Quantcast
Channel: Fantastik Canavarlar
Viewing all 1601 articles
Browse latest View live

Hermione “Weasley” mi? Güldürmeyin Bizi!

$
0
0

Hermione Granger ya da Hermione Weasley. Hermione Granger – Weasley. Soyadın önemi hakkında hiç düşündünüz mü? İki soyada sahip olmak aslında ne demek? Hermione gibi güçlü bir karakterin üstünde nasıl bir etkisi var? Mugglenet editörlerinden Holly’nin konu hakkındaki yazısını birlikte okuyalım.

Harry Potter ve Lanetli Çocuk oyuncularının fotoğrafları geçtiğimiz senenin haziran ayında yayınladığı zaman, Harry, Ginny, Albus, Draco ve Snape’e bakmadan doğrudan Ron ve Hermione’ye baktım. Fotoğrafları gördüğüm zaman da kendimden beklediğim o heyecanlı tepkiyi göstermedim. Hermione’nin soyadının aynı kalmasına da çok sinirlendim. Şimdi başka şekilde düşünsem de o zaman neden o kadar sinirlenmiştim, emin değilim.

Harry Potter’ın özgünlüğüne inanan ve onu bu şekilde seven biriyim. Hatta bu durumun aksini söyleyen hayran kurgularını okumam bile. Alternatif evren senaryoları da bana göre değildir. Fakat Lanetli Çocuk’u çok sevdim, ne büyük ironi. Tüm Potter kitaplarım ve bu dünyaya ait her şey ile kuşatılmış halde oturup, sürekli Pottermore’u kontrol ederken kendimi biraz gücenmiş hissetmiştim. Tamam, o sıralarda Hermione’nin soyadının artık Weasley olacağına dair ya da Rose ve Hugo’nun da birer Weasley olacağına dair bir haber yoktu ancak tam tersini söyleyen bir gelişme de yoktu. Şimdiye kadar. Sanki bir kuralmış gibi kendimi birdenbire Ölüm Yadigarları sonrasını anlatan bir hayran kurgusu okur gibi hissederken, önüme Rose’un üzerinde “R. W” yazan valizinin fotoğrafı çıkıverdi.

Konuyu neden bu kadar önemsiyorum? Doğrudan kişisel sebeplerden ötürü. Granger – Weasley soyadı bana hiçbir zaman çok uygun gelmedi belki de bunun sebebi benim de iki soyadına sahip olmam ve bu durumdan pek de haz etmemem olabilir. Bu durum iki soyadına sahip olan herkes için geçerli olmayabilir ancak çoğu kişinin çektiklerini anlayabiliyorum; evrak doldururken çekilen sıkıntılar mı dersiniz yoksa adınız ve soyadınızın ancak dört harf ile kısaltılması mı dersiniz… Rose ve Hugo’nun soyadlarında Granger olmaması onları daha az Hermione’nin çocuğu yapmaz ki. Anne ve babam, her ikisinin soyadını bana vererek, kendi kimliklerini benimle yaşatmak istemişler ve Hermione de aynı anlaşılabilir şeyi yapıyor.

Öte yandan Hermione için Granger olarak kalmak da çok büyük öneme haiz. Harry Potter’ı tam olarak keşfetmeden önce, kitap kurdu olmam, çalışma yöntemlerim ve dağınık saçlarım sebebiyle Hermione ile karşılaştırılıyordum. Şimdilerde insanlar bu kıyasa hala devam ediyorlar çünkü Hermione ile aramızda düşüncelerimiz ve inandıklarımız sebebiyle de bazı benzerlikler var. Bunların üstünde, Hermione’nin soyadını muhafaza etmek istemesi, benim de soyadımı korumak istememe yol açıyor.

Hermione bu kararıyla Rose ve Hugo’nun hayatlarında kendi kimliğini yansıtmak istemiş olabilir ancak bu karar aynı zamanda son derece açık feminist bir hareket. Gösterdiği bu ateşli feminist duruşa rağmen, Ron’dan tam anlamıyla bağımsız olma anlamına gelmek zorunda da değil. Vermiş olduğu kadar, hayatta kendin olarak kalmak ve kimliğini daha fazla bölmemek anlamı da taşır. Hayatını önce ve sonra diye ikiye bölmek yerine, doğrudan ona ait olan ve onu tanıtan parça ile devam etmek olarak da algılanabilir. Bu soyadı ile o kadar çok şey yaşamışken, neden onu saklamak istemesin ki?

Unutulmaması gereken nokta ise, Hermione’nin bu seçimi doğrudan yaratıcısı Rowling’in kişisel seçimlerine bağlanıyor. Hermione en başında olduğu gibi kalarak bir noktayı dikkatimizi çekiyor: o sonuna kadar bir Granger.

* * *

Peki ya siz bu yazı ve Hermione’nin kararı hakkında neler düşünüyorsunuz? Bizimle paylaşın!


Ian McKellen Neden Dumbledore Rolünde Oynamadığını Açıkladı!

$
0
0

Yüzüklerin Efendisi serisindeki ak büyücü Gandalf rolü başta olmak üzere, nice farklı rolle akıllara kazınan usta aktör; müthiş kariyerine Albus Dumbledore rolünü de ekleyebilirmiş! Variety‘nin haberine hep birlikte bakalım!

Felsefe Taşı ve Sırlar Odası filmlerinde Dumbledore’u oynayan Richard Harris 2002 yılında vefat ettiğinde McKellen Albus Dumbledore rolü için en büyük adaydı. Sunucu Stephen Sackur, BBC’de bir programa katılan McKellen’a Harris’in daha önceki eleştirilerini sordu. Richard Harris daha önce Ian McKellen ve arkadaşları Derek Jacobi ile Kenneth Branagh hakkında, “O adamlar teknik olarak harikalar ancak tutkusuzlar,” demişti.

McKellen, ise “Evet, saçmalık,” diye cevapladı.

Daha sonraysa McKellen yıllar önce bir Harry Potter filminde bir rol için telefon aldığını açıkladı.

“Beni arayıp Harry Potter filmlerinde oynamakla ilgilenir misin diye sorduklarında kimi oynayacağımı söylemediler.  Ne düşündüklerini anladım ve yapamadım… Beni onaylamayan bir aktörden rol devralamadım.”

Daha sonra sunucu, “Yani Dumbledore olabilir miydiniz?” diye sordu. McKellen ise gülerek şöyle cevap verdi:

“Bazı zamanlar Dumbledore’u görkemli bir şekilde oynayan aktör Mike Gambon’un posterlerini gördüğümde onun ben olduğumu düşünüyorum.”

Nihayetinde geri kalan filmlerde Dumbledore karakterini Mike Gambon canlandırmıştı. Ian McKellen’ın kararı hakkında siz ne düşünüyorsunuz?

Yorumlarınızı bizlerle paylaşmayı unutmayın!

Profesör Flitwick Karakterine Yakından Bir Bakış

$
0
0

En sevdiğimiz cep-boy profesör olan Profesör Flitwick’in büyük değişimi serinin hayranları tarafından birçok kez tartışıldı. Bu değişimin sebebini, karaktere can veren Warwick Davis açıklıyor.

Harry Potter ve Felsefe Taşı ile Sırlar Odası filmlerinde, Warwick Davis Tılsım dersi profesörü Filius Flitwick’e hayat verdi. Bu filmlerde karakterin bilge bir havası vardı, gümüş sakallıydı, keldi ve cübbe giymekteydi. Warwick Davis’in karaktere bir sonraki hayat verişinde, Harry Potter ve Azkaban Tutsağı filminde ise bıyıklı, siyah saçlı daha genç bir adamı özel dikim bir smokin içinde izledik.

“Sırlar Odası ile Azkaban Tutsağı filmlerindeki değişim en çok aldığım soru,” diyor Davis. Bu durumun sebebi Flitwick karakterinin Azkaban Tutsağı’nda senaryoda yer almamasından kaynaklanmakta. Flitwick’in senaryoda yer almaması sonrası yapımcı David Heyman aktör ile konuşup özür dilemiş ve sonrasında başka bir rolde oynamak isteyip istemediğini sormuş. Kendisini Hogwarts Korosu Şefi olarak izledik. Daha sonrasında da Davis, yönetmen Alfonso Cuarón ve özel efekt tasarımcısı Nick Dudman resmî, opera temalı görünümü oluşturmuşlar.

Harry Potter ve Ateş Kadehi filminde Flitwick karakteri için Davis dönüş yaptığında ise yönetmen Mike Newell bu görünümü korumak istemiş ve Tılsım dersinin yanında Flitwick, Davis’in tabiriyle “müziğin de profesörü” olmuştur.

Orijinal Flitwick makyajı yaklaşık dört saat sürerken yeni imaj daha kısa, iki buçuk saat kadar sürmüştür. “Setteki çoğu insan gerçekte nasıl göründüğümü bilmiyordur, eminim,” diyor Davis gülerek ve ekliyor, “Çünkü makyaj nedeniyle sete herkesten birkaç saat erken gelip birkaç saat geç çıkıyordum.

Daha genç olan Flitwick’in makyajında saçın altına kadar uzanan protez bir alın, sahte kulaklar, sahte bir burun ile sahte bir diş takımı yer almakta. Diş takımı için Davis şöyle diyor:

Kendim için de bir takım istiyorum ki daha sonra çıkıp diş macunu reklamlarında oynayabileyim.

Daha genç ve dinamik görüntü Davis’e bir konuda ilham vermiş ve Harry Potter ve Ateş Kadehi için bir öneri getirmiş:

Noel Balosu sonunda karakerim bir rock grubunu sahneye davet ediyor. Aptal bir şekilde bir Cuma akşamı Mike’a, ‘Flitwick grubu lanse ettikten sonra sahneye dalsa ve kalabalığa atlayıp üzerlerinde sörf yapsa komik olmaz mıydı?’ dedim, birlikte güldük ve evlerimize gittik.

Pazartesi Davis kendisini akrobasi koordinatörü Greg Powell’a danışırken bulmuş.

Daha sonra anlaşıldığı üzere, hafta sonu Newell ile Powell bir kulübe gitmişler ve Davis’in bahsettiği şeyi tam olarak görmüşler sonrasında da bunu gerçekleştirmeye karar vermişler.

Bende dedim ki, ‘Af buyur?’ Ama onlara aslında şaka yaptığımı söyleyecek cesareti kendimde bulamadım.

Böylece bu Flitwick’in öğrencilerin üzerinde gezdirilmesi ile gerçekleşti. “Bir noktada, çok dikkat ederseniz eğer,” diyor Davis, “sahte diş takımımın ağzımdan fırlayıp tekrar yerine oturduğunu görebilirsiniz!”

Peki ya sizler filmlerde canlandırılan Profesör Flitwick karakterini nasıl bulmuştunuz? Fikirlerinizi bizlerle paylaşmayı unutmayın!

Yeterince Değerini Bilemediğimiz Bir Dost: Dean Thomas

$
0
0

Lee Jordan ve Kingsley Shackebolt gibi Dean Thomas‘ın rolü de filmlere uyarlanırken oldukça azalmıştı. Gelin MuggleNet‘in hazırladığı bu yazıyla kendisine hak ettiği değeri kazandırmaya çalışalım!

Her şeyden önce; inanılmaz hevesli bir karakter. Harry’ye oldukça benziyor. Muggle bir ailede büyümüş ve Quidditch hakkında hiç bir şey bilmiyor. Ancak bu onu durdurmamış tabi, çok kısa bir sürede bu spora dalmış.

Animated GIF  - Find & Share on GIPHY

Artı olarak çok da zeki bir karakter. Hatta kendisi Sırlar Odasının gizemlerinden birini Hermione‘den önce tahmin etmişti.

“Ama belki de Slytherin’le akraba olmak gerekiyordur,” diye başladı Dean Thomas, “bu yüzden de Dumbledore… [Odayı açamazdı]” – Harry Potter ve Sırlar Odası

Animated GIF  - Find & Share on GIPHY

Ayrıca çok sadık ve destekleyici bir karakter. Harry Üç Büyücü Turnuvasına katıldığında Dean ona oldukça destek olmuştu.

Ve çok iyi resim yapan Dean Thomas, etkileyici yeni pankartlar hazırlamıştı. Bunların çoğu, Ateşoku’na binmiş, Boynuzkuyruk’un başının çevresinde ok gibi dönen Harry’yi gösteriyordu. Bir iki tanesinde de başı alev almış Cedric vardı.

Harry Potter ve Ateş Kadehi

“Eh, Harry’nin söylediği gibi, değil mi?” dedi Dean. “Saldırıya uğramak tehlikeli bir durum.”

Harry Potter ve Zümrüdanka Yoldaşlığı

Animated GIF  - Find & Share on GIPHY

Remus‘a da oldukça sadıktı ve o okulda değilken onu Umbridge‘e karşı savunmuştu.

Dean tiz bir sesle, öfkeli öfkeli, “Eğer Profesör Lupin’i kastediyorsanız,” dedi, “o gelmiş geçmiş en iyi -”

Harry Potter ve Zümrüdanka Yoldaşlığı

Animated GIF  - Find & Share on GIPHY

Ve son olarak cesaretini ve yiğitliğini kazanma şansları olmamasına rağmen savaşarak gösterdi.

“Savaşıyoruz, değil mi?” dedi Dean, kendi sahte Galleon‘unu çıkarırken. “Mesaj diyor ki Harry geri döndü ve biz de savaşacağız! Bir asaya ihtiyacım olacak gerçi”

– Harry Potter ve Ölüm Yadigarları

Animated GIF  - Find & Share on GIPHY

Dean Thomas Harry’nin en yakın arkadaşlarından biri olmasa da ona ve dostlarına son derece sadıktı. Ne yazık ki zaman kısıtlaması yüzünden hikayesinin büyük bir bölümü beyaz perdeye taşınırken kesildi. Dean sadık, cesur, güçlü bir karakterdi ve bu yönleri onu maalesef ki seride değeri en anlaşılamamış karakterlerden biri yapıyor.

Siz ne dersiniz?

Bunlar da ilginizi çekebilir:

Geri Planda Kalmayı Hak Etmeyen Bir Kahraman: Dean Thomas

Gerçek Bir West Ham Unitedlı: Dean Thomas

Harry Potter ve Kızıl Pelerin #7: Nigrum Mortem

$
0
0

* * *

önceki bölümleri okumadıysanız:

BÖLÜM 1: Karanlığın Şafağı

BÖLÜM 2: Arcanus Grines’in Adaleti

BÖLÜM 3: Seherbaz Adayları

BÖLÜM 4: Kaçakların Esrarı

BÖLÜM 5: Mezar Soyguncusu

BÖLÜM 6: Zindanlarda

* * *

Harry’nin Kara Göl’deki macerasının ardından Kovuk’ta geçirdiği iki hafta pek çok açıdan can sıkıcıydı. Ginny ile aralarında geçen tartışma beraberinde büyük bir soğukluk ve boşluk hissi getirmişti. Harry yine de şimdilik barışmak için herhangi bir çaba göstermek niyetinde değildi çünkü haklı olduğunu düşünüyordu. Defalarca aksini kanıtlamasına rağmen hala gösterişçi bir maceracı olarak görülüyor olmaktan gerçekten usanmıştı.

Ron ise bir tarafta en iyi dostu diğer tarafta öz kız kardeşi olduğundan hiçbir şekilde müdahalede bulunmak ya da fikir beyan etmek niyetinde değildi. Harry ile Ginny’den her bahsedildiğinde iki elini karşısındakini durdurmak istermiş gibi kaldırıyor, kollarını kavuşturup sağır ve dilsiz taklidi yapıyordu. Bu durum derdini paylaşıp akıl almak isteyen Harry’nin ciddi anlamda sıkılmasına, yalnız hissetmesine sebep oluyordu. Hermione ise Harry’nin Ginny konusunda daha anlayışlı olması gerektiği konusunda ısrarcıydı; arabulucu olarak taktiğini, Harry’ye Ginny’nin kaybetmekten korktuğunu söyleyerek onu yumuşatmak ve olayın biraz daha küllenmesini bekleyip ilk adımı kendisinin atmasını salık vermek olarak belirlemişti. Eh, Harry bu yorumlardan da bıkmıştı; daha Hogwarts Savaşında yaşadıklarını düşünmeden dahi Cedric, vaftiz babası Sirius, Dumbledore ve Dobby’nin kayıplarıyla baş etmek zorunda kalmıştı. Anlayış gösterilmesi gerekiyorsa bunu en çok hak edenin kendisi olduğunu düşünüyordu.

Ginny ile yaşadıkları soğukluk Kovuk’ta yaşama isteğini de yok etmiş gibiydi. Eğer Noel’e kadar durumlarında herhangi bir değişme olmazsa Ginny eve döndüğünde işler daha da garipleşecekti. Üstüne üstlük Mr ve Mrs Weasley’e yük olduklarını düşünmeye ve bu yüzden de suçluluk duymaya da başlamıştı. Gringotts’taki aile servetinin yanında artık kendi geliri de olduğundan rahatlıkla kendi evine taşınabilir, orada yeni bir hayat kurabilirdi. Bu ihtimal gözüne her geçen gün daha da cazip görünüyordu. Ama taşınma işine girişecekse bu durumu Mr ve Mrs Weasley’i kırmadan halletmesi gerekecekti. Her nedense içinden bir ses Mrs Weasley’e onlara yük olduğunu düşündüğü için kendi evine çıkma niyetinde olduğunu söylemenin uyuyan bir ejderhayı gıdıklamakla eşdeğer olduğunu söylüyordu. Üstelik konuşmanın genel akışında kaçak Ölüm Yiyenlerin henüz yakalanmamış olması elini zayıflatacaktı. Gerçi Kingsley’in onların İrlanda’ya kaçmakta olduğunu söylemesi lehine bir gelişmeydi ama onun tanıdığı Mrs Weasley bu kadar da kolay pes edecek bir kadın değildi.

Harry için bir başka sorun da nerede yaşayacağına karar vermekti. Sirius’un doğal mirasçısı olduğundan Grimmauld Meydanı 12 numara ilk aklına gelen yerdi. Malikânede Kreacher ile yaşamak konfor açısından eksikleri olmayacağı anlamına geliyordu. Bina işaretlenemez olduğundan güvenliydi güvenli olmasına ama Sihir Bakanlığına yaptıkları baskınının ardından Yaxley’i cisimlenirken malikâneye getirdiklerinden Ölüm Yiyenlerin çoğunun burayı biliyor olmasına şaşırmazdı. Aslında Harry imkânı olsa tercihini Godric’s Hollow’da yaşamaktan yana kullanırdı; Godric Gryffindor ve Albus Dumbledore’un yıllar boyunca yaşadığı bu köy Harry’yi fena halde cezbetse de mantık çerçevesinde baktığında yaşamak için pek doğru bir tercih olduğu söylenemezdi. Ev, öldüren lanetin geri tepmesiyle yıkıldığından onarılamıyordu. Zaten bir açık hava müzesi haline gelmişti ve oraya yerleşmek her açıdan güç olacaktı. Sonuç olarak Harry daha önceki tecrübelerine de dayanarak Grimmauld Meydanı 12 numarayı ilk tercihi olarak belirledi. Ne de olsa üçü daha önce de orada gizlenmiş ve bir anlamda bugünün provasını yapmıştı. Yine de Harry eğer orada yaşayacaklarsa Sirius’un annesinin portresini bir yolunu bulup kaldırmalarının şart olduğunu kendi kendine hatırlattı.

Bu düşüncelerini ilk olarak, her ne kadar Ginny konusunda kendisini anlamasa da sağduyusuna hala güven duyduğu Hermione ile paylaşmaya karar verdi. Hermione akşam yemeğinin ardından odasına çekildiğinde fırsat bu fırsat diyerek kafasında söyleyeceklerini toparladı, ne yapmayı düşündüğünü önceden prova ettiği şekilde yumuşak bir dille anlattı. Onun bu işe en azından ilk başta muhalefet edeceğini varsaymıştı, Hermione ise bilmiş bilmiş sırıtarak, “Aslında Harry,” diye söze başladı aritmansi kitabının kapağını kapatırken, “Ben de seninle tamamen aynı fikirdeyim. Kendi ayaklarımızın üstünde durmanın vakti artık geldi de geçiyor.” Elini kitabın üzerine koydu ve gözlerini pencereye dikti, “Mr ve Mrs Weasley’e daha fazla yük olmamalıyız. Ron’un da aslında bizimle aynı fikirde olması gerekirdi, ama onu Mrs Weasley’in yemeklerinden vazgeçirmek kolay değil,” Gözlerini devirdi, “Eh, bir yolunu bulacağız artık.”

Ron, bu teklifi aynen bekledikleri gibi pek coşkuyla karşılamadı, hatta gözleri Hermione ve Harry’nin gösterdiği cüret karşısında şaşkınlık ve dehşetle açılmıştı: “Böyle bir şeyin sözünü dahi etsem annem beni evlatlıktan reddeder. Ginny okulda, koca evde yapayalnız kalacaklar,” dedi. Ama Hermione’nin bu itiraza cevabı hazırdı; Bill, Charlie ve Percy evden ayrılırken ciddi bir muhalefetle karşılaşmamıştı. Hatta Charlie’nin Romanya’da yaşaması bile gayet normal karşılanmıştı. (Harry onun Fred ile George örneğini onu incitmemek için bilerek vermediğini düşündü.) Ron, “Onları karıştırma şimdi…” diye söze başladıysa da kendisinin de pek inanmadığı bir şeyler geveledi, uzun tartışmalardan sonra Grimmauld Meydanı 12 Numara’ya taşınmaya bir şekilde razı oldu.

Eylül ayının son günlerinde Harry sık sık Kovuk’un geniş pencerelerinden dışarıyı izliyor, bunu yaparken yüzünde hülyalı bir ifadeyle ufka dalıp gidiyordu. Her ne kadar kendisini Kingsley’in toplantı gününü bildirecek baykuşunu beklediği konusunda ikna etmeye çalışsa da asıl dört gözle beklediği Ginny’den gelebilecek herhangi bir haberdi. Her baykuş teslimatında Harry’nin aynı hevesle odaya dalması ama bunu sürekli inkâr etmesi üzerine sabrı iyiden iyiye taşan Hermione, “Harry, oturup bir zahmet barışmak istediğine dair iki satır karalar mısın? Yoksa o mektubu BEN yazıp ilk fırsatta senin adına Ginny’ye BEN yollayacağım,” tehdidini savurdu.

 

 

Bu ihtimal üzerine paniğe kapılan Harry, kös kös Ron ile paylaştıkları odaya dönüp gelen giden baykuşları takip etmeyi bırakmaya karar verdi. Zaten Ginny’nin de pek barışmaya niyeti yoktu belli ki.

Harry’nin acıklı durumunu gören Ron dayanamayarak Büyücü Klası’nın son sayısında yer alan KABAHAT SİZDE Mİ? Cadı’larla barışmanın on metodu isimli yazıyı okumasını önerdi. Büyücü Klası’na göre barışma metodu işlenen kabahate göre değişkenlik gösteriyordu: Bir cadıya yalanını yakalatmak ciddiyet bakımından, bilerek asasını kırıp çöpe atmakla, kendini kurtarmak için onu İnferius’lara kurban etmek arasında yer alıyordu ve en ümitsiz vakalar arasında değerlendirilmişti. Dergi bu konuda bir barışma metodu göstermek yerine bekâr cadıların en çok takıldıkları mekânların listesini verip yeni aşklara yelken açmayı öneriyordu. (Önerilen mekanlardan biri de Madam Puddifoot’un Çayhanesiydi.) Harry kabahatin onda olmadığını düşündüğünden, ilk adımı atmak ya da yeni aşklara yelken açmak niyetinde olmadığından Ron’a teşekkür etti ve derginin görüşlerini dikkate almadı.

Ginny’den hiç haber çıkmadı ama Kingsley’in baykuşu ekimin ilk günlerinde geldi.

