Quantcast
Channel: Fantastik Canavarlar
Viewing all articles
Browse latest Browse all 1602

The Ickabog #63: J.K. Rowling’den Bir Peri Masalı – Lord Spittleworth’un Son Planı | OKU

$
0
0

The Ickabog #63: J.K. Rowling

J.K. Rowling’in kaleminden yeni bir peri masalı: The Ickabog. Yazar, Harry Potter serisini yazdığı sıralarda başladığı bu öyküyü yıllar sonra internet üzerinden ücretsiz olarak yayınlanıyor. FantastikCanavarlar.com olarak bizler de bölümleri Türkçeye çevirip sizlerle buluşturuyoruz.

The Ickabog hakkında daha detaylı bilgi için buraya tıklayabilirsiniz.


– giriş, önsöz ve ilk bölümler-
– bölüm 60 –
– bölüm 61 –
– bölüm 62 –

bölüm 63

Lord Spittleworth’un Son Planı

Daisy, kalabalığın en başında sarayın avlusuna girdiğinde, avlunun ne kadar az değiştiğini görünce şaşırmış kalmış. Çeşmeler şarıl şarıl akıyor, tavus kuşları kasıla kasıla yürümeye devam ediyormuş. Sarayın önünde değişen tek şey, ikinci katta kırılmış görünen tek bir pencereymiş.

Sonra, devasa altın kapılar açılmış ve içeriden kalabalığı karşılamak için çıkan iki pejmürde insan görünmüş. Biri elinde balta tutan beyaz saçlı bir adamken, diğeri de elinde kocaman bir tava taşıyan bir kadınmış.

Daisy beyaz saçlı adama bakakalmış bir halde dizlerinin üzerine çökmüş ve iyi olan Ickaboggle onu yakalayıp kaldırmış. Bay Dovetail yalpalaya yalpalaya ona doğru ilerlemiş. Uzun zamandır kayıp olan kızının yanında, basbayağı gerçek bir Ickabog’un olduğunu bile fark etmemiş gibi görünüyormuş. İkisi de birbirlerine sarılıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamışlar. Daisy babasının omzunun üzerinden Bayan Beamish’i fark etmiş.

“Bert hayatta!” demiş, oğlunu bulmak için deli gibi etrafına bakınan pasta şefine. “Ama yapması gereken bir şey vardı… Yakında geri gelecek!”

Şimdi saraydan koşarak çıkan mahkum sayısı daha fazlaymış. İnsanlar sevdiklerine kavuşurken etraf sevinç çığlıklarıyla dolmuş. Çok sayıda yetim çocuk, öldüğünü zannettikleri ebeveynlerine kavuşmuşlar.

Ve sonra daha birçok şey olmuş. Otuz kadar güçlü adam, öfkeli Ickaboggle’ın etrafını sarmış ve onu birilerini öldürmeden önce tutup oradan uzaklaştırmışlar. Daisy, Bay Dovetail’e, Martha’nın da onlarla birlikte yaşayıp yaşayamayacağını sormuş. Kaptan Goodfellow, yanında ağlayıp zırlayan ve hâlâ pijamalarıyla olan Kral Fred’le balkonda belirmiş. Ve Kaptan Goodfellow onlara kralsız bir hayat yaşamayı denemenin tam zamanı olduğunu söylerken kalabalık neşe içinde tezahürat etmiş.

Ama biz şimdi bu mutlu sahneden uzaklaşıp Cornucopia’nın başına gelen felaketlerin asıl sorumlusu olan adama bir göz atalım.

Lord Spittleworth, atı sakatlandığında, kilometrelerce ötede ıssız bir kasaba yolunda dörtnala ilerliyormuş. Spittleworth atı ilerlemeye zorlayınca, kötü muamele görmekten usanan zavallı at şaha kalkarak Spittleworth’u yere yapıştırmış. Spittleworth atı kırbaçlamaya çalışmış, ama at onu teperek bir ormanın içine dalıp kaybolmuş. Ve ne mutlu ki, onu orada iyi bir çiftçi bulacak ve sağlığına kavuşturacakmış.

