yaralı bir kadını ondan alırken.

“Bilmiyorum!” diye bağırdı Sirius, diğerlerine yetişmeye çalışırken. “Ani bir patlama oldu ve koridoru bir anda alevler sardı!”

James yanıldığını anlamıştı. Ölüm Yiyen’ler buradaydı. Yalnızca kılık değiştirmişlerdi.

“Binayı boşaltmalıyız!” dedi James. “Herkesi Atriyum’a götür. Sol taraftaki şömineler kilitli, oradan Bakanlık’a kimse giremez; ama sağ taraftakiler açık. Alabildiğin kadar insanı alıp şöminelere götür ve onları bir an önce buradan çıkar!”

Sirius başıyla onaylayıp diğer Seherbaz’lara da eylem planını aktardı. James de, daha fazla insana ulaşarak onların Atriyum’a götürülmesinde liderlik etti; yaralılara yardım ederken, bir anda, Sihir Bakanlığı’nda olan ve kendi hayatından daha çok önem verdiği birinin varlığını hatırladı.

“Ah, Tanrım! Lily!” diye kendi kendine fısıldadı.

Aniden merdivenlere yönelerek karısına ulaşmak için son sürat koşmaya başladı; bir taraftan da, başına bir şey gelmemiş olması için dua ediyordu.

* * *

James kendi ofisinin bulunduğu ikinci kata doğru ilerlerken, alev almış tek katın yedinci kat olmadığını içinde git gide artan bir dehşetle fark etti. Geçtiği tüm katlar alevler içindeydi; panik ve korkuyla çığlık atan insanlar bir çıkış yolu bulmaya çalışıyorlardı. Ölüm Yiyen’lerin Bakanlık’ta oldukları artık şüphe götürmezdi ve belli ki, her biri, aynı anda tüm katlarda yangın çıkarmıştı. Ateşe veremedikleri tek yer ise, dokuzuncu kat ile tabii ki, Atriyum’du.

James de, tıpkı diğerleri gibi, yangını söndürmeye çalışmıştı; fakat yangın sihri geri püskürtüyor, müdahale ettikçe alevler daha da büyüyordu. Bu yüzden, yapılacak en iyi işin binayı tahliye etmek olduğunu biliyordu.

James ikinci kata vardı ve ofisine giden koridoru geçmeye çalıştı; ancak titreyen alevler yolu kapatmış, bir duvar oluşturmuştu.

“Lily! Lily!” diye bağırdı James; başına bir şey geldiği düşüncesiyle panik halindeydi. Bugün gelmek için ısrar ettiğinde onu dinlememeliydi. Onu evde bırakarak güvende olmasını sağlamalıydı. “Lily! Lily!” diye bas bas bağırdı.

“James?”

Karısının sesini duyunca James yerinde döndü; dumandan şırıl şırıl akan gözleri onu hiçbir yerde göremiyordu.

“Lily?”

Aniden, kızıl saçlı kadın muazzam kalabalığın içinden ona doğru koştu; James’e ulaşır ulaşmaz kollarına atladı.

“Oh, Tanrıya şükür!” diye bağırdı, kocasına sarılmış bir halde kalakalmıştı. “Tanrıya şükür, iyisin!” derken hıçkırarak ağlıyordu.

Sen iyi misin?” diye sordu James, yarası var mı diye kontrol ederken.

“Ben iyiyim!” diye cevapladı Lily.

“Hadi, buradan çıkmamız gerek!”

Başka hiçbir söz söylemeden, James Lily’nin elinden tuttuğu gibi, oradan çıkmak için dumanların seyrek olduğu tarafa yöneldi. Düzenli aralıklarla püsküren kırmızı kıvılcımların arasında, onlarla birlikte gelen kalabalıkla birlikte dışarı çıktılar.

James Lily’yi sekizinci kata, Atriyum’a götürdü ve insanların, sırayla, şöminelerden ve hatta ziyaretçiler için kullanılan telefon kulübesinden binanın dışına çıktıklarını görünce rahatladı. Lily, bir anda tavanda süzülmekte olan Karanlık İşaret’i fark etti.

“Ah Tanrım!” dedi korkunç görüntüye bakarken soluğu kesilerek.

James, onun elini çekiştirerek şömineye doğru koştu.

“Bakma ona,” dedi.

James, uçuç tozu almak için Lily’yi sıraya soktu; Lily buradan bir an önce çıkmalıydı. Onunla birlikte bekledi; Lily’nin onu yalnız bırakmamak için gitmek istemeyeceğinden çok korkuyordu. Lily tir tir titrerken onun elini hiç bırakmıyordu. Tam, şöminede gitme sırası ona geldiğinde Lily aniden kocasına döndü.

“James, Harry nasıl?” diye sordu. “İyi mi? Onu da çıkardın mı?”

James’in bir anda dünya başına yıkıldı; Lily’yi bulmak için uğraştığı o on dakikalık kısa sürede, Harry’yi neredeyse unutmuştu. O da buradaydı ve üstelik zincirlenmiş olduğu için yangından kaçma gibi bir şansı da yoktu.

“Ah hayır, Harry!” diye kendi kendine fısıldadı.

James’in sözleri üzerine Lily’nin gözleri büyüdü.

“Onu hâlâ almadın mı?” diye sordu, korku içinde. “James, ona yardım etmen gerek! Onu çıkarman gerek!”

“Çıkaracağım!” diye söz verdi James. Lily’yi boş kalan şöminenin içine doğru ittirdi. “Onu alacağım ve güvende olmasını sağlayacağım. Eve git ve beni bekle, olur mu?”

“Lütfen, James, onun yanına git hemen! Yardımına ihtiyacı var! Lütfen!” Lily kendini kaybetmişti. “Ona sakın bir şey olmasına izin verme, lütfen!” James’in cüppesini yakalamış, ona oğluna yardım etmesi için yalvarıyordu.

“Eve git, Lily. Eve git. Onu alacağım, söz veriyorum,” diye söyledi James, cüppesini onun ellerinden kurtarmayı başarırken.

Lily, hâlâ James’e gidip Harry’yi bulmasını söylerken, gönülsüzce, yeşil alevlerin arasında kayboldu. O gider gitmez, James yerinde döndüğü gibi koridor boyunca koşmaya başladı. Harry’yi bir an önce buradan çıkarmalıydı.

* * *

Harry sandalyesinde oturuyor, onu gözetmek için geride bırakılan iki Seherbaz yokmuş gibi davranıyordu. Yara izi korkunç bir şekilde zonkluyor, acıdan biraz midesi bulanıyordu. Elinden geldiğince acıyı engellemeye, başka şeyler düşünmeye çalışıyordu: mesela, kaçmak gibi.

Odanın dışından gelen korkunç bir patlama sesiyle düşüncelerinden çıktı. Sandalyesinin altında yer kayıyor gibiydi ve Harry oturduğu yerde yere kapaklandı. Elleri bağlı olduğu için yere sertçe düşmüş, kafasını çarpmıştı. Acıyla inledi; zaten başı ağrıyordu, başka bir ağrıya daha ihtiyacı yoktu.

Ferguson ve Smith hızla gelip Harry’yi ayağa kaldırdılar. Smith kapıyı açmaya giderken, Harry kendine gelmeye çalışıyordu. Havayı bir anda dolduran siyah duman ile odaya giren sıcak hava, üçünü de öksürtmeye ve nefeslerini kesmeye yetti.

“Yangın mı?” diye sordu Ferguson, inanamayarak. “Şaka mı bu?”

“Hadi, buradan çıkmamız gerek!” dedi Smith.

Ferguson ve Smith, her biri Harry’nin bir kolunu tutarak, onu odanın karşısına, kapıya doğru sürüklediler. Odadan çıkar çıkmaz, kapıda nöbet tutan iki Seherbaz’ın yerde yatan bedenleriyle karşılaştılar; belli ki, ölmüşlerdi.

İki Seherbaz da ölen meslektaşlarına korkuyla bakakaldılar ve dönüp koridor boyunca koşmaya başladılar; merdivenlere ulaşmaya çalışıyorlardı. Harry, ayak bileklerinin bağlı olduğu zincir yeterince uzun olmadığı için onlara ayak uyduramıyor, yalnızca küçük adımlar atabiliyordu. Ayağında bu zincirlerle onlarla birlikte koşamazdı.

“Şunları çıkarmanız gerek,” dedi Harry Smith’e, onların hızına yetişmeye çabalarken.

“Olmaz! Onlar kalıyor!” dedi Smith.

“Bunlarla koşamıyorum!” diye isyan etti Harry.

“Ne kötü,” diye cevap verdi Smith ve parmaklarını Harry’nin koluna geçirerek hızını artırdı.

İki Seherbaz, merdivenlere doğru koşarken çocuğu da tam manasıyla yanlarında sürüklüyorlardı. Siyah duman gözlerini kör etmişti, nereye gittiklerini göremiyorlardı; ama bir ellerinde asaları, diğer ellerinde Harry ile ilerlemeye devam ettiler.

Nereden geldiği belli olmayan bir ışık huzmesi, Seherbaz Smith’i arkasından vurdu. Adam yüz üstü yere çakıldı ve bir daha kıpırdamadı.

“Smith! Smith! Henry!” diye seslendi Ferguson, ancak Smith’ten cevap yoktu.

Arkadaşının ölü olup olmadığını kontrol edecek zaman olmadığı için, Ferguson Harry’yi yanında sürükleyerek ilerlemeye devam etti. Smith’e yapılan saldırının geldiği yöne doğru, panik içinde, büyü üstüne büyü gönderiyordu.

Harry yeniden tökezleyip neredeyse düşecek gibi olduğunda hâlâ kapıya ulaşmaya çalışıyorlardı.

“Lanet olsun!” diye tısladı Harry; ayak bilekleri acıyla zonkluyordu. “Şunları çıkarman gerek!” diye gürledi Seherbaz’a.

Ferguson başını iki yana salladı.

“Hayır!”

Harry’yi çekmeye çalıştı, fakat bu sefer Harry izin vermedi. Olduğu yerde inatla duruyordu.

“Kelepçeler beni yavaşlatıyor!” dedi Harry. “Şunları çıkar ki, buradan çıkabilelim!” Ferguson başını iki yana sallamaya başladı. “Diğer Seherbaz gibi yakalanmak istemiyorsun herhalde, değil mi?” diye sordu Harry.

Ferguson bocaladı; çocuğun haklı olabileceğini fark etmişti. Kelepçeleri çıkarırsa, daha hızlı ilerleyebilirlerdi.

“Pekâlâ, ama yalnızca ayak bileğindekileri çıkaracağım!” dedi Ferguson merhametle; kelepçeleri çözmek için dizlerinin üzerine çöktü.

“Tamam,” diye kabul etti Harry.

Fergusan büyüyle kilidi açarak metal kelepçeleri çıkardı. Harry’nin el bileklerinden ayak bileklerine uzanan zincir, şimdi el bileklerinden sallanıyordu. Ferguson ayağa kalkarak zinciri de yok etti ve Harry’yi yalnızca elleri bağlı şekilde bıraktı. Çocuğa güvenmiyordu; zincirleri ona saldırmak için kullanabilirdi.

Harry ona gülümsedi.

“Teşekkürler!” diyerek sırıttı.

Ferguson daha gözünü kırpamadan, Harry’nin yumruğuyla yere serildi. Elleri kelepçeli olsa bile, Harry kolaylıkla ona saldırabilmişti. Ferguson, aniden gelen fiziksel saldırıdan kendine gelmeye çalışıyordu, fakat daha yerden kalkamadan Harry onun üzerine çıkarak onu saçından yakalamıştı. Başına güçlü tek bir darbe indirdi. Seherbaz’ın başı küt diye zemine vurdu ve bilincini kaybederken Ferguson’ın gözleri yuvalarında arkaya doğru döndü.

Seherbaz’ın devrilmesiyle, Harry onun gevşek parmaklarından asasını çekip aldı. Bileğindeki kelepçelerin kilidini açtı ve onları da diğer kelepçelerin olduğu yere fırlattı. Kelso kelepçelerinden de kurtularak ayağa kalkmadan önce, onları da Ferguson’ın göğsünün üzerine attı. Gözleriyle koridoru tarayarak etrafta başka Seherbaz olup olmadığına baktı ve dumanlar koridoru tamamen kaplamadan harekete geçti.

* * *

Lucius Malfoy panik içindeydi. Yarım saatten fazla bir süredir aynı koridoru kontrol ediyordu, ama Karanlık Prens’ten hâlâ bir iz yoktu. Çocuğun, yangın çıktığı anda, neler döndüğünü anlamış olmasını umuyordu; ama belki de kaçamamıştı. Yangın çıkarıp Karanlık İşaret’i yaratarak dikkat dağıtmaya çalışmışlar, böylece Harry’ye zaman kazandırarak kaçması için bir fırsat oluşturmuşlardı; ama ya Harry’nin başında onu gözetleyen çok sayıda Seherbaz varsa… Lucius, bir mendille terleyen yüzünü sildi; çocuğun güvenliğinden endişe ediyordu. Eğer onu kurtaramazlarsa… Voldemort’un onlara, her birine neler yapacağının düşüncesiyle tir tir titredi.

Başka bir köşeyi dönerek duman kaplı koridor boyunca hızla ilerledi. Ölümcül dumanı içine çekmemek için mendili sıkıca burnuna bastırdı. Kapısı açık odaları hızla geçip etrafta kimsenin olup olmadığını anlamak için bir ses duymayı bekledi. Ancak, giriş katı ıssız görünüyordu.

Tam geldiği yolu geri gitmek için dönmüştü ki, bir el onu tuttuğu gibi omuzlarından yakaladı. Lucius dönerken eli asasındaydı, ama asasını çekmemişti; çünkü karşısında o tanıdık yeşil gözler ona bakıyordu. Harry hızla onu gölgelerin içinde bir köşeye çekerken, Lucius kocaman bir oh çekti.

“İyi vakit geçiriyor musun?” diye sızlandı Harry.

Lucius gülümsedi; bu sesi yeniden duymak güzel bir histi.

“Kaçman için biraz zamana ihtiyacın olacağını düşündük,” diye açıkladı.

Harry ona gözlerini kısarak baktı.

“Bana ve yeteneklerime biraz olsun inancın var demek,” diye mızmızlandı, şaka yapar gibi.

“Hiç de değil, Prens. Biz senin ne kadar yetenekli olduğunu zaten biliyoruz,” diye cevap verdi Lucius. “Şimdi, dikkatlice dinle, fazla vaktimiz yok,” diye açıklamaya girişti Lucius. “Efendimiz Bakanlık’ın dışında seni bekliyor.”

Harry’nin kaşları hayretle kalktı.

“O sahiden burada mı?”

“Yara izinde hissetmedin mi?” diye sordu Lucius. “Efendimiz, senin yakınlarında olduğunu bilmeni istedi.”

“Hissettim,” diye cevapladı Harry, karıncalanan alnına dokunarak. “Ama bu riski alacağına inanmadım doğrusu. Seherbaz’lara, korkudan ödleri patlasın diye, babamın burada olduğunu söyledim; ama gerçekten geldiğini düşünmemiştim.”

“Efendimiz Bakanlık’a gelmek istedi, ama senin ve onun için daha güvenli olacağını düşünerek dışarda kalması için onu ikna etmeyi başardık,” dedi Lucius.

“Dışarıda bile olmaması gerekir! Çok tehlikeli,” dedi Harry endişeyle.

“Bir ekip onunla birlikte,” diye güvence verdi Lucius. “Bakanlık’tan çıkıp yanına gitmelisin. Binadan ayrılmak için ziyaretçi çıkışını kullan. Dışarı çıkınca da sola dön ve sokağın bitimine kadar başını yerde tut. Sonra karşıya geç, Gibson Sokağı’na gir ve Muggle barını geç. Barı geçtikten sonra yan yola geç. O yol seni Kelso Hanı’na götürecek. Yolun köşesindeki postaneyi geçince Efendimiz ile ekibin seni orada beklediğini göreceksin.” Lucius, cebinden kumaşa sarılmış küçük bir şey çıkardı ve Harry’ye uzattı. “Olur ya, Efendimize zamanında ulaşamazsan bunu kullan.”

Harry kumaşı kaldırarak ince bir zinciri olan küçük bir cep saati gördü.

“Anahtar mı?” diye sordu Harry.

“Evet, eğer bir problem çıkar ve Efendimize ya da Ölüm Yiyen’lere ulaşamazsan, bu seni eve götürecek,” diye açıkladı Lucius. “Buradaki yasağı kıramadık, üzerinde çalışmak için hiç vaktimiz olmadı; o yüzden, Anahtar’ın çalışması için buradan çıktıktan sonra üç kilometrelik bir alanı geçmen gerek. Cisimlenme-karşıtı büyü ise, sekiz kilometrelik bir alanı kapsıyor ki, bu da hiç iyi değil.”

Harry, Anahtar’ı alarak cebine yerleştirdi.

“Tamam,” dedi.

“Hadi, acele et. Atriyum’a kadar sana eşlik edeceğim,” dedi Lucius, asasını çıkararak.

Harry onunla birlikte yürümeye başladı, ama aniden durdu.

“Dur, neredeyse unutuyordum,” dedi Harry ve başka hiçbir şey söylemeden dönüp geldiği yola geri döndü.

“Nereye gidiyorsun?” diye sordu Lucius.

“Eşyalarımı almam gerek,” diye açıkladı Harry, koridor boyunca koşarken.

“Harry!” diye bağırdı Lucius, çileden çıkmış bir halde. “Bırak gitsin!”

“Çok kısa sürecek,” diye cevapladı Harry.

“Yakalanacaksın!” diye tısladı Lucius.

“Merak etme!” dedi Harry, köşede gözden kaybolurken.

Lucius, arkasından koşmadan önce, alçak sesle bir şeyler homurdandı.

* * *

Harry, duruşma için bekletildiği odaya geri döndü. Kapıda ölü yatan iki bedenin üstünden atlayarak içeri koştu. Metal kapıya doğru ilerdi ve kapıyı açtı. Kanalın ağzı belli belirsiz görünüyordu; kanalın içi, zifiri karanlıktı. Kanaldan gelen soğuk bir esinti tüm vücudunu sarmış, ürpermesine neden olmuştu.

Harry, Ferguson’ın asasını çıkardı ve hangi büyünün etkili olacağını düşünürken asayı elinde tuttu. Tünelin ucuna asasını doğrulttu ve usulca ‘Accio’ diye mırıldandı; büyülü sözleri söylemesinin yanında, içinde kendi eşyalarının bulunduğu plastik torbanın görüntüsünü de zihninde canlandırıyordu. ‘Accio’ büyüsüyle birlikte,  asasız büyüsü de aynı anda ortaya çıkıp tünelin içinde kayboldular.