Kingsley’in notuna göre Harry ve Ron ekimin ikinci haftasında ilk önce Gilbert Wimple’ın davetlisi olarak Deneysel Büyüler Dairesini ziyaret edecekti. Ardından Barry Egerton’un brifingine geçilecekti. Bu haber bir yerde Harry’nin kurtarıcısı oldu ve dikkatini Ginny’den farklı bir şeye verebilmesini sağladı.

Ron ile Harry heyecanla gün sayarken, sorumlulukları gün geçtikçe artan Hermione bir yandan FYBS’lere hazırlanıyor, bir yandan da Lupin Yasası üzerine çalışıyor, bunları yaparken büyücü meskenlerini dolaşarak ev cinlerinin hayat standartlarını ölçümlüyor ve bu ziyaretleri de genellikle bizzat ev cinleri tarafından kapının önüne konmasıyla sonuçlanıyordu. Ev cinleri izin kullanmak ya da ücret talep etmek gibi bir eğilim göstermedikleri gibi genellikle bu tarz “ayartma” çabalarına son derece katı tepkiler veriyor ve Hermione’den kurtulmak için aşağı yukarı her yolu deniyordu. Ode Everett’in ev cininin onu sahibinin bastonuyla kovalaması Hermione’nin moralini çok bozmamıştı ama bir başka büyücü evinde, oturmakta olduğu koltuk ev cini tarafından ateşe verildiğinde biraz olsun cesaretinin kırıldığını itiraf etmekten de kendini alamadı. Yine de kararlılıkla ev ziyaretlerini sürdürürken Hogwarts’taki üçüncü yılında olduğu gibi kaldırabileceğinin üzerinde bir yükün altına girmiş gibiydi; sürekli Bakanlık ve saha görevi arasında mekik dokuyor, Kovuk’ta olduğunda da odasından yemek saatleri dışında hiç çıkmıyordu.

-o-

Harry ile Ron 16 Ekim sabahı uyandıklarında gökyüzü yağmur bulutlarıyla kaplıydı. Mrs Weasley Kovuk’u saran gölgeleri aydınlatabilmek için dört bir yanı büyülü mumlarla donatmıştı. Kahvaltıya indiklerinde Harry gergin olduğundan çok az şey yiyebildi. Aynı durumda olan Ron da dalgın dalgın çatalıyla dürterek tabağındaki pastırma ve yeşilliklerin yerini değiştirmekle yetindi. Hermione yeni bir ev ziyareti yapmak için iyice kasvetli bir hal alan Kovuk’u terk ettiğinde onlar da Mr Weasley ile beraber Bakanlığa cisimlendiler.

Bakanlık o gün arı kovanı gibiydi. Atrium’da müthiş bir hareketlilik ve koşuşturma vardı. Ama aynı canlılık Deneysel Büyüler Dairesinin bulunduğu kat için söz konusu değildi. Mr Weasley ile vedalaşıp asansörden indiklerinde kendilerini ıssız, sessiz ve uzun bir koridorda buldular. Koridor boyunca duvarlarda mühim buluşların mucidi olan büyü-bilimcilerin tabloları asılıydı. Kurtboğan iksirini bulan ve göğsünde Merlin nişanıyla tablosunun kenarında dili dışarda bitkin halde yatan kurt adama endişeli gözlerle bakan Damocles Belby’nin tablosunu geçtiler. Conjunctivitis Lanetini bularak ejderhaların ehlileştirilmesini sağlayan ama ejderha nefesine maruz kaldığından hala dumanı tüten kafasına ara ara şapkasıyla su dökerek serinlemeye çalışan Demyan Dung’un kederli iç çekişlerine aldırış etmeden yürüdüler. Koridorun sonunda kalın, çelik bir kapının önüne geldiklerinde bir süre ne yapacaklarını bilemeden baktılar. Harry kapıyı yumrukladı. Birkaç saniye sonra sihirle güçlendirilmiş bir ses koridorda yükseldi:

“Deneysel Büyüler Dairesi’ne hoş geldiniz. Deneysel Büyüler Dairesi personeli dışında kimse içeri giremez. Değerli büyülü bir eşya çalmak ya da karanlık emellerinizi gerçekleştirmek için geldiyseniz lütfen güvenlik büyücülerini bilgilendirin. Davetliyseniz lütfen uzayan kulağa adınızı ve soyadınızı söyleyin ardından asanızı kapının yanındaki bölmeye bırakın.”

Harry, Weasley ikizlerinin de vaktiyle kullandığı uzayan kulağın bir benzerinin kapının yanındaki delikten çıkarak kendisine doğru yaklaştığını fark etti. Fakat kulak her nedense ağzının dibine kadar gelince Harry içgüdüsel olarak bir adım geriledi. Kulak ısrarla onu takip edince elinin tersiyle itekleyerek ağzından uzak tutmaya uğraştı, bu çabası da yeterli gelmedi ve sapından sıkıca kavrayarak bağırdı: “Ben Harry Potter! Yanımdaki de Ron Weasley! Mr Wimple ile randevumuz var!”

 

Kulak bunun üzerine Harry’yi ağır ağır süzerek katlandı, kapının yanındaki küçük deliğine geri döndü. Deliğin hemen yanında kırmızı ışıkla aydınlanan bir bölme açıldı. Harry ile Ron bir an birbirlerine bakıp, söylendiği gibi asalarını yerleştirdiler. Bölme kapandı ve ardından dev çelik kapı ağır ağır açıldı. Kapının ardındaki ufak odacığa girdiler, girdikleri anda dış kapı kapandı ve bulundukları oda karanlığa gömüldü. Gergin geçen birkaç saniyenin ardından karanlıkta çelik levhaların kaydığını duydular. Oluşan açıklığı el yordamıyla buldular, ağır ağır yürüyerek dar bir koridora girdiler. Birkaç saniye sonra koridor aydınlandı. İki yanlarında akvaryumları andıran cam bölmeler vardı, her bölme tavandan kırmızı bir ışıkla aydınlanıyordu ve her birine ilginç objeler dizilmişti: Harry beyaz bir örtünün üzerinde neredeyse tamamen ortadan ikiye ayrılmış bir asa gördü. Bir parçasından boynuza benzer bir cisim sarkıyordu. Hemen yanında altın snitch boyutunda metal bir kutu tıkırdıyordu. Sol tarafa baktıklarında yumruk büyüklüğünde kapkara bir bulutun bölmede yerden bir karış yüksekte dönüp durduğunu fark ettiler. Ron yüzünde bir merak ifadesiyle işaret parmağıyla camı tıklattı. Tıklattığı anda kütle bir anda toparlanarak aktı, cama sert bir şekilde çarparak Ron’un irkilmesine sebep oldu.

Koridorun sonunda aralık bir kapı vardı. Kapıyı açtıklarında ilginç bir görüntüyle karşılaştılar.

Alnının iki yanında bir kabartı, muhtemelen bir çift boynuz bulunan kısa boylu, şişman bir büyücü, yüzünün neredeyse yarısını kaplayan kocaman bir gözlük takmış, eldivenli elinde tuttuğu asayla zeminde toplanmış siyah bir sıvıyı dürtüyordu. Harry ile Ron’un geldiğini fark edince kafasını kaldırdı. Gözlüklerin ardında kocaman şaşı gözleri onlara dikildi, tam o anda asasının ucunda bir kıvılcım belirdi ve siyah sıvı büyük bir gürültüyle infilak etti. Odayı bir anda kara dumanlar sardı.

Harry ile Ron elleriyle dumanı dağıtmaya çalışırken bir yandan kuru kuru öksürdüler. Birkaç saniye sonra şişman büyücü mendiliyle ağzını örtmüştü, toparlanarak asasıyla odayı saran dumanı çekti. Elini önlüğüne silip kocaman bir el izi bıraktı; yüzünü Harry ile Ron’a döndüğünde gözlükleri ve ağzı dışında yüzünün her santiminin patlama yüzünden kapkara olduğunu fark ettiler. Ron bu görüntü karşısında dayanamayarak kahkaha attıysa da kendini hızla toparladı ve kahkahasını öksürük gibi göstermeyi başardı. Şişman büyücü tekrar sildiği elini ikisine uzattı.

“Ah! Hoş geldiniz… Ben Gilbert Wimple. Deneysel Büyüler Dairesi… Boynuzların ve patlamanın kusuruna bakmayın, kaza işte…” Ellerini sıktıktan sonra güney tarafındaki duvarın dibine yerleştirilmiş gri kanepeyi işaret etti, “Lütfen evinizdeymiş gibi davranın…”

Harry öksürerek, “Memnun olduk Mr Wimple,” dedi ve otururken dumanın çekildiği odaya bir göz attı. Oda Harry’ye uç uç tozu ile yaptığı ilk seyahati hatırlattı. Gitmek istediği yeri söylerken öksürük tuttuğundan Diagon Yolu yerine Knockturn Yolu’na çıkmış ve kendisini her türlü karanlık objenin satıldığı büyük bir dükkânda bulmuştu. Wimple’ın ofisi de gariplikte orasıyla yarışırdı hani.

Yerde içinde ıvır zıvırla dolu koliler vardı ve odanın neredeyse her yerine saçılmışlardı. Tam ortada dikdörtgen koca bir masada altıncı sınıftayken Sihir Bakanlığına girdiklerinde gördüklerini andıran, ama onlardan çok daha büyük ve kapsamlı bir zaman döndürücü vardı. Etrafına eski yazılar kazınmış, iç içe geçmiş iki halkanın merkezinde altın sarısı dikdörtgen bir kutu ve kalbinde altın tozuna benzeyen kum taneleriyle dolu bir kum saati, karmaşık bir mekanizmanın merkezine yerleştirilmişti. Mekanizmanın altında akvaryumu andıran büyük bir tüp vardı. Tüpün içinde de beyaz bir mendilin üzerine serilmiş olan, içi kan kırmızısı bir sıvıyla dolu iksir şişesi.

Tam karşılarındaki kuzeye bakan duvarda ise, atış poligonunu fazlaca andıran bir platform kurulmuştu. Platformun üzerinde dört, beş farklı boyutta ve farklı malzemeden asa rastgele savrulmuştu. Poligonun ortasında siyah astarlı, kızıl renkte bir pelerin tavandan asılmıştı. Duvarın tam dibine de ahşap bir taburenin üzerine, mavi beyaz desenli bir vazo yerleştirilmişti.

Harry kafasını sağ tarafına çevirdiğinde, odanın doğu yönüne bakan duvarında gömülü ufak cam bölmelerde ona çok tanıdık gelen birkaç obje olduğunu fark etti. Kaşları çatıldı ve hızla ayağa kalkıp duvara doğru yürüdü; “Mr Wimple, bunlar…”

“Hortkuluklardan geriye kalanlar Mr Potter.” Kapkara mendili masanın altındaki ufak bir çöp kutusuna attı ve ellerini incelerken Harry’nin yanına geldi. Riddle’ın Basilisk dişiyle parçalanmış, ortasında kapkara bir oyukla zararsız ve harap görünen güncesi ile Slytherin’in kırık madalyonu oradaydı. Ama onları bir an için de olsa tekrar görmek bile Harry’yi korku, sıkıntı ve panikle dolu günlere geri götürdü.

“Burada onlarla ne yapıyorsunuz?” diye sordu.

Wimple asasıyla yüzünü ve cüppesini temizledi. “Eh, uzun hikâye ama bilmeye hakkınız var tabii.”

Asasını batı duvarındaki kütüphaneye doğrulttu ve “Accio kitaplar!” diye bağırdı. Kütüphanenin iki ayrı ucundan iki farklı kitap uçarak geldi ve avucuna yerleşti. Wimple kitaplardan birini Harry’ye diğerini de Ron’a uzattı.

Harry’nin elindeki eski ve epeyce yıpranmış kitabın kapağına baktı.

Yazar, Bertrand de Pensees Profondes, kitabın adı ise Özellikle Öz ve Maddenin Yeniden Biraraya Gelmesini Dikkate Alarak, Doğal Ölümün Fiili ve Metafizik Etkilerini Tersine Çevirme Üzerine Bir Çalışma’ydı. İsimler siyah kapağın üzerine altın yaldızlı harflerle yazılmıştı ve kemikli ellerinde asa tutan bir iskelet resmedilmişti. Büyü uzun bir süre önce etkisini kaybetmiş olsa gerek kapak resmi artık hareket etmiyordu.

Soru sorarcasına kafasını kaldırdığı anda Wimple açıklamaya başladı, “Elinizdeki kitap Mr Potter, okul yıllarından beri en sevdiğim kitaptır. İsminden de anlayabileceğiniz gibi ölümün fiili ve metafizik etkilerini tersine çevirme, yani ölümden dönmeyi, yeniden dirilişi felsefi bir dille anlatır,” Kitabı tekrar eline alıp sayfaları rastgele çevirmeye başladı, son sayfalarına geldiğinde açıp bir cümleyi Harry ve Ron’a gösterdi: “Vazgeçin, asla olmayacak.”

“Yıllarca bunun doğruluğuna ben de inandım. Tabi gerçek anlamda dirilişi ifade etmeyen İnferius’lar üzerine çalıştıktan sonra da fikrim değişmedi. Kısa bir süre önceye dek Hortkuluklar üzerine çalışma şansım hiç olmamıştı tabi. Karanlık sanatlarda üstat mertebesine yükselmiş, ilk hortkuluğu yapan ve ilk Basilisk’i üreten Yunan Herpo’dan beri esrarını koruyan bir konudur hortkuluklar ve bir örneğini ele geçirmek son derece güçtür.” Camekânın ardını işaret etti, “Siz bize bunları getirene kadar öyleydi tabi… Ve elinizdeki kitap Mr Weasley, Godelot’un En Habis Sihirler isimli eseridir.”

Ron’un suratı bembeyaz oldu, sanki elinde zehirli bir yılan tutuyormuş gibi kitabın sayfalarını merakla ama tiksinerek araladı. Wimple devam etti, “Eh, Hortkuluklar ile ilgili detaylı bilgi içermiyor ancak ölümle ilintili büyüler ve sonrası ile ilgili pek kıymetli bilgiler içeriyor.”

Harry araya girdi, “Tam anlamıyla bizi buraya çağırma sebebiniz nedir Mr Wimple? Mr Shacklebolt bazı önemli buluşlardan bahsetmişti.”

Wimple keyifle dilini şaklattı, “Ah! Buluşlar! Kingsley doğruyu söylemiş… Arzu ederseniz göstereyim,” Odanın ortasındaki büyük masaya doğru yürürken Harry ile Ron onu merakla takip etti. Wimple zaman döndürücüyü çevreleyen mekanizmaya doğru ilerledi ve arkasına doğru eğildi. İri vücudu yüzünden tam olarak ne yaptığını göremiyorlardı ama her ne yaptıysa mekanizma çalışmaya ve çarklar aniden dönmeye başladı. Wimple doğrulup onlara baktı, “Şimdi dikkatle izleyin,” dedi.

Mekanizmanın çıkış bölmesindeki iksir şişesine parmağının ucuyla bir fiske vurdu, fiskeyi vurur vurmaz şişe devrildi ve altındaki mendilin üzerinde kızıl siyah bir leke bıraktı. İksir yayıldıkça leke her saniye büyüdü de büyüdü. En sonunda yumruk büyüklüğüne ulaşınca Wimple yeniden mekanizmanın başına geçti ve birkaç düğmeye bastı, “20 saniye diyelim mi ha? Ne dersiniz?”

Harry ile Ron gözlerini merakla açtılar. Wimple’ın son dokunuşuyla beraber mendilin üzerindeki iksir lekesi ufalmaya başladı, en sonunda tırnak büyüklüğüne ulaşıp mendili terk etti ve yeniden şişeye dolmaya başladı. Şişe ağzına kadar dolduğunda bu defa yeniden dikilip eski haline geldi. Birkaç saniye sonra da mekanizma kendiliğinden durdu.

Harry, “Bu bir zaman döndürücü,” dedi. “Mr Wimple bunların tamamının kırılıp yok olduğunu sanıyordum.”

“Evet, biz de öyle sanıyorduk. Görünüşe göre evine baskına gittiğimiz ölüm yiyen Nott bize hoş bir sürpriz hazırlamış. Aceleyle çıkmış olmalı ki düzgün bir şekilde gizleme zahmetine bile katlanmamış. Bu zaman döndürücü, diğerlerinin aksine son derece istikrarsız ve tehlikeli zaman döndürme büyüsüne bağımlı olmadan işliyor. Yani bu, geçmişe yaptığınız ziyaretlerde zaman sınırının olmaması anlamına geliyor.”

Bu bilgi Harry’yi ciddi anlamda tedirgin etti.

“Fakat bu durumda ya biri zaman döndürücüyü Lord Voldemort’u geri getirmek için kullanmak isterse?”

Wimple pek tasasız bir gülüşle karşılık verdi ona, “Eh bunu yapabilmesi için için yıllar geçmesi gerekir. Bu alet bir prototip, yani geliştirilmesi gerekiyor; şu anki haliyle birkaç günden fazla geriye gitmek mümkün değil. Görüşüme göre bunu yapan her kimse ki şimdilik Nott olduğunu varsayıyorum, mekaniği zaman döndürücüye iletmekle yükümlü gerekli gücü sağlamakta başarısız olmuş. Bu yüzden de kapasitesi sınırlı kalmış. Büyü yardımı olmadan bu gücü sağlamak çok az kişinin hazırlayabileceği son derece karmaşık bir iksir ile mümkün. Öyle bir iksir ki bileşenlerinden çoğu tükenmiş durumda ve bilinen yöntemlerle tedarik edilmesi imkânsız. Hatta bileşenleri bulunsa dahi hazırlanması da bir yılı aşkın bir süreye yayılıyor. Yani anlayacağınız, çok özlü iksir ya da Felix Felicis’ten bile daha karmaşık bir yapıdan bahsediyorum. Ayrıca Mr Potter, fark ettiğiniz gibi bu odanın savunmasında sadece Bakanlığın aldığı önlemlerle yetinmedik. Odanın kendi savunması ve güvenlik prosedürleri mevcut. Ayrıca bu cihazı bilen kişi sayısı da sınırlı.”

Harry içinden odayı ve cihazı bilenlerin arasında Arcanus Grines’in olup olmadığını sormayı içinden geçirdiyse de yapmadı. Ron faltaşı gibi açılmış gözlerle cihazı süzüyordu.

“Sizin bu aletle ilgili planınız ne?” diye sordu Harry merakla.

“İşin gerçeği…” derin bir nefes aldı Wimple, alnındaki teri sildi, “Benim amacım bir bilim insanı olarak bu cihazın kapasitesini artırmak. Yarım kalan işi tamamlamak. İleride iyi bir amaç için kullanılmak üzere tabii ki.”

Ron kafasını kaldırdı; arkadaki poligon bu defa onun dikkatini çekmişti belli ki, eliyle Pelerinin bulunduğu koridoru işaret ederek, “Bu üzerinde çalıştığınız nedir peki?” diye sordu.

Wimple orada ne bulacağından emin değilmiş gibi merakla arkasına döndü, Pelerin’i görünce, “Eh o zaman gelin bir de Kızıl Pelerin’i deneyelim. Merakınızı gidermiş oluruz.”

Poligonun girişine kadar ilerledi, asalardan birini eline alıp kısaca inceledi. Pelerinin göğüs kısmına doğru nişan aldı ve bağırdı: “Reducto!” Asadan çıkan ışın pelerinin içinden geçti ve aynı anda büyük bir şangırtı duyuldu. Harry Pelerin’in hemen arkasındaki vazonun parçalandığını anladı. Wimple hiçbir şey söylemeden örtülü kumaşın kenarını sıyırarak ufak, alçak bir kapıyı ortaya çıkardı. “Lütfen bir asa alıp beni izleyin Mr Weasley,” Ron itiraz etmedi, kapıdan geçerek koridorda ilerlediler, pelerini geçip duvara yaklaştıklarında Wimple önce reparo diyerek vazoyu tamir etti, ardından Ron’u tam vazonun önüne yerleştirdi ve asasını çıkararak Pelerin’in tam arkasında durmasını rica etti. Ardından odaya geri döndü. Harry birazdan olacakları tahmin etti.

“Şimdi Mr Potter, sizden kalan asalardan birini alıp Mr Weasley’i silahsızlandırmanızı rica ediyorum.”

Harry asasını cüppesinden çıkardı ve duraksamadan bağırdı: “Expelliarmus!” Asasından çıkan ışın bir mermi gibi fırlayıp koridoru kat etti, Pelerine ulaştığında, kumaşa değer değmez parçalara ayrıldı. Ron’un elindeki asa kıpırdamadı bile.

“Kızıl Pelerin, Mr Potter, sizi öldüren lanetten koruyan büyüden esinlenerek geliştirdiğim büyülü bir eşya. Nasıl ki kendisini feda eden aileniz sizin üzerinizde bir koruma sağlamıştı ben de şunu düşündüm: Kendini bir fikir, amaç ya da toplum için feda etmiş bireyler belli bir miktar da olsa koruma sağlayamaz mıydı? Şimdi gelin Pelerin’e bir de yakından bakalım.”

Harry Wimple’ı takip ederken, şaşkınlık içindeki Ron da Pelerin’in yanına gelmiş sağını solunu incelemeye başlamıştı bile. Wimple Pelerin’i kaldırdı ve içinde altın renkli isimlerle işlenmiş harfleri gösterdi: Alastor Moody, Nymphadora Tonks ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı üyesi olduğunu bildiği pek çok isim siyah astarda parıldıyordu.

“Onların fedakârlığı toplumun bekası için çalışan diğer Seherbazların korunmasını sağlayacak. Kalkan büyüsünden daha kalıcı, daha sağlam, dolayısıyla daha güvenli.”

Harry merakla sordu, “Ya affedilmez lanetler? Onlara karşı da koruyor mu?”

Wimple ifadesiz bir şekilde yanıtladı bu soruyu, “Hayır, affedilmez lanetler bu pelerinin kabiliyetinin çok üzerinde kötücül büyülerdir. Büyük bir arzu ve istekle yapılırlar. Bu durum onların katı olmayan her türlü engeli geçebilmelerini sağlıyor,” İçini çekti, “Eh ama hiç yoktan iyidir öyle değil mi?”

Ron yanlarına gelince Wimple onları yeniden koltuğa doğru yönlendirdi, “Pelerin’i istediğim seviyeye getirdiğimde tüm Seherbaz’ların kullanmasını sağlayacağım. Ölüm riski taşıyan çatışmalarda fark yaratacağını düşünüyorum. Şimdi gelelim asıl konumuza…” Harry ve Ron koltuklarında dikleştiler ve merakla Wimple üzerinde yoğunlaştılar.

“Etkisiz hale getirilmiş hortkuluklar üzerinde yoğunlaştığım için araştırmalarında beklediğim aşamayı kaydetmekte zorlanıyorum. Şu anda zarar görmemiş bir hortkuluk ele geçirme şansımız olmadığına göre bu durum böyle gidecek gibi… Bu arada böyle bir şansımız yok öyle değil mi?”

Harry Wimple’ın sağlam bir hortkuluk olma ihtimaliyle heyecanlandığını hissettiği için sinirlendi ve sesini yükseltmemek için kendisini zorlukla dizginledi. Ollivander’ın mürver asaya sahip bir Voldemort fikriyle heyecanlandığında da bu şekilde hissetmişti. Bu insanlar düşündükleri şeyler gerçekleştiğinde nasıl bir tehlike içinde olacaklarının farkına varamıyorlar mıydı?

“Hayır, size mayıs ayında da belirttiğim gibi kesinlikle başka bir hortkuluk yok Mr Wimple…”diyerek kestirip attı Harry.

Wimple sanki Harry’nin cebinden bir hortkuluk çıkarmasını bekliyormuş gibi açıkça fark edilen bir hayal kırıklığıyla ona baktı, “Karanlık Lord’un kendisini yedi hortkulukla sınırlayacağını size düşündüren ne olmuştu? Hatırlıyor musunuz?”

