J.K. Rowling’in kaleminden yeni bir peri masalı: The Ickabog. Yazar, Harry Potter serisini yazdığı sıralarda başladığı bu öyküyü yıllar sonra internet üzerinden ücretsiz olarak yayınlanıyor. FantastikCanavarlar.com olarak bizler de bölümleri Türkçeye çevirip sizlerle buluşturuyoruz.
The Ickabog hakkında daha detaylı bilgi için buraya tıklayabilirsiniz.
– giriş ve önsöz –
– bölüm 1 –
– bölüm 2 –
bölüm 3
Terzi Kadının Ölümü
Beamish ve Dovetail ailelerinin her ikisi de Kent-İçi-Kent denen bir yerde yaşıyormuş. Chouxville’in bu bölgesi, Kral Fred’e çalışan herkesin evlerinin bulunduğu yermiş. Bahçıvanlar, aşçılar, dikiş ustaları, uşaklar, terzi kadınlar, taş ustaları, seyisler, marangozlar, piyade erleri ve hizmetçiler. Tüm bu kişiler sarayın hemen dışında bulunan derli toplu, küçük kulübe evlerde yaşıyorlarmış.
Kent-İçi-Kent Chouxville’in diğer bölgelerinden yüksek, beyaz bir duvarla ayrılıyormuş. Ancak, duvardaki kapılar, oranın sakinleri Chouxville’in diğer kısımlarında oturan arkadaşlarını ve ailelerini ziyaret edebilsin ve alışverişe çıkabilsin diye gün boyunca açık tutuluyormuş. Geceleri ise bu ağır kapılar kapatılıyor ve Kent-İçi-Kent’teki herkes, tıpkı Kral gibi, Saray Muhafızları’nın koruması altında uyumaya gidiyormuş.
Bert’in babası, Büyük Beamish Saray Muhafızları’nın başıymış. Çelik grisi renkte bir atı olan bu yakışıklı ve şen şakrak adam Kral Fred’e, Lord Spittleworth’e ve Lord Flapoon’a genellikle haftanın beş günü çıktıkları av gezilerinde eşlik ediyormuş. Kral, Büyük Beamish’i sevdiği kadar, Bert’in annesini de seviyormuş; çünkü Bertha Beamish kralın özel pasta şefiymiş. Dünyanın en iyi fırınlarının olduğu bu şehirde bu çok büyük bir onurmuş. Bertha eve geri çevrilemeyecek kadar güzel, birbirinden süslü pastalar getirdiğinden, Bert biraz tombul bir çocukmuş. Ve ne üzücü ki, diğer çocuklar bazen ona ‘Dombili’ deyip onu ağlatıyormuş.
Bert’in en yakın arkadaşı Daisy Dovetail imiş. İki çocuk da bir gün ara ile doğmuş ve birbirleri için oyun arkadaşından çok, kardeş gibi büyümüşler. Daisy Bert’i zorbalıklara karşı hep savunurmuş. Sıskaymış, ama hızlıymış ve Bert’e ‘Dombili’ diyen herkesle de kavga etmekten çekinmiyormuş.
Daisy’nin babası, Dan Dovetail kralın marangozuymuş. Kralın arabasının tekerleklerini ve gövdesini tamir eder, yenilermiş. Bay Dovetail oymacılıkta o kadar iyiymiş ki, saray için birtakım mobilyalar bile yapmış.
Daisy’nin annesi, Dora Dovetail ise sarayın Baş Terzisiymiş. Bu iş de çok değerliymiş. Çünkü Kral Fred kıyafetleri çok severmiş ve her ay tüm terzileri ona yeni kostümler yapmak için didinir dururmuş.
Kralın süse bu kadar düşkün olması, sonradan Cornucopia’nın tarih kitaplarına geçecek kadar kötü bir olaya sebep olmuş ve bu olay, küçük, mutlu krallığın içine çekileceği belaların da başlangıcı olmuş. Olayın gerçekleştiği zaman, bunu yalnızca Kent-İçi-Kent’te yaşayan birkaç kişi biliyormuş ve bazıları için bu korkunç bir trajediymiş.
Peki, ne mi olmuş?
Pluritania Kralı, Fred’e resmi bir ziyarette bulunmaya gelmiş (belki de, hâlâ Cennet Umutları’nın ömür boyu servisi karşısında kızlarından biriyle evlenmesini umuyordur) ve Fred de bu ziyaret için kendine yeni bir kıyafet hazırlatması gerektiğine karar vermiş. Soluk mor renkli, gümüş danteller işlemeli, ametist taşından düğmeleri olan ve yenleri gri kürkle kaplı bir kıyafet.
Kral Fred Terzi Başı’nın sağlığının pek iyi olmadığına dair bir şeyler duymuş, ama buna pek aldırmamış. Gümüş dantellerin düzgün işlenmesi için Daisy’nin annesinden başka kimseye güvenemezmiş, o yüzden başka kimseye veremeyeceği bu görevi ona vermiş. Sonuç itibariyle, Daisy’nin annesi art arda üç gece boyunca oturmuş, mor renkli takımı Kral Pluritania’nın ziyaretine yetiştirmek için çok çalışmış. Dördüncü günün şafağında, yardımcısı onu yerde ölü halde yatarken bulmuş ve son ametist taşlı düğme de elindeymiş.
Fred kahvaltısını yaparken, kralın Baş Danışmanı ona bu haberi getirmiş. Baş Danışman, Herringbone adında, neredeyse dizlerine kadar gümüş sakalları olan yaşlı bir bilgeymiş. Krala Terzi Başı’nın öldüğü haberini verdikten sonra şöyle demiş:
“Ama eminim, Majesteleri’nin kalan son düğmesini diğer terzi hanımlardan biri dikebilir.”