Harry hışırdama benzeri sesler duydu; anlaşılan, torba yukarı çıkmak için zorlanıyordu. Torba, tünelin ağzına, Harry’nin uzanan ellerine doğru çıkmaya başlamıştı. Harry, ağzı kulaklarına vararak, torbayı kaptığı gibi yırtarcasına açtı ve içindekileri masaya döktü. İlk eline aldığı, siyah gümüş yüzüğüydü. Yüzüğü parmağına takıp silahlarını toplamaya başladı. Yalnızca birkaç keskin aletle ninja yıldızlarını aldı. Hepsini koyacak kadar cebi yoktu. Son olarak, gümüş maskesini de alıp odadan çıkmak için harekete geçti.

Kapıda bekleyen Lucius’a ulaşmak için neredeyse koşuyordu.

“Ah Tanrım!” dedi Lucius, azarlayıcı bir tonla. “Şunlarsız yapamaz mısın?” diye sordu.

“Hayır,” diye cevapladı Harry, “bunların hediye olduğunu unuttun mu?” Hançerlerden birini kaldırdı.

“Eminim, Efendimiz yenilerini alırdı,” dedi Lucius.

Harry’ye dışarıya kadar eşlik etmek için döndü ve kendi kendine Harry’nin çocuksu haline gülümsedi. Harry’nin, babasının ona aldığı hediyelere bu kadar değer vermesini ve onları geri almak için yakalanma riskini göze almasını içten içe gülünç buluyordu.

Lucius tam köşeyi dönüyordu ki, biri onun üzerine atladı ve elindeki asayı almak için boğuşmaya başladı. Saldırıyı engellemek için hızlı hareket etmişti ve adamı, asasının bir hareketiyle, karşı duvara fırlattı. Korkmuş gözlerle adama bakakaldı. Lucius, önünde yere serilmiş Seherbaz Liam Ferguson’ı tanımıştı. Genç bir Seherbaz’dı ve saygıdeğer bir ailenin safkan bir üyesiydi. Lucius, yapmak üzere olduğu şey için kendini neredeyse üzgün hissetti.

Asasını kaldırdı ve öldüren lanet ağzından tam çıkıyordu ki, Harry elinden asasını alıp onu durdurdu. Lucius ona hayret dolu gözlerle baktı. Harry yerde yatan korkmuş adama baktıktan sonra, gözlerini Lucius’unkilere dikti.

“Onu öldürme,” dedi Harry. “Benim daha iyi bir fikrim var.”

* * *

James, dumanla kaplı koridorda, Harry’yi dört Seherbaz’ın koruduğu odaya doğru son sürat ilerledi. Çok şiddetli öksürüyor, boğulur gibi oluyordu. Ağzında dumanın tadını alabiliyordu. Onca paniğin arasında, kendine Kabarcık-Kafa Büyüsü yapmayı akıl edememişti.

Yolda gelirken Sirius ile Moody’ye rastlamış, iki adam da onunla gelmeye karar vermişti. James, uzaktan, kapının aralık olduğunu ve kapının dışında Griffin ile Stevenson’ın yatan bedenlerini fark etti. İçinde git gide büyüyen hastalıklı bir hisle, kapıya doğru koştu ve odanın boş olduğunu gördü.

“Ah hayır! Ah Tanrım, hayır!” James’in gözleri telaşla bir uçtan diğer uca odayı tarıyordu. Harry gitmişti.

Yerde duran yırtık torba ile masanın üzerinde bulunan bıçakları fark etti. Hızla bir tanesini alıp inceledi. Yerine koyduğu gibi de odadan dışarı fırladı. Başta Harry’nin başına kötü bir şey gelme ihtimalinden endişeleniyordu, ama şimdi ise tamamen başka bir sebepten korkuyordu. Harry’nin dışarı çıkması bir yana, Harry artık yeniden silahlanmıştı.

James kapıdan çıkar çıkmaz, Moody’nin aksi sesinin ona seslendiğini duydu. Ona doğru hızla ilerledi. Moody ile Sirius’un, yerde yatan bedenlerin yanında diz çökmüş olduklarını gördü. James yaklaştıkça yatan kişinin kim olduğunu da anlamıştı. Henry Smith, Harry’nin yanında bıraktığı üçüncü Seherbaz, yerde ölü bir şekilde yatıyordu.

“Koridorun ilerisinde yerde zincirler var,” dedi Moody, James’e.

“Silahlarını almış,” diye Moody ile Sirius’a söylerken buldu kendini James. “Silahlı.”

Moody ile Sirius ayağa fırladılar. Moody kendi cam küresini çıkararak tüm Seherbaz’lara mesaj gönderdi.

“Alarma geçin! Karanlık Prens kaçmış! Silahlı ve tehlikeli; tedbirli olun! Tekrar ediyorum, Karanlık Prens kaçmış! Silahlı! Gerekirse zor kullanın!”

Başını kaldırıp James’e baktı ama uzun sürmedi. Kaçak mahkûmu aramak için dönüp hızla merdivenlere doğru koşmaya başladı.

* * *

Seherbaz’lar panik içindeydiler. Karanlık Prens, Bakanlık binasında elini kolunu sallayarak dolaşıyordu ve üstelik silahlıydı. Kaçmadan önce onu bulup yakalamak zorundaydılar. James, Moody ve Sirius merdivenlerde bir grup Seherbaz’la karşılaşmıştı ve her biri hep bir ağızdan şimdi ne yapacaklarını tartışmaya başlamıştı.

“Onu görürseniz, önce saldırın; sonrasını düşünürüz!” diye talimat verdi Dawlish.

“Hayır, onu yalnızca silahsızlandırın!” diye itiraz etti James. “Şiddete gerek yok!”

“Gerek mi yok, Potter? Onu koruyan dört Seherbaz’ın da her birini katletti!” diye çıkıştı Moody.

“Ne? Ne yaptı? Onu koruyanlar kimdi?” diye sordu, ismi Jenson olan genç bir Seherbaz.

“Onları öldürdüğüne dair elinde bir kanıt yok!” diye karşılığında bağırdı James. “Etrafta dolaşan Ölüm Yiyen’ler yapmış olabilir!”

“Ölüm Yiyen’ler başka kimseyi öldürmedi!” diye dikkat çekti Moody. “Tek öldürülenler, onu koruması için yanına bıraktıkların!”

“Moody, kes sesini!” diye bağırdı Sirius.

“Onu niye savunuyorsun?” diye sordu Dawlish, James’e şaşkınlıkla.

“Kimse kimseyi savunmuyor,” diye hızla araya girdi Remus. “Hepimizin söylediği şey…”

Aniden, yukarıda bir yerlerden bir patırtı sesi geldi. Sekiz Seherbaz da öylece durdu ve ardından her biri son sürat üst kata doğru merdivenleri çıkmaya başladı. Ellerinde asaları hazır bir halde kapıları havaya uçurdular; ancak, hiç kimse yoktu. Alevler neredeyse sönmüş olduğu için katın bu kısmı dumandan temizlenmişti ve bu sayede etraflarını görebiliyorlardı.

“Biri kesinlikle buradaymış,” diye fısıldadı Remus; kurt adam duyuları devredeydi.

Sekiz Seherbaz’ın her biri etrafı incelemek için farklı noktalara dağıldılar. James, koridordaki dönemece doğru yavaş adımlarla ilerlerken kendini ani bir saldırıyla Harry’yi almaya hazırlıyordu; tabii eğer buradaysa.

Aniden köşede beliren bir cisim James’e çarparak onun yere düşmesine neden oldu. Cisim, üzerinden zıpladığı gibi hızla kapılara doğru koşmaya başlamıştı.

“İşte orada!” diye bağırdı Jenson ve ardından çok sayıda ışık, koşan cisme doğru uçtu.

James güç bela ayağa kalkarak siyah saçlı çocuğun görüntüsünü yakaladı; yüzünde gümüş maskesi vardı ve açık kapılara doğru koşup arkasında gözden kayboldu.

James de, diğer Seherbaz’lar gibi, çocuğun arkasından koştu. Koşan çocuğun arkasından büyü üstüne büyü yollanıyor, ama hiçbiri isabet etmiyordu. Maskeli şekil, sekiz Seherbaz’ı da dördüncü kata yönlendirdi ve uzun dönemeçli koridor boyunca durmadan koştu.

“Sersemlet!” diye bağırdı Dawlish, hedefini alıp şansını deneyerek.

Büyü, hedefi tam arkasından vurdu ve çocuk yüz üstü yere kapaklandı. James ve Moody, ona ulaşan ilk Sehebaz’lardı. James çocuğa yaklaştıkça bir şeylerin ters gittiğini fark etti. Moody, bilinçsizce yatan kişiyi arkasından tutup çevirdi ve anlaşılan, James’le aynı şeyi fark etmiş olacak ki, öylece kalakaldı. Maskeli kişi, Harry’den daha uzun ve daha şişmandı. Moody tek hamleyle gümüş maskeyi çıkardı ve Ferguson’ın baygın yüzüne şaşkınlıkla bakakaldılar.

“Ah, kahretsin!” diye küfretti Dawlish, gelip sahneyi gördüğünde. “Lanet olsun!”

“Çözül!” Remus, sersemletilmiş Seherbaz’ı kendine getirdi.

Ferguson uyanırken inledi. Oturmaya çalışmadan önce meslektaşlarına şöyle bir baktı. Elini başının arkasına götürdü ve acıdan yine inledi.

“Liam, sana ne oldu? Karanlık Prens nerede?” diye sordu Dawlish.

Ferguson gözlerini birkaç kez kırptı; kendini toparlamaya çalışıyordu.

“Ben… bilmiyorum. Hatırladığım… en son şey, onu dışarı çıkarmaya çalıştığım. Yangın… yangın vardı ve Smith… Smith biri tarafından saldırıya uğrayıp öldürüldü; bir Ölüm Yiyen’di sanırım. O, Karanlık Prens, bana kelepçelerini çıkarmamı söyledi çünkü onlarla koşamıyordu ve… ve ben de onları çıkardım. Sonra bana yumruk attı ve kafamı yere çarpmamla beni yere yığdı. Şimdi ise uyandım.”

Moody kafasını salladı; daha fazlasının olduğuna emindi.

“Hafıza büyüsüne maruz kalmış,” dedi Moody, “üstelik o maskeyi takıp kaçması için de Imperius büyüsü yapılmış.”

Moody’nin sözleri üzerine, Ferguson’ın yüzü yeşile döndü. Diğerlerine dönüp Moody’nin sözlerinin doğru olup olmadığını sessizce sorar gibi baktı. Sonra, Moody’nin elindeki gümüş maskeyi fark etti.

James ise, aniden başka bir şeyi fark etmişti.

“Ferguson, resmi cüppen nerede?”

Ferguson başını eğip üzerindeki koyu renk tişörtle pantolona baktı; cüppesinin kayıp olduğunu daha şimdi fark etmişti. Başını kaldırıp James’e bön bön bakarak başını iki yana salladı.

“Ben… ben… ben…”

James’in gözleri, arkadaşlarının kaygılı gözleriyle buluştu.

“Kahretsin!” diye küfretti Sirius; James ve diğerleriyle birlikte koşmaya başladı.

* * *

Harry, insan kalabalığının arasında sakince yürüyor, Bakanlık’tan çıkmaya çalışıyordu. Mavi renkli resmi cüppenin kukuletasını başına geçirmiş, cüppenin bir kısmıyla burnunu kapatmış, yüzünün büyük bir kısmını rahatlıkla gizleyerek kendini zehirli dumandan korumaya çalışıyor gibi davranıyordu. Bir kolunu ise Lucius sarmış, yangından yaralanmış ve ‘sarsılmış’ gibi yaparak mükemmel bir performans sergiliyordu. Harry, Lucius’a şöminelere kadar eşlik ediyordu; böylece Lucius oradan uzaklaşabilecekti.

Harry de Lucius’la birlikte uçuç tozu kullanarak kaçabilirdi, fakat Seherbaz gibi giyindiği için uçuç tozunu kullanırsa dikkat çekebilirdi; o yüzden orijinal plana sadık kalmayı tercih etti. Ayrıca, kaçmasına yardım etmekle suçlanırsa diye, Lucius’un itibarını tehlikeye atmak istemiyordu. Böylece, Lucius’a Atriyum’a kadar yardım eden Seherbaz giyimli kişinin Karanlık Prens olduğunu kimse bilmeyecekti. Kimse fark etmeden ziyaretçi çıkışından usulca tüyebilirdi.

Harry Lucius’u sıraya bırakırken, Lucius ona alçak sesle bir şeyler fısıldadı.

“Birazdan evde görüşürüz.”

Lucius çok kısa bir an ona baktı ve dudaklarının kenarları hafif bir gülüşle kıvrıldı; ardındansa yüzünü çevirdi. Harry ondan uzaklaşarak rahatlıkla Seherbaz’larla dolu alana geçti; Atriyum’daki Seherbazlar, Bakanlık’ı ateşe veren Ölüm Yiyen’ler birine saldırmasınlar diye, nöbet tutuyorlardı.

Harry arkasına baktı ve telefon kulübesini gördü; içi boş bir halde onu bekliyordu. Telefon kulübesine ulaşması, yalnızca birkaç saniye sürmüştü. Kimse fark etmeden içeri süzüldü. Kulübe yavaşça çıkmaya başladı; Harry, kendini, nefesini tutmuş bir halde, bu salak şeyin daha hızlı gitmesini dilerken buldu.

Kulübenin gözden kaybolmasıyla, Lucius kendinden emin bir şekilde uzun adımlarla şömineye doğru yürüdü. İşi tamamlanmıştı. Harry, Bakanlık’ın dışındaydı. Elinde tuttuğu bir avuç uçuç tozunu savurmadan hemen önce, James’in, arkasında Sirius ve Dawlish ile Atriyum’da koştuğunu gördü. James’in gözlerinin çıldırmışçasına salonu tarayışını izledi. Lucius, tam evinin adını söyleyecekken bir an için durdu. James’in bakışlarının onunla buluşmasını bekledi ve ona pis pis gülümsedi. James’in gözlerindeki çaresiz bakışların tadını çıkararak yeşil alevlerin arasında gözden kayboldu.

* * *

Telefon kulübesi tangırdayarak durdu ve Harry rahatlamış bir halde nefesini bıraktı. Hızla kulübenin kapısını iterek dışarı çıktı. Tam da Lucius’un dediği gibi, sola döndü ve yolun sonuna doğru aceleyle yürüdü. Sokak sessizdi ve duvarlarında grafitileri ile pejmürde ve kirli görünüyordu. Etrafta tek bir Muggle bile görünmüyordu. Hızla karşıya geçip ıssız sokak boyunca koştu. Sokağın tabelasında Gibson Sokağı ismini gördü ve süratle ilerleyerek Lucius’un bahsettiği barı aramaya koyuldu.

James, yanında Sirius ve Dawlish ile telefon kulübesinden hızla çıktığında, Harry ara bir sokağa giriyordu. Takip edildiğinin farkında değildi; çerçöple dolu yerde bir şeylere basıp takılmamaya çalışarak aranlık ve kirli yolda süratle ilerliyordu. Kelso Hanı’nın bulunduğu sokağa çıktı. Harry hızla sokak boyunca ilerlerken aynı zamanda sokağın ne kadar ölü göründüğünü düşünüyordu. Londra’nın herhangi bir sokağını ıssız bulmak, bir mucizeydi. İki sokağı ıssız bulmak ise, işin içinde büyü olduğunu akla getiriyordu. Harry, kimsenin –ne bir Muggle’ın ne de bir büyücünün– onun kaçtığını görmemesi için babasının gerekli düzenlemeleri yaptığını kafasında canlandırdı. Sokak boyunca koştu ve köşeyi döndü.

Bloğun sonuna kadar durmadan koşarken sol tarafında da bir dizi dükkânın dizilmiş olduğunu gördü. Lucius’un söylediği gibi, bloğun köşesinde bir postane vardı. Onun karşısında bulunan sokakta ise, uzun, siyah renkte, sivri uçlu metal parmaklıklarla her yeri çepeçevre sarılı özel bir bahçe vardı. Bahçede bulunan ağaçların dalları parmaklıkların üzerinden sarkıyor, sokağa gölge düşürüyordu. Tam köşede, ağaçların gölgesinde duran siyah saçlı ve şiş göz kapaklı bir kadın duruyordu.

Harry, sonunda, üzerindeki resmi cüppenin kukuletasını kaldırarak Bella’ya doğru koşmaya başladı. Bella’nın Harry’yi gördüğü anda gözleri parladı. Harry’ye gülümsüyor ama bulunduğu noktadan kıpırdamıyordu. Harry, onun dudaklarının kısacık bir anlığına oynadığını gördü; birkaç söz mırıldanmıştı ve aniden babası belirdi; anlaşılan, Bella’nın arkasındaki gölgelikten çıkıyordu. Harry, babasını görünce iç ferahlığıyla gülümsemekten kendini alamadı. Onu bir daha göremeyeceğinden çok korkmuştu. Hızla sokağı geçip, kısmen gölgeliğin altında gizlenmeye devam eden Voldemort ile Bella’ya doğru ilerledi.

Yalnız, babasının ifadesindeki bir değişiklik, bir şeylerin ters gittiği yönünde Harry’yi uyardı. Ayrıca, yara izinde bir yanma da hissetmişti. Harry, babasının bakışlarını takip ederek başını çevirdi ve arkasına baktı. İşte o anda, başından beri onu takip eden, başlarında James’in bulunduğu on kişilik Seherbaz grubunu gördü.

Harry’nin eli cebinde kayboldu ve bir saniye gibi kısa bir sürede bıçaklarını çıkarıp fırlattı. Elinden fırlattığı iki bıçak, uçarak iki Seherbaz’ı tam göğsünden vurdu. Adamlar, acı içinde feryat ederek yere yığıldılar.

Harry döndü ve koşmaya başladı. Elinden gelen en hızlı şekilde Voldemort’a doğru koşuyordu. Bella asasını çıkarıp Harry’nin başının üzerinden hedef aldı.

“Crucio!” diye bağırdı; işkence lanetini, asasını Harry’ye doğrultmuş olan Dawlish’e doğru gönderdi.

Voldemort asasını çıkardı ve aniden gelen siyah bir bulut tüm etrafını sararak çevresinde bir duvar oluşturdu ve ardından bulut, Harry’ye doğru yayılmaya başladı. Ölüm Yiyen’ler, siyah bulutun dışında Cisimlenip Karanlık Lord’un etrafını sararak onu korumaya aldılar.

Harry koşmaya devam ediyordu; babasının adamlarının onu korumak için etrafında belirdiğini fark ettiğinde dahi yavaşlamadı. Babasına kavuşana kadar durmayacaktı.