Harry, konuşmak istemediğini bile bile Wimple’ın bu inadı neden sürdürdüğünü anlayamıyordu, gözlerini dosdoğru ona dikip sesini bir ton daha yükseltti, “Voldemort Profesör Slughorn’a en sihirli sayı olan yedi’nin bu konuda fark yaratıp yaratmayacağını sormuştu. Ayrıca zaman zaman zihnini okuyabiliyordum. Gringotts’tan Hufflepuff’ın kupasıyla kaçtığımızda, tüm hortkulukları ve onları sakladığı yeri aklından teker teker geçirdi, günce, yüzük, madalyon, diadem ve son olarak Nagini’yi. Profesör Dumbledore zaten yedinci parçayı kendi bedeninde taşımakta olduğunu söyledi!”

Wimple her şeye rağmen konuyu deşmeyi sürdürdü, “Canınıza kastettiği gece kazara ruhunun bir parçasını size naklettiğini de biliyoruz, dolayısıyla bu sekiz hortkuluk yapar. Bu arada hortkuluklarının asla tamamı aynı anda var olamadı, çünkü Nagini’yi yarattığında siz günceyi çoktan yok etmiştiniz.” Alnı kırıştı ve yüzüne düşünceli bir ifade yerleşti. Artık neredeyse Harry ile Ron’un odada olduğunu dahi unutmuştu, sesli düşünüyor gibiydi, “Bu arada tabi ki bu parçalar yok edildiğinde hissetmediğini de denkleme katarsak… Bir de karanlık işaret konusu var tabi… Bedenini kaybettiğinde kızıl, sönük bir hal almıştı, şu anda ise sadece bir yara halinde.”

Harry artık sinirini içinde tutma zahmetine katlanmıyordu, “Hayal kırıklığına uğrattığım için üzgünüm ama neden gidip cesedinin yerinde durup durmadığını kontrol etmiyorsunuz? Belki ölüm uykusundan uyanıp sorularınızı yanıtlayabilir!”

Wimple derin bir uykudan uyanmış gibi irkildi, “Beni lütfen yanlış anlamayın, sadece aklımı kurcalayan soruların cevabını bulmaya çalışıyorum. Sonuçta Karanlık Lord aklını okuyabildiğinizi biliyordu, hortkuluklardan birini kendine saklayıp kendini garanti altına almış olma ihtimali bence var… Neyse, bu durumda son bir şey kaldı size sormak istediğim.” Bir an duraksadı, “Bir hortkuluk açıldığında nasıl hareket eder?”

Bu soruya Harry yerine Ron cevap verdi, “Hortkuluk düşünebiliyor. Zayıf yönlerinizi, korkularınızı biliyor. Ve onları kullanıyor. Açıldıktan sonra da vurmaya başlıyor, bedensiz bir akıl nasıl vurulabilirse o şekilde hem de. Korkutucu…” Gözleri ormanda hortkulukla karşılaştığı anda olduğu gibi dehşetle açılmıştı.

Wimple korkmamış, aksine etkilenmiş göründü, “Kendi aklı olan ve düşünebilen karanlık bir obje, büyüleyici…” Harry’nin ona bakışlarını fark edince fazla uzatmadı. “Vaktinizi aldım beyler, buraya kadar zahmet ettiğiniz için teşekkürler.”

Harry koltuktan kalktı, Wimple’a göz ucuyla bakıp başını salladı. Sonra da Ron ile beraber kapıya doğru yürüdü. Wimple arkalarından seslendi, “Asalarınız giriş kapısının yanındaki bölmede!”

Koridoru hızla geçip kapıyı artlarından kapadılar.

Ron yüzünde katıksız bir nefret ifadesiyle arkasına bile bakmadan koşar adım asansörlere giden Harry’ye yetişmeye çalışıyordu. “Bu da neydi böyle?” diye sordu.

Harry sinirle, “Hiçbir şey. Sadece kendinden başka kimseyi önemsemeyen biri daha. Gereksiz yere zaman kaybettik.”

Ron karşılaştığı bu tavır karşısında konuyu fazla uzatmadı ve asansörün kapıları kapanırken asasını cebine geri yerleştirdi. Bir yandan da ıslıkla Bir ifritin tırnak kiri’ni çalıyordu.

-o-

Birkaç dakika sonra bu defa Sihirli Yasal Yaptırım Dairesinin dar koridorlarında yürüyorlardı. Ron, Mr Weasley’den buluşacakları toplantı salonunun Gawain Robards’ın odasının tam ters tarafında, koridorun öbür ucunda olduğunu öğrenmişti. Üzerinde Dairenin dev bir logosunun oyulmuş olduğu çift kanatlı dev kapının önüne geldiklerinde tek kanadın aralık olduğunu fark ettiler. Harry elini uzatıp çekingen bir edayla içeri seslendi: “Mr Robards?” İçerisi karanlıktı ancak duvarlarda parlak mavi beyaz bir ışıltı dolaşıyordu; sanki odada bir su tankı vardı. Yanıt gelmeyince içeri girdiler ve kendilerini geniş, konforlu ve şık bir odada buldular. Odanın tam ortasında Wimple’ın kullandığına çok benzeyen dev, ahşap bir masa kurulmuştu. Mavi ışıltıyı yayan da masanın tam ortasına yerleştirilmiş olan taş bir çanaktı. Kenarlarına eski yazılar yontulmuştu ve içinde dalgalanıp salınmakta olan beyaz sıvı o kadar parlaktı ki neredeyse tüm odayı aydınlatıyordu. Harry bu sihirli objeyi görür görmez tanımıştı: Bir düşünseli. Ron’u kolundan çekiştirip masanın başına gelmesini işaret etti. Tam düşünselinin içini görebilmek için eğilmişti ki arkasından gelen sesle irkildi.

“Büyüleyici, öyle değil mi?”

İncecik bir erkek sesiydi bu. Sahibi de sandalyeye kucağında bir balya parşömenle oturup bacak bacak üstüne atmış, gözlüklü, incecik pos bıyıklı orta yaşlı bir adamdı. Siyah saçları düzgünce taranmış, sanki santimetresine kadar ölçülerek sol taraftan ayrılmıştı.

“Eee öyle… Kusura bakmayın, girmeden önce seslendim ama sanırım duymadınız.”

Adam, çok bariz bir gerçeği açıklarmış edasıyla “Duydum,” dedi. “Cevap vermedim çünkü bana değil Mr Robards’a seslendiniz.”

Harry ile Ron çatlak mı bu dercesine birbirine baktı.

“Yine de düşünseline kapılmadan Sayın Bakanı ve diğer misafirleri bekleyelim derim,” Bakımlı elini uzattı ve ikisinin de elini sıktı: “Barry Egerton… Tarihçi…”

Harry az önce Wimple ile yaşadıkları tatsızlığı unutmuş gibiydi. Heyecanla tekrar düşünseline baktı. Bu eşyayla yaşadığı her tecrübe bir diğerinden daha ilginçti.

“Memnun oldum. Harry Potter… Seherbaz… Henüz stajyer tabii… Eee, bugün kimin anılarını inceleyeceğiz?”

“Seraphine Slytherin’in.”

“Kim?” diye bağırdı Harry ile Ron büyük bir şaşkınlıkla, tek bir ağızdan.

“Seraphine Slytherin. Salazar Slytherin’in kızkardeşi. Bugün bin yüz yıllık bir anıya misafir olacağız. Çok fazla büyücünün sahip olmadığı bir ayrıcalık tabi.”

Harry kafasından geçen onlarca sorudan birini sormak için ağzını açmıştı ki Kingsley’in kalın sesi duyuldu:

“Umarım sürprizin tadını kaçırmıyorsundur, ha Barry?”

Kingsley ve Arcanus Grines birbiri ardına odaya girdiler, onları Gawain Robards takip etti. Masaya yerleşirken keyifsiz görünen Grines, Harry ile Ron’a başıyla selam vermekle yetindi. Robards’ın keyfi ise ona kıyasla bayağı yerinde gibiydi.

“Ah nasılsınız beyler? Barry! Göstereceklerini sabırsızlıkla bekliyorum. Başlamadan size yanımda getirdiğim şu meşe şarabından ikram edeyim. Mortimer geçen yaz tatile gittiği Norveç’ten getirdi. Söylediklerine bakılırsa üzümleri meşeden yapılmış dev kayıklarda bekletip hipogriflere ezdiriyorlarmış.”

Yanında getirdiği tozlu şişeyi masaya, düşünselinin yanına koydu, sanki bir sürat büyüsü kullanmış izlenimi yaratacak kadar hızlı bir şekilde açtı ve tam karşısındaki dolaptan çağırma büyüsüyle temin ettiği bardaklara doldurmaya başladı. Oda aniden tatlı ekşi bir şarap kokusuyla doluverdi. Bardaklar kendiliğinden misafirlere dağıldı.

Grines sakince, “Başlayalım mı?” diye sordu. Kingsley başını salladı, Barry Egerton kaşlarını kaldırıp parşömenlerini toparladı. Elinden kaçan birkaç sayfa havaya fırladı, onları yakalamaya çalışırken bu defa da kucağındaki sayfalar yere saçıldı. Grines hızla asasını salladı ve parşömenler yeniden üst üste dizilip Egerton’un ellerinde toplandı.

“Teşekkürler Mr Grines,” dedi Egerton minnetle. Grines başını salladı.

“Bildiğiniz gibi aylardır Merhum Bathilda Bagshot’un evinde, yarım kalmış çalışmalarını deşifre etmekle meşgulüz. Bu çalışmalar esnasında bodrum katında ustaca gizlenmiş bir hatırat ve bazı büyülü objeler bulduk. Bulduklarımız arasında kuvvetli iksirler marifetiyle yıllardır başarıyla muhafaza edilmiş kırılmaz camdan yapılma bir iksir tüpü de bulunuyordu. Bu tüp duvarın içinde bir kasaya yerleştirilmişti. Anladığımız kadarıyla Bagshot akli dengesinin yerinde olduğu son günlerde Hogwarts kurucularının ya da Hogwarts tarihinin bilinmeyen yönleri üzerine çalışıyordu.” Masanın üzerindeki düşünselini işaret etti. “Tüpün içinde Seraphine Slytherin’in, yani Hogwarts kurucularından Salazar Slytherin’in kızkardeşi olarak bilinen genç cadıya ait bir anı var. Bu anıyı düşünseline yerleştirdim ve defalarca izledim. Gerçekten nadide bir anı, sihir toplum tarihinin çok bilinmeyen bir dönemine ve bazı önemli olaylarına ışık tutuyor. Özellikle de Salazar Slytherin’in Hogwarts kurucularıyla nasıl anlaşmazlık yaşadığı ve Hogwarts’tan nasıl ayrıldığı gibi konulara…”

Odada çıt çıkmıyordu. Harry Ron’un bile Hogwarts’ta Profesör Binns’in Sihir Tarihi dersinde hayal dahi edemeyeceği şekilde büyük bir açlıkla tek kelimesini kaçırmadan anlatılanları dinlediğini fark etti. Grines kaşlarını çatmış ilgiyle Egerton’u süzüyordu. Kingsley ve Robards da bir yandan aralarında fısıldaşıyor bir yandan da şaşkın bir ifadeyle genç tarihçinin söylediklerini yorumluyordu. Kingsley söz aldı:

“Bu anı Bathilda’nın eline nasıl geçmiş olabilir Barry?”

Barry Egerton ifadesiz bir şekilde, “Bunu söylemek çok kolay değil. Araştırmalarında bundan bahsetmemiş. Her ne kadar olay coğrafi işaretlere baktığımızda Hogwarts’ın bulunduğu İskoçya kırsalında geçiyor gibi görünse de Slytherin’in kökenlerinin bataklıklardan geldiğini biliyoruz. Lincoln, Cambridge belki de Norfolk. Özetle Slytherin Doğu Britanya’da yaşamış olsa da aslında anıyı bizzat Hogwarts’tan temin etmiş olmasına hiç şaşırmam” dedi.

Grines araya girdi, “Bu tezinizin doğru olduğunu varsayarsak bugüne dek ortaya çıkmamış olmasını neye bağlamalıyız?”

Egerton, “Ortaya çıkmasının istenmemesine…” diye yanıtladı. Bu cevap üzerine herkesin yüzünden açık bir şaşkınlık okunuyordu. Egerton ellerini kaldırdı, “İsterseniz izleyelim, kendiniz karar verin…” Derin bir nefes alıp eliyle düşünseli’ni işaret etti. “Şimdi sizi bu bin yüz yıllık anıya davet ediyorum.”

Beşi de bu çağrıyı geri çevirmeyip aynı anda ayağa kalktı, kafalarını düşünseline yaklaştırdılar ve çanağın içine bakmaya başladılar. Gümüşi ışık helezonlar oluşturup dönmeye, çanağın içinde savrulmaya başladı. Daha da eğildiler, Harry bu mesafeden sanki bulutların arasından yemyeşil kırlara bakıyor gibiydi. Düşünselinin içindeki sarışın genç bir kızı hayal meyal fark etti. Yüzleri gümüşi sıvıya değdi, Harry, Ron, Robards, Grines, Kingsley ve Egerton buz gibi bir karanlık tarafından emilerek anının içine, yemyeşil kırlara doğru inmeye başladılar.

Zemine ayak bastıklarında kendilerini bulutlarla kaplı bir gökyüzünün altında yıpranmış taşlarla örülü bir patikada buldular. Etrafları yemyeşil çimlerle kaplıydı. Arkalarında uçsuz bucaksız ürkütücü bir orman, yüz adım kadar önlerinde ise son derece sefil görünen bir köy vardı. Köy meydanında büyük bir ateş yakılmıştı ve ihtiyar görünüşlü bir adam ateşi saman balyalarıyla besliyordu. Taştan yapılmış evler dip dibeydi ve harap haldeydi. Derme çatma kümeslerde beslenen tavuk ve horozların ötüşleri duyuluyordu. Patikayı takip ettiler, birkaç adım ileride, sol taraflarında devrilmiş bir kütüğün arkasına saklanmış, saçları altın sarısı taş çatlasa yirmi yaşında görünen bir genç kızı fark ettiler. Beline şişkin bir çanta asmıştı, kayışları cüppesinin altından boynuna kadar uzanıyordu. Harry onun Seraphine Slytherin olduğunu tahmin etti, kız ağaç gövdelerini siper almış büyük bir ilgi ve merakla köye bakıyordu. Aniden güzel yüzü sinsi ve hain bir gülüşle çarpıldı. Asasını yavaş yavaş kaldırıp Harry’nin hangisi olduğunu anlayamadığı bir hedefe doğrultup nişan aldı. Birkaç saniye sonra asasından mavi bir ışın fırladı ve dosdoğru kümeslere çarparak içlerindeki zavallı hayvanlarla beraber havaya uçmasına sebep oldu, köy bu patlamayla sarsıldı.

Seraphine hemen arkasını döndü ve kahkahalar atarak ormanlık alana doğru koşmaya başladı. Bir yandan ağzını kapamaya çalışırken bir yandan asasıyla sağa sola kontrolsüzce büyüler yolluyordu. Harry onun  kusursuza yakın güzel yüzüyle, kanca burunlu ve çoğunlukla hiddet dolu bir ifadeyle bakan Salazar Slytherin’e hiç benzemediğini fark etti. En çirkin göründüğü şu an bile.

 

Seraphine kasvetli ormana doğru koştururken peşinden gittiler, genç kız elli adım daha ilerledikten sonra yine bir ağaç gövdesinin arkasına gizlenip yeniden köyü gözlemeye başladı. Baktığı yerden öfkeli çığlıklar ve bağırış, çağırışlar geliyordu. Köylülerden oluşan bir grup ormanı işaret ederek koşmaya başladı. Ellerinde meşaleler, oraklar, yabalar ve sopalar vardı. Onların bu öfkeli ve aciz hallerini gördüğünde yine kıkırdadı. Altı kişilik bir grup ormana girmişti. Birkaç dakika oyalanarak saldırganı bulmak için izleyecekleri stratejiyi düşündüler, ardından üçerli iki gruba ayrılıp aramaya karar verdiler.

Seraphine suratında hain bir ifadeyle batıya yönelen grubun peşine takıldı. Onlar ilerledikçe ağaç gövdelerinin arkasına saklanıyor, ağaç tepelerine cisimleniyor, her cisimlendiğinde çıkan sesi duyarak alarma geçen kalabalığa gülüyordu. Ormanın derinliklerine gittikçe yapraklar ışığı iyice engellediğinden ortalık iyice kararmıştı. Kaynağı belirsiz kahkahalarla alarma geçen adamlar endişe ile etrafına bakakaldılar. Harry Seraphine’nin kendisine bir Hayalbozan büyüsü yaptığını fark etti. Kız asasını salladı ve “Petrificus Totalus” diye bağırdı. Grubun en arkasında yürüyen eli yabalı, sakallı köylü taş kesilip yere yıkıldı. Onun düşerken çıkardığı gürültü diğer köylülerin korkuyla arkasını dönmesine sebep oldu. Seraphine bu defa ortadaki köylüyü bayılttı. Diğer iki adama olanları gören ve aralarında en gençleri olan üçüncüsü tekrar arkasına dahi bakmadan kaçmaya başladı. Ancak Seraphine’in asasından çıkan bir başka büyü onu tam sırtından vurdu. Adam yere düşüp acıyla inlemeye başladı. Seraphine bir yandan Hayalbozan büyüsünü kaldırırken bir yandan dans ederek onun yanına geldi. Yere yıkılan adama cruciatus lanetiyle işkence etmeye başladı. Birkaç dakika sonra kurbanı bayıldığında diğer grubun peşine düştü.

Üç nokta büyüsünü kullanarak yönünü belirledi. Sonra da önce ilk kurbanlarının ayak izlerini takip ederek gizlenip köyü izlediği yere geri döndü. Birkaç dakika sonra ağaçların gölgesinde itinayla ilerleyen üç karaltıya yetişmişti. Bir süre onları korkuttuktan sonra yine benzer bir taktikle iki kişiyi onlar daha ne olduğunu anlayamadan saf dışı bıraktı. Ancak sonuncu köylü altısı arasında en iriyarı ve vahşi görünüşlü olanıydı. Göründüğünden de çevik olacak, Seraphine’nin büyüsünden müthiş bir refleksle kaçındı, büyü onu ıska geçince hemen bir ağacın gövdesine siper aldı ve yabasını sallayarak bağırdı, “Senden korkmuyorum iblis!” Genç kızın yüzündeki hain ifade iyiden iyiye şeytani bir hal aldı, Harry neredeyse kahverengi gözbebeklerinin kızıla döndüğünü fark etti. Genç kız kontrolsüzce üst üste büyüler yağdırdı, adam yuvarlanarak kendini yardan aşağı bıraktı. Seraphine onu takip etti. Ağaç dalları görüşünü kapıyor ve nişan almasını zorlaştırıyordu. Ama bu kovalamacadan büyük zevk alıyor gibiydi, yüzü keyifle kasılmıştı. Sonunda yolladığı büyülerden biri yerini buldu ve adam tam sırtından vuruldu, vurulduğu gibi de kasılıp kıvranmaya başladı.

Seraphine avına bir süre cruciatus lanetiyle eziyet etti. Zavallı hareket dahi edemeyecek kadar bitkin düşüp bayılınca, havada görünmez bir sedye yarattı ve baygın bedeni içine yerleştirdi. Bu garip ikili ormanın derinliklerine doğru ilerlemeye başladılar, Grines, Harry, Ron, Robards, Kingsley ve Egerton’dan oluşan kalabalık da onları izliyordu. Harry olanları nefes almadan izlemişti izlemesine ama gördüklerinden midesi bulanmıştı. Genç kız zavallı insanlara, sadece Muggle oldukları için eziyet ediyordu. Bu olayın bin yıl önce gerçekleştiğini ve ne yaparsa yapsın artık değişmeyeceğini bilse bile durdurmak için elini istem dışı olarak asasına atıp duruyordu.

Seraphine ve zavallı adam sonunda bir bataklığın kıyısına vardılar. Ağaçlar sanki inferiler gibi gibi kıvrılarak yere ve göğe uzanıyor, yeşil çamurda beliren kabarcıklar sanki aşağıda nefes alan bir takım yaratıklar varmış da aniden yüzeye çıkacaklarmış hissi veriyordu. Seraphine önce yere devrilmiş bir kütüğün üzerinden geçerek bataklığın diğer yanına ulaştı. Sonra da tek tük taşların üzerinden zıplayarak yumuşak toprağa indi. En sonunda sedyeyi yere indirdi, şişkin çantasını açarak yumurtaya fena hale benzeyen yuvarlak cisimler çıkardı. Asasını salladığında ucunda cılız bir ışık belirdi ve kütük parçalarını aydınlattı. Asayı bataklık suyuna doğru tuttuğunda nilüferlerin üzerinde, çamura dönmüş toprakta kümelenmiş kurbağalar belirdi, gözleri ışıkta parıldıyordu: Kırmızı, sarı, turuncu gözler. Hepsi de asaya doğru hareketlendiler. Genç kız asasını indirmeden bir ağaç gövdesine doğru yürüdü. Elindeki yumurtaları yarıya kadar gömdü. Sonra da kurbağaları yumurtalara doğru yönlendirip yumurtaların üzerine kuluçkaya yatmalarını sağladı. O sırada rehinesi kıpırdanmaya, yavaş yavaş kendine gelmeye başlamıştı. Seraphine yüzünde bir katilin gülüşüyle asasını kaldırıp ağzını açtı ve tam o anda ıslığı andıran bir ses duyuldu, bir karartı havayı yararak geçti ve kapkara bir ok kızın sırtına saplandı, o kadar derine ki ucu göğsünden çıkmıştı.

Harry olayın şokuyla hızla arkasını dönüverdi. Robards, Grines, Ron ve Kingsley de aynı durumdaydı, soğukkanlı görünen Grines dışında herkes merakla etrafı tarıyordu ama bu anıda defalarca dolaşmış olan Egerton onların tepkilerini belli ki biraz da eğlenerek izlemekle meşguldü. Harry baktıkları yerde, çok uzaklarda ağaçların arasında bir karartı görür gibi oldu, ama oradaki her kimse anında yok oldu.

Seraphine göğsünden çıkan oka büyük bir şaşkınlıkla baktı. Yüzü beklenmedik bir acıyla kasıldı. Oku çıkarmaya çalıştı ama nedense gücü yetmedi. Asasını sallıyor, dudakları kımıldıyor (Harry onun sözsüz büyü yapmaya çalıştığını tahmin etti) ancak hiçbir şey olmuyordu. Okun ucundan garip, siyah parlak bir sıvı yere damlıyordu.

Seraphine yere yığıldı ve kontrolsüzce titremeye ve inlemeye başladı. Sanki gücünün son demleriyle cisimlenmeye çalışıyordu ama bir şey ona engel oluyordu. Doğrulmaya çalışıyor ama doğrulamıyordu. Belli ki büyük acılar içinde on beş dakika kadar can çekişti. O kadar ki, Harry bu uzun süreli işkenceyi görmemek için kafasını çevirmek zorunda kaldı. Avcı av olmuştu ama bu son onu zerre tatmin etmemiş, aksine rahatsız etmişti.

Birkaç saniye sonra ağaçların arasında kükremeyi andıran, kalın ve güçlü bir erkek sesi duyuldu: “Seraphine!” Dev bir el, pençe gibi parmaklar yaprakları ayırdı ve ses yine haykırdı: “Seraphine!” Yaprakların arasından Harry’nin çok iyi tanıdığı bir suret çıktı: Salazar Slytherin’in sureti. Bu suret detaylı bir şekilde Sırlar Odasının duvarına oyulmuştu, aralanan ağzından çıkan Basiliski ilk günkü kadar net hatırlıyordu Harry.

Slytherin sonunda yerde yatan genç kızı gördü. Görür görmez de hemen yanına koşup diz çöktü. Sarı gözleri hiddetle parıldıyordu. Karşısında durulmayacak bir büyücü olduğu çok açıktı. “Nasıl oldu bu? Kim yaptı!” Yüzü hiddetle kasılmıştı. “Sana şu acınası muggle’larla uğraşmamanı, buna değmediklerini söylemiştim! Söylemiştim sana!” Oku hayatı gözlerinden ağır ağır çekilen genç kızın göğsünden hafifçe çıkarmaya çalıştı. Ama o bunu yaparken Seraphine’in acısı da dayanılmayacak derecede arıyor gibiydi.