Herringbone’un gözlerinde Kral Fred’in hoşuna gitmeyen bir bakış varmış. Bu bakış, midesinin kıvrım kıvrım kıvrılmasına yol açmış.
Kostumcüleri o sabahın ilerleyen saatlerinde yeni mor renkli kostümünü giyinmesine yardım ederken, Fred meseleyi Lord Spittleworth ve Lord Flapoon’a açarak kendi içindeki suçluluk duygusunu hafifletmeye çalışmış.
“Demem o ki, o kadar hasta olduğunu bilseydim,” demiş soluk soluğa, hizmetkârları daracık pantolonunu giydirmek için güç bela yukarı çekerken, “tabii ki, kostümü başkasının dikmesine izin verirdim.”

“Majesteleri ne kadar iyi kalplisiniz,” demiş Spittleworth, şöminenin üzerindeki aynada soluk benizli görünümünü incelerken. “Sizden daha merhametli hiçbir hükümdar olmadı.”
“Kadın iyi değildi madem, söylemeliydi,” diye homurdanmış Flapoon, pencerenin yanında oturduğu konforlu koltuğundan. “Çalışmaya uygun değilse, söylemesi gerekirdi. Aslına bakarsanız, bu krala yapılmış bir sadakatsizliktir. Ya da kostümünüze mi demeliyim?”
“Flapoon haklı,” demiş Spittleworth, aynayla ilgilenmeyi bırakarak. “Hizmetkârlarına sizin kadar iyi davranan başka biri yok, efendim.”
“Onlara iyi davranıyorum, değil mi?” demiş Kral Fred, rahatsız bir halde; kostümcüler ametist taşlı düğmelerini bağlarken karnını içine çekiyormuş. “Her şey bir yana, dostlarım, bugün en iyi şekilde görünmeliyim, değil mi? Pluritania Kralı’nın her zaman ne kadar şık olduğunu bilirsiniz!”
“Pluritania Kralı’ndan daha şık olmamanız, milli bir utanç sayılırdı,” demiş Spittleworth.
“Bu can sıkıcı olayı düşünmeyi bırakın, efendim,” demiş Flapoon. “Vefasız bir terzi için böylesi güneşli bir günü mahvetmeye değmez.”
Gel gelelim, Lord’ların tavsiyelerine rağmen Kral Fred düşünmeden edemiyormuş. Belki de kendi uyduruyormuş, ama o gün Lady Eslanda ona çok ciddi görünmüş. Hizmetkârlarının gülümsemeleri soğukmuş ve hizmetçilerin reveransları da eskisi gibi içten değilmiş. O gece Pluritania Kralı ile sarayda ziyafet çekerken, Fred’in aklı sürekli elinde son ametist taşlı düğmeyi tutan ve yerde ölü halde yatan terzi kadına gidiyormuş.
Fred o gece yatağına girmeden önce, Herringbone odasının kapısını tıklatmış. Baş Danışman, kralı iyice eğilip selamladıktan sonra, Bayan Dovetail’in cenazesine çiçek göndermek isteyip istemediğini sormuş.
“Ah – ah, tabii ki” demiş Fred, ürkek bir halde. “Evet, büyük bir çelenk yolla, yani, ne kadar üzgün olduğumu falan belirtsin. Ayarlayabilirsin, değil mi, Herringbone?”
“Elbette, efendim,” demiş Baş Danışman. “Ayrıca – bunu sorduğum için beni mazur görün, ama – terzi kadının evini ziyaret etmeyi de düşünür müsünüz? Bildiğiniz gibi, saray kapılarından birkaç yürüme mesafesi uzaklıkta yaşıyorlar.”
“Ziyaret mi?” demiş kral, dalgın dalgın. “Ah, hayır, Herringbone, hiç sanmıyorum – yani, demek istediğim, bence onlar da böyle bir ziyareti beklemezler.”
Herringbone ile kral birkaç saniye öylece birbirlerine bakmışlar, sonra Baş Danışman eğilerek selam verip odadan ayrılmış.
Kral Fred herkesin ne kadar müthiş bir danışmanı olduğunu duymaya alışkınmış, o yüzden Baş Danışman’ın odadan çıkarken somurttuğunu görmekten hiç hoşlanmamış. Şimdi artık utançtan ziyade canı sıkkın hissetmeye başlamış.
“Ne can sıkıcı bir durum,” demiş, yatmadan önce sakalını taradığı aynadaki yansımasına dönüp bakarken. “Ama ne olursa olsun, ben bir kralım ve o da bir terzi. Ölen ben olsaydım, onun da benim için–”
Ancak, kendi ölümü aklına gelince, Cornucopia halkının, tıpkı babası Doğrucu Richard öldüğünde yaptıkları gibi, işi gücü bırakıp siyahlar giyinerek bir hafta boyunca ağlamasını beklediğini fark etmiş.
“Aman, neyse,” demiş sabırsızlıkla, aynadaki yansımasına bakarak, “hayat devam ediyor.”
İpekten gece başlığını başına geçirmiş ve dört direkli yatağına tırmanarak mumları söndürüp uykuya dalmış.
Bölüm 4 çok yakında FantastikCanavarlar.com’da!
The Ickabog hakkındaki yorumlarınızı bizimle paylaşmayı unutmayın!
The post The Ickabog #3: J.K. Rowling’den Bir Peri Masalı – Terzi Kadının Ölümü | OKU appeared first on Fantastik Canavarlar.