* * *

James, Ölüm Yiyen’lerin ona doğru ardı ardına gönderdiği lanet selinden kenara kaçarak kurtuldu. Saldırılardan kendini korumak için yola çıkmak zorunda kalmıştı. Park halindeki bir arabanın arkasına sığınarak soluklandı. Başını çevirip arkadaşlarına baktı ve yeni bir Seherbaz timinin oluştuğunu ve köşelerdeki sokaklardan çıkıp gelenlerle birlikte sayılarının yirminin üzerine çıktığını görünce rahatladı. Harry telefon kulübesiyle çıktıktan sonra, kendisi de hızla Bakanlık’tan çıkarken, Atriyum’daki tüm Seherbaz’lara bağırıp peşinden gelmelerini söylemişti.

Seherbaz’lar ile Ölüm Yiyen’ler arasında şiddetli bir çatışma başlamıştı; büyüler ve lanetler her bir yanda uçuşuyordu. Bir Ölüm Yiyen, James’in sığındığı arabayı parçalara ayırdı ve araba patlayarak alevler içinde kaldı. James ise, tam zamanında, bulunduğu yerden kaçmayı başarmıştı. Bir taraftan kendini korumaya çalışırken, diğer taraftan da Harry’yi gözlüyordu; mucize eseri daha tek bir büyüyle bile vurulmamıştı. Hâlâ Voldemort’a gitmeye, ona doğru koşmaya çalışıyordu; ama aniden patlak veren çatışma onu şaşırtmıştı; ona doğru uçan ölümcül büyülerin arasında ilerlemeye, onları püskürtmeye çalışıyordu. Harry üç kez durmuş, Seherbaz’lara kesici aletler fırlatarak onları kollarından ya da göğüslerinden yaralamıştı.

Voldemort, birdenbire, asasını havada çevirerek harekete geçti. Rüzgârın ezici gücü, ona yaklaşan Seherbaz’lara çarparak bir anda onları yere serdi. Harry, bir Ölüm Yiyen cesedinin üzerinden atlayarak Voldemort’a giden son eşiği de geçti.

Bunu gören James, kendini bir anda koşarken buldu; Harry’ye Voldemort’tan önce ulaşmak için tüm gücüyle çabalıyordu. Ancak, başaramayacağını biliyordu. Aralarında çok mesafe vardı. Harry, başka bir Affedilmez’i daha yolundan saptırırken artık Voldemort’un neredeyse yakınındaydı.

James, hâlâ koruma alanının içinde olduklarını biliyordu; yani, Harry buharlaşamaz ya da Anahtar kullanarak buradan uzaklaşamazdı. Ancak, Harry Voldemort’a ulaşırsa, onu geri almanın neredeyse imkânsız olacağını da biliyordu.

Öldüren Lanet’lerden biri, Harry’yi neredeyse vuruyordu; lanet hızla gelerek Harry’nin saçlarını sıyırmıştı. Harry, neredeyse vurulacak olmasının şaşkınlığıyla ayağı kayarak tökezledi. Voldemort, şimşek gibi bir hızla Harry’ye ulaşarak onu düşmeden yakaladı.

James aniden durmuş, donakalmıştı; gördüğü manzara karşısında neredeyse kalbi duracaktı. Voldemort’un, Harry’nin yanında, asasından çıkardığı yeşil ışıkla, Harry’yi neredeyse vuracak olan Seherbaz’ı nasıl vurduğunu seyretti.

Voldemort’un koyu kırmızı gözleri Harry’ye döndü.

“Bir sonraki bloğun sonunda, bitmiş olacak!” dedi Voldemort ona.

Harry tereddüt etti, ama Voldemort’un ikinci bir bakışıyla, gönülsüzce de olsa yerinde dönüp sokak boyunca koşmaya başladı. Bella ile birkaç Ölüm Yiyen de, olur da Seherbazlar’dan biri Karanlık Lord’u ve geriye kalan Ölüm Yiyen’leri geçecek olursa diye, Harry’yi korumak için arkasından koştular. James, etrafta kaç tane Ölüm Yiyen olduğunu umursamadan yıllardır öldü bildiği oğlundan vazgeçmeyi reddederek Harry’nin arkasından fırladı. Onu tekrar kaybetmeyecekti. Bir daha asla.

James, Harry’nin arkasından sokak boyunca koştu. Araba arkalarına saklanarak mümkün olduğu ölçüde gözden uzak kalmaya çalıştı. Voldemort’un Harry’ye söylediğiyle neyi kastettiğini anlamıştı. ‘Bir sonraki bloğun sonunda, bitmiş olacak!’ Koruma duvarlarından bahsediyordu. Bir sonraki bloğun sonu, Anahtar-karşıtı korumanın sınır noktası olarak belirlenmişti. Harry o noktayı geçerse, Anahtar yardımıyla kaçabilirdi.

James, artık kalabalık bir sokakta olduğunu umursamadan koşmaya devam etti; tuhaf uzun cüppesi ve şüpheli tavırlarıyla Muggle’ların dikkatini çekiyordu. Ama James’in zerre umurunda değildi. Umurunda olan tek şey oğluydu ve oğluna ulaşmalıydı.

James, Harry’nin aniden duraksadığını görünce, yine bir arabanın arkasına gizlendi. Ölüm Yiyen’ler, James’in görüş mesafesinin dışında birine lanetler yağdırmaya başlamışlardı. James, diğer Seherbaz’ların da onları takip etmiş olduğunu aklına getirdi.

“Harry! Kaç!”

James, Bella’nın çığlığını duyduğu gibi, Harry’nin bir iki adım geriledikten sonra dönerek bloğun sonuna, Anahtar’ı kullanabileceği alana doğru koşmaya başladığını gördü.

Oğlunu bir daha kaybetmek istememenin verdiği büsbütün çaresizlikle, James harekete geçti. Saklandığı yerden fırladığı gibi, Harry’nin arkasından koşarak sokağın karşı tarafından onu takip etti. Eline çoktan asasını almış, Harry’ye doğrultmuştu.

“Harry! Hayır!” diye bağırdı James, ona doğru koşarken; ona ulaşamadan önce Harry’nin koruma sınırını geçmemesi için içinden yalvarıyordu.

Harry, kaldırım taşını da geçerek bloğun sonuna gelmiş, eşiği geçmişti.

James nasıl olduğundan emin değildi, ama elinde tuttuğu asadan fırlayan ışık seli doğrudan Harry’ye doğru uçmuştu. Büyünün onu tam göğsünden vurması üzerine, Harry geriye savrularak arkasındaki Muggle dükkânın cam vitrininden içeri uçtu.

Dükkânda aniden yükselen siren sesi yüksek sesle çalmaya başladı. Kırılan cam, hırsız alarmını devreye sokmuştu.

James dehşete düştü; Harry’ye büyü yapmak asla istememişti. Bella’nın öfkeden kuduran çığlığını duyduğu halde koşmaya devam etti. Yakınındaki Ölüm Yiyen’lerin yolladığı çok güçlü bir lanet ona doğru yağarken karşıya geçmeyi başardı. Kaldırım taşının üzerinden atlayarak camları kırık dükkâna girdi.

Harry’yi yerde yatarken buldu; etrafı cam kırıklarıyla doluydu. Harry sersemlemiş ve kafası karışmış bir halde bakıyordu; yine de, eli cebine ulaşmayı başarmış, oradan bir kumaş parçası çıkarıyordu. James daha ona ulaşamadan, Harry kumaşı çıkardı ve içinden kırık metal ve cam parçaları ile kopmuş bir zincir yere düştü. James’in ilk bakışta gördüğü kadarıyla bu, bir çeşit saate benziyordu; ama şimdi paramparça bir haldeydi. James onun bir Anahtar olduğunu fark etti; ancak, James’in istemsizce yolladığı lanet, Harry’nin cebinde onu parçalarına ayırmıştı.

James, vakit kaybetmeden, Harry’nin yanına gidip onu cüppesinin yakasından sıkıca kavradı. Elini beline götürerek kendi Anahtar’ını çalıştırdı. Harry ile birlikte Muggle dükkânından ayrılmadan önce kısa bir anlığına Bella’nın oraya vardığını gördü. Ancak, onlar Grimmauld Meydanı On İki Numara’nın misafir odasına doğru yola koyulmuşlardı bile.

16. BÖLÜM 9 Eylül 2019’da FANTASTİK CANAVARLAR’da!

Çeviren: Tuba Toraman

The post Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #15: Duruşma Günü [Kısım 2] appeared first on Fantastik Canavarlar.

J.K. Rowling’in Aylar Sonra Yaptığı Gizemli Paylaşımın Sırrı Çözüldü: Harry Potter ve Lanetli Çocuk Sürprizi

$
0
0

Harry Potter ve Lanetli Çocuk

J.K. Rowling bildiğiniz üzere Twitter’ı son derece aktif kullanan birisiydi. Fakat aylar boyunca tek Tweet bile atmadı. Geçtiğimiz gün ise bu sessizliği gizemli bir paylaşımla bozdu. Şimdi anlıyoruz ki bu Tweet aslında çok daha heyecanlı bir şeye işaret ediyormuş. Gelin Rowling’in geri dönüşünün ardındaki sır perdesini aralayalım ve Harry Potter ve Lanetli Çocuk hikâyesinde neler değişmiş öğrenelim!

Ödüllü prodüksiyon şimdi yepyeni haliyle bizlerle. Dahası, yeni görünümü biraz elektrikli

’Bazen karanlık, en beklenmedik yerlerden gelir.’  cümlesi Harry Potter ve Lanetli Çocuk için yepyeni ve kehanet tadında bir slogan oldu. Bu cümle prodüksiyonun dünya çapında pazarlama kısmında ve mekanlarında yeni görünümünün habercisi oldu.

Harry Potter ve Lanetli Çocuk yeni tasarım

Yeni tasarım New York, Londra ve Melbourne’daki tiyatro binalarının dışında üç boyutlu olarak muhteşem bir şekilde beğeniye sunuldu. Hepimizin yakından tanıdığı şimşek biçimli logo, Harry Potter ve Lanetli Çocuk’un hikâyedeki sekizinci parça olmasını ve J.K. Rowling ile ismini bütünleştirmesini simgeledi. Logo temelinde efsanevi Harry Potter illustratörü Mary GrandPré tarafından 23 yıl önce tasarlanmıştı ve dünya çapında kitaplarda, filmlerde ve birçok resmi Harry Potter projesinde yıllar boyunca kullanılmıştı.

Logoda Yeni Yaklaşımlar

Bu yeni yaratıcı yaklaşımla birlikte yetişkin Harry’nin muhteşem bir şimşek -tabii ki yara izine atıfta bulunarak- yarattığını görüyoruz. Fakat daha yakından bakarsanız, Karanlık İşaret’in göz kırpan tehdidini fark edebilirsiniz. Karanlık İşaret, Lord Voldemort ve müritlerinin alameti, büyünün parıltısında yer bulmuş. Acaba bu uğursuz sembol, Harry’yi yetişkin halinde bile rahat bırakmayan Lord Voldemort’un büyücülük dünyası üzerindeki etkisini gösteriyor olabilir mi?

Harry Potter ve Lanetli Çocuk yeni tasarım

Slogan – ’Bazen karanlık, en beklenmedik yerlerden gelir.’ – J.K. Rowling tarafından yazıldı ve tiyatro oyunun orijinal açıklamasında bulunuyordu. Bu da görüntüye daha fazla anlam yükledi.

Yeni tasarımlar, gösterinin hikâyesine belli belirsiz atıflarda bulunuyor. Harry ve sevdiğimiz birçok karakter üzerine yoğunlaşıyor. Ayrıca, yeni nesil karakterlerin sahnedeki büyülü yolculuğuna ışık tutuyor.

New York’ta Olay

Olay yaratan yeni tasarımlar, Perşembe gecesi New York’taki Times Square’i ele geçirdi. Manhattan kavşağını yalayıp yutan tasarımlar, oyunun daha karanlık temasını yansıtıyordu. O sırada sokaktan geçenler, ünlü devasa ekranlarda bir geri sayım görünce şaşırdı. Sonrasında ise karanlık ve Ruh Emiciler tarafından sarıldılar. Karanlık yükseldikçe görüntü çok daha göze çarpan bir şekilde Karanlık İşaret’e dönüştü. İşaret, dünyaya Harry Potter’ın savaşının devam ettiğini ilan etti…

Times Meydanı Lanetli Çocuk için yeni bir sayfa açtı. Oyun ilk kez Londra’da 2016’da oynanmıştı ve dünya çapında birçok yerde siz daha ’Accio!’ diyemeden perde araladı. J.K. Rowling’in, tiyatro yazarı Jack Thorne ve yönetmen John Tiffany ile birlikte yazdığı, sekizinci resmi Harry Potter hikâyesi, izleyicileri muhteşem sahne şovları ve hikâye anlatımıyla büyülemeye devam ediyor. Altı adet Tony Ödülü aldığı yer olan New York’ta ve ayrıca Melbourne ile daha fazla yerde hikâyesini sürdürüyor.

Yeni poster ve logo, Lanetli Çocuk’un dünya çapındaki izleyicileri heyecanlandırmaya devam etmesini kutluyor.

Harry Potter ve Lanetli Çocuk’un yapımcıları olan Sonia Friedman ve Colin Callender şöyle açıklıyor:

‘Sağ Kalan Çocuk Hâlâ Hayatta’

J.K. Rowling’in sekizinci hikâyesini sahnede anlatmayı seçmesinden gurur duyuyoruz. Ömür boyu Harry Potter kitaplarını okuyacak olan bir nesil yaratmasının yanı sıra, Harry Potter ve Lanetli Çocuk da aynısını tiyatro için yapıyor. Bütün yaş gruplarında, dünya çapındaki izleyicilerin yarısı ilk defa tiyatroya bu oyun için geliyor.

Dünyanın her yerinden izleyicilerin favori karakterlerini görmek için ’Hogwarts’a geri dönmeleri’ni görmek çok etkileyici. Böyle bir toplulukla birlikte bir tiyatroda olmak ve büyünün gerçek zamanlı olarak gözlerinizin önünde gerçekleşmesini izlemek eşsiz bir deneyim. Sağ Kalan Çocuk hâlâ hayatta ve hikâye dünya çapında sahneleniyor çünkü J.K. Rowling’in de dediği gibi ’Bazen karanlık, en beklenmedik yerlerden gelir.’

Lanetli Çocuk yeni tasarım

Aslında, Hogwarts’ın hareket eden merdivenleri gibi Harry Potter ve Lanetli Çocuk konsepti de dünyanın dört bir yanından hayranları şaşırtıyor. Prodüksiyon yakında San Francisco, Toronto ve Hamburg’a gidecek. Daha sonrasında ise ilk kez İngilizce olmayan bir dilde sahnelenecek.

Yepyeni Bir Sahne Arkası Kitabı Yolda!

Bu size yeterli gelmediyse, yepyeni bir sahne arkası kitabı Harry Potter ve Lanetli Çocuk: Yolculuk, Harry Potter’ı sahneye çıkaran uzun yolculuğun ayrıntılarını anlatan kitap bu yıl içinde yayımlanacak. Hikâye hayranlar için oyun hakkında fantastik bir kapı aralayacak. J.K. Rowling ve tiyatro dünyasının en becerikli isimlerinin Harry Potter büyüsüne hayat vermek için nasıl bir araya geldiğini gözler önüne serecek.

Lanetli Çocuk yeni tasarım

Ayrıca sadık hayranlara özel bir teşekkür olarak, Lanetli Çocuk dünyadan 934 (anladınız mı?) şanslı insanı, şovu izlemeleri için misafir edecek. Fakat biliyorsunuz ki hızlı davranmak gerek. Siteye buradan ulaşarak istediğiniz lokasyonu seçebilirsiniz. Eğer şanslı 934 kişi içinde değilseniz endişe etmeyin çünkü Londra, New York, San Fransisco, Melbourne ve Hamburg için biletler hâlâ satışta – Toronto ile ilgili bilgi daha sonra gelecek.

Zaman geçtikçe gösterinin bizlere neler göstereceğine şahit olmak için tetikte kalın. Ayrıca herhangi bir yerde karşınıza Karanlık İşaret çıkabilir…

Sizler Lanetli Çocuk hakkında neler düşünüyorsunuz? Yapılan bu sürpriz sizler için ne ifade ediyor? Yeni kitap işine ne diyorsunuz?

Yorumlarınızı Kayıp Rıhtım Forum’da bizlerle paylaşmayı unutmayın!

* * *

* Harry Potter ve Lanetli Çocuk Tiyatro Oyununu İzledik!

* Harry Potter ve Lanetli Çocuk Hikâyesinin Tamamı

The post J.K. Rowling’in Aylar Sonra Yaptığı Gizemli Paylaşımın Sırrı Çözüldü: Harry Potter ve Lanetli Çocuk Sürprizi appeared first on Fantastik Canavarlar.

Harry Potter Kitaplarından Sonra Luna Lovegood’a Ne Oldu?

$
0
0

Luna’yı alışık olmadığımız, biraz da deli hareketleriyle tanıyoruz. Fakat bu değişik karakter seviliyor ve Harry’ye zor zamanlarında yardım ediyordu. Fakat Harry Potter ve arkadaşlarının hikâyesi sona erdiğinde, Luna Lovegood karakterine ne oldu? Nasıl bir yaşam sürdü ve hayatına nasıl devam etti?

Luna’nın Harry Potter kitaplarından sonraki yaşamını sizler için Türkçeye çeviriyoruz.

Harry Potter maceralarından sonra Luna Lovegood’a neler oldu? Aktris Evanna Lynch, beşinci kitap olan Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı’nda bu karaktere yaşam vermişti. Harry Potter sona erdiği zaman, J.K. Rowling Luna’nın kaderi hakkında birkaç şey açıklamıştı.

Harry Potter serisinin ortalarına doğru ancak ortaya çıkabilen bir karakter olmasına rağmen, Luna değişik tavırlarıyla anında hayranlara sahip oldu. Eksantrik davranışları yüzünden Hogwarts’taki sınıf arkadaşları tarafından sık sık dalga geçilen biriydi. Fakat yine de onu kendisi gibi olmaktan vazgeçirebilecek hiçbir şey olmadı. Luna ayrıca Harry, Lord Voldemort’un döndüğü konusunda etrafındakileri uyarmaya başladığında ona destek çıkan ilk kişilerden biriydi.

Luna’nın Harry ile olan arkadaşlığı Hogwarts yıllarının kalan kısmını büyük ölçüde etkilemişti. Harry, Ron ve Hermione tarafından gizlice kurulan, Karanlık Sanatlara Karşı Savunma konusunda düzgün eğitimler verilen Dumbledore’un Ordusu’na davet edilmişti. Luna grubun en göze çarpan üyelerinden biri olmuştu ve Ölüm Yiyenlere karşı birçok savaşta yer aldı. Sonraki zamanlarda kaçırıldı ve Dobby ile arkadaşları onu kurtarmadan önce Malfoy Malikanesi’nde tutsak kaldı. Hogwarts Savaşı’na gözünü kırpmadan girdi. Ölüm Yiyenlerle savaşırkan çok cesurdu, özellikle Hermione ve Ginny ile birlikte Bellatrix Lestrange’ı alt etti.