Sonunda ucunda siyah sıvı damlayan oku çıkardığında genç kız artık ölmek üzereydi, kollarında kalan son dermanla asasını alnına götürdü, gümüşi parlak bir tel saçlarından kopuverdi. Salazar Slyherin hemen cebinden bir tüp çıkardı ve anıyı içine doldurdu, birkaç saniye içinde kız son defa inledi ve gözleri sabitlenirken Harry havalandığını hissetti, bataklık yok olup gitti, bir anlık karanlığın ardından ayakları tekrar yere değdiğinde sanki bir taklanın ardından doğrulmaya çalışıyormuş gibi hissederek dengesini zorlukla buldu. Altı büyücü de gerçek dünyaya, Sihir Bakanlığındaki toplantı odasına geri dönmüştü.

Uzun bir sessizlik yaşandı. Normalde asla abartılı tepkiler vermeyen Arcanus Grines dahi izlediklerinin şokundaymış gibi görünüyordu. Robards kuruyan dudaklarını ıslatabilmek için kadehini kafasına dikti, ancak kadehin boş olduğunu anlaması gerçekten uzun sürdü. Harry Ron’un en son Yasak Orman’da Aragog ile tanıştıkları gece bu denli dehşet içinde baktığını görmüştü.

Barry Egerton biraz da misafirlerinde bıraktığı etkinin tadını çıkararak ağır ağır gözlüğünü eline aldı, sildi, bir yandan da konuşmaya başladı:

“İzlemiş olduğunuz, Seraphine Slytherin’in son anlarıydı. Genç kız Salazar Slytherin o anıyı aldıktan hemen sonra hayata gözlerini yumdu. Bu yüzden anıdan çıktık…”

Ron dehşetle karışık merakla sordu, “Onu öldüren oku neden çıkarmadı? Kendisini rahatlıkla iyileştirebilirdi!”

Egerton dilini şaklattı, “Eh, güzel soru. Teoride basit bir ok yarasını iyileştirmek yetişkin bir büyücü için işten bile değil… Tabi…” Duraksadı.

Grines onun cümlesini tamamladı, “Oku atan Akreplerden biri değilse”

Tüm kafalar Arcanus Grines’e döndü, Kingsley tek kaşını kaldırarak sordu, “Akrepler derken tam olarak kimlerden bahsediyoruz Arcanus?”

Grines düşünceli düşünceli uzaklara baktı, “Elvira ile tanıştığımızda Durmstrang son sınıftaydı. Durmstrang’liler bizim gibi Gizlilik Nizamnamesi imzalanır imzalanmaz her şeyin tozpembe olduğu, büyücülerin yürütülen cadı avında gülerek alevlerden çıktığı hikâyelerle yetişmiyorlar.” Derin bir iç çekişin ardından bildiklerini özetledi:

“Elvira’nın anlattığına göre Akrep düzeni muggle doğumlu büyücülerin kurduğu bir organizasyondu. Muggle’lara eziyet edenleri ve bazen nadir durumlarda masum büyücüleri de hedef alıyor ve tetikçi olarak Sihir Dünyasını tanıyan muggle’ları kullanıyordu.”

Egerton kafasını salladı, “Etkilendim, gerçekten etkilendim Mr Grines… Ayrıca, isimlerini, kullandıkları Akrep adındaki arbaletten alıyorlardı. Üyeleri muggle olduğundan bir büyücüyü öldürme yeteneğine sahip değillerdi. Muggle doğumlu büyücüler okları özel ürettikleri kara bir iksire buluyorlardı: Nigrum Mortem, yani kara ölüm’e. Sonra bu silahı düzenin üyesi olan Muggle’lara veriyorlardı. Nigrum Mortem vücuda girdiğinde büyücü cisimlenemiyor, iyileşemiyor, kısa sürede hayatını kaybediyordu. Ki bir örneğini az önce gördünüz.”

Ron, Egerton’a sanki bir grup akrumantulaya bakar gibi bakıyordu.

Harry kupkuru bir sesle sordu, “Peki ya kurbağalar? Yumurtalar? Seraphine neden yumurtaları ağacın dibine gömdü?”

Egerton bu defa ona döndü, “Yılanların kralını dünyaya getirmek için. Yani Basilisk’i. Herpo isimli Yunan bir büyücü ilk Basiliski bu şekilde üretmişti. Kurbağanın kuluçkaya yattığı tavuk yumurtalarıyla… (Harry ile Ron hemen az önce Wimple’ın Herpo’dan ve basilisklerden bahsettiğini hatırlayıp birbirine baktı.) Tabi on denemeden en fazla biri tutuyor, dünyaya gelen basilisklerin de çok azı ilk yıldan sonra hayatta kalabiliyor. Seraphine köye bunun için gitti, yumurtaları aldı, horozların ötüşünü engellemek için kümesi ortadan kaldırdı. Biliyorsunuz bu ötüş Basiliskler için ölümcüldür. Sonra da kurbağaları kontrol ederek kuluçkaya yatırdı. İşte, Slytherin’in canavarı da o yumurtalardan birinin içinden çıktı. Hikâyenin devamını sanırım biliyorsunuz, canavar sonradan Slytherin tarafından Hogwarts’a getirildi.”

Harry dehşete kapılmıştı, Sırlar Odasında öldürdüğü Basiliskin üretilmesini izlemişti demek!

Kingsley kuşkulu bir sesle, “Bu durumda Barry şunu mu anlamalıyız?” diye sordu ve devam etti: “Salazar Slytherin’in kız kardeşi muggle’lar ve muggle doğumlular tarafından öldürüldü. Bunun sonucunda muggle doğumluların kendilerine ihanet ettiğini düşünerek büyü eğitiminin sadece safkanlara verilmesi gerektiğine karar verdi. Diğer kurucularla karşı karşıya geldi ve sonunda intikamını almak ve okulu temizlemek için Sırlar Odasını kurdu, okulu terk ederken de Seraphine’in yumurtalarından birinden çıkan Basiliski de odaya yerleştirdi.”

Egerton kıvançla, “Evet, Mr Shacklebolt. Bathilda Bagshot’un hikâyesini başarıyla özetlediniz. Bu olaydan önce Slytherin muggle’ları sadece küçümsüyordu, Seraphine’in ölümü ve Akrep düzeni onu tamamen muggle karşıtı bir yere taşıdı.”

“Ve Albus Dumbledore bunları İngiltere’de yetişen Büyücü toplumundan gizledi çünkü muggle doğumlularla, safkanların karşı karşıya gelmesini istemiyordu” dedi Arcanus Grines. “Akıllıca…”

Egerton notlarını toparladı, aradan bir sayfayı çıkardı, göz atıp kafayı kaldırarak devam etti, “Bahsedeceğimiz son şey Gryffindor’un yadigârı olacak; Mr Potter, Mr Weasley, Hogwarts’ta müdürün ofisinin giriş hiç dikkatinizi çekmiş miydi?”

Harry bir an düşündü ve cevap verdi, “Tabi ki… Girişinde çirkin taştan bir heykel ve oluk ağzı var. Odayı korur, parolayı söyleyince de çekilir ki içeri girilebilsin…”

“Girişten odaya nasıl çıkılıyor?”

“Kartal başlı aslan heykelinin etrafına yapılmış bir merdivenden.”

Egerton devam etti, “Doğru… Kartal başlı aslan, yani Griffin mitolojik bir hayvandır, d’or kelimesi ise Fransız dilinde ‘altından yapılmış’ anlamına gelir. Dolayısıyla Müdürün ofisine çıkan merdivende Kartal başlı, kanatlı bir aslan olması tesadüf değil.” Harry ve Ron’un ağzı açık kalmıştı. Heykeli daha önce görmüş ama Gryffindor ile bağlantısı olma ihtimali hiç düşünmemişlerdi. Şimdi Griffin’in kartal başlı aslan olduğunu öğrendiklerinden her şey çok basit görünüyordu, Egerton onların durumunu fark etmemiş gibi sözlerini sürdürdü, “Godric Gryffindor cincücelere sadece bir kılıç değil bir de heykel yaptırmıştı. Avuç içi büyüklüğünde, Kartal başlı aslan heykeli, hem de som altından.”

Robards gözleri heves ve heyecanla parıldarken sordu, “Bu heykel nerede şu an Barry?”

“Mss Bagshot uzunca bir süre izini sürmüş. Ancak izini kaybetmiş, son yirmi yıl nerede olduğu bilinmiyor. Yasa dışı yollardan satıldığını ve İngiltere’nin dışına çıkarıldığını düşünüyoruz.”

Kingsley içini çekti, “Çok yazık…”

“Aynen öyle, müthiş bir eser olduğundan eminim. Kılıcın üzerindeki muazzam büyü ve efsunları düşünürseniz…” Notlarını toparlamaya başladı. ”Neyse, benim söyleyeceklerim şimdilik bu kadar. Umarım her şey yeterince açıklayıcı olmuştur.”

Kingsley, Grines ve Robards Barry Egerton’a teşekkür etti. Sonra ayağa kalkıp Slytherin’in anısı ve Gryffindor’un yadigârı üzerine koyu bir sohbete daldılar. Belli ki Egerton’u bırakmak niyetinde değildiler. Harry de Ron’a kaş göz yaparak kapıyı işaret etti. Anı üzerine konuşmak ve olanları Hermione’ye anlatmak için sabırsızlanıyorlardı.

* * *

Sekizinci bölüm 21 Nisan 2017‘de FantastikCanavarlar.com‘da!

Severek Takip Ettiğimiz MuggleNet’in 1 Nisan Şakası Takipçilerini Dehşete Düşürdü

$
0
0

Mugglenet editörlerinden Dean, mugglenet.com’un artık nomajnet.com olarak hizmet vereceğini açıkladı, ortalık karıştı! 1 Nisan olarak tasarladıkları bu şaka için hazırladıkları metni gelin hep birlikte okuyalım.

Mugglenet.com olarak kullandığımız adresimizin bugünden itibaren NoMajnet.com olarak değişmesinin üzerine bir açıklama yapma gereği duyduk. Öte yandan bu bir açıklama da değil. Bu değişim için sizlere biraz yardımcı olmak isterken, kalplerimizdeki “Muggle”ın yerini “No-Maj”ın alamayacağını da söylemek istedik. Aslında hepimiz, hiç olmak istemediğimiz “Muggle” kelimesi ile büyüdük. Peki o zaman bu değişim niye? İlk olarak, “No-Maj” kelimesinin arkasında başka anlamlar da var. “No-Magic” kelimesinin “No-Maj” e evrilişi çok büyük bir olmasa da, “Muggle” kelimesi İngilizcede kolay kandırılan insanlar için kullanılan “Mug” kelimesinden türüyor. Görünen o ki Rowling, bu kelimeyi tasarlarken bir çığır açtığını düşünmüyordu. Neyse ki yıllar sonra daha iyisini buldu!

Gelin hep birlikte iki kategoriden de tanıdığımız simalara bir bakalım. “Muggle” tarafında sanki büyü diye bir şey yokmuş gibi davranan Dursleyler var. Harry ile gerçek manada tanıştıklarında ise onu ve yeteneklerini yok saymaya karar verdiler ve hayatlarına bu yönde devam ettiler. Hagrid yalanlardan oluşan duvarlarını yıktığında ise, Vernon Enişte kaba kuvvetin genç Harry’deki sihri durduracağını düşünüyordu. Yazık!

Atlantik’in öbür kıyısında ise büyücü dünyasının en renkli simalarından biri olan ve mimikleri ile ancak Ron Weasley’nin yarışabileceği Jacob Kowalski var. Sihre maruz kalması ve Newt Scamander’ın peşinde büyücülerin arasında gezmesi bir yana, tüm merakı ve cesur yaklaşımı ile de karşımıza çıkmıştı. Sonsuza kadar sürecek bir arkadaşlığın ilk adımlarını atarken (yani umarız öyledir), hiçbir şey hatırlamasa bile en azından yaratıkları hatırladığını bize göstermişti.

İçlerinde büyü olmayan insanları tanımlamak için hangi kelimenin kullanması gerektiği hakkında mantıklı bir karar vermeye çalışırken, süper “Muggle” kelimesi için bir liste hazırlamaya karar verdim ve sonunda bir tane buldum. Üstelik bu şimdiye kadar duyduğum en iyi argümandı da. Başından beri “Muggle” kelimesi vardı. En baştan beri. Bunu tartışmak son derece zor çünkü doğru. Nostalji faktörünü bir yerde aşmak zorundayız. “No-Maj” buralarda epey kalacak gibi görünürken, “Muggle” kelimesi diğer tüm büyüler gibi yolun sonuna yaklaşıyor gibi. Belki gelecekte tekrar popüler olabilir ancak şu an kaybeden taraf gibi.

Mugglenet.com adresi ile harika zamanlar geçirmiş olsak bile, NoMajNet.com’un bize sunacağı geleceği görmek için can atıyorum. Kısacası değişen zamana ayak uyduruyoruz!

* * *

Mugglenet.com’un bu şakası hakkında sizler ne düşünüyorsunuz? Takip ediyor musunuz? Ve eğer gerçekten değişiyor olsaydı düşünceniz ne yönde olurdu? Görüşlerinizi paylaşmayı unutmayın! Tüm bunların yanında Fantastik Canavarlar ekibi olarak yaptığımız 1 Nisan şakası, biraz hafif mi kaldı ne?

Seneye görüşürüz MuggleNet!

Ilvermony’yi Hogwarts’tan Daha İyi Yapan 7 Şey

$
0
0

Mugglenet editörlerinden Stephanie, 1 Nisan’daki şakalarına atıfta bulunarak Ilvermony’nin Hogwarts’tan daha iyi olduğunu iddia ettiği bir liste yayınladı. Düşünmesi bile komik olan bu tezi için çeşitli kanıtlar dahi sunuyor. Gelin bu başlıklar nelermiş, hep birlikte okuyalım!

NoMajnet’in geçirdiği değişime ayak uydurmak için, ben de Ilvermony’i Hogwarts’tan daha iyi yapan 7 şeyi listelemek istedim.

1. Okul Dağ’ın Üzerinde!

Greylock ya da Bust Dağı! İngilterelilerin bu nefes kesen manzara karşısında yapabileceği hiçbir şey yok.

2. Asalar Okulda Kalıyor!

Okul dışında yaşayabileceğiniz kışkırtmalar sebebiyle asanızı kullanma gibi bir riskiniz de yok!

3. Okul Kurucularından Biri No-Maj!

Ilvermony okulunun kurucularından James Steward hepimizin bildiği gibi No-Maj bir aileden geliyor. Isolt’un onu ormanlık arazide bulmasının ardından ilk görüşte aşk da başlıyordu.

4. Binalar İsimlerini Yaratıklardan Alıyor!

Tam da Newt’e göre ve eminim bu olaya bayılırdı. İnsanların adları ile anılan binalardan sonra (yani kim onları gerçekten seviyor ki, haksız mıyım), sihirli yaratıklardan isimleri alan binalar var. Herkes böyle bir şeyi tercih eder herhalde.

5. Binanızı Siz Seçebilirsiniz!

Eğer sizi birden çok bina istiyorsa, nereye gideceğinize siz karar veriyorsunuz. Ayrıca, eski ve kokuşmuş bir şapkayı da takmak zorunda değilsiniz!!

6. Sıfır Beklenti!

Hogwarts binaları öğrenci seçiminde son derece detaycı olabilirken Ilvermony’de böyle bir şey yok. Bina maskotlarının sembolize ettiği değerler biraz karışık olabilir ama zaten kimse tam olarak ne arandığını bilmiyor ki!

7. Okulda Birlik!

Ilvermony’deki tüm binaların öğrencileri kızıl ve mavi cüppeler giyiyor. Ayrıştırma, bölme ya da giydiğiniz cüppenin rengi yüzünden nefret edilme gibi bir risk de yok. Hepsi aynı!

Hogwarts’a güle güle deyin çünkü buraların yeni kralı artık Ilvermony!

J.K. Rowling’in Kaleminden Ilvermorny Cadılık ve Büyücülük Okulu’nun Hikâyesini okumak için buraya tıklayabilirsiniz!

Filmden çıkarılan Ilvermorny Marşı için:

Harry Potter’ın Meşhur “Öfke Problemi” Doping Yapmasından mı Kaynaklı?

$
0
0

Biliyoruz ki Harry Potter‘ın Zümrüdanka Yoldaşlığında başlayan ve Melez Prens‘te de kurtulamadığı bir öfke problemi vardı. Yeni bir teori bunun steroid kullanımının yan etkisi olarak ortaya çıkan öfke probleminin büyücülük versiyonu olduğunu iddia ediyor

Reddit‘te bir hayran sıvı şans olarak bilinen Felix Felicis iksirinin aslında bir şans iksiri olmadığını, sadece performans artırıcı ilaçların büyücü versiyonunu olduğunu öne sürdü. Biraz düşündüğünüzde bu mantıklı gelebiliyor. Harry’nin Dumbledore ile olan derslerinde öğrendiği kadarıyla genç Tom Riddle Slughorn‘a hortkuluklar hakkında soru sormuştu. Ancak büyük öneme sahip bu anının sonu büyüyle değiştirilmişti. Harry de tabii ki kazandığı Felix Felicis iksirini bu anıyı elde etmek için kullanıyordu.

İksir sağ olsun Harry’nin tartışmaya açık sosyal kavrayışı daha da iyi oluyordu. İksiri içer içmez Slughorn‘u ikna edip gerçek anıyı almak için Hagrid‘in kulübesine, Aragog‘un cenazesine gitmesi gerektiğini biliyordu.

İksir anıyı elde etme sürecinde Harry‘ye yardımcı olsa da aslında hiç de büyülü değildi. İksir gerçek hayattaki performans artırıcı ilaçlar gibi Harry‘nin sadece doğal becerilerini iyileştirmişti.

Karşı argüman da elbette Harry‘nin iksiri içtiğinde Dean ve Ginny‘nin ayrılmış olması oldu. Bu oldukça şanslı ve Harry‘nin kontrolü dışında bir işti. Ancak Harry‘nin karşılaştığı kavga hiç de rastgele değildi; ikili arasındaki ateş uzun zamandır büyüyordu. Harry ise bunu şimdi fark etmişti.

Harry, artan şansına doğrudan bağlı olarak etrafında olan küçük olayların farkına varıyordu. Dean ve Ginny kısa bir kavga ediyor, Lavender Ron‘u Hermione ile birlikte görüyor. Bunlar her yerde ve zamanda olabilir şeyler. Hatta aslında gerçek “şans” bile olabilir.  Ancak Harry artık bunlara dikkat ediyordu.” diyor Reddit yazarı.

Peki siz bu çılgın teori hakkında ne düşünüyorsunuz? Yılların Sıvı Şans’ı, öylesine bir Redbull’dan farksız mıymış?

Sitemizde bulunan diğer teoriler için buraya tıklayabilirsiniz!


Süpürgeleri Uçmak Dışında Kullanabileceğiniz 5 Yöntem

$
0
0

Harry Potter filmlerinde en çok özendiğimiz sahneler arasında hiç şüphesiz süpürgelerin üstünde saçları uçuşarak havada süzüldükleri dakikalar vardır. Hepimiz kendimizi o süpürgelerin üstünde bir kez olsun hayal etmişizdir. Ama atladığımız bir nokta var ki süpürgeler hayatımızı daha pek çok konuda kolaylaştırıyor.  Nasıl mı? Hep birlikte görelim.

Eğer bir Nimbus almayı düşünüyorsanız, paranızın karşılığını gerçekten alacağınızdan emin olmak isteyebilirsiniz.

Ellerimizin arasına uçan bir süpürge alma imkanımız olsaydı hepimizin ilk yapacağı şey kesinlikle çılgınca kahkahalar atarak etrafta uçmak olurdu.

Ne yazık ki, her yere uçarak gitmek her zaman için çok da akılcı olmayabilir. Bazı durumlarda Uluslararası Gizlilik Kanunu‘nu ihlal etmemek adına temkinli davranmamız gerekebilir, belki hava yağmurludur ya da sadece o an içinizden uçmak gelmiyordur. İki türlü de, süpürgeniz toz toplamak zorunda değil, değil mi ama! (Anladınız mı hani süpürgeler genellikle tozları süpürm… Ah unutun gitsin). Eğer birazcık uyanıksanız süpürgelerin kullanışlı olabileceği yığınla seçenek bulabilirsiniz.

Kıyafetlerinizi Kurutabilirsiniz

Küçük bir dairede oturuyorsanız, bir de çamaşır askısına ayıracak alanınız olmayabilir zaten uçabilen bir süpürgeniz varsa buna gerek de yok. Bu metot, özellikle yatak kılıfı gibi garip şeyleri kuruturken işinize yarayacak, sonuçta geleneksel yöntemleri kullanacak olursanız hiçbir zaman istediğiniz yüksekliği bulamayacaksınız. Evinizde bir bahçeye sahip olacak kadar şanslıysanız, süpürgenizi sulama alanınız için kolay taşınır bir alet olarak da kullanabilirsiniz. Tamburlu bir makineye sahip olan herkes için süpürgeler döndürmeyi kolaylaştırarak kıyafetlerinizin daha kolay kurumasına yardımcı olacaktır. Ancak uyarmalıyız ki süpürgenin çok hızlanıp havlularınızı komşunuzun çitinden bahçesine fırlatma ihtimali de var, yine de bizce denemeye değer. Sizce?

Harry Potter ve Sırlar Odası

Evcil Hayvanınızı Bir Süreliğine De Olsa Oyalayabilirsiniz

Kediler, eskiden beri büyücüler ve cadıların en yakın arkadaşlarındandır, ama siz de kabul edersiniz ki hiç de uygun olmayan zamanlarda ilgi bekleyebiliyorlar (kim Aritmansi ödevini yetiştirmeye çalışırken tüy kalemine saldırmaya kalkışan kedisi tarafından durdurulmamıştır ki?). İşte tam da bu noktada süpürgeler, evcil hayvanınızın eğlence anlayışına uygun pratik çözümler öneriyor. Süpürgenizin ucuna bağlayacağınız bir oyuncak, tüy ya da herhangi bir bağcık sayesinde süpürgeyi evin içinde uçurarak kedinizi uykusu gelene ya da karnı acıkana kadar oyalayabilirsiniz, ki bu çok da uzun sürmeyecektir.

Süpürgeler aynı zamanda köpeğiniz için de uyarlanabilir. Tasmasını kolaylıkla süpürgeye bağlayabilirsiniz, böylelikle fazlaca hevesli olan köpeğinizin peşinden koşturmak zorunda kalmayabilirsiniz. Tüm işi süpürge sizin için yaparken siz sakin bir yürüyüşün tadını çıkarabilirsiniz. Özellikle de köpeğiniz dev gibiyse ya da normalden fazla başı varsa süpürgeler çok daha yararlı olacaktır.

Alışveriş Poşetlerinizi Süpürgeyle Taşıyabilirsiniz

Durum 1: Alışveriş poşetleri ağırdır ve ellerinizi keserler ki bu acı vericidir – özellikle de alışverişiniz Canavar Kitap: Canavarlar gibi kötü davranışlarda bulunan eşyaları da kapsıyorsa. Durum 2:  Süpürgeler en az iki yetişkinin ağırlığını taşıyabilir. Hatta ihtiyaç halinde bu sayı üçe bile çıkabilir, özellikle de eski moda ezeli bir düşmanı söndürülemez bir yangından kurtarmaya çalışıyorsanız… Hatırlarsanız Ron ve Hermione Hogwarts Savaşı esnasında bunu keşfetmişlerdi. Bu yüzden bir süpürge sizin için ağır alışveriş poşetlerinizi taşımak konusunda ideal bir gereçtir, siz uçmak istemiyor olsanız bile.