Böylece, Lord Spittleworth’un, kasabanın dar yollarından malikânesine doğru tek başına koşmaktan başka seçeneği kalmamış. Baş Danışmanlık cüppesini bir yere takılmasın diye yukarı toplayıp takip edilme korkusuyla geçtiği her evin bahçesine baka baka yol almış. Cornucopia’daki hayatının artık bittiğinin bal gibi farkındaymış, ama yine de hâlâ şarap mahzeninde onu bekleyen bir yığın altını varmış ve at arabasını sığdırabildiği kadar dükayla doldurup sınırdan gizlice geçerek Pluritania’ya gitmeyi planlıyormuş.

Spittleworth nihayet malikânesine vardığında gece çökmüş ve ayakları fena halde zonkluyormuş. Aksaya aksaya içeri girip –uzun zamandır hem Nobby Buttons’ın annesi hem de Profesör Fraudysham kılıklarına giren– kâhyası Scrumble’a seslenmiş.

“Geliyorum, Lord’um!” demiş, mahzenden gelen bir ses.

“Işıkları niye yakmadın, Scrumble?” diye bağırmış Spittleworth, aşağıya el yordamıyla inmeye koyularak.

“Evde kimse yok gibi görünmesinin iyi olacağını düşündüm , efendim!” demiş Scrumble.

“Ah,” demiş Spittleworth, merdivenleri aksaya aksaya inerken acıdan yüzünü buruşturarak. “Yani olanları duydun, öyle mi?”

“Evet, efendim,” demiş, yankılanan ses. “Ve burayı boşaltmamı isteyeceğinizi düşündüm, haksız mıyım?”

“Doğru, Scrumble,” demiş Lord Spittleworth, orada yanan tek ışığa doğru yürüyerek. “Kesinlikle öyle istiyorum.”

Yıllardır altınlarını depoladığı mahzeninin kapısını itip açmış. Spittleworth’un loş ışıkta belli belirsiz seçebildiği kâhyası, bugün, yine Profesör Fraudysham’ın kostümünü giyiniyormuş: beyaz bir peruk ve gözlerini neredeyse tamamen küçülten kalın gözlükler.

“Kılık değiştirerek yolculuk etmemizin iyi olacağını düşündüm, efendim,” demiş Scrumble, elinde tuttuğu yaşlı dul Buttons’ın kostümü olan siyah elbise ile kızıl peruğu kaldırarak.

“Güzel düşünmüşsün,” demiş Spittleworth, cüppesini üzerinden hemen çıkarıp kostümü giyinerek. “Soğuk mu kaptın, Scrumble? Sesin bir tuhaf geliyor.”

“Burası baya tozlu diyedir, efendim,” demiş kâhya, elinde mum ışığıyla ilerleyerek. “Peki, Leydi Eslanda’ya ne yapmayı düşünüyorsunuz, Lord’um? Hâlâ kütüphanede kilitli.”

“Onu burada bırak,” demiş Spittleworth, bir süre düşündükten sonra. “Ve ona, şansı varken benimle evlenmediği için hak ettiği cezayı ver.”

“Pek âlâ, Lord’um. Altınların çoğunu arabaya ve bir çift ata yükledim. Belki, Lord’um, bu son sandığı da yüklememde bana yardımcı olmak istersiniz?”

the ickabog Srivathsan 10
Çizim: Srivathsan (10 Yaşında)

“Umarım bensiz gitmeyi düşünmüyordun, Scrumble,” demiş Spittleworth, şüphe içinde, on dakika daha geç gelseydi, Scrumble’ı çoktan gitmiş bulur muydu diye merak ederek.

“Ah hayır, Lord’um,” demiş Scrumble. “Lord’um olmadan buradan gitmeyi hayal dahi etmezdim. Sürücü Withers bizi götürecek, efendim. Avluda hazır bekliyor.”

“Mükemmel,” demiş Spittleworth ve birlikte altınlarla dolu son sandığı da sırtlanıp yukarı kata çıkararak ıssız evden ayrılmışlar ve Spittleworth’un arabasının karanlığın içinde beklediği arka avluya çıkmışlar. Atların sırtlarına bile çuvallarla altın yüklenmiş. Aynı şekilde, yük arabasının tepesinde de bağlanmış sandıklar duruyormuş.

Spittleworth, Scrumble ile son sandığı da tepeye bırakınca şöyle demiş:

“Şu acayip ses de neyin nesi?”