Harry Potter’ın Tanıştığı En Becerikli ve Zeki İnsanlardan Biriydi

Harry Potter ve Ölüm Yadigarları’nı takip eden yıllarda Luna ünlü bir büyüzoolog oldu. Dünyayı dolaşarak garip yeni yaratıkları bulma umuduyla her yeri gezdi. Birçok büyülü canavarı keşfetti fakat babasıyla birlikte yıllarını harcadığı Buruşuk Boynuzlu Hırgür’ü bulmayı başaramadı. Sonrasında ise iş arkadaşı bir Büyüzoolog ile evlendi. Bu büyüzoolog, Newt Scamander’ın torunu olan Rolf Scamander idi. Düğünlerinde Luna gökkuşaklarıyla bezenmiş bir elbise giydi ve tek boynuzlu at boynuzlarıyla süslenmiş bir taç taktı. Luna ve Rolf ikiz erkek çocuklara sahip oldu, Loran ve Lysander.

Luna yetişkinlik zamanlarında, arkadaşları Harry, Ron ve Hermione ile yakın kaldı. Harry’nin kızının adını Lily Luna Potter koymasına bakılacak olursa, Harry üzerinde etkisi büyük olmuştu. İkinci ismi “sevgili arkadaşı” Luna Lovegood namına konulmuştu. İkinci Büyücülük Savaşı’ndaki desteği ve cesareti, Harry için çok büyük anlam taşıyordu. Ayrıca Harry’nin tanıştığı en becerikli ve zeki insanlardan biri Luna’ydı.

Harry Potter Luna Lovegood

Rowling’e göre, Luna ve Rolf 2014 Quidditch Dünya Kupası’na katılmış. Dumbledore’un Ordusu’na mensup birçok diğer üye de bu kupaya katılmış ve VIP bölmelerinde onurlandırılmışlar. Luna’nın özünü kaybetmediğini duymaktan memnun olduk. Çünkü Kupa sırasında Luna, on altı takımın bayraklarıyla donatılmış bir elbise giymiş. Fakat maalesef kocasının önerisiyle, nam salmış olan özel etkinlik şapkalarından birini giymemiş.

Sizler Luna hakkında neler düşünüyorsunuz? 19 yıl sonra Luna nerede olabilirdi? Bizlerle paylaşmayı unutmayın!

* * *

* Harry Potter Kitaplarından Sonra Neville Longbottom’a Ne Oldu?

* Harry Potter Kitaplarından Öğrendiğimiz 8 Önemli Ders

The post Harry Potter Kitaplarından Sonra Luna Lovegood’a Ne Oldu? appeared first on Fantastik Canavarlar.

Karanlık Prens –İçimdeki Karanlık #16: Karargâh’ta [Kısım 1]

$
0
0

Karanlık Prens - İçimdeki Karanlık #16: Karargâh'ta [Kısım 1]

GİRİŞ İÇİN TIKLAYIN.

14. BÖLÜM

15. BÖLÜM [Kısım 1]

15. BÖLÜM [Kısım 2]


Lord Voldemort’un o karanlık gece, Harry Potter‘ı kaçırıp öldüremeyince kendi oğlu gibi büyütmeye karar verdiği alternatif bir hayran hikâyesine ne dersiniz?
Karanlık Prens” serisini, Safina Mazhar‘ın kaleminden ve yazarın gözden geçirdiği yeni versiyon üzerinden taze bir çeviriyle sizlerle buluşturuyoruz. Karşınızda İçimdeki Karanlık cildinin on altıncı bölümü!

bölüm 16

Karargâh’ta

[Kısım 1]

James ve Harry, misafir odasının zeminine gümbürtüyle acı verici bir şekilde düştüler; öyle ki, düşüş her ikisinin de nefesini kesmişti. James, tek bir saniye bile ziyan etmeden, elleri ve dizleri üzerinde doğrularak aklını tek bir şeye odakladı; Harry’ye.

Onu, yüz üstü yatmış, zor bela nefes alırken buldu. Harry o haldeyken bile, ayağa kalkabilmek için kendini döndürmeye çalışıyordu. James ayağa kalkmasına fırsat vermedi; Harry’yi, cüppesinin yakasından kavradığı gibi, yüz yüze gelmek için sertçe kendine çekti.

“Ne halt ettiğini sanıyorsun?” diye bağırdı Harry’ye. “Geri dönmeye mi çalışıyordun? Ona dönmeye mi?” Az daha oğlunu yeniden kaybedecek olmanın korkusu James’i ele geçirmiş ve panikle kendini kaybetmesine neden olmuştu. “Ne yaptığının farkında mısın?” diye devam etti James, Harry’yi sertçe sarsarak. “Bitti her şey! Sana bir şans daha vermeyecekler! Kaçmaya çalıştın, her şey bitti! Az önce ölüm fermanını imzaladın!” diye gürledi. Artık bir duruşma olmayacağı gerçeği, yeni yeni aklına dank ediyordu. Bakanlık, Harry’ye ikinci bir şans vermeyecekti; özellikle de kaçmaya çalıştıktan sonra. Harry, duruşmaya çıkarılmadan cezaya çarptırılacaktı ve onun için düşünülen tek bir ceza vardı: Ruh Emici Öpücüğü.

James, oğlunun ölüden farksız olduğunu anlayınca içi parçalanarak kendine geldi. Bir elini Harry’nin cüppesinden çekip, çok üzgün ya da kızgın olduğu zamanlarda yaptığı gibi, elini saçından geçirmek istedi. James, elini, saçına götürmek için kaldırdığı anda Harry irkildi ve gözlerini kapatıp kendini geriye doğru itti. Refleks olarak ellerinden birini, yüzünü korumak için yukarı kaldırmıştı.

Harry’nin tepkisine şaşıran James duraksadı.

‘Ona vuracağımı zannetti!’ diye düşündü.

James, Harry’nin ona vuracağını zannetmesine yol açacak kadar sert davrandığını o anda fark etmişti. Başını eğip baktığında, hâlâ Harry’nin yakasını tutmakta olduğunu gördü. Az önce Harry’ye bağırıp çağırmakla kalmamış, onu şiddetle sarsmıştı. Oğlunun incinmiş gözlerine baktı ve gözlerinin, ona gelecek bir darbenin beklentisiyle tetikte olduğunu fark etti. James, Harry’yi tamamen bırakarak ondan uzaklaştı. Hem fiziksel hem de duygusal olarak tükenmişti ve Harry’ye zarar verme amacının olmadığını göstermenin tek yolu, ondan uzaklaşmaktı.

Harry geriye doğru düştü; derin derin nefes alıp veriyordu. Orada, öylece, yenilgiye uğramış bir halde acı içinde yatıyordu. Gözlerini kapatıp sakinleşmek için derin derin nefesler aldı. Ellerinden birisi yan tarafına, kaburgasının altına doğru uzandı ve oraya bastırdığında acı içinde inlememeye çalıştı.

James tam Harry’ye doğru yeltenmişti ki, bir anda odada Anahtar’la gelen Yoldaşlık üyeleri belirdi. Moody, Kingsley, Tonks ve Sturgis’in odada belirmesiyle James durup başını kaldırdı. Moody James’in acı dolu gözlerine kısa bir süre baktıktan sonra, tüm dikkatini çocuğa yöneltti. Kingley ile Sturgis’e eliyle işaret etmesiyle üç Yoldaşlık üyesi Harry’ye doğru yaklaştı. Tonks ise, yaralanıp yaralanmadığını kontrol etmek için aceleyle James’e doğru koşmuştu. Fakat James onu fark etmedi bile; gözleri Harry’ye kitlenmişti.

Kingsley ve Sturgis Harry’yi kollarından tutup ayağa kaldırdılar. Harry, ayağa kaldırılırken, bastırmaya çalıştığı acı dolu inlemesine engel olamadı. Moody, Harry’nin önüne geçip durdu. Yüzü yara izleriyle dolu Seherbaz’ın ağzından tek bir kelime çıkmadı, ama boğumlu elleriyle Harry’nin üzerini arıyor, Ferguson’ın cüppesinin ceplerini yokluyordu. Ceplerinden, Ferguson’ın çalınmış asasını ve Harry’nin silahlarından geriye kalanları çıkardı.

Harry, onu tutan iki Seherbaz olmasa, ayakta durmayı pek başaramazdı; ama yine de Moody’ye ters ters bakmaktan da, elleriyle Seherbaz’lardan kurtulmak için boşuna cebelleşmekten de, içgüdüsel olarak, Moody’nin silahlarını almasını engellemeye çalışmaktan da geri kalmıyordu. Moody gizlenmiş silah var mı diye vücuduna dokunurken, Harry dişlerini sıktı. Başka silah kalmadığına emin olunca, Moody bir adım geri attı ve çocuğa nefretle dik dik baktı.

“Onu yukarı götürün,” diye talimat verdi.

Kingsley ve Sturgis, Harry’yi odadan sürükleyerek çıkarıp yukarı kata götürdüler. Seherbaz’lar onu karanlık merdivenlerden yukarı çıkarırken, Harry’nin karşı çıkacak gücü kalmamıştı. Bir odaya zorla sokulup yere bırakıldı. Nefes alıp verirken canı yanıyordu; acı içine işlerken gözleri karardı. Kafasını çevirdiğinde, iki Seherbaz’ın kapıyı kapattığını belli belirsiz görmüştü; onu odada yalnız bırakmışlardı. Kapının kilitlendiğine işaret eden gürültülü bir klik sesi duyuldu. Yalnız kaldıktan sonra, Harry hiç hareket etmedi. Olduğu yerde yüz üstü yatıp nefes alış verişine odaklandı.

Oturmak için yavaşça ellerine ve dizlerine yüklendi. Yara izi, yavaşça artan bir yoğunlukla karıncalanıp yanmaya başladığında, dizleri üstünde ancak doğrulabilmişti. Harry, bir eli alnında, diğeri de yüzünü yere çarpmamak için ileri atılmış durumda, sızlanarak öne doğru düştü. Yara izindeki ağrı daha önce hiç olmadığı kadar hızlı bir şekilde artmıştı. Nefes almak için çabaladı; fakat ağrı öyle acı vericiydi ki, tek bir nefes almak bile mücadele istiyordu.

Harry acı içinde, yerde büzüldü; dişlerini, çenesini acıtacak kadar sıkıyordu. Gözlerini sımsıkı kapattı ve parmaklarıyla yara izine bastırarak acıyı tüm gücüyle gidermeye ya da bir şekilde, az da olsa, hafifletmeye çalıştı. Yara izinin daha önce hiç bu kadar şiddetli acıdığını hissetmemişti. Ama zaten babasının daha önce hiç bu kadar sinirlendiği de olmamıştı. Oğlunu kurtarma planının başarısız olduğunu öğrenmek, belli ki, onu üzgün olmaktan daha beter bir hale getirmişti.

Burun deliklerine ağır, bakırımsı bir koku geliyor, üst dudağından ağzına doğru akan bir ıslaklık hissediyordu. Acı içinde kıvranan beyni, burnunun kanadığını söylüyordu. Gözlerini açmaya zorladı ve serbest elini dudaklarına götürüp kanla lekelenen parmaklarına baktı. Kanı görünce bir anda panikledi. Burnu daha önce hiç kanamamıştı.

Yarası yanmaya devam ederken, bir yandan da burnu oluk oluk kanamaya başlamıştı. Acı dolu çığlıklarını bastırdı; bir ev dolusu düşmanı, bu en savunmasız anında, başına toplamak istemiyordu.

* * *

Harry odadan sürüklenip çıkarılırken James ayağa kalktı. Tek bir kelime etmeden,  Moody’nin Harry’den aldığı eşyaları masanın üzerine yerleştirmesini izledi. Dürüst olmak gerekirse, James, söyleyecek söz bulamıyordu. Sırf işini yapıyor diye, Moody’ye nasıl sinirlenebilirdi ki? Harry’nin silahlarını almaları gerekiyordu ve onu şimdilik ne olur ne olmaz diye de odaya kilitlemek zorundaydılar. Harry’nin silahlarına el koymaktan ve şimdilik onu kilitli bir odada tutmaktan başka çareleri yoktu.

Moody, James’e döndü ve iki Seherbaz’ın da gözleri birbirine kenetlendi; ancak, ikisi de konuşmadılar. Biraz sonra, Anahtar’la bir avuç Yoldaşlık üyesi daha geldi ve James, gelenlerin içinde Remus ve Sirius’un da olduğunu gördü. James onlara bakarken kafasını iki yana salladı; duyguları onu tekrar ele geçiriyordu.

“Özür dilerim,” diye başladı. “Özür dilerim, birden paniğe kapıldım,” diye açıkladı, iki arkadaşı da aceleyle ona doğru gelirken. “Ben… Ben onun Anahtar’ı kullanacağını fark edince ani bir tepki verdim. Koruma büyüleri yüzünden onunla Cisimlenemezdim… Ne yapacağımı bilmiyordum. Ben de Harry’yi buraya getirdim. Aklıma başka bir yer gelmedi. Voldemort ona burada ulaşamaz.”

“James, sorun değil,” diyerek onu yatıştırmaya çalıştı, Remus.

“Sen doğru olanı yaptın,” diye ekledi Sirius. “Akıllıca bir hareketti.”

“Ve haklısın da,” dedi Remus. “Voldemort ona burada ulaşamaz.”

“Bakanlık’a ulaşabileceğini de kimse düşünmemişti,” diye belirtti Tonks, ürpererek. “Belki de, Harry’yi buraya getirmek, o kadar akıllıca bir hareket değildi.”

James ellerini saçından geçirdi; kalbi göğsünde takla atıyor gibiydi. Tonks’un dediğini duymazlıktan geldi.

“İnanamıyorum, neredeyse kaçıyordu.” James elleriyle yüzünü sıvazladı. “Anahtar-karşıtı alana kıl payı geçiş yapmıştı. Birkaç saniye daha geçseydi Harry gitmiş, gözden kaybolmuş olacaktı ve Voldemort ona bir daha yaklaşamayalım diye elinden geleni yapacaktı.”

“Artık, Harry’ye tekrar yaklaşamayacak tek bir kişi var; o da, Voldemort,” dedi Sirius, güven dolu bir gülümsemeyle. “Onu geri aldık ve ondan umudumuzu kesmeyeceğiz; kimse kesmeyecek.”

Moody Sirius’a baktı; sihirli gözü yuvasında dönüp duruyordu. Sirius ise, gözlerini Seherbaz arkadaşlarına ve Yoldaşlık üyelerine dikmişti. Tüm Yoldaşlık üyeleri arasında, Harry’yi Bakanlık’a teslim etmekten mutluluk duyacak kişi, yalnızca Moody idi.

James, Sirius’un sözleri üzerine, başını iki yana salladı.

“Fudge onu rahat bırakmayacak,” dedi, korku içinde. “Onu geri isteyecek ve bu sefer, bu sefer duruşma falan da olmayacak. Onu Öpücüğe mahkûm edecek!” James, taş kesmiş bakışlarını arkadaşlarına çevirdi. “Şimdi ben Harry’yi nasıl kurtaracağım? Ne yapacağım?”

“Onu Bakanlık’tan uzak tutacaksın.”

James ve geri kalan herkes konuşan kişiye bakmak için kafalarını çevirdi. Dumbledore, sanki tüm konuşma boyunca oradaymış gibi kapıda dikiliyordu. Diğerleri, Dumbledore’un kimseye fark ettirmeden nasıl geldiğini merak ettiler. Herkes gibi, Anahtar’la varmış olsaydı, o da misafir odasına gelmiş olurdu. Dumbledore çoğu kişiyi görmezden gelerek odaya girdi, James’e doğru yürüdü ve bir elini onun omzuna koydu.

“Harry’yi buraya getirerek doğru olanı yaptın. Burada koruma altında olacaktır. Hiç kimse, ne Bakanlık ne de Voldemort, Harry’yi buradan götüremez. O, burada güvende.”

James, Dumbledore’un sözleriyle sonunda rahatlamıştı. Yorgun bir şekilde gülümsedi ve kafasını salladı.

“Bakan’a ne diyeceğiz?” diye sordu James; ses tonundan endişe akıyordu.

“Cornelius’u bana bırak,” dedi Dumbledore, usulca. James’e dönüp tekrar baktığında, genelde sakin bakan ela gözlerinin bu sefer endişe dolu olduğunu fark etti. “Böylesi, Harry için daha iyi oldu. Duruşmada ne yaparsak yapalım, ne mücadele verirsek verelim, Harry’nin sağ çıkamaması yüksek bir olasılıktı. Cornelius çoktan Öpücük’e karar vermişti ve önünde sonunda istediğini elde ederdi. Fakat şimdi, Harry bizimle, güvende ve sağ.” Dumbledore gülümsedi. “Şimdi, Bakan bizim söyleyeceklerimizi dinleyecek.”

* * *

Harry sendeleyerek odasındaki banyoya girdi ve sabit durabilmek için lavaboya tutundu. Aynadaki yansımasından dudağındaki ve çenesindeki korkunç kan lekelerine baktı. Çeşmeyi açıp titreyen ellerini soğuk suyun altına tuttu. Yüzüne su sıçratarak kan lekelerini temizledi. Ardından, ağrıyan yara izine biraz su çarptı. Acı, dayanılabilecek bir dereceye kadar hafiflemişti, ama hâlâ sızlayarak ağrıyordu. Ağrının tamamen geçmesinin birkaç saat süreceğini biliyordu; tabii, babası bu kadar sinirliyken böyle bir şey mümkünse eğer. Harry babasını düşünmemek için kendini zorluyordu; şu an onunla evde olabilir, burada Yoldaşlık tarafından hapsedilip tutsak edilmemiş olabilirdi. Çeşmeyi kapatıp yüzünden sular damlayan yansımasına tekrar baktı; artık temizdi.

Harry, derin bir nefes aldı ve yapmak üzere olduğu şey için kendini hazırladı. Dikkatlice ve yavaş hareketlerle önce cüppesini, sonra da gömleğini çıkardı. Yara bere dolu, kanayan vücuduna aynadan bakarken yüzünü ekşitti.