Sezonluk Dekorasyonunuzu Yapabilirsiniz

Birkaç küçük düzenlemeyle( muhtemelen önceden Witch Weekly gibi girişken büyücülük yayınlarında önerilen), bir süpürge evinizi dekore etmenize yardımcı olabilir. Örneğin süpürgenizin üzerine örteceğiniz bir çarşaf istediğiniz ürkütücü görünümü yakalamanızı sağlayacaktır, cadılar bayramı için hareket eden bir hayalet, tabii tüm bunları bir mankenle yapmak istemezseniz. Noel’de ağacınızı süslerken ulaşılması zor yerler için süpürgeler oldukça işinize yarayacaktır,  sürekli düşüp duran parlak tel tel süsleri bilirsiniz işte tam da bu tarz süslemeleri tutturmak için idealdir.

Temizlik

Sihirli ya da değil, teknik olarak o hala bir süpürge ve zaman zaman çok garip yerlerde örümcek ağları oluşabiliyor. Büyük ihtimalle, son model Nimbus’unuzu bu iş için kullanmak istemeyeceksiniz ama düşünün ki anneniz aşağıdan yemeğe gelmeden odanı temizlemek zorundasın diye bağırıyor ve gelip kontrol edeceğinden eminsiniz ve eğer yapmadıysanız puding yok… Evet, kabul edelim ki öfkeden çıldırırdınız. Eğer tembel biriyseniz, süpürge işin büyük bir bölümünü sizin adınıza halledecektir üstelik sihirli dağınıklıklarınızı ulaşabileceğiniz uzaklıkta tutmak ne harika olurdu, değil mi. Ayrıca yatağınızın altında canavar var mı diye kontrol etmek için de kullanışlı bir yöntemdir,  orada olmaması gereken herhangi bir canavar, her neyse. Artık varlığına alıştığınız birkaç Puffskein olabilir.

* * *

Peki sizin aklınıza süpürgeleri daha yaratıcı bir şekilde kullanabileceğimiz başka yöntemler geliyor mu? Bizimle paylaşmayı unutmayın.

Oxford Dictionaries’e Harry Potter’dan Bir Kelime Eklendi!

$
0
0

Bakınız biz hep dedik, Harry Potter dünyası sadece okumaktan veya izlemekten ibaret değil, birbirinden farklı birçok mecrada kendine yer edindi, yaşadığımız dünyayı etkiledi dedik. Bunlardan bir tanesi de geçtiğimiz günlerde gerçekleşti.

Yanlış okumadınız, büyük sözlük grubu Oxford Dictionaries lügatine bir kelime daha ekledi sevgili okurlar: Quidditch.

Şöyle bir tanım yapmışlar Quidditch için:

“Süpürgelerin üstüne binilerek oynanan ve bir topun, yere sabitlenmiş üç direğin ucundaki deliklerden birine atılarak sayı yapılan takım oyunu.”

Biz hayranlara kalsa tarihçesinden girer en önemli oyuncularından çıkar, dillere destan bir tanımlama yaparız ama Oxford gibi bir merciinin bu kelimeyi bünyesine katması yine de ayrı bir sevindirici oldu. Sizlerin de konuya ilişkin duygu ve düşüncelerinizi öğrenmek isteriz!

Fantastik Canavarlar’ın Sonraki Filmlerinde Dumbledore’u Canlandıracak Aktör Açıklandı!

$
0
0

Fantastik Canavarlar’ın ikinci ve sonraki filminde Albus Dumbledore’u kimin oynayacağı herkes için büyük bir merak konusuydu. Pottermore ise bu merakımızı giderecek haberi nihayet verdi: Jude Law!

İki adet Oscar Ödülü adaylığı bulunan aktör, Hogwarts Müdürü olmadan çok önceki, genç Albus Dumbledore karakterine hayat verecek.

Hikayeye göre Dumbledore henüz bir Biçim Değiştirme öğretmeni ve Gellert Grindelwald ile aynı çağda yaşamış biri. İlk filmde Dumbledore’un adının geçtiğini duymuş ve hatta heyecandan gökkuşağı kusmuştuk. Newt’un sihirli bir yaratıkla yaptığı kaza sonucu Hogwarts’tan kovulduğunu ve ona destek veren tek kişinin Dumbledore olduğunu anlattığı kısımda Graves de sinsi sinsi Dumbledore hakkında bilgi edinmeye çalışıyordu.

Yönetmen David Yates ise bu konu hakkında şöyle konuştu:

“Jude Law, yaptığı işlere büyük hayranlık duyduğum çok yetenekli bir aktör ve nihayet fırsatını bulduğum için onunla çalışmayı dört gözle bekliyorum. J.K. Rowling’in de hayatının en değişik dönemlerini ifşa ettiği Dumbledore’un, beklenmedik her yönünü başarıyla yansıtacağını biliyorum.”

Law kariyeri boyunca Harry Potter’a o kadar da uzak değildi aslında. Helen McCrory (Narcissa Malfoy), Frances De La Tour (Madame Maxime), Richard Griffiths (Vernon Dursley) ve Ralph Fiennes (Voldemort) gibi isimlerle beraber çalışmışlığı var, hatta ve hatta Dr. Parnassus adlı filmde Johnny Depp ve Colin Farrell ile birlikte boy göstermişti.

Fantastik Canavarlar’ın bir sonraki filmi 16 Kasım 2018’de sinemalarda olacak!

Vay be… Kim derdi ki? Güzel seçim olmuş ama, biz şimdiden Dumbledore rolündeki Jude Law’ı kafamızda canlandırmaya başladık bile. Siz bu seçimle ilgili ne düşünüyorsunuz peki? Memnun mu oldunuz yoksa “ne alaka?” mı dediniz?

Düşüncelerinizi ve yorumlarınızı bekliyoruz!

J.K. Rowling’in Kaleminden “İksirler” Hakkında Her Şey

$
0
0

İksirler büyü dünyasının en önemli bileşenlerinden ve seri boyunca ne kadar önemli olduklarını çok kez gördük. Hadi gelin J.K. Rowling’in Kaleminden detaylara inelim!

Bir Muggle’a eğer iksir kitabı ve doğru malzemeler verilirse onun sihirli bir iksir yapıp yapamayacağı merak konusu olmuştur. Cevap ise ne yazık ki hayır. Bir iksir yapmak için her zaman bir miktar asa işi gerekir (yalnızca ölü sinek ve çirişotunu kazana ekleyip sürekli ateşte tutmak, size zehirli olması şöyle dursun iğrenç tadı olan bir çorbadan başka bir şey vermeyecektir).

Bazı iksirler büyü ve tılsımların etkilerini güçlendirirken birkaçı (mesela Çoközlü İksir ve Felix Felicis)  başka bir şekilde elde edilemeyecek etkilere sahiptir. Genelde cadı ve büyücüler amaçlarına ulaşmak için onlara en kolay veya tatminkâr gelen yöntemi seçerler.

İksirler sabırsız insanlar için değildir, ancak etkileri başka bir yetenekli iksir yapıcısının ortadan kaldıramayacağı kadar zordur. Bu sihir dalı, esrarlı bir hava ve dolayısıyla prestij taşır. Aynı zamanda son derece tehlikeli olan maddeleri kullanmada karanlık bir hususiyet söz konusudur. Büyücü toplumunda İksir Ustası’na dair genel algı karamsar ve çabuk sinirlenmeyen kişiliğe sahip olunduğudur: Snape sahiden de bu basmakalıba tam anlamıyla uymaktadır.

J.K. Rowling’in Düşünceleri

Kimya okulda en sevmediğim dersti, ilk fırsatta onu bıraktım. Hangi dersi Harry’nin baş düşmanı Severus Snape’in öğretmesi gerektiğine karar verirken doğal olarak bu büyücü dünyasında eşdeğeri olmalı diye düşündüm. Snape’in dersini tanıtırken kullandığı sözleri hayli ilgi çekici bulmam tüm bu durumu daha da garip bir hale getiriyor (Size ünü şişelemeyi, zaferi imbiklemeyi, ölümü bile durdurmayı öğretebilirim…). Görünüşe göre bir parçam İksirler’i Snape’in bulduğu kadar ilgi çekici buldu ve doğrusu kitaplarda iksir oluşturmaktan ve onlar için malzeme araştırmaktan zevk aldım. Harry’nin Snape için hazırladığı çeşitli iksirlerin bileşenleri gerçekte varlar (veya bir zamanlar var oldukları düşünülüyordu) ve onlara verdiğim özelliklere sahipler (veya bir zamanlar böyle oldukları düşünülüyordu). Mesela geyikotunun gerçekten de iyileştirici özellikleri mevcut (iltihaplanmayı önleyici bir bitki gerçi bunu denemeniz için kendinizi septirmenizi tavsiye etmem); bezir ise bir hayvanın karnından çıkartılan kitle olup bir zamanlar içine bezir yerleştirilen bir sudan içmenin panzehir görevi göreceğine inanılıyordu.

* * *

Sizler İksirler ve İksir dersi hakkında neler düşünüyorsunuz? Görüşlerinizi bizlerle paylaşmayı unutmayın!

J.K. Rowling’in Kaleminden diğer yazıları da okumak için buraya tıklayın!

Yasak Orman’ın 7 Fantastik Canavarı

$
0
0

Newt Scamander‘in Fantastik Canavarlar Nelerdir Nerede Bulunur kitabında bulunan sihirli yaratıklar, Pottermore tarafından kutlanıyor. Sanatçı Andy Singleton, Yasak Ormanın ünlü sakinlerinden üç boyutlu modeller yaratıyor. Daha önce hiçbir yerde göremediğiniz bazı favori canavarlarınızı burada görebilirsiniz.

Sihirli yaratıklar Yasak Orman’da yaygın bir şekilde bulunur. Bunlardan bazıları Pottermore tarafından üç boyutlu kağıt modelleriyle yaratıldı. İlk seriyi şuradaki haberimizde vermiştik.

Yasak Orman her tür gizemi içinde saklar; korkunç şeyler dahil, bazen de yanlış anlaşılmış yaratıklar.

1. Hipogrif

Hipogrif, yarı at yarı kartal olan uçan bir hayvandır. Harry Potter kitaplarında onu Hagrid’in sevgili Şahgagası olarak görüyoruz.

Sanatçı ilhamını İngiliz atlarının güçlü bacaklarından almış, fakat yaratığın kafasının hafifçe eğilmesi gerçek, centilmen Hipogrif modasını yansıtıyor.

2. Tek Boynuzlu At

Büyücü Dünyasındaki en güzel yaratıklarından biri olan Tek Boynuzlu At, çok sihirli özelliklere de sahiptir. Aslında, Tek Boynuzlu At kanı sizi ‘ölüme çok yakın olsanız bile hayatta tutabilir’. Harry bunu zor yoldan öğreniyor. Bir figür ( ki kendisinin Voldemort olduğunu sonradan anlıyoruz) Yasak Orman’da Tek Boynuzlu At kanı içerken Harry bunu görüyor.

3. Testral

Testral, sadece ölümle karşılaşmış insanların görebileceği nadir bulunan kanatlı bir attır. Onları görebilenler tarafından, bir Testral iskeletimsi, ‘ejderhaya benzeyen’ siyah kafasıyla tasvir edilir. Tatlı olmayabilirler fakat Harry’ye birkaç kez yardımları dokunmuştur.

4. Akromantula

Hagrid’in fikrini savunmuyorsanız, Akromantula Yasak Orman’da yaşayan en az arkadaş canlısı yaratıklardan biridir. Hagrid, gerçekten daha iyi arkadaşlar seçmelisin…

Fantastik Canavarlar Nelerdir Nerede Bulunur kitabına göre, Akromantula ‘canavarımsı sekiz gözlü ve insan dili konuşabilen bir örümcek’ olarak tanımlanır. Fakat bir akromantulayla sohbet etmek ister miydiniz?

5. Kurt Adam

Fantastik Canavarlar Nelerdir Nerede Bulunur kitabına göre, bir kurt adam -açıkça söylemek gerekirse- ‘katil bir yaratıktır’. Bu yüzden, sanatçı bu kurt adamı saldırgan ve çatışmaya açık olarak portre etmiştir. Profesör Lupin’e bir lafımız yok, en favori kurt adamımız.

6. At Adam

Harry at adamlarla ilk kez  Felsefe Taşı kitabında Yasak Orman’da karşılaşır. Bu yarı insan yarı at grup ormanda ilgi duymadıkları insan yaşamından uzak yaşamakla gurur duyar. Yıldızlara çok ilgi duyarlar, sanatçı da bunu vurgulamıştır. Firenze bununla mutlu olurdu.

7. Ford Anglia

Arthur Weasley’nin uçan Ford Anglia’sını Fantastik Canavarlar Nelerdir Nerede Bulunur kitabında göremeyecek olsanız da, Yasak Orman’da vahşice dolandığı birkaç ay sırasında oldukça canavarca hareketler sergilemiştir. Sonraları çamura batmış, dallarla kaplı ve biraz da vahşi halde bulunmuştur.

Andy, kendi Anlia versiyonunu etrafında sarmaşıklar ve büyüyen bitkilerle çizmiş. Anglia burada doğayla kesinlikle iç içe.

Daha önceden paylaştığımız diğer Sihirli Yaratıkların Bakımı serisi yazısına göz atmayı unutmayın!

Harry Potter’ın Film Müziğini Bir De Böyle Dinleyin!

$
0
0

Harry Potter tema müziğinin füg halinde kulağa nasıl geleceğini merak etmiş miydiniz? Eğer öyleyse bunda yalnız değilsiniz! Alexander Wollheim da merak etmiş. Şansımıza bakın ki, uzun bir uçuşta canı sıkılmış ve çeşitli Harry Potter motiflerini füge dönüştürme üzerinde çalışmak için zaman bulmuş.

Wollheim, YouTube’da Hedwig’s Fugue adlı (şaka şaka, tabii ki de böyle adlandırmadı) bir video paylaştı:

İngiliz radyo istasyonu ClassicFM, bu videoyu birkaç hafta önce görmüş ve onu “gerçeğine uygun Pottervari bir yerde” kilise orguyla kaydetmenin iyi olabileceğini düşünmüş. Bunun için Londra’nın 1123 yılında inşa edilmiş en eski kilisesi olan Aziz Bartmalay Manastırı’nı seçmişler. Orgcu Ben Horden’a bunu kaydetmesi için ne kadar dil döktükleri meçhul. Belki o da bir Harry Potter hayranı ve bunu yapmaktan zevk almıştır! Her halükarda, org versiyonunu buradan dinleyebilirsiniz.

Dinlediğiniz bu versiyonlarla ilgili neler düşündüğünüzü bizimle paylaşın!

Muhteşem Endonezya Kitap Kapaklarının Yaratıcısıyla Tanışın!

$
0
0

Nicholas Filbert Chandrawienata başarıya doğru koşan Endonezyalı bir sanatçı. Kısa süre önce Harry Potter serisi için ülkelerine özgü ilk kapak resimlerini tasarladı. Söz konusu kapaklar üstü kapalı bir unsur taşımıyorlar. Bu kapaklar romanlara özgü simgesel atıflarıyla ülkesinde olumlu tepkiler aldı. MuggleNet’in sanatçıyla geçmiş deneyimleri ve bu işe ilk başladığı zamanları kapsayan röportajının ilk bölümüne hep birlikte göz atalım!

Sunday morning be like.. #chillin #coffeetime #vacation

A post shared by Nicholas F. Chandrawienata (@nickfilbert) on

Büyürken, çizim ve tasarıma dair en içinize işleyen deneyiminiz neydi? Bu konuları keşfetmeye doğru beni itti dediğiniz bir anınız var mıydı?

Nicholas: Böyle belirli bir ana dikkat çekmek çok zor çünkü neredeyse tüm yaşamım boyunca bunu yaptım. Küçüklükten beri çizim yapıyorum. Hep en sevdiğim şeyi yapmamı destekleyen bir ailem olduğu için çok şanslıyım. Çocukken beni bu konuya sürekli ilgili tutan ve bugüne kadar sanat yapmaya iten tonlarca çizim yarışmasına katılmışımdır.

Tam olarak hangi noktada bunu kariyer olarak yürütebileceğinizi düşünmeye başladınız?

Nicholas: Üniversitede animasyon sanatı bölümünü okudum. Öğrenme tekniklerinin yanında genel olarak sektör hakkında da bilgilendim. Sanat sektörünün aslında ne kadar çeşitli olduğunu anladım. Çizim benim en güçlü yeteneğim olduğu ve kendime inandığım için, daha o zamanlar, çizim alanında ilerleyeceğimi biliyordum.

Peki ya Harry Potter’a doğru olan yolculuğunuz? Tüm bunlar nasıl başladı?

Nicholas: Tüm dünyadaki pek çok Hary Potter hayranıyla aynı şekilde denebilir. İlk kitap çıktığında okudum ve onun her bir parçasını sevdim. Böylece tüm kitapları okuyup tüm filmleri sayısız kez izledim. Şu anda da Endonezya’da Harry Potter kitaplarının hakkına sahip olan bir yayıneviyle çalışıyorum. Editörüm Endonezya kapak tasarımları için öneri sunmam gerektiği fikrini aşıladı, tabii ki de bu fikre atladım!

Bu oldukça ilginç. Son ürünü oluşturmak ne kadar zaman aldı ve tasarımınızın başarıya ulaştığını ne zaman öğrendiniz?

Nicholas: Bir kitap için bu ortalama bir hafta veya biraz daha fazla sürüyor, bu sürece ilk fikrin oluşması, kabataslak çizimler, son çizgi sanatı ve renklendirme de dahil. “Başarı” kavramı kişiden kişiye değişir. Kendi koşullarıma bakınca, bu da benim için kendi yolumda sevdiğim şeyi yapmak anlamına geliyor, başarılı olduğumu düşünüyorum. Bu düşünce bende bu yılın başlarında oluştu.

Daha önce yetişkinler için boyama kitaplarının çizimlerini yaptınız. Onun Harry Potter kapaklarını tasarlamaktan farkı neydi?

Nicholas: Çok farklı bir tecrübe, ayrıca farklı bir baskı oluşturuyor insanda kesinlikle. Boyama kitaplarında zorlayan nokta resimleri insanların boyaması için yeterince ilginç hale getirmek. Harry Potter kapaklarına gelince, onlar yalnızca güzel resimler yapmanın ötesindeydi. En favori serilerimden biri olarak bir önem taşıyordu ve ülkemi temsil ettiğim için bunu hayranlarıyla ilişkilendirdim. Yeri gelmişken söyleyeyim; ikisi üzerinde de çalışmaktan zevk aldım.

Siz sanatçını çizimlerini nasıl buldunuz? Nicholas’ın gelecek kapaklarla ilgili ne fikirleri olduğun merak ediyor musunuz? Röportajın ikinci bölümü çok yakında sizlerle olacak. Nicholas’ın çalışmalarına dair daha fazlası için buraya göz atabilirsiniz.


Harry Potter ve Kızıl Pelerin #8: Fedakar Bulunuyor

$
0
0

* * *

önceki bölümleri okumadıysanız:

BÖLÜM 1: Karanlığın Şafağı

BÖLÜM 2: Arcanus Grines’in Adaleti

BÖLÜM 3: Seherbaz Adayları

BÖLÜM 4: Kaçakların Esrarı

BÖLÜM 5: Mezar Soyguncusu

BÖLÜM 6: Zindanlarda

BÖLÜM 7: Nigrum Mortem

* * *

Karanlıktı, genç kız omuzları düşmüş, sırtını duvara dayamış bekliyordu. Sağında kandillerin titrek, cılız ışığı parıldıyordu. Pencereye vuran yağmur damlalarının sesi dışında neredeyse hiçbir şey duyulmuyordu. Şimşek çaktı, dar koridor bir anlığına göz yakan akkor beyaz ışıkla aydınlandı. Genç kız yalnız değildi; biri dağınık saçlı, gözlüklü, diğeri uzun boylu ve ince iki siluet ona eşlik ediyordu.

Dağınık saçlı olan, “Konuştuğumuz gibi…” dedi.

Kız endişeli bir ses tonuyla, “Bu gece mi?” diye sordu. Gök gürledi, yağmur damlaları hızlandı, pencereyi ve çatıyı daha büyük bir hızla dövmeye başladı. Uzun boylu zayıf olan anlayışlı bir tonla, “Eninde sonunda bir şekilde olacak,” dedi ve sordu, “Endişeli misin?” Kız yanıtladı, “Evet… Ama yapacağım…”

Dağınık saçlı ve gözlüklü oğlan elini kızın omzuna koydu, “Yanındayız… Kendine güven yeter, her şey iyi olacak…”

Genç kız iç çekti, yüzüne kararlı bir ifade yerleştirdi, kaşlarını çattı ve özgüvenle yürümeye başladı. Tam karşısında, duvarın dibindeki geniş koltukta oturuyorlardı. Kendi kendine kazak örmekle meşgul olan şişlerin tıkırtısı, şöminede yanan odunların sesine karışıyordu.

Hermione sahte sahte öksürdü, “Öhöm… Mrs Weasley, Mr Weasley, biraz vaktiniz var mı? Sizinle konuşmak istediğimiz bir konu var da.”

Koltuğuna yerleşmiş olan Arthur Weasley, Gelecek Postası’nı indirdi ve gözlüklerinin üzerinden merak ve ilgiyle baktı. Mrs Weasley’in yüzü şöminenin alevleriyle aydınlandı, anlayışla gülümsedi, “Tabi ki hayatım, ama biz derken?”

Hermione başta onun ne demek istediğini anlamadı, sonra dönüp arkasına baktığında Ron ile Harry’nin yanında olmadığını, kendisini önden yollayıp kovuğun merdivenlerinde siper alıp olanı biteni izlediklerini fark etti. Sinirden bir anda kıpkırmızı oldu ve bolca şiddet vadeden abartılı birkaç el kol hareketiyle ikiliyi yanına çağırdı. Gözlerinde öyle sinirli bir ifade vardı ki, Ron ile Harry sanki çağırma büyüsü kullanmış gibi hızla yanında bittiler ve o konuşurken hazır ola geçtiler.

Hermione gözlerini devirdi ve ne olacaksa olsun gibi bir şeyler mırıldanıp doğrudan söze girdi, “Mrs Weasley, biz artık kendi ayaklarımızın üstünde durma zamanımızın geldiğini düşünüyoruz. Size yeterince yük olduk, aramızda konuşup anlaştık ve taşınmaya karar verdik.”

Molly Weasley’in kaşları çatıldı, Arthur Weasley ise gözlüklerini çıkardı, elindeki gazeteyi katlayıp kaldırırken bıyık altından güldü. “Sonunda o gün geldi ha?”

Ron merakla, “Hangi gün?” diye sordu.

“Kovuk’ta yalnız kalacağımız gün. Weasley çocuklarının tamamının gerçek hayata atılacağı gün,” diye yanıtladı Arthur Weasley.

“Hayır, gelmedi…” diye araya girdi Molly Weasley. Ciddi bir ifadeyle ”Bize yük falan olmuyorsunuz, ayrıca ölüm yiyenler hala dışarıda dolaşırken böyle bir şeye asla izin vermem…” dedi.

 

Ron, Harry ve Hermione birbirine baktı. Ama cevap veren onlar değil, Arthur Weasley oldu.

“Tüm bir seneyi kapkaçırcılardan ve ölüm yiyenlerden gizlenerek bir başlarına geçirdiler. Kendi yollarını çizmemeleri için hiçbir sebep göremiyorum. Ayrıca Kingsley kaçakların İrlanda’da olduğunu söylüyor.”

Mrs Weasley kollarını kavuşturdu ve taviz vermez tutumunu sürdürdü, “Arcanus Grines bundan o kadar emin değil.”

“Arcanus fazla pimpirikli. Bazen Alastor Moody’den farksız olduğunu sen de biliyorsun.”

“Bu evden gitmeleri için hiçbir sebep göremiyorum.”

“Kendi kararlarını verebilecek yaştalar, bu yeterli bir sebep.”