“Ben bir şey duymuyorum, Lord’um,” demiş Scrumble.

“Bir çeşit inleme sesine benziyor,” demiş Spittleworth.

Orada karanlıkta dururken Spittleworth’un aklına bir anı gelmiş: yıllar önce buz gibi beyaz bir sisin içinde durduğu ve dikenli otların arasına takılan bir köpeğin çıkardığı inlemeleri duyduğu an. Bu duyduğu ses de, sanki tuzağa düşen ve kendini kurtaramayan birinin sesine benziyormuş. Ve bu sessizlik anı, ona, tıpkı Flapoon’un silahını ateşlediği ve ikisinin birlikte zengin olmanın yolunu yapmaya ve ülkeyi felakete sürüklemeye başladıkları zamandan bu yana son zamanlarda hissettiği gerginliği hissettiriyormuş.

“Scrumble, bu sesi hiç sevmedim.”

“Sevmenizi de beklemiyordum zaten, Lord’um.”

Ay bulutların arkasından çıkarak belirmiş ve kâhyasının sesinin birden değiştiğini fark edip hızla dönen Lord Spittleworth, kendini, kendi silahlarından birinin namlusuna bakarken bulmuş. Scrumble,  peruğunu ve gözlüklerini çıkararak kahya olmadığını göstermiş. Bu kişi, Bert Beamish’miş. Ay ışığının altında çocuk, tıpkı babasına benziyormuş. Spittleworth, kısacık bir anlığına, Binbaşı Beamish’in onu cezalandırmak için dirildiği gibi çılgın bir fikre kapılmış.

Ardından, deli gibi çevresine bakınmış ve tuhaf seslerin geldiği yere doğru bakınca yük arabasının açık kapısından gerçek Scrumble’ın ağzı kapalı ve bağlı bir şekilde zeminde yattığını görmüş. Leydi Eslanda da orada oturmuş, elinde ikinci bir silah tutuyor ve gülümsüyormuş. Spittleworth, tam sürücü Withers’a neden bir şey yapmadığını sormak için ağzını açacakken, onun Withers değil, Roderick Roach olduğunu fark etmiş. (İki çocuğun dörtnala geldiğini gören sürücü, başına gelecekleri hissederek Lord Spittleworth’un en sevdiği atlarını çalarak gecenin içine karışmış.)

“Buraya nasıl bu kadar çabuk geldiniz?” sorusu, Spittleworth’un aklına gelen tek şey olmuş.

“Bir çiftlikten iki at ödünç aldık,” demiş Bert.

Aslında, Bert ile Roderick Spittleworth’tan çok daha iyi sürücülermiş, o yüzden atları hiç sakatlanmamış. Onun önüne geçmeyi başarıp malikâneye erkenden vararak Leydi Eslanda’yı serbest bırakacak, altınların nerede olduğunu bulacak, kahya Scrumble’ı bağlayıp –kendisinin Profesör Fraudysham ile Dul Buttons kılıklarına nasıl girdiği de dahil– Spittleworth’un tüm ülkeyi nasıl aptal yerine koyduğuna dair her şeyi anlatmaya zorlayacak vakitleri olmuş.

“Beyler, durun bir dakika,” demiş Spittleworth, zayıf bir sesle. “Burada çok sayıda altın var. Onları sizinle bölüşebilirim!”

“Bölüşemezsin, çünkü bu altınlar senin değil,” demiş Bert. “Chouxville’e dönüyorsun. Önümüzde görülecek bir duruşma var.”

Bölüm 64: Yeni Cornucopia

The Ickabog hakkındaki yorumlarınızı bizimle paylaşmayı unutmayın!

The post The Ickabog #63: J.K. Rowling’den Bir Peri Masalı – Lord Spittleworth’un Son Planı | OKU appeared first on Fantastik Canavarlar.


Viewing all articles
Browse latest Browse all 1602

Trending Articles


Mide ağrısı için


Alessandra Torre - Karanlık Yalanlar


Şekilli süslü hazır floodlar


Flatcast Güneş ve Ay Flood Şekilleri


Gone Are the Days (2018) (ENG) (1080p)


Yildiz yükseltme


yc82


!!!!!!!!!! Amın !!!!!!!!!


Celp At Nalı (Sahih Tılsım)


SCCM 2012 Client Installation issue