İlk yakalandığı gün iki kat aşağı düştüğü kazadan kalma yaralar, Nurmengard’da tedavi edilmediği için, hâlâ belli oluyordu. Fakat James Potter’ın ona gönderdiği ne idiği belirsiz büyü yüzünden göğsünde hızla büyüyen daire biçiminde bir morluk oluşmuştu. Büyü, onu öyle bir güçle vurmuştu ki, caddenin karşısındaki mağazanın vitrinine doğru savrulmuştu. Cam vitrinin içine düşmesi, şu an böyle acı içinde olmasının temel sebebiydi. Harry, yan tarafına bakıp ellerini yavaşça kaburgalarının üzerinde gezdirdi. Cam parçaların derisinde daha da derine gömüldüğünü hissedince dudağını ısırdı. Kollarını inceledi ve iki kolunun da dışa bakan kısımlarında ufak ufak kesikler olduğunu gördü. Harry, sırtını aynaya verecek şekilde arkasını dönüp yansımasına göz attı ve sırtında gelişigüzel oluşmuş, çok sayıda kesiğin olduğunu fark etti.

Daha yakından baktığında, bazı kesiklerin içine gömülmüş parlak cam parçalarını neredeyse seçebiliyordu.

Harry yüzünü aynaya döndü ve bir an için öylece durarak kendini hazırladı. Bu canını yakacaktı, hem de fazlasıyla!

Harry yere attığı cüppesini aldı ve cebine uzanarak pencerenin yanındaki masadan aldığı tüy kalemi çıkardı. Kilitlendiği odada işe yarayacak tek şey olarak bunu bulmuştu. Eski tüy kalemi elinde tutup gözlerini kapattı ve olabildiğince rahatlamaya çalıştı. Tüy kalem bir anda biçim değiştirip düz uçlu bir cımbıza dönüştü. Harry banyonun kapısındaki askılıkta duran havluyu aldı ve daha kalın ve kısa olsun diye ikiye katladı.

Harry, etrafının, onu asla iyileştirmeyecek ya da yardım etmeyecek düşmanlarla çevrili olduğunu düşünüyor ve kendini yapayalnız hissediyordu. Derin bir nefes aldıktan sonra havluyu ısırdı ve yan tarafına uzanıp kaburgalarının hemen altında bulunan gömülmüş cam parçalarını çekmeye başladı. Cımbızın ucuyla çekilen ilk cam parçası kolaylıkla çıkmıştı. Harry kanlı cam parçasını lavaboya bırakıp kesik kesik nefes aldı.

Cam parçalarını yan tarafından, kollarından ve hatta sırtından tek tek çıkarmaya devam etti; havlu, çığlıklarını bastırmakta etkiliydi.

* * *

Grimmauld Meydan’ı 12 Numara’daki şömine yeşile döndü ve Lily hızla odaya girdi. Masanın etrafında toplanmış kalabalık arasında, kocasının yorgun görünen yüzünü seçip aceleyle ona doğru ilerledi. James, Lily’yi görünce ayağa kalktı.

“Tanrı’ya şükür, bir şeyin yok!” dedi, James’e sıkıca sarılırken. “Eve gelmeni beklerken endişeden deliye döndüm.”

“Biliyorum, özür dilerim,” diye cevap verdi James. Lily’ye, Harry’yle birlikte eve geleceğini söylediğini tamamen unutmuştu. “İşler çığırından çıktı.”

Lily’ye, o gittikten sonra Bakanlık’ta neler yaşandığını anlattı. James, Harry’nin az daha Anahtar’la Voldemort’a gideceği o anların detaylarını anlatırken, Lily masaya oturmuş, olanları dehşetle dinliyordu.

“Merlin!” diye soludu. “O orada mıydı?” diye sordu, Voldemort’u ima ederek. Zümrüt yeşili gözleri, odayı telaş içinde tarıyordu. “Harry nerede? O iyi mi?” diye sordu.

“Yukarıda,” diye cevapladı James. “Kingsley ve Sturgis, onu yukarı kattaki odalardan birine götürdüler.” Lily’nin gözleri kapıya odaklandı, ama James ayağa kalkmasını engellemek için onun elini tutmuştu. “Gitme Lily… ona birazcık zaman ver… sakinleşsin.” dedi James zorlukla. “Şu an kimseyle konuşmak istemeyecektir.”

Lily cevap vermedi ama yerinden de kalkmadı. Oğlunu görmeyi umutsuzca istiyordu, ama James’in haklı olduğunu da biliyordu. Muhtemelen kimseyi görmek, kimseyle konuşmak istemeyecek kadar sinirliydi; onunla bile.

“Şimdi ne olacak?” diye sordu kocasına. “Harry’yi kast ediyorum.”

James bakışlarını Dumbledore’a çevirdi; yarınların oğluna ne getireceğini kendisi de bilmiyordu. Dumbledore ise, bir an için konuşmayıp Lily’ye baktı.

“Bu akşam Cornelius’la konuşacağım. Görünüşe göre, Harry’nin Yoldaşlık’ta olduğunu henüz bilmiyor. Muhtemelen Harry’nin Voldemort’a döndüğünü düşünüyordur,” diye açıkladı Dumbledore. “Durumun öyle olmadığını öğrenince eminim rahatlayacaktır. Eğer Voldemort Harry’yi götürmekte başarılı olsaydı, Cornelius’un kendisi için çok şey ifade eden ünü sonsuza dek mahvolacaktı.” Mavi gözleri eskisi gibi ışıldıyordu. “Harry’nin burada kalması için, Bakan’ın kolay ikna olacağını düşünüyorum. O da, Voldemort tarafından saldırıya uğrama ihtimali sebebiyle, Harry’yi hapishaneye taşımaktan korkacaktır. Harry’yi, Yoldaşlık’ın karargâhında tutmanın daha güvenli olacağını söylediğimde, Fudge’ın sözümü dinleyeceğine eminim. Sır Tutucusu ben olduğum sürece, Voldemort karargâha saldıramaz.”

“Bilemiyorum Albus,” dedi Minerva, endişe içinde. “Bakan, bir risk daha almak istemeyebilir. Onu yok etmek için, senden çocuğu teslim etmeni isteyebilir.”

“Öyle yapmayacak,” diye temin etti Dumbledore, iki Potter’ın da gözlerinde oluşan paniği görünce. “Fudge, Harry’ye zarar vermekten çok korkacaktır. Özellikle de, Voldemort’un istediği zaman ona ulaşabildiğini gördükten sonra.” Dumbledore, James ve Lily’ye baktı. “Harry, seçilmiş kişi,” diyerek fikrini tekrar vurguladı. “Sağ kalmış olması, bunun bir kanıtı. Voldemort, Harry’nin kaderinde kendisini yok etmek olduğunu biliyor ve buna rağmen çocuğu öldürmedi. Kanıtı kendi gözlerinizle görmemiş olsaydınız, sizler buna inanır mıydınız?” Bakışları, masada oturan Yoldaşlık üyelerinde gezindi.

“Anlamıyorum,” dedi Tonks. “Yani, Harry’ye zarar vermemiş olmasından dolayı mutluyum, ama nedenini anlamıyorum. Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen Harry’nin yaşamasına neden izin verdi?”

“Gayet açık,” diye açıkladı Remus. “Harry’yi öldürebilirdi; ama öldürseydi, bir yaşında bir bebeğin kendisine tehdit oluşturduğunu kabul etmiş olurdu. Harry insanların gözünde bir şehit olurken, Voldemort küçük düşürülmüş olurdu; çünkü bir Karanlık Lord’un, gece yarısı bir bebeği kaçırması ve sırf ileride kendisini yok etmesinden korktuğu için onu öldürmesi utanç verici olurdu.” Remus kafasını iki yana salladı. “Hayır, böyle bir şey Voldemort gibi biri için kabul edilemez. Kehanet’in doğruluğuna inandı, ama bunu kullanıp durumu kendi lehine çevirdi. Harry’yi, kaderinde onu yok etmek olan birisini, kendi koruyucusu, kalkanı yaptı.”

“Voldemort’un bundan nasıl keyif aldığını görebiliyorum,” dedi Sirius, nefret dolu bir sesle. “Onu öldürmesi gereken çocuk, kendi emirleri üzerine birilerini öldürüyor.”

Lily kafasını çevirdi, oğlunun neye dönüştüğünü hatırlayınca bir anda kalbi parçalanmıştı; o bir katildi.

“Fudge, Harry’nin kaderini kabul etmek zorunda,” diye devam etti Dumbledore. “Eğer kabul etmezse…” Dumbledore derin bir nefes aldı. “Söylediğim gibi, Harry’yi buradan kimse götüremeyecek. Ne Voldemort, ne onun Ölüm Yiyenler’i, ne de Sihir Bakanı’nın kendisi.”

* * *

Harry, banyodan zorlukla çıkabildi. Midesi bulanmış ve gözü kararmıştı. Kendini yatağa atmayı başardı ve oturup baş dönmesini geçirmeye çalıştı. Nefesine odaklanarak birkaç dakika dinlendi; derin derin nefes alıp veriyordu. Tek yapabildiği, çektiği acıyı düşünmeme gayretiydi. Yanlarında, kollarında ve omuzlarında bulunan cam parçalarını temizlemeyi başarmıştı, ama hâlâ sırtında gömülmüş, daha çok sayıda cam parçası vardı. O tarafa ulaşamadığı için temizleme işinden vazgeçmesi gerekmişti. Seherbaz Ferguson’ın cüppesini şerit halinde yırtarak en kötü kesilen bölgelerdeki kanamayı durdurmak için kullanmıştı. Fakat yan tarafındaki kesik, Harry’yi endişelendirecek kadar fazla kanıyordu. Onun dışındaki çoğu kesikte bir sorun yoktu.

Harry kafasını kaldırıp etrafına baktı; net görebildiğini fark edince içi rahatlamıştı. Pek eşyası bulunmayan odayı inceledi; köşede çift kapılı bir giysi dolabı, üzerinde oturduğu dört direkli bir yatak, bir komodin ve pencerenin önünde duran ufak bir masayla sandalye vardı; başka bir şey yoktu.  Harry’nin gözü, cımbıza çevirdiği tüy kalemi bulduğu masaya takıldı. Kendini ayağa kalkmaya zorladı. Masaya doğru yürüdü ve pencereden dışarı bakmak için eğildi. Hiç kimsenin olmadığı caddeye baktı. Görünürde bir kedi ya da köpek bile yoktu. Harry, caddenin görünüşünden ve sıra sıra park edilmiş arabalardan Muggle dünyasında olduklarını anladı.

Masaya tırmanıp zar zor camı kaldırarak pencereyi açtı. Pencere, yıllardır açılmamış gibiydi. Gıcırdayan pencere çok ses çıkarıyordu, ama Harry yine de camı ittirmeye devam etti. Birinci kattaydı, o yüzden sesin zemin kattan duyulacağını sanmıyordu.

Penceredeki boşluk, Harry’nin tırmanabileceği kadar genişti. Yavaşça ve olabildiğince dikkatlice, pencerenin pervazına çıktı; dışarıya doğru kaymasıyla birlikte, yaralı ve kanayan vücudu isyan noktasına geldi. Harry dudaklarını ısırdı, ama pencere pervazına çıkmayı başarmıştı.

O kadar da yüksekte değildi; atlayacak olsaydı, en az hasarla yere inmiş olurdu. Harry, yüksekliği kafasında ölçtü, gözlerini kapattı ve atladı. Ayakları yere değdi ve gözlerini açtı; penceresinden atladığı aynı odada olduğunu fark edince gözleri dehşetle büyüdü. Köşedeki dolap, –kendi kanıyla lekeli–dört direkli yatak, komodin ve pencerenin yanındaki masa ile sandalye olduğu yerde duruyordu. Harry masayı geçip pencereye doğru baktı. Gözlerinin önünde, yine, o aynı hiç kimsenin olmadığı cadde duruyordu.

Harry, küfrederek pencerenin önünden çekildi. Bu bir büyüydü. Bu odada mahsur kalmıştı ve tek çıkışı ise, kilitli kapıdan geçiyordu. Kapıyı asasız bir büyüyle açabileceğini biliyordu; ancak, bunu yaparsa, kim bilir kaç tane Yoldaşlık üyesiyle burun buruna gelirdi. Harry hepsiyle birden savaşamazdı, özellikle de, neredeyse kanamadan ölmek üzere olan bu asasız haliyle.

Geri dönüp yatağa çöktü; ağrıyan sırtını korumak için yüz üstü yatağa uzandı. Gözlerini kapattı ve farkına bile varmadan bayılmıştı.

* * *

James, kapıyı bir kez tıklatıp bekledi. Cevap veren olmamıştı. Kapının kilitli olduğunu fark edince ise kendi kendine söylenmeye başladı. İçeride kilitli olan biri, tabii ki seni içeri davet edemez!’ diye düşünerek kendini azarladı.

Asasını çıkarıp kapının kilidini açtı. Yanı başındaki Lily’nin ise, eli çoktan kapı kolundaydı ve kapıyı açmaya yelteniyordu.

“Lily, bekle,” diye başladı James, elini Lily’ninkine koyarken. “İlk önce ben gireyim.”

Yeşil gözler kısıldı.

“Neden?” diye sordu Lily.

“İyi olduğundan emin olmak istiyorum sadece, anlarsın ya, saldırmasın falan diye,” diye kekeledi James.

“James, ben onun annesiyim,” diye karşılık verdi Lily. “Üstesinden gelebilirim. Bana sert davranacağını biliyorum; muhtemelen kafası karışık, kızgın ve korkmuş durumda.” Ağırlığını öteki ayağına verdi; oğlunun bu kadar yıpranmış olmasına canı çok sıkılıyordu. “Düşmanın biz olmadığımızı ve şu anki durumun aksine, burada tutsak olmadığını ona göstermemiz gerek.”

James somurttu.

“Onu özgür iradesi dışında tuttuğumuzu düşünecek olursak, bu biraz zor.”

“O zaman, burada bizimle kalmayı istemesi için fikrini değiştirmemiz gerekecek,” dedi Lily.

James başıyla onayladı ve kapıya tekrar baktı.

“Yine de, ben onu kontrol ederken sen burada bekle, olur mu?”

Lily memnun görünmüyordu, ama yine de onaylarcasına kafasını salladı.

“Tamam, acele et!”

James kapıyı açtı ve içeri bir bakış attı. Harry’yi yatakta uyurken gördü. Kalbinin göğsünde hızla attığını hissetti.

James, yatağın yanında durdu. Gözlerini dikmiş, Harry’nin ne kadar huzurlu ve sakin göründüğünü düşünüyordu. Harry, aynı bebekken yaptığı gibi, karnının üstüne yatmıştı. James yere çömeldi ve elini, Harry’nin saçına hafifçe dokunmak için kaldırdı. Oğlunun canice öldürüldüğüne inandığı neredeyse koca bir on beş yılın ardından, şimdi tekrar yanında olması inanılmaz bir duyguydu. James’in parmakları Harry’nin siyah saçlarına dokunmaya yeltenirken, Harry’nin gözleri aniden açıldı.

James, zümrüt yeşili gözlerdeki paniği fark edince donakaldı. Harry, saniyeler içinde yatağın diğer tarafına yuvarlanıp yataktan sıçramıştı. Yatağı kendisine bariyer olarak kullanarak yatağın arkasına çömeldi. Bir eliyle yan tarafını kavramış, gözlerini de James’e sabitlemişti; zar zor nefes alıyordu. Diğer elini havaya kaldırdı; James, bir sandalyenin odanın öteki tarafından uçarak kendisine doğru geldiğini fark etti.

James harekete geçerek, kendisini, asasız büyüyle çağrılmış sandalyenin yolundan çekti. Sandalye duvara çarptı ve yere düşüp kırıldı.

“Hey! Harry!” diye bağırdı James, iki elini de havaya kaldırarak. “Sakin ol. Sana zarar vermeyeceğim.”

Harry’nin gözleri öfkeyle kısıldı. Elini tekrar kaldırdı ve masa Seherbaz’a doğru hızla yol aldı. Bu sefer James, yeterince hızlı hareket edemedi ve masa James’e çarparak onu acı verici bir şekilde yere serdi.

Lily, kocasının yere düştüğünü görünce çığlık attı. Asasını hızla çıkardı, ama oğluna büyü yollayıp yollamamakta kararsızdı. Harry’nin elinin tekrar havaya kalktığını gördü ve bu sefer, elbise dolabı havalandı; dolap, James’e doğru yol almak üzereydi.

“Harry! Hayır!” Lily odanın karşısına doğru koştu ve James’in önünde durdu. James de, kendisini yerden kaldırıyordu.

Harry Lily’nin çığlığını duyunca ona döndü; havada süzülen dolabı kontrol eden eli titredi. Lily’ye bakıyordu, ama ifadesini anlamak imkânsızdı. Birdenbire yüzü öfkeyle gölgelendi ve hem Lily’yi hem de James’i hedef alarak elini çevirdi. Dolap onlara doğru uçarken her ikisi de dolabın yolundan çekildi ve dolap dehşet bir gürültüyle duvara çarptı.

James de Lily de ellerinde tuttukları asaları hedefe doğrulttular, ama oğullarına saldırmakta tereddüt ediyorlardı. Her ikisi de, Harry’nin neden böyle saldırgan davrandığını anlayabiliyordu; Harry korkulu ve endişeliydi. Harry’nin onlara saldırmasını sağlayan öfkeyi körüklemek yerine, onu sakinleştirmek zorundaydılar.

“Harry, lütfen, biraz dur ve bizi dinle…” diye onu sakinleştirmeyi denedi Lily, ama Harry çoktan yatağı hedef almıştı.

Yatak havalandı; yerden birkaç santim yukarda süzülüyordu. Fakat Harry, yatağı onların üzerine gönderemeden bir iki adım geriye sendeledi; yüzü bembeyaz kesilmişti. Yüzünde acı çektiğini gösteren bir ifade belirdi; iki eliyle birden yan tarafını kavrayarak iki büklüm oldu. Yatak, gürültüyle yere çakıldı. Harry de, acı içinde inleyerek düşmüştü.

“Harry? Harry?” Lily de James de kırılmış mobilyaların arasından geçerek Harry’ye doğru koştular.

Harry, yan tarafını sıkı sıkı tutuyor, zar zor nefes alıyordu. Ona ilk ulaşan James oldu; Lily de hemen arkasındaydı. James, sorunun ne olduğunu anlamaya çalıştı; elini Harry’nin sırtına dokundurduğu an, Harry James’in dokunuşu onu yakmış gibi acıyla geri çekildi. Harry, kendini onlardan uzaklaştırdı; yüzü öfke ve acıyla büzülmüştü. Sırtını duvara doğru verdi.

“Harry…?” James tekrar ona yaklaşmaya, dokunmaya çalıştı.

“Yapma!” diye tısladı Harry; bakışları nefret doluydu. “Sakın bana dokunma!”

James, elleri Harry’ye doğru uzanmış bir halde kalakaldı. Gözleriyle, Harry’nin yüzünü, ardından ise iki eliyle bastırdığı yan tarafını inceledi. İşte, o anda, Harry’nin siyah tişörtündeki koyu lekeyi ve ellerine bulaşmış kıpkırmızı kanı gördü.