Harry heyecanlı bir Quidditch maçı izliyordu sanki. Sürekli el değiştiren bir bludger’ı takip ediyormuş gibi kafası bir yana, bir öbür yana dönüp duruyordu. Hermione konuştuğuna pişman olmuş gibiydi. Ron ise muhtemelen kavganın içine çekilme endişesi içinde fırsat bulup bir şekilde odasına kaçma peşindeydi.

Hermione söz istermiş gibi sağ elinin başparmağını kaldırdı, “Mr Weasley, Mrs Weasley biz…”

Molly Weasley ona dönüp kesin bir ifadeyle, “Hermione, sen lütfen buna karışma!” diye çıkıştı. Aslında Harry konu tamamen kendileriyle ilgili olduğundan karışmaları gerektiğini düşünüyordu. Yine de tedbirli davranarak herhangi bir şey söylemedi, Mr ve Mrs Weasley her kavgalarından sonra yaptıkları gibi bir şekilde barışırlardı ne de olsa.

Ama tartışma bütün hararetiyle sürdü ve bir süre sonra iyice konu dışı bir hal aldı. Mrs Weasley, Arthur Weasley’i pervasızlıkla suçlayıp zaten bu yıl Harry ile Ron’u ellerinden tutup tehlikenin göbeğine attığını, Bakanlıkta habire macera peşinde koştuğunu, zaten vaktinde Ford Anglia’yı da büyüleyerek aileyi tehlike attığını söyledi ve kronolojik olarak son on yılda, içinde biriktirdiği tüm can sıkıcı olayları teker teker gündeme getirdi. Mr Weasley’in de ondan aşağı kalır yanı yoktu tabi, o da eşinin pimpirikli ve aşırı korumacı olduğunu iddia ediyordu. Elinden gelse onları sokağa dahi çıkarmayacağını, itiraz eden olmasa yeniden bez bağlamayı dahi deneyebileceğini söyledi. Bu sözler Mrs Weasley’i pek sakinleştirmedi ve sesini daha da yükseltmesini sağlamaktan başka bir işe yaramadı.

Weasley’lerin bağırış çağırışlarının sonu gelmeyince Hermione, Ron ve Harry’ye başıyla merdivenleri işaret etti. Yukarı çıkarken, “Görev başarısız oldu, uygun bir zamanı kollayıp tekrar deneriz,” dedi. Sonunda birbirlerine iyi geceler dileyip kös kös yatağa gittiler.

Taşınma konusunu tekrar tartışmaya açmak için bekledikleri fırsat uzun süre gelmedi. Evdeki gerginlik açıkça hissediliyordu. Takip eden bir hafta boyunca geri adım atmayı ve taviz vermeyi reddeden Mr ve Mrs Weasley, birbirleriyle iletişim kurarken son derece resmiydi.

“Senin için zahmet olmazsa kilerdeki çuvaldan bir tutam çörekotu alır mısın Arthur?”

“Eğer mümkünse ördek ciğerinin yanına sebzeli pilav koyabilir misin Molly? Yorgunluk olmayacaksa eğer?”

“Bir mahsuru yoksa Büyücü Telsiz Ağı’nın açabilir misin? Edgar ile Burnuk Lowry başlamak üzere. Sorun olmayacaksa tabi.”

Cuma gecesi soğuk savaş yerini yeniden sıcak çatışmalara bırakmış, külleri soğumakta olan çekişme yeniden alevlenmiş gibiydi. Diplomasiyi iyice terk edip, vahşi pazarlığa girişen Mrs Weasley’in sesi sadece Kovuk’ta değil muhtemelen Lovegood’ların tepesinin öte yanındaki evinden dahi duyuldu. Oturma odasında yaşanan bağırış çağırış bir saate yakın sürdü. O kadar coşkuluydu ki, Ron’un Büyücü Saati kitabını okurken kulak tıkaçlarını takmak zorunda kaldı. Sonunda, gece yarısına doğru Harry ile Ron’un kaldığı odanın kapısı çalındı. Gelen Mr Weasley idi, yorgun görünüyordu, kafasını aralıktan uzatarak Ron ile Harry’ye bir an baktı, sonra da kısaca “Hala taşınmak istiyorsanız Molly’yi ikna ettim,” dedi.

* * *

“Bize her gün baykuş göndereceksiniz…” dedi Mrs Weasley asabi bir ses tonuyla, Ron’un cüppelerinden birini katlarken. Ron yanıtladı:

“Tamam anne…”

“Dedalus ve Hestia olmadan hiçbir yere gitmeyeceksiniz… Bakanlığa bile…” Bunu söylerken sinirle duvarda asılı Chudley Cannons posterini gereğinden fazla çekiştirdi. Posterin sağ alt köşesi duvarda yapışıp kalmıştı. Vücudunun büyük bir kısmı Mrs Weasley’in elindeki parçada bulunan Arayıcı Dragomir Gorgovitch duvardaki sol bacağına yüzünde bir dehşet ifadesiyle baktı.

“Tabi Mrs Weasley…” dedi Harry uysalca.

“İzin vermiş olmam bundan vazgeçmeyeceğim anlamına gelmiyor…” Komodindeki büyücü saat Ron’a el sallayarak karton kutunun dibini boyladı.

“Gelmiyor Mrs Weasley…” dedi Hermione tatlı tatlı.

“Canınızı tehlikeye attığınızı duyarsam süpürgeye atladığım gibi Grimmauld Meydanı’na uçarım… Sonrasını siz düşünün.” Büyücü satrancındaki atlar kişneye kişneye torbalarına doğru koştular.

“Hiç öyle bir şey yapar mıyız?” dedi Ron sırıtarak.

Ron’a ait her şey toparlanmış, sıra Harry’nin eşyalarına gelmişti. O sırada aşağıdan Arthur Weasley’in sesi duyuldu, “Molly, uç uç tozumuz kaldı mı?” Mrs Weasley görünüşe göre hala eşine kızgındı, gözünü katlamakta olduğu kazaklardan ayırmadan yanıtladı, “Kilerdeki sarı çuvalın içinde olacak!” Arthur Weasley’in sesi bir defa daha yükseldi. “Hangi çuval? Merlin aşkına, Molly bunun içinde…” Çuvalda ne olduğunu öğrenemediler çünkü bir anlık sessizliğin ardından aşağıdan acı dolu bir çığlık yükseldi. Mrs Weasley de kazakları elinden sertçe bırakıp söylene söylene aşağı indi.

Hermione kazakları katlama işini ondan devraldı, Ron da fırsattan istifade bir yandan söylenirken bir yandan posterin köşesini duvardan kazımaya uğraştı. “Her gün baykuş yolla, Dedalus ve Hestia olmadan hiçbir yere gitme… Taşınmasak daha iyi olacak sanki ha?”

Hermione sakince, “Biraz anlayışlı ol, eminim onlar için hiç kolay değildir,” yorumunu yaptı.

“Percy, Bill ya da Charlie için bu kadar yaygara kopmamıştı…”

Hermione yanıtladı, “Sonuçta onlar gittiğinde ev hala kalabalıktı. Biz de gidince sadece Ginny kalacak. O da bütün yıl Hogwarts’ta. Mezun olduğunda bir süre sonra o da ayrılmak isteyecektir.”

Ginny’nin bahsi açılınca Harry’nin midesi sanki görünmez bir el tarafından büküldü. Kendisini kötü hissetiyse de dışarıya renk vermemeye çalıştı. Ginny ne yapıyordu acaba? Bu soğukluğu kısa bir ara olarak mı görüyordu, yoksa ilişkileri olanların telafisinin imkânsız olduğu bir noktaya mı gelmişti? Bir an için başkasıyla görüşüp görüşmediğini dahi merak etti. Bu düşünceyi aklından hızla kovsa da kendisini bariz bir şekilde daha da kötü hissetmeye başladı.

Tam o sırada odada bir tıkırtı duyuldu. Ne olduğunu anlamak için kafalarını çevirdiklerinde gagasında mektup taşıyan gri beyaz bir Hogwarts baykuşunun gagasıyla pencere camını tıklattığını fark ettiler.

Harry’nin kalbi bir an için hopladı, neredeyse uçarcasına koştu, pencereyi açtı ve mektubu baykuşun gagasından kaptı. Ondan takdir bekleyen hayvan, Harry hiç oralı olmayınca kolunu gagaladı ve olduğu yerde zıplamasına sebep oldu. Baykuş ancak Hermione başını okşayıp, Ron Pigwidgeon’un ikramlarından verince gevşedi ve keyifle kıkırdadı. Baykuşu beslemekle meşgul olan Ron, bir yandan da merakla sordu, “Kimden geliyor?”

Harry yüzünde saklamakta başarısız olduğu bir hayal kırıklığı ifadesiyle yanıtladı bu soruyu, “Hagrid’den…” Eğilip merakla hep beraber okumaya başladılar:

Sevgili Hermione, Ron ve Harry,

Öncelikle hediyeler için çok sağ olun. Ron, yolladığın köpek dişli frizbi’ye bayıldım. Ders aralarında (zaman zaman da koridorlarda) fırsat buldukça oynuyoruz. İkinci sınıflardan Terrence D’Arby’nin parmaklarını kapsa da eğlenceli bir oyuncak. Geçen gün Argus Filch yasak eşyalardan olduğunu iddia ederek el koymaya kalktı, ona biz de öğretmeniz hain kofti, senden önce ben el koyuyorum dedim ve almasına izin vermedim. Hermione, hatırlatıcı mükemmel, ancak kendisini nereye koyduğumu da hatırlatabilse harika olurdu. Harry, “Ejderhalara fısıldayan adam” baykuşla sipariş vermek için kuleye çıktığımda elime ulaştı. Gerçekten muazzam bir eser. O kadar gerçekçi ki, Macar Boynuzkuyruk’u anlattığı sayfada hayvan yanlışlıkla sakalımı tutuşturdu.

Dersler iyi gidiyor. Pomona seradaki saksıları devirmemden biraz şikâyetçi, hatta geçen gün dokunakulalardan biri beni belimden sinsice dürtünce zıplayıp seranın camından çıktım ama olur öyle şeyler herhalde. Kehanet dersinde zorlanıyorum, Trelawney yaşam çizgimin çok kısa olduğunu ve çok uzun sürmeden bir ejderha tarafından ateşe verilip öleceğimi söyleyip duruyor. Hala sabırsızlıkla o ejderhayı bekliyorum. Bunların dışında sorun yok.

Quidditch sezonu başladı; Gryffindor bu ayın başında Slytherin’i ezip geçti: 270 – 40! Ginny tam 10 sayı yaptı, altın snitch’i de Gryffindor’dan John Beresford yakaladı; Harry, senden iyi olmasın bu çocuk çok iyi bir arayıcı. Senin de yaratıcılığın tartışılmazdı ama John resmen snitch’i süpürgeyle tribün direklerinin arasına dalıp ters parende ile yakaladı. Tabi süpürgesinden atlamak zorunda kaldığı için fena yaralandı ve geceyi hastane kanadında geçirdi, Ginny neredeyse hep yanındaydı. Bu arada bu maçtaki performansı sebebiyle Holyhead Harpileri Ginny’yi denemek için bir hazırlık maçına çağırdı. Maç 28 Kasım’da oynanacakmış. McGonagall bu maç için Ginny ve ona destek olmak isteyen bazı Gryffindor’lara izin bile verdi. Umarım bunu size yazarak sürprizi bozmamışımdır.

Kendinize iyi bakın, Fang selam söylüyor,

Sevgiyle, Hagrid

Ron ve Hermione gelen bu haberlerle müthiş keyiflendiler. Hermione vakit kaybetmeden Hagrid’e cevap yazmak istedi ve tüy kalemle uygun bir parşömen bulmak için Harry’nn eşyalarından oluşan yığını karıştırmaya başladı. Ron, annesi ve babasına Ginny’nin Holyhead Harpileri tarafından deneneceğini haber vermek için hemen aşağı kata koştu.

Harry ise onların bu duygularına pek de ortak olamadı çünkü sinirlenmişti. O burada büyük bir sabırsızlıkla ondan haber beklerken, Ginny Hogwarts’ta keyfine bakıyor, Quidditch oynuyor, hatta profesyonel bir Quidditch takımından davet alıyor ve bundan kimseye bahsetme gereği duymuyordu. Bu durumun yarattığı sinire bir de kıskançlık eklenmişti. Bu John Beresford isimli kafasız da kimin nesiydi ve Ginny hangi ara biriyle hastane kanadında başında bekleyecek kadar yakın olmuştu? Bunları düşündükçe tepesi atan Harry, o an Kovuk’tan taşınıyor olmaktan büyük bir memnuniyet duydu. Ginny evde oturup onun yolunu gözleyeceğini sanıyorsa yanılıyordu. Harry içinde bulunduğu anın hiddetiyle Noeli de Kovuk’ta kutlamamaya ve farklı bir plan yapmaya karar verdi.

Harry, Ron ve Hermione’nin eşyalarının tamamıyla kolilenmesi, her koliye içeriğinin yazılması, evcil hayvanların kafeslerine yerleştirilmesi neredeyse tüm günü aldı. Özellikle Crookshanks kaldırılan her eşyaya patileriyle yapışıyor ve işlerini yavaşlatmak için elinden ne gelirse yapıyordu. Hatta bir şekilde Ron’un satranç takımını bulup piyonları neredeyse bahçeye kadar kovaladı.

Sonunda Dedalus Deagle Bakanlıktan ödünç aldığı arabayı Kovuk’un önüne park ettiğinde artık güneş batmak üzereydi. Koliler özel izinle büyülemiş olduğu bagaja taşındı ve veda faslına sıra geldi. Mrs Weasley bolca ağladı ve hepsine koyduğu kuralları tekrar tekrar hatırlattı. Harry, Kovuk ve hemen önünde onlara el sallayan Mr ve Mrs Weasley dikiz aynasında yavaşça yok olurken, gündüz aldığı iddialı kararlara rağmen hüzün duydu ve sanki oraya bir daha dönemeyecekmiş gibi hissetti. Yanında oturan ve ailesine yüzünde buruk bir ifadeyle el sallayan Ron’un da benzer bir şekilde hissettiğinden neredeyse emindi.

* * *

Hissettikleri burukluk, Grimmauld Meydanı 12 numarada Kreacher’ın onlar için hazırladığı karşılama merasimini görünce neredeyse yok oldu. Giriş koridoruna adım attıkları anda üzerlerine renkli krepon kâğıtları yağdı, gürültü üzerine uyanan Walburga Black’in portresi bağırmaya başladı ve ufak çapta bir karmaşa yaşandı. Kreacher üzerine Ron, Hermione ve Harry’nin resimleri bulunan kocaman bir pasta yapmış ve mutfağı boydan boya üçgen bayraklarla donatmıştı. Her Bayrağın üzerinde “Hoş geldiniz!” diye bağıran bir ev cini vardı. Bu durum üçünü çok eğlendirdi. Eşyaları taşımaya başlamadan önce yanlarına Hestia ve Dedalus’u da alarak pastayı kestiler, yanında da kendileri için özenle hazırlanmış tatlı tuzlu kurabiyeleri yiyip, kış çayı içtiler. Kreacher belli ki geleceklerini öğrendiği andan itibaren hazırlıklara başlamış, kurabiyelere fazlasıyla özenmişti. Harry’nin elindeki kurabiye ejderha şeklindeydi. Ron snitch şeklindeki bir kurabiyeyi dişlemek üzereydi. Dedalus’un tabağında da kuyruğundan ısırılmış, yarım bir hipogrif duruyordu.

Karınlarını iyice doyurduktan sonra ilk işleri evi yaşanabilir hale getirmeye çalışmak oldu. Her ne kadar Zümrüdüanka Yoldaşlığına ev sahipliği yaptığı dönemde kısmen toparlanmış olsa da Hermione dört katlı bir binanın üç kişinin yaşaması için uygun olmadığını, temizlik ve düzeni sağlayamayacaklarını, Kreacher’ın da ev işleri için koştururken fazlasıyla yorulacağını düşünüyordu.

“Ayrıca yeni çıkardığımız Ev Cini Refah Standartları Yasasına göre, evlerde kullanılan her iki kat ya da altı oda için en az bir ev cini istihdam edilmesi gerekiyor. Zemin kat mutfak olduğundan sayılmıyor ancak bu kurala göre üçüncü ve dördüncü katları kapamamız gerekiyor.”

Sonuç olarak Regulus ve Sirius’un odalarının bulunduğu çatı katı, Şahgaga’nın bir süre barındığı üçüncü kat ile beraber kapatıldı, birinci kattaki üç odaya yerleştiler. Kolilerin çoğu bu üç odaya taşındı.

Harry odasını dekore ederken ağırlıklı olarak özlediği insanların fotoğraflarını kullandı, anne babası, Sirius ve Albus Dumbledore duvarındaki yerlerini aldılar. Bir de Dobby’nin çizdiği, kendisinden çok yeşil gözlü kurbağaya benzeyen portre vardı tabi. Çalışma masasına da sinsioskopunu, düşman aynasını yerleştirdi. Ron’un odası, Kovuk’taki odasından farksızdı; Hermione’ninki ise kocaman bir kitaplıktan, ünlü büyücü bilim kadınlarının posterleri ve dev bir çalışma masasından oluşuyordu. Odada Ron’un ilgisini en çok çeken şey, masanın üzerinde ucundan kablo sarkan dikdörtgen siyah nesneydi. Hermione’ye bunun ne olduğunu sorduğunda bir MP3 Player olduğu cevabını aldı. Hermione kablonun ucundaki kulaklıkları Ron’un kulağına takıp müziği başlattığında Ron yüzünü buruşturdu, “Bu kadın neden ağlıyor? Muggle’lar neden ağlayan birini dinliyor?” diye sordu. Hermione hafiften sinirlenerek, “O kadın Alanis Morrisette ve hayır ağlamıyor… Neyse Ron, ver şunu bana…” Ron odadan kovalanırken gözüne çarpan diğer garip muggle eşyalarına merakla bakarak odadan çıktı.

Hermione’nin evin dekorasyonu ve kullanımına dair etkisi iki katı kapamakla kısıtlı kalmadı. Giriş koridorundaki portreyi kaldıramadıkları için üzerine ses geçirmez bir plaka yerleştirdi. Plakanın üzerine de Harry’nin anne babasının sonbahar yaprakları üzerinde dans ettiği hareketli bir fotoğrafını astı. Böylece hem gürültü problemleri önemli ölçüde giderilmiş, hem de Harry için güzel bir jest yapılmış oldu. Ama Kreacher bu duruma ciddi anlamda bozuldu. Onun gönlünü alabilmek için mutfak katındaki odasına Walburga Black’in eşiyle poz verdiği bir başka portreyi astılar. Böylece Kreacher Hanımının ve Sirius’un babasının anısını kendi odasında yaşatma şansına sahip oldu. Kreacher ile yaşadıkları bir başka sorun, birinci katın merdivenlerine asılı cin kafalarının kaldırılması konusundaydı. Hermione bunun insanlık dışı, vahşi bir uygulama olduğu konusunda ısrar etse de Kreacher kendini öyle perişan şekilde yerden yere vurdu ki dayanamayarak kafaların oldukları yerde kalmalarına şimdilik razı oldu. Yine de Harry ve Ron’a bu konudan Mortimer Thornburn’e bahsetmemeleri konusunda söz verdirdi.

Mutfak, yemek salonu, birinci katın temizliği bittiğinde ve tüm eşyalar yerleştiğinde artık üç gün geçmişti ve günlerden salıydı. Grimmauld Meydanı Karanlık Lord’u destekleyen, safkan takıntılı kadim bir büyücü malikânesinden gerçek bir yuvaya dönüşümünü neredeyse tamamlamıştı.

Kingsley’in baykuşu Salı akşamı tam işlerini bitirip nefeslenmek için koltuklarına çöktüklerinde geldi. Ron ile Harry ertesi sabah bakanlığa cisimlenecek ve ardından inferiusları almak için Kristal Mağaraya gideceklerdi. O gecenin kalanını mağara görevi ve onları bekleyen tehlikeleri tartışarak geçirdiler. Ardından da alışık olduklarından daha erken bir saatte gergin bir şekilde uykuya daldılar.

* * *

Kingsley Shacklebolt birkaç hafta önce Seraphine Slytherin’in anısını izledikleri toplantı odasında, masanın başında ayakta dikiliyordu; cüppesini sıyırıp cep saatini çıkardı, birkaç saniye kadrana baktıktan sonra da söze girdi:

“Evet, görev şu an itibariyle resmi olarak başladı. Anahtarlar görevin önemli bir kısmını teşkil ettiğinden zamanlama büyük önem kazanıyor. Bu yüzden sizden verilen emirlerin ve güvenlik prosedürlerinin tam anlamıyla uygulamanızı rica ediyorum…”

Harry ve Ron koltuklarında dikleştiler, Harry kupanın kaderini etkileyen Quidditch maçlarının sabahında ne hissediyorsa aynını hissediyordu. Midesinde kocaman bir ateş topu vardı ve alev alev yanıyordu. Ron da ekşi, bembeyaz bir suratla Kingsley’i dinliyordu. Bacağını yere öyle sert vuruyordu ki Harry zeminin sarsıldığına yemin edebilirdi.

“Kısa bir süre için bu odada cisimlenmeyi serbest bıraktık. Az sonra Albus Dumbledore’un Harry ile Slytherin’in madalyonunu bulmak ve yok etmek için ziyaret etmiş olduğu mağaraya gideceğiz. Oraya ulaşabilmek için ilk önce kayalıklara cisimlenmek gerekiyor. Ardından kendimize Kabarcık-Kafa büyüsü yapıp, kayalığın hemen dibindeki karanlık tüneli takip edeceğiz. Yanılmıyorsam tünel mağaranın girişine bağlanıyor Harry, öyle değil mi?”

Harry yanıtladı, “Doğru, girişe ulaşacağız. İçeri girebilmek için yapmamız gereken bazı şeyler var. Ama temelde mağara ve göle bu şekilde ulaşılıyor.”

“Teşekkürler Harry. Mağaraya girdikten sonra ana karaya inferiusları nakletmek için kullanacağımız anahtarı yerleştireceğiz.”

Ron atıldı, “Mr Shacklebolt, tüm inferius’ların aynı anda anahtara dokunmasını nasıl sağlayacağız?”

Yanıtlayan Kingsley değil Gilbert Wimple oldu, sırıtarak, “Anahtarı gördüğünüzde anlayacaksınız Mr Weasley…”

Kingsley konuşmayı sürdürdü, “Sonra iki gruba ayrılmamız gerekecek. Arcanus ve Harry adacığa geçecek, ben, Gawain ve Ron ana karada kalacağız. Bu arada Dedalus, Hestia, Gilbert ve Elwyn, yani destek güçler de ana karada daha geride, güvenli alanda kalacaklar.”

Elwyn Baines ile Gilbert Wimple yan yana oturuyorlardı. Wimple’ın boynuzları biraz daha küçülmüş gibiydi. Elwyn saçlarını arkadan toplamıştı, üzerinde de Beauxbatons Sihir Akademisinin üniformasını andıran buz mavisi dar, spor bir cüppe vardı. Kingsley’i pür dikkat dinliyordu.

Harry araya girdi, “Mr Shacklebolt, Lord Voldemort’un kayığı sadece tek kişi taşıyor. Ben Profesör Dumbledore ile mağaraya girdiğimde henüz reşit değildim. Aynı kayığı kullanamayız.”

Kingsley gülümseyerek, “Eh, buna zaten gerek kalmayacak, bu konuda endişelenme…” dedi.

Harry, Hogwarts’ta Severus Snape’in ve Privet Drive’dan kaçtığı gece onları kovalayan Lord Voldemort’un süpürgesiz uçabildiğini hatırladı. Arcanus Grines’in gölün üzerinde uçacağını varsayarak, inferiusların ona saldırıp saldırmayacağını merak etti, sonuçta hortkuluğu çağırma büyüsü kullanarak almaya çalıştıklarında inferiuslardan biri onlara engel olmaya çalışmıştı.