“Yaralanmışsın!” diye haykırdı James, kalbi korkuyla hoplarken.

Lily de görmüş, daha da yakınına gelmişti; titreyen elleri, Harry’ye uzanmaya çalışıyordu.

“Harry?”

“Bana dokunmayın, dedim!” diye tekrarladı Harry; sesi acıdan boğuk boğuk çıkıyordu.

“Harry, lütfen, kanaman var,” dedi Lily, daha da yaklaşarak. “Lütfen, izin ver de sana yardım edelim.”

Harry acı dolu gözlerle ona baktı ve Lily o gözlerin tekrar öfkeye dönüşünü izledi.

“Sizin… yardımınıza… ihtiyacım… yok!” diye tısladı Harry; yüzü giderek renk kaybediyordu.

“Harry!” James tekrar ona dokunmaya çalıştı.

Bir çıtırtı sesinin ardından görünmez bir patlama oldu. Birkaç saniye sonra, James ve Lily geriye savrularak gürültüyle yere çakılmışlardı. Sırtını duvara vermiş, onlara bakan Harry’yi görmek için yerlerinde doğruldular. Etraflarında uçuşan birkaç kıvılcım, onları uzak durmaları konusunda uyarıyordu.

Odanın kapısı açıldı; asaları havada ve hazır bir şekilde, birkaç Yoldaşlık üyesi hızla içeri girdi. Sirius ile birlikte Kingsley, Remus ve Moody de gelmişti. Kırılmış mobilyalarla dolu, darmadağın olmuş odaya dehşetle baktılar. Üç Potter’ın da odanın köşesinde olduğunu görüp aceleyle onlara doğru ilerlediler.

“James! İyi misiniz?” diye sordu Sirius. “Gürültüleri duyduk ve… biz…” derken bir anda sesi kısıldı; Harry’yi yüzü terden sırılsıklam, yüz ifadesi acı dolu ve elleri yan tarafını kavramış halde görmüştü. “Harry? Ne oldu?” diye sordu; ellerindeki kan lekesini görünce midesi kasılmıştı.

“Yaralanmış,” dedi Remus, James’in yanına çömelirken. Kurtadam duyuları, daha Harry’yi görmeden kan kokusunu almıştı.

“Kanamayı durdurmak için bir şeyler getireyim,” dedi Sirius, havlu almak için banyoya koşarken.

Harry’nin bayılmasına ramak kalmıştı, ama bilincini açık tutmak için mücadele veriyordu; etrafı düşmanlarla sarılıyken tetikte olmalıydı.

Remus, neyin bu kadar kanamaya sebep olduğunu görmek için Harry’nin ellerini yan kısmından çekmeye çalıştı. Bunun üzerine, etraflarında bulunan büyülü kıvılcımlar yeniden canlanmıştı ve kurtadamı neredeyse yakacaktı.

Kingsley ve Moody kapıya yakın duruyorlardı; bakışları, kanaması olan çocuk ile kırılmış mobilyalar ve endişeli görünen iki karı koca arasında gidip geliyordu.

Sirius’un banyodan gelen bağırışları duyuldu.

“James! James, buraya gel!”

James aceleyle ayağa kalkıp banyoya koştu.

“Ne oldu?” diye sordu.

Sirius elinde bir havlu tutuyordu, ama bakışları şok olmuş bir şekilde lavaboya kenetlenmişti. James, Sirius’un bakışlarını takip etti ve lavaboda kan lekeli, birden çok cam parçası olduğunu gördü. Görüntünün karşısında James’in nefesi kesildi.

“Aman Tanrım!” diye bağırdı, lavaboya yaklaşırken. Bakışları, aynanın altında duran ufak cımbızı fark etti. “Aman Tanrım!” diye inledi, Harry’nin ne yapmak zorunda kaldığını fark edince.

“Anlamıyorum,” diyerek kafasını iki yana salladı Sirius. “Bu nasıl oldu?”

James lavabonun kenarına tutunup gözlerini kapattı; midesi bulanıyordu.

“Ben yaptım,” diye itiraf etti. “Ben yanlışlıkla onu vurdum ve o da cam vitrinin üzerine düştü.” James, suçlu hissetmeye başlayarak kafasını iki yana salladı. “Benim yüzümden yaralandı.” Harry’ye doğru bakıp, ‘Bana bir şeyler fırlatmış olmasına şaşmamak gerek!’ diye düşündü kendi kendine. ‘Muhtemelen canını tekrar yakacağım diye korkuyor!’ Yüzünü Sirius’a döndü.

“Dumbledore’u çağır!” dedi. “Bir Şifacı’ya ihtiyacımız olduğunu söyle! Hemen, şimdi!”

16. BÖLÜM [Kısım 2] 12 Eylül 2019’da FANTASTİK CANAVARLAR’da!

Çeviren: Dilara Uysal

The post Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #16: Karargâh’ta [Kısım 1] appeared first on Fantastik Canavarlar.


Harry Potter ve Lanetli Çocuk Filmi İddialarına Son Noktayı Koyuyoruz

$
0
0

Harry Potter ve Lanetli Çocuk Filmi

Harry Potter ve Lanetli Çocuk. Sekizinci kitap. “Bazen karanlık, hiç beklenmedik yerlerden gelir.” Tüm bu tantana neden koptu? Neden tüm medya tek ağızdan bir Harry Potter devam filmi hakkında konuşuyor? Bu mümkün mü?

Sonda söyleyeceğimizi başta söyleyelim: Harry Potter ve Lanetli Çocuk film uyarlaması diye bir şey yok.

6 Eylül 2019’da J.K. Rowling, aylar süren Twitter orucunu noktalayan bir Tweet attı. Bu gizemli paylaşım Lanetli Çocuk hakkındaydı:

Peki J.K. Rowling’in aylar sonra sosyal medyaya dönmesini gerektirecek kadar önemli olan bu gönderi, ne ifade ediyor olabilir? Daha fazla tık kazanmak için her bilgiyi çarpıtacak kadar coşkulu dünya (ve Türk) basını için: Bir film uyarlamasını.

Gerçekler ne peki? Gürültünün asıl nedeni?

Tüm bunlar sadece tiyatro oyununun yeni sezonuna dair bir reklam kampanyası. Hepsi bu. Oyun hakkında, oyunun yeni kitabı hakkında, oyuna hediye biletler hakkında, oyunun logosu hakkında.

Fazlası yok.

Bütün basın -en azından yabancı kaynaklar- bunların çoğunu bildiği halde, J.K. Rowling’in piresini deve yapmak ve daha fazla tıklanma almak için hareket etti. Yerli basında da işler pek farklı değildi. İsim vermek istemediğimiz saygın haber kanallarından birisi bu gelişmeyi kötü şekilde Türkçeleştirdi. Diğer saygın kuruluşlar da onu taklit etti. Hatta bu esnada yeni filmin Daniel Radcliffe, Emma Watson ve Rupert Grint üçlüsünü de geri getireceği bilgisini ekleyiverdiler(!)

O sırada FantastikCanavarlar.com ne yapıyordu, derseniz, elbette Türkçedeki ilk ve tek doğru bilgiyi sizlerle buluşturmakla meşguldü. ŞURADAKİ haberimizde, Rowling’in paylaşımından saatler sonra sizler için hazırladığımız ve tüm olan biteni anlatan bir yazı kaleme aldık.

Harry Potter ve Lanetli Çocuk yeni tasarım

Öyleyse şu an okumakta olduğunuz içeriğin anlamı ne? Açıklayalım: Gerçeklerin gün gibi ortada olmasına rağmen yerli medyamızın ısrarla Harry Potter 8. filmi haberleri yapmaya devam etmesi ve sizlerin de bize gerek e-posta, gerekse sosyal medyadan bu soruyu -haklı olarak- sorup durmanız.

Yazının başında, zerre lafı dolandırmadan söylediğimiz gibi bir Harry Potter ve Lanetli Çocuk filmi gündemde yok. Olması da kısa vadede mümkün değil.

J.K. Rowling’in Lanetli Çocuk Paylaşımı Ne Anlama Geliyor?

Kabul etmek gerekir ki eğer New York’ta yaşıyor olsaydık bu paylaşım bizleri de oldukça heyecanlandırırdı. Çünkü Times Meydanı’ndaki dev binaların reklam panolarında devasa bir lansman yapıldı:

Lanetli Çocuk başlığındaki Harry Potter logosu, Mary GrandPré tarafından 23 yıl önce hazırlanan fontlara uyarlandı. Bu da hikâyenin Rowling tarafından yazılmamış olsa bile resmi olarak 8. macera sıfatıyla tanımlandığı anlamına geliyor.

Logo dışında bir başka duyuru ise Harry Potter ve Lanetli Çocuk tiyatro oyununun sahne arkasını anlatan bir kitabın yolda oluşu hakkındaydı. Potter dünyasına dair sahne arkası kitaplarına alışık olduğumuzdan, bu da bizim için büyük bir haber değil.

Bir diğer mesele ise hediye tiyatro biletleri hakkında. Eh, bunda da şimdilik bizleri ilgilendiren bir durum göremiyoruz.

Lanetli Çocuk oyunu yeni sezonda New York, San Fransisco, Melbourne, Hamburg ve Toronto’da oynanacak.

Harry Potter

Harry Potter ve Lanetli Çocuk Filmi ’Hiç’ mi Gelmeyecek?

Söz konusu J.K. Rowling olduğunda, asla asla dememek gerekiyor. Ama gerçekçi olmakta fayda var. Rowling’in 8. hikâyeyi bir tiyatro oyunu olarak tasarladığı ve bu formda kalması gerektiğini ısrarla dile getirişi konuya dair tartışmaları başlamadan bitiriyor.

İşin bir de Warner Bros. ve Fantastik Canavarlar boyutu var. Bildiğiniz gibi Fantastik Canavarlar serisinin üçüncü filmi bir sene ertelenerek 2021’in Kasım’ına ötelenmişti. Erteleme kararından sonra ise Rowling’in her gün saatlerini harcadığı sosyal medyadan neredeyse tamamen kaybolup bu filmin senaryosuna odaklandığı biliniyor. WB, Büyücülük Dünyası gibi bir markayı ateşe atmak istemiyor.

Anlayacağınız 5 filmden oluşması beklenen Fantastik Canavarlar serisi iniş çıkışlar yaşıyor olsa da, nihayete erdiğinde başarılı bir seri olarak hafızalarda yer edinmeli. Durum böyleyken oyuncularla, stüdyolarla, ekiplerle onca sözleşme imzalanmışken her şeyin bir kenara bırakılıp başka bir filme yönelinmesi kesin olarak mümkün değil.

Fantastik Canavarlar beşlemesi başarılı olmak zorunda.

Serinin son filmi, bundan sonra hiç erteleme olmazsa bile en erken 2025 yılının sonlarında karşımıza çıkacak.

Bu tarihten sonra elbette Büyücülük Dünyası genişlemeye devam edebilir. Bir çeşit Star Wars’a dönüşebilir. Filmler farklı yazarlar ve ekiplerle geliştirilmeye devam edebilir. Hatta serinin kitapları da başka yazarların ellerinde kelimelere dökülebilir.

Ama o vakte kadar bu prodüksiyonda başka bir yapım beklemek hata olur.

Her zaman olduğu gibi Harry Potter dünyasına dair en güncel ve güvenilir haberleri sizlerle buluşturmaya devam edeceğiz.

Bizleri takip etmeyi ve yorumlarınızı bizlerle paylaşmayı unutmayın!


* Harry Potter ve Lanetli Çocuk Hikâyesinin Tamamı

The post Harry Potter ve Lanetli Çocuk Filmi İddialarına Son Noktayı Koyuyoruz appeared first on Fantastik Canavarlar.

Harry Potter Karakterleri Sinema Uyarlamasında Kitaptaki Tasvirlere Ne Kadar Uygun?

$
0
0

Harry Potter

Kimi karakter için “İşte bu cuk oturmuş,” dedik, kimisi ise hayallerimizdekinden çok daha farklıydı. Harry Potter karakterlerinin sayfadan perdeye uyarlanırken geçirdikleri serüven hakkında Pottermore’dan yeni bir yazıyla huzurlarınızdayız. 

Harry Potter filmlerini izlerken sayfalardan okuduğumuz karakterlerin bizim hayal ettiğimizden farklı yorumlamalarını görmek hoşumuza gitmişti. Harry’nin meşhur yeşil gözlerinin maviye çevrilmesinden tutun Narcissa Malfoy’un sıradan saçlarının eşsiz iki farklı tona dönüştürülmesine kadar, işte Harry Potter karakterlerinin sayfadan perdeye nasıl aktarıldığı ve filmler için nasıl yeniden tasvir edildikleriyle ilgili bir yazı.

Harry Potter

Kitaplarda nasıl tasvir edilmişti…

İncecik bir yüzü vardı Harry’nin, kemikleri fırlamış dizleri, siyah saçları, yemyeşil gözleri vardı. Taktığı yusyuvarlak gözlük dünyanın seloteypiyle tutturulmuştu, Dudley yumruğu hep burnuna yapıştırırdı çünkü. Harry’nin görünüşünde hoşuna giden tek şey, alnındaki şimşek biçimindeki yara iziydi. Kendini bildi bileli vardı bu; hatırlıyordu, Petunia Teyze’ye sorduğu ilk soru, bunun nasıl olduğuydu. – Harry Potter ve Felsefe Taşı

Filmlerde nasıl görünüyor?

Harry Potter

Daniel Radcliffe bizce kesinlikle kitaplarda tanımlanan Harry ile tıpatıp uyuşan bir fiziğe sahip: Küçücük bir şey haricinde. Daniel’ın canlandırdığı Harry’nin gözleri kitapların bize her seferinde tekrar tekrar Harry’nin gözlerinin aynı annesininkiler gibi yemyeşil olduğunu belirttiği halde- mavi. Aslında bunun çok basit bir sebebi var. Mavi renkli gözlere sahip olan Radcliffe alerjik reaksiyonundan dolayı kontakt lens kullanamıyordu.

Hayranların en fazla merak ettiği detaylardan biri de şimşek biçimindeki yara izinin konumuydu. Kitaplar her ne kadar yara izinin Harry’nin alnının tam olarak neresinde olduğunu belirtmemiş olsa da –ki kitapları okurken biz alnının tam ortasında olduğundan emindik– Daniel Radcliffe’in yara izi alnının kenarındaydı. Ama endişeye mahal yok çünkü bu JK. Rowling’in kararıydı. Yönetmen Chris Columbus’a “Tıpkı jilet kesiği gibi ve ortada olmayan” bir yara izi tarifi yapmıştı.

Kingsley Shacklebolt

Kitaplarda nasıl tasvir edilmişti…

“Kingsley Shacklebolt hızla yanından geçti, saçsız kafası ve küpesi ay ışığında parlıyordu…” – Harry Potter ve Ölüm Yadigarları

Filmlerde nasıl görünüyor?

Kitaplarda bu dayanıklı Seherbaz’ın dış görünüşü hakkında pek bilgi yoktu. Uzun, siyahi, kel olduğunu ve küpe taktığını biliyorduk bilmesine ama geri kalan özellikleri tamamen hayal gücümüze bağlıydı. Filmlerde ise aktör George Harris Kingsley’nin tarzına biraz Afrikan havası katmaya karar vermiş.

“Seçmelere rolüme tam uyan bir kıyafetle gelmiştim,” diyor Harris. “Bir Nijerya tören kıyafeti olan Agbada’yı giyiyordum ve onun altında Hintliler’in pijamalarına benzeyen Kota pantolonum vardı.”

Kostüm tasarımcısı Jany Temime, Harris’in kıyafetinden ilham almış ve bunu Kingley’nin görünümüne uyarlamaya karar vermiş. Harris/Shacklebolt aynı zamanda özel yapım Nijeryan stili bir başlık giyiyormuş ve bu başlık ışığı farklı açılardan yansıtabiliyormuş.

Harris’in söylediğine göre başlık, Kingsley’nin güçlerini saklamaya yardımcı oluyor gibi hissettiriyormuş. Nihayetinde Kingsley muazzam güçlü bir büyücüydü ve güçlerini muhafaza etmeye özen gösteriyordu.

Kingsley Shacklebolt’a bir göz atmalısın. Adamın bir tarzı var!

Hermione Granger

Kitaplarda nasıl tasvir edilmişti…

Sesi buyururcasına çıkıyordu, gür kahverengi saçları vardı, ön dişleri oldukça iriydi. -Harry Potter ve Felsefe Taşı

Filmlerde nasıl görünüyor?

Dişleri Madam Pomfrey tarafından küçültülmeden ve Sleekeazy’nin Saç İksiri’ni keşfetmeden evvel, ilk kitaplarda Hermione büyük dişli ve kabarık gür saçlı bir kız olarak tasvir ediliyordu. Filmlerde ise onu bu tasvirden birazcık daha farklı bir şekilde görüyoruz: Saçları kabarıklıktan ziyade dalgalı ve –çoğunlukla– dişleri de pek de büyük görünmüyor. Yönetmen Christopher Columbus ve Emma Watson ilk film için Watson’a takma diş kullandırmayı denemişler ancak Columbus bunun “gereksiz ve işe yaramaz” olduğunu düşünerek vazgeçmiş.

Narcissa Malfoy

Kitaplarda nasıl tasvir ediliyor?

“Narcissa küçük bir umutsuzluk çığlığı attı ve uzun sarı saçlarına yapıştı.” -Harry Potter ve Melez Prens

Filmlerde nasıl görünüyor?

Diğer tüm Malfoy’lar gibi Draco’nun annesi Narcissa da sarışın olarak betimlenmişti. Ayrıca “sanki burnunun altında tezek varmış gibi” şeklinde bir duruşu olduğu şeklinde tasvir edilmişti. Ancak bu belki de, hmm, sadece Harry’ye özgü bir gözlem olabilir. Yine de filmde aktris Helen McCrory’nin saçları alışılmadık bir iki-tonlu şeklinde görünüyor- bir kısmı sarı, bir kısmı siyah.

Bunu yapmadaki amaç koyu saçlı kız kardeşi Bellatrix ile arasına bir benzerlik katmaktı.

“Sarı saçın her türünü ve şeklini denedik ve sonunda bunda karar kıldık,” diyor Harry Potter filmlerinin saç stilisti Lisa Tomblin.

Helen McCrory de bu saçın modadan son derece anlayan ve göze batar derecede şık bir cadı olan Narcissa’ya yakıştığını düşünmüş.

Nymphadora Tonks

Kitaplarda nasıl tasvir edilmişti…

Aralarında en genç o görünüyordu: solgun, kalp biçiminde bir yüzü, ışıldayan koyu renk gözleri ve parlak mor renkte kısa, diken diken saçları vardı. “Naber,Harry?” – Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı

Filmlerde nasıl görünüyor?

Eh, Tonks’un dış görünüşü biraz şaşırtmacalı bir karakter olduğu pek açık, bir Metamorfmagus olduğunu akla getirirsek… Yine de filmlerde Natalia Tena tarafından canlandırılan Nymphadora Tonks’un onun kitaplardaki tasvirini tamamlayıp ordaki haliyle uyuşan bir görünüşü vardı. Vahşi, mor saçlarına da dokunulmamıştı.

Kostüm tasarımcısı Jany Temime, Tonks’un punk tarzından memnuniyet duymuş ve daha iyi bir izlenim için Tonks’un karakterinden izler barındıran birkaç fazlalık katmayı da ihmal etmemiş. Örneğin Natalia Tena sürekli takılıp düşmesine sebep olabilecek tarzda bir bot giyiyordu, burada Tonks’un kitaplardaki sakarlıklarına gönderme var. Ancak kıyafetleri aynı zamanda da onun azılı Seherbaz rolünü de en iyi şekilde yansıtıyordu. Sihir Bakanlığı’ndaki çarpışma sırasında örneğin, askeri tarzda dikilmiş kırmızı bir palto giymişti.

“Savaşa hazırdı,” diyor Tina bu görünüm hakkında. “Yine de ne olursa olsun havalı görünmeyi de ihmal etmiyordu.”

Peki siz Harry Potter kitaplarındaki karakterlerin, filmdeki yansımalarını -dış görünüş olarak- nasıl buldunuz? Yorumlarınızı bizlerle paylaşmayı unutmayın!


* Harry Potter Kitapları Filme Uyarlanırken Yapılan En Acımasız 5 Değişiklik

The post Harry Potter Karakterleri Sinema Uyarlamasında Kitaptaki Tasvirlere Ne Kadar Uygun? appeared first on Fantastik Canavarlar.

Karanlık Prens –İçimdeki Karanlık #16: Karargâh’ta [Kısım 2]

$
0
0

Karanlık Prens - İçimdeki Karanlık #16: Karargâh'ta [Kısım 2]

GİRİŞ İÇİN TIKLAYIN.

15. BÖLÜM [Kısım 1]

15. BÖLÜM [Kısım 2]

16. BÖLÜM [Kısım 1]


Lord Voldemort’un o karanlık gece, Harry Potter‘ı kaçırıp öldüremeyince kendi oğlu gibi büyütmeye karar verdiği alternatif bir hayran hikâyesine ne dersiniz?
Karanlık Prens” serisini, Safina Mazhar‘ın kaleminden ve yazarın gözden geçirdiği yeni versiyon üzerinden taze bir çeviriyle sizlerle buluşturuyoruz. Karşınızda İçimdeki Karanlık cildinin on altıncı bölümü!

bölüm 16

Karargâh’ta

[Kısım 2]

Madam Pomfrey, şömineden Dumbledore ile birlikte çıktı ve hemen cüppesinin üzerindeki tozları silkeledi. Birdenbire Lily’nin soluk ve endişe dolu hâliyle karşılaşmıştı.

“Oh, teşekkür ederim! Geldiğin için çok teşekkür ederim, Poppy!” dedi Lily. “Yardımın için sana sonsuza kadar minnettar olacağım,” dedi, iş arkadaşı olan hemşire kadına aceleyle sarılırken.

Poppy gergince gülümsedi. Doğrusu, buraya gelirken içini tuhaf bir korku sarmıştı. Dumbledore kapısının önünde belirmiş ve özel bir mesele için yardım istemişti. Hâlâ yaz tatili olduğu ve Hogwarts’ın açılmasına daha üç hafta olduğu düşünülürse, Poppy müdürün ondan ne isteyebileceği konusunda oldukça meraklanmıştı. Yardım etmeyi kabul ettikten sonra, Dumbledore ona durumu yoldayken açıklamıştı. Onu, Voldemort’la savaşmak için kurulmuş, gizli bir örgüt olan Zümrüdüanka Yoldaşlığı’nın karargâhına götürüyordu ve ondan, adı kötüye çıkmış Karanlık Prens’i iyileştirmesi isteniyordu ki; bu kişi, aslında, James ve Lily Potter’ın büyük oğlu Harry Potter’dı.

Poppy fazla, çok fazla soru sormuştu; fakat Dumbledore hepsine aynı yanıtı vermişti: “Karargâha gidince ayrıntılı bir şekilde konuşuruz.”

Poppy, on altı yaşında olsa dahi bir Ölüm Yiyen’in, yani bir katilin yanına yaklaşmak bile istediğinden şüpheliydi. Gel gelelim, o bir hemşireydi ve bir Şifacı olarak ihtiyacı olan herkese yardım etmek için yemin etmişti. Lily onları yukarı kata götürürken, Poppy Dumbledore’un arkasından yürüyordu; karanlık, uzun bir koridordan geçerek iki adamın kapısında nöbet tuttuğu odaya geldiler.

Yaklaşırlarken, Moody hemşireye başıyla selam verdi.

“Seherbaz Alastor Moody,” diye kendisini tanıttı. “Bu da, Kingsley Shacklebolt. Merak etmeyin, Madam Pomfrey, içeride olduğunuz süre boyunca yanınızda olacağız. Korkmanızı gerektirecek bir durum yok.”

Poppy gülümseyip kafasını salladı.

“Eminim bir sıkıntı çıkmayacaktır,” dedi, zoraki de olsa.

Konuşmayı duymazlıktan gelmeye çalışan Lily kapıyı açtı ve dört kişiyi de içeriye doğru yönlendirdi. Poppy içeri girdi; odanın durumunu görünce nefesi kesilmişti. Her yerde kırılmış tahta parçaları vardı. Mobilyalar, odanın dört bir yanına dağılmıştı. Sesler duyması üzerine, genç bir çocuğun yanında üç adamın da çömelmiş durduğunu gördü.

Çocuğa yakından bakınca, Poppy’nin gözleri şoktan büyüdü. Şaşırmış bir halde birkaç adım daha yaklaştı; gözleri şaşkınlıktan kocaman açılmıştı.

“Harry?” diye fısıldadı.

Odadaki herkes donakalmıştı; gözleri, Poppy ile onun kadar şaşırmış görünen Harry arasında gidip geliyordu. Harry adının fısıldanması üzerine kafasını çevirmiş, hemşireyle göz göze gelmişti.

“Tanrım… Bu, sensin! Harry!” diyerek aceleyle yanına gitti Poppy.

James, Remus ve Sirius kadın Harry’ye ulaşabilsin diye yolundan çekildiler. Siyah saçlı çocuk hiçbir şey yapmayıp tek kelime etmeden öylece Poppy’ye baktı; onu gördüğüne şaşırmıştı.

“Onu tanıyor musun?” diye sordu Moody; sesi boğuk ve şüphe doluydu.

Poppy soruyu duymazlıktan gelip Harry’ye uzandı ve ateşini ölçmek için yüzüne dokundu.

“Yanıyorsun,” dedi. Gözleri, Harry’nin yan tarafını tutan ellerine gitti. “Bırak da göreyim,” diyerek kibarca Harry’nin ellerine dokundu ve onları üzerinden çekti.

Harry’nin ona izin verdiğini gören herkes donup kalmıştı. Harry ellerini çekmiş, acı içinde yüzünü buruşturuyor, kesik kesik nefes alıyordu; ama yine de, hemşirenin dediği şeyi yapmıştı.

“Pekâlâ, Harry, kalkıp yatağa uzanman gerekiyor. Böyle iki büklüm hâlinle yaranı net göremiyorum,” dedi Poppy.

James, Harry’nin ayağa kalkmasına yardımcı olmak için hemen ona uzandı.

Harry, kolunu James’in tutuşundan uzaklaştırmak için yerinde döndü. James ise, reddedilmesi üzerine afallamış bir halde yerine geri oturdu.

“Harry…?”

“Herkes odadan çıkabilir mi? Rahatlaması gerek ve belli ki, bu kadar insan buradayken rahat edemiyor,” dedi Poppy; çantasından çıkardığı çeşit çeşit şişeleri komodine dizerken.

“Seni korumak için bizim burada kalmamız gerek,” dedi Kingsley.

“Gerek yok,” dedi Poppy, Seherbaz’a bakmak için dönerken.

“Onu nereden tanıyorsun?” diye tekrar sordu Moody; bir cevap alana kadar gitmeyi, belli ki, reddediyordu.

Poppy, onunla yüz yüze gelmek için ayağa kalktı.

“İlk önce onu iyileştirmem gerek; zaten fazlasıyla kan kaybetmiş. İşim bitince sorularınızı yanıtlarım.”

Moody tek kelime etmedi ve sinirli sinirli odadan çıktı; sihirli gözü, yerinde dönüp durarak, gitmeden önce odada olan her şeyi bir kez daha not ediyordu. Dumbledore ve Kingsley de onu takip etti. Fakat Lily olduğu yerde kalmıştı.

“Ben kalayım, yardıma ihtiyacın olabil…”

“Sorun yok Lily,” diyerek onun sözünü kesti Poppy. “Ben hallederim.”

Lily tereddüt etti, ama Remus onu dışarıya yönlendirmek için kolundan tutmuştu. Sirius da aynı şeyi James’e yaptı. Her ikisi de, tereddüt içinde, arkadaşları tarafından odadan çıkarılmıştı.

Herkes çıkıp kapı kapandıktan sonra, Poppy Harry’nin kalkmasına yardımcı oldu ve onu yatağa götürdü. Harry yatağa yığıldı ve sırtı yatağa değdiği anda acı içinde inledi. Diğer tarafına dönmek istedi, ama Poppy onu iyileştirmeye başlamadan önce, yan tarafındaki kesiği incelemeye koyulmuştu bile.

* * *

Yaklaşık yarım saat sonra, Poppy merdivenlerden hızla aşağı kata inmişti; yüzünde kaybolmuş gibi bir ifadeyle malikâneyi inceliyordu. Dumbledore ve diğerleri mutfakta otururlarken, kapı sonuna kadar açıldı ve herkes kafası karışmış gibi görünen hemşirenin onları aradığını fark etti.

“Poppy!” diyerek ayağa kalktı Lily, diğer kadının onları görmesini sağlayarak.

Poppy aceleyle ona doğru yaklaştı; yüzü kaygılı ve sıkıntılı görünüyordu.

“Lily, birkaç şeye ihtiyacım var,” dedi. “Çok fazla kan kaybetmiş; bende biraz Kan-Tazeleme İksiri var, ama maalesef yeterli olmayacak. Birkaç şişe daha ayarlayabilir misin?”

“Tabii ki,” diye başıyla onayladı Lily. “Hemen getiririm. Evde bir sürü var.”

“Ayrıca, biraz da Yara İyileştirici Merhem’e ihtiyacım var,” diyerek öfkeli bir ifadeyle kafasını iki yana salladı. “Yaraları korkunç! Nurmengard’daki Şifacı’nın kendisini iyileştirmeye çalıştığını söyledi ama hiç de öyle durmuyor. Vücudunun ön kısmı morluklarla dolu!”

“Kesikler nasıl, peki?” diye sordu Lily, endişeyle. “Onlar ne durumda? Hiçbirimizi, kontrol edebilecek kadar yakınına yaklaştırmadı.”

“Cam parçalarını kendisi çıkarmaya çalışmış,” dedi Poppy, hiç de memnun olmayan bir ses tonuyla. “Ama hâlâ sırtında ulaşamadığı parçalar var.” James, kendisini korkunç bir şekilde suçlu hissederek kadına bakıyordu. “Ama o parçalar beni endişelendirmiyor. Kalan parçaları çıkardıktan sonra basit bir Episkey’nin halledemeyeceği bir şey değil,” diye sözlerine devam etti Poppy. “İltihaplanma olmasın diye ona üç şişe antiseptik iksir vereceğim. Ama asıl, kanını normal seviyeye yükseltme ve morluklarını iyileştirme konusunda endişeliyim.”

“Ben gidip merhemle iksirleri getireyim. Yalnızca birkaç dakika sürer,” dedi Lily.

Poppy arkasını dönüp merdivenlere yönelmişti ki, James aniden ona seslendi.

“Madam Pomfrey?” Poppy durdu ve James’e dönüp baktı. “Harry’yi nereden tanıyorsunuz?” diye sordu. Bir Hogwarts şifacısının Harry’yi nasıl tanıyor olabileceğini bir türlü anlayamıyordu. Ayrıca, Harry’nin ona karşı tavırlarına da çok şaşırmıştı. Herkesi kendisinden uzaklaştırırken bu kadının kendisine yaklaşmasına izin vermişti.

“Bize bir açıklama borçlusun!” diye ekledi Moody.

Poppy Moody’e doğru baktı; bakışlarında kızgınlık vardı.

“Size hiçbir şey borçlu değilim, Seherbaz Moody,” diye belirtti. “İlişkilerim benim kişisel meselem ve hiçbir şekilde tartışmaya açık değiller.” James’e kısa bir bakış attıktan sonra, hâlâ gitmemiş olan Lily’yi fark etti. “Fakat şu anki durumun bir açıklama gerektirdiğini anlıyorum,” diye kabul edip Dumbledore’a döndü. “Altı ay önce evime yapılan saldırıyı hatırlıyor musun?”

Dumbledore başını eğdi.

“Hatırlıyorum,” diye yanıtladı, ciddiyetle.

Poppy odayı gözleriyle taradı; Dumbledore ve Lily’ye neler olduğunu daha önce anlatmıştı, ama geri kalan kişiler olayı bilmiyordu.

“Ölüm Yiyen’lerin ani saldırısına uğradığımızda, kocam Paul ve ben bahçedeydik,” diye anlatmaya başladı Poppy. “Evimize girmek istediklerinden, evin etrafındaki koruma büyülerini kaldırmamız için bize işkence ettiler; ikimizi de Cruciatus lanetine maruz bıraktılar. Biz direnince de evimizi ateşe vermeye karar verdiler; ancak, iki çocuğumuz da evin içindeydi. Evimizin yanışını çaresizce izledik ve korkmuş çocuklarımızı kurtarmak için hiçbir şey yapamadık. Kimse bize yardım etmeye çalışmadı. Vicdansız komşularımız da, Ölüm Yiyen’lerin korkusundan bize yardım etmeye yanaşmadılar. Maskeli adamlar gidince bile hiç kimse yardıma gelmemişti.

Sonra, durduk yere bir çocuk geldi ve hiç tereddüt etmeden yanan evin içine koşarak girdi. Jenna ve David’i evden, beni ve Paul’u da vücudumuzu kenetleyen büyüden kurtardı. Bana ne olduğunu sordu; ben de ona Ölüm Yiyen’leri anlattım. Gözlerindeki öfkeyi hâlâ hatırlıyorum. Ölüm Yiyen’ler konusunda endişe etmememi, bir daha bize zarar veremeyeceklerini söyledi. Ona teşekkür edip kim olduğunu sordum, ama sadece gülümseyip adının Harry olduğunu söyledi. Onu bir daha görmedim, yani bugüne kadar,” diye hikâyesini bitirdi Poppy.

“Bu tam bir saçmalık!” diye sinirle başladı Moody. “Gerçekten buna, o çocuğun iki masum çocuğu kurtardığına inanmamızı mı bekliyorsun?”

“Hiçbir şey yapmanızı beklemiyorum,” diye sakince cevapladı Poppy. “Size sadece Harry’yi nasıl tanıdığımı anlattım.”

“Poppy, yüzünü net bir şekilde görebildin mi?” diye sordu Lily. “Yani, o kesinlikle Harry miydi? Yüzünü saklamak için maske takmıyor muydu?”

“Hayır, maskesi yoktu,” diye cevapladı Poppy.

“Ama o zaman, neden James’e benzediğini söylemedin?” diye sordu, şaşırmış bir şekilde.

Poppy James’e baktı; onun yüzünü inceliyordu.

“İlişkiyi kuramamıştım,” dedi, özür dilercesine. “Harry’yi daha önce görmüşüm gibi hissetmiştim, tanıdık gelmişti ve Hogwarts’ta eski öğrencilerden birisi mi diye anlamaya çalıştığımı hatırlıyorum; ama onu James’le veyahut seninle bağdaştıramadım,” dedi Lily’ye. “Benzerlik var, kabul ediyorum ama çocuklarımın hayatını kurtaran yabancının, on beş yıl önce sözde ölmüş oğlunuz olduğunu anlamamı gerçekten beklemiyorsunuz, herhalde?”

Lily cevap vermedi, ama Poppy’nin ne demeye çalıştığını anlamıştı. Altı ay önceyi, Poppy’nin ona yardım eden ve Jenna’yla David’in hayatlarını kurtaran çocuğu anlatışını hatırladı. Bu çocuğun yaptığı şeyin ne kadar cesurca ve harika bir şey olduğunu düşünmüştü. Şimdi, o çocuğun kendi oğlu olduğunu öğrenince, oğluyla gurur duyuyordu.

Dumbledore, James’e dönerek gülümsedi.

“Görünüşe göre, Harry’miz’de biraz insanları kurtarma şeysi var.”

Moody ayağa kalktı ve öfkeyle elini masaya vurdu.

“Hadi ama Albus!” diye haykırdı. “Azıcık düşünsene! Voldemort’un eğitimli nişancısından bahsediyoruz burada! Nasıl masum bir hayatı kurtarmış olabilir ki?” diye sorguladı. “O çocuğun ne yaptığını anlamıyor musunuz? Bir tuzaktı bu!” diye bağırdı, parmağıyla Poppy’yi göstererek. “Önceden planlanmış bir şeydi! Aileyi kurtarmak için onlara zarar versin diye Ölüm Yiyen’leri o gönderdi. Oyundu hepsi!”

“Kapa çeneni, Alastor!” diye feryat etti Lily, daha fazla dayanamadan. “Çeneni kapat! Neden bahsettiğini bilmiyorsun!”

“Neden bahsettiğimi gayet iyi biliyorum!” diye tısladı Moody. “Gerçeği göremeyen sizlersiniz; kan bağı ve akrabalık gözünüzü kör etmiş!” diyerek suçlamada bulundu. “Bir düşünün, kendi insanlarından olan Ölüm Yiyen’ler aileyi yok etmek için gönderilirken o neden onları kurtarsın ki? Kendi tarafından insanlarla savaşıyor olamaz, değil mi?”

“O zaman, neden öyle davrandığını açıkla,” dedi Remus. “Neden kendini tehlikeye attı? Kazancı ne olurdu?”

Moody, Remus’a dik dik baktı.

“Bu!” diye haykırdı. “Madam Pomfrey’e karşı kazandığı bu güven!”