Kingsley kaşlarını çattı, “Ama çok önemli bir nokta, anahtara kimsenin temas etmemesi. Eğer inferiuslar taşınırken anahtara dokunuyor olursanız bu ölümcül bir hata olur. Kendinizi inferius’larla dolu bir zindanda bulmanız muhtemel.”

Ron korkuyla ürperdi.

“Anahtar yerleştikten sonra tuzağı tetikleyeceğiz. Tüm inferius’lar anahtara temas ettiğinde de Bakanlıkta onlar için hazırladığımız özel bir odaya nakledilecekler. Sonrası Gilbert Wimple’ın ekibinin sorumluluğunda.”

Wimple başını yukarı aşağı sallayarak onayladı.

“Bu görevin ana kadrosu ilk saymış olduğum beş kişiden oluşuyor, Dedalus ve Hestia bizim yedek güçlerimiz. Herhangi bir yaralanma durumunda Elwyn bize destek verecek. Gilbert da beklemediğimiz bir durumla karşı karşıya kalırsak derin sihir bilgisinden faydalanabilmemiz için devreye girecek… Sorusu olan?”

Odada herkes birbirinin yüzüne baktı, ancak kimseden ses çıkmadı.

“O zaman herkes, özellikle destek güçler gerekli malzemeleri kontrol etsin ve başlayalım…”

Elwyn Baines çapraz askıyla beline kadar inen çantayı açtı. İksir şişelerini kontrol etti. Gilbert Wimple cebinden bozuk paraya benzeyen yuvarlak bir cisim çıkardı. Robards, Dedalus ve Hestia da asalarını havaya kaldırıp ufak kıvılcımlar çıkardılar.

Sonra tüm grup Kingsley Shacklebolt’un yanında toplandı. Kingsley ile Arcanus yan yanaydı, Gobards, Ron’u yanına aldı, Dedalus ile Hestia kol kola girmişti bile. Elwyn gülümseyerek Gilbert Wimple’ın koluna girdi ve elini Harry’ye uzattı. Hepsi gitmeye hazırdı artık.

Birkaç saniye içinde etraf karardı, Harry’nin vücudu maruz kaldığı şiddetli basınçla eziliyor gibiydi. Göğsünü sanki kerpetenle sıkıyorlardı, nefes alamıyordu.

Her hücresinde hissettiği yoğun sıkışmanın ardından her yer aydınlandı ve ciğerleri tuzlu, deniz havasıyla doldu. Kendisini uykudan uyanmış gibi hissetti ve derin bir nefes aldı.

Harry, Albus Dumbledore ile yaşadıkları maceranın ardından mağaraya tekrar geleceğini hiç düşünmemişti; ama bir şekilde yeniden buradaydı işte. Hava rüzgârlıydı, o kadar ki, Harry bu işi yapmak için bu serin, yağışlı Kasım gününe kadar beklemenin âlemi var mıydı diye sordu kendine. Sular kayalıkların dibinde öyle bir köpürüyordu ki bir tekne rahatlıkla alabora olabilirdi.

Ron bağırarak bir şeyler söylediyse de Harry söylediklerini anlayamadı. Dalgalar ve esen rüzgâr sesleri boğuyordu. Kingsley kalabalığa kayanın en ucunu işaret edip oraya doğru yürümeye başladı. Kalabalık onu takip etti, kayanın cephesindeki oyuklara ayaklarını yerleştirerek büyük bir özen ve dikkatle inmeye başladılar. Kingsley önde, Grines arkasında adım adım deniz seviyesine yaklaşıyorlardı. O sırada Ron, ıslak görünen bir kayaya bastı ve ayağı kaydı; ufak bir çığlık attı, düşmekten kıl payı kurtulup kayaya tekrar tutundu. Ama zaten Gawain Robards onu sertçe kavrayıp güvene almıştı bile.

Kingsley yamacın en ucuna, kayalığın dibine ulaştı, burası tırmandıkları yere göre daha geniş, ama ancak iki kişinin aynı anda ayakta durabileceği bir yerdi. Arcanus da onun yanına indi. Kingsley arkasından yürüyen kalabalığa baktı ve eliyle kafasını sarıyormuş gibi bir hareket yaptı. Sonra asasını başına doğru tutarak bir şeyler fısıldadı. Harry asanın ucundan ufacık bir kabarcık çıktığını ve giderek büyüdüğünü fark etti. Kabarcık kafasını içine alacak kadar büyüdüğünde yaklaştırıp zarif bir hareketle başına oturttu. Yüzünü tekrar onlara döndüğünde Harry Kingsley her nefes aldığında ağız kısmının buhar olduğunu gördü, asasının ucunda bir ışık hüzmesi belirdi. Kingsley aşağıdaki yarığı işaret etti. Asasını dişlerinin arasına sıkıştırıp hafifçe yaylandı ve azgın sulara balıklama atladı.

Robards kayalığın üzerinde Kingsley’in yerini aldı. Grines ona gerekli direktifleri verdi, o da asasıyla bir kabarcık oluşturup başına geçirdi; ışıldayan asasını dişleri arasına sıkıştırıp Kingsley’in ardından suya daldı. Robards’ı Ron takip etti. Dedalus, Hestia, Gilbert Wimple, Elwyn Baines derken en sonunda Grines ile Harry baş başa kaldılar. Grines dalga seslerini bastırmaya çalışarak, “Ne yapacağını biliyorsun!” diye bağırdı. Harry de Kabarcık-Kafa büyüsünü yaptı, ışıldayan asasını dişleriyle kavrayıp suya atladı.

Suya temas ettiği ilk anda büyük bir şok geçirdi. Suyun üzerinde olmakla içinde olmak arasında müthiş bir fark vardı, aşağısı buz gibiydi. Tek avantajı su yüzeyindeki dalgalara rağmen dibin son derece sakin olmasıydı. İlk şaşkınlığını atlatıp birkaç kulaç ilerisindeki Elwyn Baines’in peşinden yüzmeye başladı. Yüzeyden uzaklaştıkça karanlıkta asalar ateş böceği gibi parıldıyordu. Harry yosun kokuları arasında yüzdü, yüzdükçe etrafındaki yarık genişledi ve sonunda loş bir tünele bağlandı. Tünel sola doğru hafifçe kavislendi, hemen ilerisinde Elwyn Baines sudan çıktı. Harry de onu takip etti, karaya ayak bastığında asasını çıkararak girişe çıkan basamaklara doğru ilerlerken cüppesini kuruttu.

Kingsley onu ve arkasından gelen Arcanus’u görünce belirgin şekilde rahatladı, “Evet, Harry ile Arcanus da sudan çıktı. Her şey şu ana kadar yolunda gitti. Harry giriş çıplak gözle görülmüyor, buraya gelip yol gösterir misin?”

Harry kalabalığı yararak en öne, Kingsley’in yanına geldi. Albus Dumbledore sihir gören bölümü uzun süre yoklamış ve sihri tespit etmenin bazı yolları olduğunu söyleyerek sonunda bulmuştu. O anı kafasında canlandırmaya çalıştı. Duvara yaklaştı ve hatırladığı kadarıyla girişi Kingsley’e gösterdi. Kingsley başını salladı ve asasını o noktaya doğrulttu. Sihirli sözleri söylemesiyle beraber kemerli bir çerçeve oluştu ve çevresinde beliren çizgiler bir anlığına ışıldadı.

Harry, “Profesör Dumbledore kolunda bir yara açıp akan kanı kayanın üzerine dökmüştü” diye uyardı. Kingsley bir an Harry’nin söylediğini yapmak için hareketlendiyse de kalabalığı yarıp gelen Grines bir an bile tereddüt etmeden kolunu sıyırdı ve cüppesinden çıkardığı çakıya benzer bir aletle ufak bir yara açtı. Kan kayaya sıçradı ve kapı bu defa kapanmamak üzere açılmaya başladı.

Elwyn, Arcanus Grines’in yanına geldi. Elini kavradı, bir parça pamukla yarasını temizledi ve büyülü sözler fısıldayarak asasını yarasının üzerinde gezdirmeye başladı. Asa kolun üzerinde gezdikçe kesik küçülüyordu, sonunda yok oldu. Grines Elwyn’e buruk bir gülümsemeyle teşekkür etti. Elwyn de ona doğru uzanıp kulağına kimsenin duyamadığı bir şeyler fısıldadı.

Kapı karanlığa, diğerleri için bir bilinmeze doğru açılmıştı. Harry ise içeride ne olduğunu çok iyi biliyordu bu yüzden mağaraya ilk adım attığında yine kontrolsüzce ürperdi.

Mağara aynen hatırladığı gibiydi; bir yıl sonra dahi bazı geceler kan ter içinde uyanmasına sebep olan ve her anını hatırladığı bir kâbusun kaynağıydı burası.

Ölüm iksirini elindeki deniz kabuğuyla Albus Dumbledore’a içiriyordu. Dumbledore iksirin etkisiyle sayıklamaya başladığında Harry onun susuzluğunu giderebilmek için karanlık gölün kıyısına iniyordu. Yüzeyin hemen altında belirli belirsiz gölgeler: Bembeyaz bir el, hafif akıntıyla dalgalanan bir cüppe, deforme bir yüz. Harry tuzağa düşüyordu, bembeyaz kemikli eller boğazına dolanıyor, onu suyun dibine çekiyordu. Bembeyaz puslu gözlerin yüzüne bir karış mesafede donuk bakışlarla onu süzdüğünü görüyor, tiksinti ve korkuyla uzaklaşmaya çalışıyordu. İçinden yükselen bir ses Albus Dumbledore’un onu kurtarmasını beklerken hayır, nedense bu defa alev büyüsü gelmiyor, Harry suyun dibinde inferiuslarla sarılı bir halde can çekişiyordu. Birkaç keskin hareket, büyük bir çaba ve tükenen ciğerleri… Boğuluyordu… Lord Voldemort’un cansız, kukla ordusunun bir parçası haline geliyor, gölün dibinde hortkuluk için gelecek davetsiz misafirleri beklemeye başlıyordu.

Harry bu düşten her defasında çığlıklarla uyanmıştı. Tam da gölün dibinde cansız yatarken göz kapakları aralandığında, örümcek ağlarını andıran lekeli beyaz göz aklarını gördüğü anda… Yani bitmeyen nöbeti başladığında…

Tavanı görünmüyordu mağaranın. Kapkara, çarşaf gibi göl birkaç metre ötesindeydi. Kingsley ağzı yarı açık halde önündeki manzarayı izliyordu. Dedalus ve Hestia da onun gibi hayretlerini gizleme zahmetine girmeden fısıldaşıyordu. Ama en heyecanlıları Gilbert Wimple’dı. Gölü işaret ederek yanındaki Elwyn’e ile hızlı hızlı bir şeyler anlatıyordu.

Ron Harry’nin yanına geldi; cesur görünmeye çalışarak, “Şimdi bu gölün dibinde…”

“Inferiuslar var… Evet”

“İlerideki yeşil ışık?”

“Eskiden hortkuluğun bulunduğu çanaktan geliyor.”

“Suya dokunursak bize saldırırlar mı dersin?”

Harry huzursuzca, “Öyle görünüyor… Artık hortkuluk yok, ama bize yine de saldırmışlardı.”

Arkalarında dikilen Kingsley ekibi toparlama vaktinin geldiğine karar vermişti.

“Beyler, bayanlar! Harekete geçme zamanı… Dedalus, Hestia… Yardım edin anahtarı kuralım. Harry, biz anahtarı kurduktan sonra Arcanus’a kayığın nasıl çıkarıldığını gösterir misin?”

Gilbert Wimple bu talimat üzerine çantasını açtı, içinden lacivert, dikdörtgen bir kutu çıkardı. Ana karanın ortasına doğru yürüdü ve kutuyu yere bıraktı.

“Lütfen herkes geri çekilsin, ama tekrar ediyorum, kesinlikle suya değmeyin.”

Kalabalık açıldı ve ona alan bıraktı. Wimple da iyice geriledi ve asasını doğrultarak “engorgio” diye fısıldadı. Asasından çıkan ışın kutuya çarptığında kutu genişlemeye başladı, bir metre iki metre, beş metre derken neredeyse ana karanın büyük bir bölümünü kapladı ve sonunda durdu. Harry bunun bir kutu değil örtü olduğunu fark etti. Dedalus, Hestia, Robards ve Kingsley örtünün katlanan köşelerine doğru yürüdüler ve düzelttiler. Bu defa Kingsley asasını doğrultup “portus” diye fısıldadı, dev örtü bir an mavi bir ışık saçarak parladı, titredi ve durdu. Kingsley heyecanla bağırdı, “Yirmi dakika! Herkes yerini alsın, Ron, Gawain arkama geçin! Destekler yerlerine! Harry, Arcanus! Adaya!”

Harry Arcanus Grines’e duvara, kayığı buldukları yere kadar rehberlik etti.

“Profesör Dumbledore elini yukarı kaldırmıştı, sonra zinciri buldu, asasını yumruğuna tutup zinciri kavradı, kendisine çekince de kayık suyun dibinden yükseldi.”

Grines onun dediğini yaptı. Eliyle havayı yoklamaya başladı, birkaç saniye sonra o da zinciri bulmuştu. Kendisine doğru çekerken Harry kafasına takılan soruyu sordu: “Neden hepimiz ana karada beklemedik? Inferius’ları buradan da tetikleyebilirdik.”

Grines kayığı kendisine doğru çekerken, “Benim fikrimdi” dedi ve devam etti;

“Eğer azıcık kafası çalışıyorsa ki bu kadar yandaş toplayıp bunca cinayete ve iç savaşa sebep olabildiğine göre çalışıyor, inferiusların hepsini tek hedefe saldıracak şekilde büyülememiş olma ihtimali yüksek. Bence kıyıya yakın olanlar ana kara tarafını koruyordur. Adacığa yakın olanlar ise kendi bölgelerini koruyorlardır. Aksi takdirde ikiye ayrılıp, hepsini bir tarafa çekip hortkuluğu almak çok basit olurdu.”

Harry bunun Grines’in anlattığı kadar kolay olacağından emin değildi, yine de şimdilik bu akıl yürütmeye itirazı yoktu.

“Tabi bir de onları çevirmek ve kıstırmak çok önemli, bu işi de sen ile ben yapacağız. Arkamıza taktıklarımızı ana karaya yönlendireceğiz.”

Yem olacakları yani. Harry bu açıklamayı duyunca huzursuzca kıpırdandı.

Kayık karadaydı artık. Ron ona endişeli gözlerle bakıyordu. Harry bu işe girdiklerine pişman olup olmadığını merak etti. Örümcek fobisi vardı evet ama söz konusu inferiuslar olunca, eh herkesin inferius fobisi vardı.

Harry kayığa bindi ve göle açıldı, bir yandan da Grines’i seyrediyordu. Kingsley ona iyi şanslar diledi.

Grines asasını çift eliyle tutarak havaya kaldırdı ve sıçradı, Harry onun uçmaya başlayacağını düşünüyordu ama kendisini çok şaşırtan bir şey oldu: Grines havada bir mermi gibi dönmeye başladı ve dönüştü, beyaz koyu lacivert renge bürünüp suya daldı. Grines bir animagus’tu! Bir köpekbalığı! Bu sayede Mürekkep balığından kurtulabilmişti! Bu yüzden Kingsley Harry onu sandalda gördüğünü söylediğinde inanmamıştı!

Dönüştüğü köpekbalığı en az dört, beş metre boyundaydı, dev sırt yüzgeci Harry’nin sandalının yanından neredeyse kol mesafesinde geçti. Ama o kadar zarif yüzüyordu ki sandal çok az titredi ya da titremedi. Animagusun suya girmesi inferiusları tetiklememişti. Belli ki onun gerçekten bir balık olduğunu düşünüyorlardı.

Köpekbalığı adacığa doğru ilerliyordu, yüzgeci bir manevra yaptı ve kıyıya yaklaştığı anda suya dalarak kayboldu. Harry bunu gördüğünde bir an için gerildi, inferius’ların balığa saldırma ihtimalini de düşünerek su yüzeyinde ellerin belirmesini, kayığın devrilmesini endişeyle bekledi. Ancak korktuğu olmadı, köpek balığı bir anda sudan mermi gibi fırladı, neredeyse üç metre havaya fırlayıp savruldu, havadayken Arcanus Grines’e dönüştü ve karaya ayak bastı.

Harry de adacığa yaklaşmıştı artık. Sadece yarım dakika daha sessizce suda ilerledi ve sonunda kayık karaya çarptı. Harry kayıktan dikkatlice indi ve Grines’in yanındaki yerini aldı. Grines asasını havaya kaldırdı ve kıvılcımlar çıkararak ana karadakilere hazır olduklarını bildirdi.

Kingsley’in sihirle güçlendirilmiş sesi mağaranın diğer yanından yükseldi, “Hazır olduğunuza göre başlıyoruz!”

Harry asasını çıkardı ve Grines ile beraber bir zamanlar hortkuluğun bulunduğu çanağın yanına geçti. Grines: “Sırt sırta vermeliyiz, bu şekilde ateş çemberi oluşturup onları dışında tutabiliriz” dedi. Harry kafasını salladı ve yüzünü kuzeye döndü, sırtını da Grines’e yasladı.

Ana karada Kingsley’in göle doğru yürüdüğünü gördüler. Kıyıda diz çöktü, avuçlarını birleştirdi ve bir avuç su aldı. Grines kendi kendine, “Zarlar atıldı” diye fısıldadı.

İlk önce hiçbir şey olmadı. Birkaç saniye sonra kıyıya yakın sularda hafif bir dalgalanma, hareketlenme fark edildi. Su yüzeyinde eller, ardından vücutlar belirdi. Ağır aksak devrilerek, bazen de sürünerek sudan çıktılar ve Kingsley, Robards ve Ron’a doğru yürümeye başladılar. Harry Ron için endişelenmeye başlamıştı ki asalarından alevler çıktı ve onları çevreledi. İnferius’lar çemberin dışında kaldı.

Grines, “Tam düşündüğüm gibi, buradaki inferius’larda hiçbir hareketlenme olmadı. Tuzağı tetiklemeliyim.” Harry bir şey söyleyemeden suyun kenarına indi. Sağ elini suya uzattı ve bileğine kadar suya soktu, Harry’nin kalbi deli gibi çarpmaya başlamıştı. Grines hemen geri dönüp eski pozisyonunu aldığında bir inferius elini en yakındaki kayaya uzatmıştı bile. Beyaz pençe gibi bir eldi bu, ardından da bir vücut çıktı sudan, bir deri bir kemik haldeydi ve sarhoş gibi yalpalıyordu. Gözleri puslu beyazdı, sırtında suyun altında kalmaktan lime lime olmuş bir cüppe ya da ondan arta kalanlar vardı. İnferius bacaklarını kayaya uzattı ve zorlukla da olsa tırmandı. Bembeyaz, ruhsuz gözleriyle sadece tek bir şeyin açlığıyla Harry’e doğru adım attı, Harry tam artık harekete geçmesi için bağıracaktı ki Arcanus Grines beklediği talimatı verdi, “Başla!”

Harry, “İncendio!” diye bağırdı. Hermione ile Kovukta defalarca çalışmışlarıdı bu büyüyü. Hatta denemeleri sırasında az daha yangın çıkarıyorlardı. Alevler oluk oluk asasından döküldü, Grines’in asasından çıkanlarla birleşti ve etraflarında bir çember oluşturdu. Gölden adaya yeni inferiuslar çıkıyor ancak hiçbiri ateş çemberini geçemiyorlardı. Bir süre sonra artık gölün suları sakinleşti. İnferiusların hepsi adacıkta Harry ile Arcanus Grines’e ulaşmaya çalışıyordu.

Grines zamanın geldiğini fark etmişti. Harry’ye, “Artık diğerlerine katılmalıyız!” dedi. “Çemberi bana bırak ve kayığa bin! Bindikten sonra çemberi sen oluşturacaksın, ben de köpek balığına dönüşüp karaya çıkacağım!”

Harry, “Hayır! Bu çok tehlikeli! Karada insana dönüştüğünde sana saldırırlar!” diye bağırdı, söylediklerine kendi de şaşırarak.

Grines, “Başka yolu yok!” dedi ve ateşi beslemeyi sürdürdü. Yavaş yavaş kayığa doğru ilerlemeye başladılar. Onlar ilerledikçe, alevlerin etkisiyle kayığı saran ölüler yana çekilmek zorunda kaldı. Ancak Arcanus ile Harry’ye ulaşma arzularında pek bir değişiklik olmamıştı. Renksiz gözlerinde asalardan çıkan ateş parıldarken sessiz çığlıklar atıyor ve hem alevlerden kaçınıyor, hem de ikisinin cüppesinden yakalamaya çalışıyorlardı.

İnferius’ların dengesiz hareketleri suda dalgalanmalara sebep oluyordu, Harry’nin hatası da bu durumun sonuçlarını öngörememesi oldu. Daha ilk adımını atmıştı ki, heyecanlanan inferiusların yarattığı dalgalardan biri kayığa vurdu, Harry diğer ayağı havada yakalandı, kayık altından kayıverdi ve sırt üstü suya gömüldü.

Harry hemen yüzerek su yüzeyine çıktı. Derin nefes aldı ve sürüklenmekte olan kayığa doğru yüzdü. İskele tarafından tırmanmaya çalışıyordu ancak o ağırlığını verdiği anda kayığın sancak tarafı havaya kalkıyordu. Zorlukla bacağını attı, büyük bir çabayla bir şekilde tırmanmayı başardı. Asasını çıkarmak için elini cüppesine attı, ama asa yerinde yoktu. Panik bütün vücudunu sardı. Tüm ceplerini tekrar tekrar yokladı, yine yok.

Olan bitenin farkına varamayan Grines arkasından bağırdı, “Acele et, fazla zamanımız kalmadı, anahtar onlar olmadan gitmemeli!”

Harry hızlı bir şekilde karar verdi ve duraksamadan tekrar suya atladı. Yapabildiği kadar hızlı bir şekilde az önce suya düştüğü yere yüzdü ve “Lumos” diyerek kafasını suya daldırdı. İlk bakışta bulanık suda hiçbir şey göremedi. Biraz daha derine daldı. Parıldayan asa Arcanus Grines’in alev çemberinin biraz dışındaydı. İnferius’lara yakalanmadan alabilirdi, ama hızlı yüzmesi gerekecekti, çok hızlı hem de. Kendini ateşin içine fırlattı, keskin bir yanma hissiyle iyice derine indi. Üç büyük kulaç atarak asasına ulaştı. Tam onu eline almıştı ki üç inferius’un çırpınarak kendisine doğru gelmekte olduğunu fark etti. Çemberin dışında olduğundan savunmasızdı. Onlardan kaçabilmek için elinde asasıyla olabildiğince hızla yüzdü. Ancak ateş çemberinden geçerken inferius’lardan biri bacağını yakalamıştı. Ateşin içinde kalan bacağı ciddi bir şekilde yandı. Can havliyle asasını sallayarak relashio diye bağırdı ve inferius’u dağladı. Bacağını da çemberden çekti. Tekrar su yüzüne çıktı ve yanan bacağı yüzünden suratını buruşturarak kayığa tırmandı.

Asasını sallayarak tekrar “incendio!” diye bağırdı. Alev çemberini desteklemeye başladı.

Grines ona seslendi, “Sonunda! Dönüşüyorum!”

Alevlerin üzerinden atlayarak köpek balığına dönüştü ve suya daldı.

 

 

İnferius’lar birkaç saniye önce saldırdıkları canlının aniden bir balığa dönüşüp aralarından geçmesini her nasılsa yadırgamadılar ve cansız boş gözlerle ilgisizce ona bakmakla yetindiler. Aynı anda kayık da hareket etmeye ve ana karaya doğru ilerlemeye başladı.