“Yapma be!” diye bağırdı Sirius. “Harry’nin altı ay sonra kaçırılacağını ve onu iyileştirmeye gelecek olanın Poppy Pomfrey olacağını önceden bildiğini ve bu yüzden de onun güvenini kazanmak için onu ve ailesini kurtarıyormuş gibi davrandığını mı söylüyorsun? Gerçekten ima ettiğin bu mu?”

Moody emen cevap vermedi. Canının sıkıldığını belli edecek şekilde homurdandı.

“Düşman aklının nasıl çalıştığını söylemeye imkân yok. Zoraki gibi görünebili…”

“Çünkü zaten zoraki,” diye lafını kesti Remus.

“Paranoyak olmak ile keçileri kaçırmak arasında bir fark var!” diye belirtti Sirius.

Moody cevap veremeden, “Beyler,” diyerek konuşmaya girdi Dumbledore. “ Kendi aramızda tartışmanın kimseye faydası yok. Harry’nin bir başkası için merhamet gösterdiği ortada. İki çocuğun hayatını kurtarmak için kendi hayatını riske atmış. Bu, onunla mücadele etmemiz için yeterli bir sebep.”

Moody tek kelime etmeden masadan uzaklaştı ve topallayarak odadan çıktı. Onun gidişi, diğerlerinin sessizliğe bürünmesine neden oldu. Lily arkasını dönüp şömineye yaklaştı ve bir avuç uçuç tozu aldı. Oğlunu iyileştirmek için getirmesi gereken malzemeler vardı.

* * *

Poppy, elinde Lily’nin Godric’s Hollow’dan getirdiği bir tüp merhem ve çok sayıda şişeyle odaya girdi. Harry’nin yatakta oturmuş, açık pencereden dışarıyı izlediğini gördü.

“Umarım oradan atlamayı düşünmüyorsundur,” diyerek düşüncesini belirtti Poppy.

Harry, kafasını eğerek gülümsedi.

“Yok, onu denedim zaten,” diye cevapladı.

Poppy ona sert bir bakış attı; genelde, aptal bir şaka ya da iddia yüzünden yaralanan Hogwarts öğrencilerine de böyle bakardı. Ona doğru yaklaştı ve iksirlerle merhemi yatağın üzerine bıraktı.

“Al, bunların üçünü de iç,” diyerek iksirleri Harry’ye uzattı.

Harry şişeleri aldı ama hemen içmedi. Ağzına bir damla bile sürmeden önce, tek tek kapaklarını açıp her birini kokladı.

“Farkındaysan, seni öldürecek olsaydım iyileştirmekle uğraşmazdım,” dedi Poppy. “Sırf seni zehirlemek için iyileştirme zahmetine girmezdim.”

Harry ona pis pis sırttı.

“Beni öldürmesinden şüphelendiğim kişi sen değilsin,” diye yanıtladı, üçüncü ve son şişeyi içerken.

“Ah,” diyerek gülümsedi Poppy, asasını tuhaf bir hareketle sallayıp Harry’nin kan seviyesini ölçerken. “Anladım, asıl güvenmediğin Yoldaşlık üyeleri.”

“Şaşırtıcı, biliyorum,” diye dalga geçti Harry. “Kim düşmanlarının amaçlarından şüphe duyar ki?”

Poppy tek kaşını kaldırdı. Gömleğini işaret etmesiyle, Harry düğmelerini açıp gömleğini çıkardı. Poppy, Harry’nin sırtını muayene etmek için ona doğru yürüdü.

“Güven karşılıklıdır,” dedi düşünceli bir halde, parmaklarını çocuğun sırtında gezdirip içi cam parçalarıyla dolu kesiklere bakarken. “Seni nereden tanıdığımı sordular ve onlara çocuklarımın hayatını kurtaran kişi olduğunu söyledim. Seherbaz Moody’nin neden böyle bir şey yaptığını açıklayan harika bir teorisi vardı.”

“Öyle mi?” diye sordu Harry.

“Görünüşe göre, senin tüm bunları, yani saldırıyı, Ölüm Yiyen’leri ve yangını planladığını düşünüyor. Böylece ‘kahraman’mış gibi davranıp güvenimi kazanabilecekmişsin,” diye açıkladı Poppy, onaylamaz bir halde kafasını iki yana sallarken.

Harry, bir anda kendini çekip hemşireye bakmak için kafasını çevirdi.

“Hepsinin bir oyun olduğunu mu düşünüyorsun?” diye usulca sordu; yeşil gözleri Poppy’nin yüzünü inceliyordu. Gözlerini kaçırıp kafasını iki yana salladı; belli ki kızmıştı. “İstediğini düşün, tamam mı?” dedi ve gömleğini alıp tekrar giymeye yeltendi.

Poopy hemen uzanıp onu durdurdu; elinden gömleği çekip almıştı.

“Benim neye inandığımı biliyor musun?” diye sordu Poppy. “Çocuklarımın hayatını kurtardığına ve bunu yaparken de kendi hayatını tehlikeye attığına inanıyorum. Bunu, Seherbaz Moody’nin sana güvenmediğini bil diye anlattım,” diyerek Harry’nin gözlerine baktı. “Ama ben sana güveniyorum. Güveniyorum, çünkü yapmak zorunda olmadığın halde bana yardım ettin ve bu yüzden, ben de sana her zaman yardım edeceğim.”

Harry cevap vermedi, ama yüz ifadesi yumuşamıştı. Poppy onu kolundan çekerek muayene etmeye devam edebilmesi için Harry’yi dönmeye zorladı.

“Pekâlâ, hâlâ üstünde cam parçası olan birçok kesiğin var; bu yüzden, biraz daha dayanabilmen için sana yatıştırıcı iksir vereceğim.”

“Hiç zahmet etme,” diye karşı çıktı Harry. “Yatıştırıcı iksirlerden nefret ederim. Ağzım saatlerce uyuşuk kalıyor. Yap gitsin; daha önce dayanabildim, şimdi de dayanırım.”

Poppy buna memnun olmuş gibi görünmüyordu.

“Ağzına ne yaptığı umurumda değil. Yatıştırıcı iksirden içeceksin.” Söylediği iksirin şişesini Harry’nin burnunun dibine soktu. “Kendini böyle bir acıya maruz bıraktığına inanamıyorum,” dedi, bir cımbız çıkarırken.

Harry yatıştırıcı iksire hoşnutsuzlukla bakarken omzunu silkti.

“Yalnız olduğumu düşünüyordum ve kendimi iyileştirmenin en iyisi olacağını düşündüm.”

Poppy, Harry’ye bakarken duraksadı.

“Yalnız değilsin, Harry,” dedi. “Ailen burada. Kimseye güvenmesen de, ailenin her zaman sana yardım edeceğine güvenebilirsin.”

Harry hiçbir şey demedi. Tıpasını açmadan önce yatıştırıcı iksire uzun uzun baktı ve tek dikişte hepsini içti. Poppy’ye tekrar baktığında iksirin etkisinden gözleri çoktan dalmaya başlamıştı bile.

Poppy tek kelime etmedi ve dikkatini Harry’nin derisine işlemiş cam parçalarına verdi. Bir tanesini tuttu ve çıkardı.

* * *

Poppy, Harry’nin sırtından son cam parçasını da çıkarıp kesikleri kapatmak için Episkey uyguladı. Kanlı cımbızı kenara koydu ve tüm kesikleri düzgünce kapattığından emin olmak için Harry’nin sırtını inceledi. Ardından, Harry’nin omzuna dokunup gülümsedi.

“Hepsi tamam,” dedi.

Harry, geriye yaslanıp sırtını yatağa verdi; sırtına batan parçalar artık olmadığı için rahatlayarak gözlerini kapatmıştı. Poppy aynı işlemi Harry’nin vücuduna da uyguladı. Çok fazla kan kaybetmesine sebep olan yan tarafındaki kesiği zaten iyileştirmişti, ama bir şeyin gözünden kaçmadığından emin olmak için bir daha bakıyordu.

“Tamamdır, şimdi de merhem zamanı,” dedi, kavanozu açarken.

Morluk dolu vücudunu, kalın bir tabaka kremsi maddeyle kaplamaya başladı.

“Tanrım, iğrenç kokuyor!” diye şikâyet etti Harry. “Bunun ne kadar süre vücudumda kalması gerekiyor?”

“En az bir saat,” diye yanıtladı Poppy. “Ondan sonra duş alabilirsin.

Harry kafasını yastığa yasladı; bir sessizlik oluşmuştu.

Poppy merhemi Harry’nin kaburgalarına, yan taraflarına ve göğsüne uygulamayı bitirmişti. Nurmengard’da takılan metal kelepçeler tenine sürtüp kestiği ve fena şekilde yaraladığı için bileklerine de ince bir tabaka merhem sürmek gerekmişti.

İşi tamamen bittiğinde Poppy geri çekildi; yaptığı işten memnun olmuştu. Yatak dışında odada zarar görmeyen tek eşya olan komodinin üstüne birkaç şişe iksir depoladı.

“Her dört- altı saatte bir bunlardan içmen gerek,” diye talimat verdi, ağrı giderici iksir şişesini alırken. “Bunları da, önümüzdeki üç gün boyunca, günde bir kere içmen gerek. Camlar yüzünden oluşan kesiklerin iltihap kapmasını engelleyecektir.” Daha sonra Kan-Tazeleme İksiri’ni aldı. “Bugün bir tane daha ve yarın da bir tane aldığında yeterli olacaktır.”

Harry, Poppy’nin katı ama önemseyen ses tonunu eğlenircesine dinliyordu. Bu iki durum, birlikte tuhaf görünüyordu.

“Senden bir şey daha rica edebilir miyim?” diye sordu Harry.

“Tabii ki,” diye yanıtladı Poppy.

“Acaba bana temiz bir kıyafet bulabilir misin?” diye sordu Harry. “Bunları neredeyse beş gündür giyiniyorum.”

Poppy gülümsedi.

“Ben de, bu kokunun nereden geldiğini merak ediyordum,” diye dalga geçti.

“Koku senin merheminden geliyor,” diye kendini savundu Harry.

Poppy kahkaha attı.

“Ne yapabilirim, bir bakarım,” deyip kapıya doğru yürüdü ve dışarı çıktı.

Harry ayağa kalktı ve banyoya gitti. Kıyafetlerini çıkarıp duşa girdi; suyu dayanabileceği kadar sıcağa çevirmişti. Suyun vücudundan geçerek kalın tabaka merhemin üzerinden akıp onu temizlemesinin keyfini çıkarıyordu. Omuzlarından çıkan buhar, ağrıyan kaslarındaki tüm gerginliği alıp götürdü. Uzun dakikalar boyunca, Harry güçlü akan suyun altında öylece durdu ve iyice temizlendi.

Odaya, beline bir havlu sarılmış şekilde döndü. Yatağın üstünde mavi bir üst ile siyah bir kot pantolon bulmak onu rahatlatmıştı. Poppy odada değildi. Harry kıyafetleri alıp üstünü değiştirmek için tekrar banyoya gitti.

Kıyafetler kolaylıkla üzerine oturmuştu, ama kime ait olduklarını düşünmemeye çalıştı. Buna kafa yormayacaktı. Kendi görüntüsüne bakmak için buharlı aynayı eliyle sildi.

Hâlâ rafta duran cımbıza baktı. Eline aldı ve keskin yeşil gözleriyle bir süre cımbızı inceledi. Musluğun altına tuttu ve kan lekelerini temizledi. Cımbızı bir süre daha elinde tuttuktan sonra gözlerini kapattı ve derin bir iç çekti. Cımbız, yeni biçimine dönüşmeden önce gerçek tüy kalem formuna dönmüştü. Harry gözlerini açtı ve avcunun içinde duran keskin bıçağa baktı. Sapından tutup incelemek için kaldırdı. Silaha uzun uzun baktıktan sonra bıçağı arka cebine koyup banyodan çıktı.

17. BÖLÜM 15 Eylül 2019’da FANTASTİK CANAVARLAR’da!

Çeviren: Dilara Uysal

The post Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #16: Karargâh’ta [Kısım 2] appeared first on Fantastik Canavarlar.

Harry Potter ve Sirius Black Yıllar Sonra Buluştu!

$
0
0

Harry Potter

Harry Potter ve Sirius Black’in J.K. Rowling’in büyülü dünyasındaki baba-oğul ilişkisi birçok okurun favorilerindendir. İşte bu iki karaktere hayat veren Daniel Radcliffe ve Gary Oldman ikilisi yıllar sonra Toronto’da buluştu.

Geçtiğimiz günlerde noktalanan ve çizgi roman uyarlaması Joker’in Altın Aslan’ı aldığı Toronto Uluslararası Film Festivali’nde (TIFF) tanıdık isimler de vardı.

Festivale katılan Daniel Radcliffe, son olarak 12 yıl önce ekranda bir araya geldiği Gary Oldman’la gazetecilere poz verdi.

Oldman 2004-2007 yıllarında üç Potter filminde (Harry Potter ve Azkaban Tutsağı / Harry Potter and the Prisoner of Azkaban, Harry Potter ve Ateş Kadehi / Harry Potter and the Goblet of Fire, Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı / the Order of Phoenix) Potter’ın vaftiz babasını canlandırdı.

Festival seyircilerine göre Radcliffe’in hayranları aktörü görme umuduyla etkinliğin yapıldığı alandaki ana yollardan birinde “çılgınca koşturdu”.

Radcliffe festival kapsamında yeni filmi Guns Akimbo’nun Kanada prömiyerine katıldı. Eleştirmen Marshall Shaffer, etkinlik sırasında Radcliffe’in aktör adaylarına bir tavsiyesi olup olmadığı yönündeki soruya verilebilecek “en iyi cevabı” verdiğini söyledi.

Radcliffe, etkinliğin moderatörlüğünü yapan Shaffer’a şöyle karşılık verdi:

“Buna cevap verebilecek en kötü kişi olabilirim.”

Radcliffe, Potter rolünü halka açık seçmelere girerek kazanmıştı.

Aksiyon-komedi türündeki Guns Akimbo, yeni edindiği gladyatör becerilerini kaçırılan eski sevgilisini kurtarmak için kullanan bir adamın hikayesini anlatıyor.

Jason Lei Howden’ın yazıp yönettiği Guns Akimbo filminin ne zaman vizyona gireceği henüz net değil. Radcliffe’in karakterinin adı ise Miles.

Oldman ve Radcliffe’i yıllar sonra yeniden aynı karede görmek bizleri oldukça mutlu etti. Böyle bir nostaljiye neredeyse hazırlıksız yakalandık.

Siz bu buluşma hakkında ne düşünüyorsunuz? İkiliyi özlemiş misiniz? Yorumlarınızı bizlerle paylaşmayı unutmayın!

* * *

* “Bellatrix Lestrange”e Dair Filmlerde Değiştirilen 4 Önemli Şey

* Marge Hala’yı Uçuran Sirius Black’in Ta Kendisi Olabilir mi?!

* Felsefe Taşı’nın İlk Baskısı 28 Bin Sterlin’den Alıcı Buldu

* Hogwarts Şatosu’nda Yaşanmış En Kötü 10 Şey

Kaynak: Independent Turkish

The post Harry Potter ve Sirius Black Yıllar Sonra Buluştu! appeared first on Fantastik Canavarlar.

Harry Potter Yazarı J.K. Rowling’den Araştırma Merkezine 19 Milyon Dolarlık Bağış

$
0
0

J.K. Rowling Harry Potter

Harry Potter serisinin yazarı J.K. Rowling yaptığı bağışlarla gönlümüzü çalmaya devam ediyor. Yazarımız, 45 yaşında kaybettiği annesinin adına kurduğu nöroloji araştırmaları merkezine tam 15,3 milyon sterlin (yaklaşık 18,8 milyon dolar) bağışladı.

Edinburgh Üniversitesi’ndeki Anne Rowling Rejeneratif Nöroloji Kliniği, 2010 yılında J.K. Rowling’in 10 milyon sterlinlik bağışıyla kurulmuştu. Rowling’in annesi 1990 yılında MS hastalığına bağlı komplikasyonlardan dolayı hayatını kaybetmişti. Yazarımız da annesinin adını yaşatmak ve benzeri hastalığa yakalanmış insanlar için böyle bir bağışta bulunmuştu.

Yazarımızın kuruluşunda önemli bir katkı üstlendiği bu klinikte motor nöron (MND), Parkinson ve demans dahil bir dizi nöroloji hastalığının tedavisiyle ilgili araştırmalar yapılıyor.

J.K. Rowling Harry Potter romanlarını, devlet yardımıyla geçinirken yazmaya başladı

J.K. Rowling

J.K. Rowling, büyücü çocuk Harry Potter’ın öyküsünü Edinburgh’daki kafelerde, sosyal yardımla geçinirken yazmaya başlamıştı. O meşhur başlangıç hikâyesini zaten hepiniz biliyorsunuz.

Sağ Kalan Çocuk Harry’nin Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Okulu’ndaki maceralarını anlatan yedi roman kaleme alan yazarımız bunlardan uyarlanan film, müzikal ve hediyelik eşyalardan milyarlarca dolarlık gelir elde etti. Şimdilerde de Fantastik Canavarlar filmleri ile Harry Potter ve Lanetli Çocuk tiyarto oyunuyla devam eden Büyücülük Dünyası (Wizarding World), yazarına kazandırmaya devam ediyor.

Ama elbette Rowling sadece para kazanmak adına bir şeyler yazmadı. Serinin yan kitapları Fantastik Canavarlar Nelerdir, Nerede Bulunurlar?, Çağlar Boyu Quidditch ve Ozan Beedle’ın Hikâyeleri gibi eserlerden elde edilen gelirleri de yine yardım kuruluşlarına bağışlamıştı.

İngiltere’de yayımlanan Sunday Times gazetesinin en varlıklı kişiler listesine giren J.K. Rowling’in 750 milyon sterlinlik (yaklaşık 925 milyon dolar) bir serveti olduğu tahmin ediliyor.

Yazar, farklı yardım kuruluşlarına yaptığı milyonlarca sterlinlik yardımlarıyla biliniyor. Bunun dışında açmış olduğu Lumos vakfıyla da yardımlarına devam ediyor. Bildiğiniz gibi Lumos Vakfı bakım evindeki çocuklar ile ailelerini yeniden buluşturmak için çalışan kâr amacı gütmeyen bir organizasyon.

Rowling’in bu tarz bağışları hakkında ne düşünüyorsunuz? Görüşlerinizi bizlerle paylaşmayı unutmayın!

* * *

* J.K. Rowling En Güçlü Rol Model Seçildi

* J.K. Rowling, Depresyonla Boğuşan Hayranlarını Desteklemeyi Sürdürüyor!

Kaynak: BBC Türkçe

The post Harry Potter Yazarı J.K. Rowling’den Araştırma Merkezine 19 Milyon Dolarlık Bağış appeared first on Fantastik Canavarlar.

Viewing all 1621 articles
Browse latest View live