Harry bir yandan çevresini kollarken bir yandan da artık kendisini güvenceye aldığından bütün bu keşmekeşin içinde Ron ve diğerlerinin ne durumda olduğunu anlamaya çalışıyordu. Ana karada alev çemberi sağlamdı ve Ron’un bulunduğu grubu korumaya devam ediyordu. Göle baktığında yüzgecin su yüzeyinde olmadığını fark etti. Grines birkaç saniye sonra köpekbalığı suretinde havaya fırladı ve aslına dönüşerek inferiusları asasıyla alazladı, kendisine yok açtı. Diğer büyücülere sağ salim katılmayı başarmıştı.

Harry bir anda hala tehlikede olan tek kişinin kendisi olduğunu fark etti. Ama karaya on metreden az bir mesafe kalmıştı. Sabırla kayığın kıyıya yaklaşmasını bekledi, kendisi ile Kingsley arasında alevlerle çevrili bir yol yarattı. İnferi’ler ateşten kaçarak çekildiler ve ona koridor açtılar. Kayıktan atladığı gibi diğer büyücülere katıldı. Tuzak hazırdı, geri sayım başlamıştı.

Kingsley Harry’ye ve diğerlerine dönerek, “Tam vaktinde! Son bir dakika! Amacımıza ulaşmak üzereyiz, sıkı tutun!” dedi.

Ateşin etrafında yaşayan ölülerden bir ordu vardı. Harry onları takip edenler de diğerlerine katıldığında sayılarının belki iki yüzü geçtiğini fark etti. Bazılarının üzerinde hala yırtık pırtık cüppeler vardı. Bazılarında ise paramparça kıyafetler, bu sonuncuların muggle oldukları anlaşılıyordu. Voldemort’un kurbanları, bedensiz ruhunun muhafızları, mezardaki son anlarını geçiriyordu. Harry ayaklarına baktığında hepsinin örtünün üstünde yürüdüklerini fark etti.

Kingsley ondan geri saymaya başladı, son beş saniye, dört saniye, üç saniye, iki saniye… Vakit gelmişti. Ateşin ardındaki inferiler aniden dumana dönüşüp bükülerek yok oldular. Birkaç saniye önce kıyametin koptuğu göl bir anda sessizleşmiş ve birbirlerine şaşkınlık içinde bakan bir grup büyücüden başka kimse kalmamıştı.

Kingsley asasını indirdi ve kalabalığa döndü, “Eh, bitti. Herkese tebrikler. Her şey planladığımız gibi gitti diyebilirim.” Az önce asasını suya düşürdüğü için inferiusların arasında kalmış olan Harry herhangi bir yorum yapmadı.

“Wimple, asistanın Pullman ile temas kurar mısın? İnferi’lerin Bakanlığa ulaştığını teyit edelim. Herkes iyi mi? Yaralanan var mı?”

Vardı tabi, ama genelde ufak tefek yaralardı bunlar. Ron sırt üstü düşmüş ve dirseğini incitmişti, gölün hemen kenarında uzanıyordu. Neyse ki birkaç çürük dışında önemli bir hasar yoktu. Arcanus’ta ve Kingsley’de üçüncü derece yanıklar vardı. Elwyn aralarında durumu en ciddi olanın Harry olduğuna karar vererek yanına geldi. Diz üstü çöküp çantasını açarak tüplerini çıkardı ve bir karışım hazırlamaya başladı.

Gökkuşağını andıran bir gülümsemeyle, “Harry, en iyi müşterim sensin… Belki de bakanlık sana özel şifacı tahsis etmeli.” dedi.

Harry istemsizce sırıttı, “Bence beni bahane edip zam isteyebilirsin” dedi. Tanışıklıkları çok eskiye dayanmasa da Elwyn Baines ile konuşmanın ne kadar kolay olduğunu ve her defasında üzerindeki gerginliği aldığını fark ediyordu. Elwyn ensesine konan rahatsız edici bir böceği kovdu, önündeki karışımı tamamlayıp Harry’nin yüzüne doğru uzandı. Kremi sürerken,

“Yüzündeki yanıklar çok ciddi değil. Ancak bacağındakiler biraz daha canını yakabilir.” dedi.

Harry ne durumda olduğunu görevin heyecanıyla fark etmemişti. Şimdi her yeri hafif hafif sızlamaya başladığında kendisinde diğerlerine nazaran daha fazla hasar olduğunu fark etmişti. Elwyn’e baktı ve aklına Hogwarts’taki sohbetleri geldi.

“Elwyn, bana Cedric öldüğünde tribünde olduğunu söylemiştin, ama seni Hogwarts’ta hiç hatırlamıyorum.”

Elwyn, “Bu çok doğal değil mi? Aramızda üç dönem vardı, benim okuldaki son senemdi, FYBS’lere hazırlanıyordum ve şifacı olmaya niyetliydim. Derslerden kafamı kaldırmaya vaktim olmuyordu. Arkadaşlarım Üç Büyücü Turnuvasının finaline asa zoruyla getirdi, bir günden bir şey olmaz dediler” O günleri hatırlayarak kederle gülümsedi.

“Hangi binadaydın?” diye sordu Harry merakla. Ama cevabı tahmin edebiliyordu.

“Ravenclaw” diye yanıtladı Elwyn. “Şifacıların çoğu bizim binadandır. Gerçi arada Roger Davies, Marietta Edgecombe ya da Gilderoy Lockhart gibi mankafalar da çıkmıyor değil.”

Harry dışarıdan bakıldığında müthiş bir zerafet ve inceliğe sahip görünen Elwyn’in bu beklenmedik yorumunu duyunca ağzından fırlamak üzere olan kahkahaları zorlukla zapt etti.

Elwyn havadan sudan bahsedermiş gibi devam etti, “Hele Gilderoy Lockhart’ın Hogwarts’ın kapısından nasıl girebildiğini asla anlamamışımdır. Sevgililer gününde sahte bir isimle mavi cüppesinin ne kadar yakıştığını ve gözlerine nasıl uyduğunu anlatan sahte bir kart yollamıştım. Tüm sene kim olduğumu bulmaya çalıştı, o cüppeyi de hiç sırtından çıkarmadı. Tam bir mankafa…”

Harry bu defa kendini tutmaya çalışmadı ve kahkahalara boğuldu. Zorlukla kendini toparladığında “Hala St Mungo’da öyle değil mi? Neler yapıyor?”

Elwyn bacağındaki yanığa müdahale ederken, “Hafızası hala düzelmedi, nasıl kazandığını hatırlayamadığı hayranlarına mektuplar yazıyor. Bu sevgililer gününde mavi cüppesiyle ilgili yeni bir şiir yazıp yollayacağım. Belki hafızası yerine gelir.” dedi ve sırıtmaya başladı.

Harry ona gülerek eşlik etti. Ama aynı anda bir önseziyle sarsıldı. Sanki yolunda gitmeyen bir şey vardı. Olmaması gereken bir şey. Ne olup bittiğini anlayabilmek için gözlerini kapadı.

Elwyn ciddileşerek merak ve endişeyle sordu, “Ne oldu?” Harry başparmağını kaldırarak onu durdurdu ve zaman istedi.

Yolunda gitmeyen bir şey, bir ses. Çok hafif… Sanki suda bir şey…

Kafasını çevirdi, Ron göl kenarında kendi halinde bağdaş kurmuş oturuyordu. Harry onun yaşadıkları aksiyondan sonra aklını boşaltmaya çalıştığını düşündü.

Her şey çok kısa sürede, önlenemez bir hızla oldu.

Ron’un arkasında gölün yüzeyi hafif hafif dalgalanıyordu. Harry’nin az önce aklını kurcalayan, bu dalgalanmaların çıkardığı sesti. Karanlık sular hafifçe kabardı, bembeyaz bir el, gölün yüzeyinde belirdi. Sanki biri sudan çıkmaya çalışıyor ama başaramıyor gibiydi. El giderek yükseldi ve sonunda sırtında yırtık pırtık büyücü cüppesiyle bir inferius belirdi. Harry tüm gücüyle haykırdı, “RON, DİKKAT ET!”

 

 

Ron’un gözleri kocaman açıldı, arkasını dönmek için seyirtti ama çok geçti, üzerinden sular damlayan inferius sudan çıktı ve ona saldırdı. Boğuşmaya başladılar. Inferius güçlüydü, Ron ise yorgun ve bitkindi. Inferius onu kavrayarak suya çekmeye başladı. Harry ayağa kalkmaya yeltendi ama yanlarına varana kadar dibe çökecekleri kesindi, Ron boğulabilirdi. Tam o sırada “İmpedimenta” diye bağırdı arkasından bir ses.

Çıkan kırmızı ışın Ron’un kafasını sıyırdı, kızıl saçlarından bir bukle kopardı ve inferius’u ıskalayarak gölün sularına gömüldü. Artık suyun üzerinde sadece omuzları kalmış, boynu sıkıldığından nefes almakta zorlanan Ron’un yüzü morarmaya başlamıştı.

Bu defa “Relashio!” diye bağırdı ses, mor bir ışın fırladı ve Ron’un kafasını sıyırarak inferius’u vurdu. Yaşayan ölü Ron’u bırakarak geriye savruldu ve gölün sularına gömüldü.

Ron nefes nefese karaya doğru yürüdü, devrildi, tekrar kalktı ve ayağı bir taşa takılıp düştü. Inferius yine aynı hevesle suları yararak geldi ama bu defa “Incarcerous!” diye bağırdı ses, inferius’un vücudu nerden geldiği anlaşılamayan ipler tarafından kıskıvrak bağlandı ve yaratık Ron’un iki bacağının arasına kafa üstü devrildi. Ron tekmeler savurarak geri geri kaçmaya çalıştı, güvenli mesafeye gelince de kendini tekrar yere bıraktı.

Yüzlerde şaşkınlık ifadesi vardı. Tam da herkesin güvende olduğunu sandıkları anda belirmişti inferius. Harry onun sağ ayağının yosunlara dolanmış olduğunu fark etti. Muhtemelen bu yüzden diğer inferiuslarla beraber gruba saldıramamıştı. Harry onun grup kutlama yaparken suyun dibinde yosunlarla boğuşuyor olduğunu hayalinde canlandırdı.

Arcanus Grines Ron’un hayatını kurtarmıştı; asasını indirdi, ağır adımlarla inferius’un yanına gitti, yırtık cüppesinin cebinden zincire benzer bir şey sarkıyordu. İnferius’un ona saldırmaya çalışmasına aldırmadan zinciri çekiştirdi ve uzun parlak altın bir saat çıkardı. Saatin arkasını çevirip inceledi, Kingsley’e doğru yürüdü ve saati onun avucunun içine bıraktı.

“Listendeki kayıplardan birini daha silebilirsin Kingsley” dedi, saatin arkasında yazılı ismi gösterdi, “Regulus Arcturus Black’i bulduk…”

Ron kafasını bir an için kaldırıp hala inatla sürünerek ona ulaşmaya çalışan, Regulus Black’e, onun donuk gözlerine baktı, ardından “Bu iş değil on, yüz galleona bile yapılmaz” diyerek boylu boyunca yere serildi.

* * *

Dokuzuncu bölüm 5 Mayıs 2017‘de FantastikCanavarlar.com‘da!

Fantastik Canavarlar 2’de Newt Scamander’ın Ağabeyini Göreceğiz!

$
0
0

Fantastik Canavarlar devam filminin dedikodu kazanı ciddi anlamda kaynamaya başladı. Pottermore’da yayımlanan habere göre, Newt Scamander’ın ağabeyi Theseus için oyuncu seçmeleri devam ediyor. Bu rol için Londra doğumlu aktör Callum Turner’la görüşme halinde olunduğu söylentiler arasında. Anlaşılan o ki, Theseus Scamander’ı önümüzdeki filmde göreceğiz!

Peki Newt’ın ağabeyi hakkında bugüne kadar neler öğrendik?

Theseus Scamander’ın adı ilk filmde meşhur bir savaş kahramanı olarak geçti. Uluslararası Büyücü Konfederasyonu’nun temsilcileri “Scamander” adının öneminin farkındaydı, yani namı ondan önde gidiyordu. Theseus, Sihir Bakanlığı’nın radarında olabilir ancak nasıl biri olduğu hâlâ gizemini koruyor. Onu oynama ihtimali olan aktör hakkında ise daha fazla şey bildiğimiz kesin.

Callum Turner pek çok dizi, film ve tiyatroda yer aldı ve çeşitli Harry Potter oyuncuları ve yazarlarıyla da çalıştığı biliniyor. The Green Room’da (Dehşet Odası) oynamış olan Turner, Eddie Redmayne’e olan benzerliğiyle de dikkat çekiyor. İngiliz ITV serisi Leaving’de Harry Potter oyuncusu Helen McCrory ile oynamıştır. Harry Potter ve Lanetli Çocuk’un oyun yazarı Jack Thorne’un kaleminden çıkan dizi Glue’da süreli başrolde yer almıştır. Victor Frankenstein (2015) filminde Daniel Radcliffe’le birlikte rol almış ve BBC’nin tarih dizisi War and Peace’de Anatole Kuragin karakterini canlandırmıştır.

Geçtiğimiz hafta Jude Law’ın Fantastik Canavarlar 2’de genç Albus Dumbledore’a hayat vereceğini öğrenmiştik. Önümüzdeki yaz çekilmeye başlanacak filmden art arda gelen bu haberler bizi daha da heyecanlandırdı. Siz Callum Turner hakkında ne düşünüyorsunuz? Onun bu role yakışacağını düşünmeye başladınız mı yoksa bu rol için kafanızda başka adaylar var mı? Görüşlerini bizimle paylaşın!

Fantastik Canavarlar’ın Sonraki Filmlerinde Dumbledore’u Canlandıracak Aktör Açıklandı!

Doctor Who’nun Yılbaşı Özel Bölümü Harry Potter’lı Olabilir!

$
0
0

Eğer benim gibi sıkı bir Doctor Who izleyicisiyseniz, her yeni yılda yayımlanan Doctor Who Yılbaşı Özel bölümlerinden ve bu bölümlerin ne kadar güzel olabileceğinden haberdarsınızdır. The Leaky Cauldron sitesinde Lainey Ruffner tarafından yazılan bir yazı, belki de bir zamanlar bir Doctor Who Yılbaşı Özel bölümünde Harry Potter ve Doctor Who evreninin iç içe geçebileceğinin ihtimali olduğunu açıklıyor ve devamını da sunuyor. Gelin bu habere birlikte bakalım!

Popüler dizi Doctor Who‘nun 25 Aralık 2017‘de yayınlanacak Yılbaşı Özel bölümü ile ilgili yeni bilgiler, Harry Potter ve Doctor Who sevenler için büyük önem taşıyor olabilir. Bu yıl için gelen ve İlk Doktor olarak konuk oyuncu olacak olan David Bradley‘den (bizim Argus Filch’imiz) sonra bir Harry Potter-Doctor Who birleşmesi yaşanmadı. Bu bilginin ise sıradan bir söylentiden daha fazlası olmasını gerçekten umut ediyoruz.

–Doctor Who 2017 Yılbaşı Özel için spoiler içerir!–

İngiliz haber sitesi The Mirror da anonim bir kaynak tarafından sızdırılan bilgi 2017 Yılbaşı Özel bölümü ile ilgili. Bu bölüm Peter Capaldi’nin 12. doktor olarak son bölümü olacak, aynı zamanda İlk Doktor sahne alacak. Asıl olarak İlk Doktor orijinal dizide William Hartnell tarafından oynanmıştı. Fakat maalesef Hartnell 1975’te vefat etti. Bu yüzden, David Bradley – Argus Filch – daha önceden Hartnell’in yerine geçerek An Adventure in Space and Time filminde de oynamıştı, şimdi İlk Doktor rolünü dolduracak. Bradley, Capaldi’ye 12. doktorun son görevi olarak Gallifrey gezegenini kurtarmasında yardım edecek.

Eğer Harry Potter filmlerinden tanıdık olan ve Doctor Who’da da oynamış olan yüzler – David Bradley(Argus Filch), David Tennant(Barty Crouch Jr.) ve John Hurt (Bay Ollivander) ve diğer birçok oyuncu bu iki devasa yapımı bir araya getirmeye yetmemiş olsa da, bir zamanlar tamamen Harry Potter temalı bir Doctor Who özel bölümü planlanmıştı. Russell T Davies, Doctor Who’nun 2009’a dek olan yapımcısı, 2008 için planlanan bu Harry Potter temalı hikayeyi organize etmişti.

Yine başka bir İngiliz gazetesi The Sun, hikayeyi şöyle açıklıyor: J.K. Rowling gizemli bir uzay böceği tarafından ısırılıyor ve bütün yazdığı karakterler gerçek hayatta beliriyor. Rowling, Doktor ile birlik olarak kurgusal kötü karakterleri yenmeye çalışıyor. Bu karakterler de muhtemelen Doktor‘un Voldemort ve Ölüm Yiyenler ile savaşması manasına geliyor. Davies, ilk başta bu planı Rowling’e sunarak bir bölüm yazmasını, Kylie Minogue’un da konuk oyuncu olarak görünmesini istemişti. Fakat Kylie Minogue bunu reddetti (Ç.N: hayallerimi yıktın be Kylie!). Sonrasında Davies şöyle düşündü:

Yeni yılın Yılbaşı Özel bölümünde Kylie kadar ünlü başka bir yıldız bulamayacağımız için, J.K. Rowling’e bir Doctor Who yazma, bir Doctor Who bölümünde oyna diye sorabileceğimi düşündüm!

Fakat yine maalesef, zamanın doktoru David Tennant bunun güzel bir fikir olmayacağını düşünmüş (Ç.N: Tennant ne yaptın?!) ve Davies, Tennant’ı mutlu etmek için bu fikri ilerletmemiş. Steven Moffat, dizinin güncel yapımcısı, böyle bir bölümün varlığını doğruladı ve şöyle dedi:

Bölüm sabit disklerin birinde saklı – fakat bunu Russell’a sormalısınız çünkü bu onun zamanındaki bir fikirdi.

Bu bölümün hala kullanılmadığını bilmemize rağmen, hala orada bir yerde duruyor ve hala umut var. Bilinmeyen bir kaynak ise şöyle diyor:

Bu şafağı görüp göremeyeceğimizi kim bilebilir? Fikir bile başlı başına mükemmel. Harry Potter ve Doctor Who gibi iki devasa yapımın bir araya gelmesi inanılmaz olurdu.

Şu noktada, beklemek ve bu fikrin gerçeğe dönüşmesini görebilmeyi umut etmekten başka bir çaremiz yok. Fakat bu yılın Yılbaşı Özel bölümünde David Bradley‘i görmek de çok güzel olacak!

Sizler bu fikir hakkında neler düşünüyorsunuz? Belki Harry Potter hayranları bir araya gelerek Steven Moffat‘a baskı uygulayabiliriz! Düşüncelerinizi bizlerle paylaşmayı unutmayın!

Alison Sudol’un Sanat ve Doğayla Olan Büyülü İlişkisi

$
0
0

LeakyCauldron sitesi, Fantastik Canavarlar‘da Queenie Goldstein rolüyle karşımıza çıkan Alison Sudol’un başka bir özelliğine dikkat çekerken, hepimize üzerinde düşünmemiz gereken şeyleri de tekrar hatırlatıyor. Sizin için hazırladığımız bu habere gelin birlikte bakalım!

Alison Sudol, Fantastik Canavarlar Nelerdir, Nerede Bulunurlar filmindeki Queenie Goldstein rolüyle tanınırlığını bu seviye getirmeden önce performans sanatlarında gövde gösteren ve “A Fine Frenzy” sahne adını kullanan bir müzisyendi. Şarkıları doğa ile olan yakın ilişkisini ortaya koyarken, rol alarak yıldızlaştığı filmin ana karakteri sihirli yaratıkları korumak ve dünyayı onlar hakkında bilgilendirmek için uğraşıyordu. Alison Sudol şimdiye kadar yaptıkları ile aslında filmdeki ana karakterin hedeflerini paylaştığını da gösteriyor. Sudol’un 2011 yılında Uluslararası Doğa Koruma Birliği (IUCN) tarafından İyi Niyet Elçisi olarak seçildiğini de hatırlatmakta fayda var.

Mongabay sitesine verdiği röportajda, doğaya ve doğal yaşama olan tutkusunu, aşkını, bu ilişkisinin genç yaşta nasıl filizlendiğini ve son zamanlarda neler yaptığını anlatan Sudol’u dinliyoruz:

“Doğa her zaman beni kendisine çekti. Seattle’da henüz beş yaşında ufak bir çocukken, İsveçli dadım beni yağmurlu veya güneşli havalarda koruluklarda yürüyüşlere çıkarırdı. Doğal hayatın büyüsünü fark edebileceğimi düşünürdü. Ailem Los Angeles’a taşındığı zaman kendimi daha fazla şehirleşmiş bir ortamın içerisinde buldum ve doğal hayat ile olan bağlantımın kopması beni çok rahatsız etti. Büyüdüğüm zaman ve bir müzisyen olarak dünyayı dolaşmaya başladığım da, yazdıklarımın doğa ile iç içe olduğunu fark ettim. Sonrasında kendimi Almanya’nın kadife ormanlarını, Kanada’nın nefes kesen göllerini ve New Mexico’nun kalpleri sarsan fırtınalarını keşfederken buldum. Sanırım ruhuma bir şeyler oldu, yeni bir şehre vardığımda ve otobüsten indiğimde, o zamana kadar fark etmediğim ancak ihtiyacını duyduğum bir şeyi anladım; her gittiğim yerde ilk olarak doğa anayı arıyordum. Doğanın benim için bu denli önemli olduğunu ve kariyerimde o ana kadar yaptıklarımla karşılaştırılınca, doğayı korumak için bir şeyler yapmak zorunda olduğumu düşündüm. Bu durum beni işime daha çok motive etti, gittiğimde her yerde yaptığım görüşmeler ile daha tamamlanmış bir insan olduğumu hissettim.”

Doğaya olan sevgisi ile kendini daha dolu hissettiğini söylüyor. Doğaya ve onu korumaya olan tutkularını keşfetmek isteyenler bazı tavsiyelerde de bulunuyor Sudol:

 “Doğada sevdiğiniz bir şey bulun ve onun için ne yapabilirsiniz bir bakın. En küçük aksiyonların bile muazzam bir etki yapabilir. Sofranızdaki etin ve sebzelerin nereden geldiği hakkında düşünebilirsiniz. En azından günde bir kere vejetaryen öğün tüketebilir misiniz? Eğer yapabiliyorsanız, yerli mallar kullanın. Plastik şişelerden su içmek yerine kendi cam şişenizi kullanın. Ne kadar çok plastik kullandığınızı ve nasıl azaltabileceğinizi düşünün. Satın almadan önce gerçekten ihtiyacınız olup olmadığını düşünün. Nerede ve nasıl imal edildiğini düşünün, içinde kimyasallar var mıdır? Eğer kimyasallar varsa, derinize sürmek istediğinize emin misiniz?”

Bu derece büyük işlerle uğraşmanın insanı çok yorabileceğini fark eden Sudol, tazelenmek ve tekrar güç bulabilmek için, çareyi sanatta bulmuş. Tekrar Sudol’a dönüyoruz:

“Sanat diğer insanların kalbine dokunabileceğiniz çok derin bir iletişim şekli. Doğa için verdiğimi mücadelede aslında büyük bir meydan okuma var; doğayı korumak için yapabileceklerimi düşünüp onun için tüm kalbimi ortaya koyarken, gördüklerim ve olanlar karşısında yaşadığım acıyı da tolere edebilmeliyim. Neredeyse her gün doğanın başına inanılmaz acı şeyler geliyor ve insanların bunu hissetmesi gerekiyor. Yaşanan tüm bu yıkıma şahit olunca, pozitif bir bakış açısı yakalamak zor olabiliyor. Dürüst olmak gerekirse, aslında her şey son derece sinir bozucu. Ancak, doğa ile olan ilişkimizin büyüsü düşünülürse ve doğanın tüm güzelliklerini koruma uğruna verdiğimiz savaşın sihri ve kırılganlığı da göz önüne alınırsa, hevesimiz kırıldığında dahi ayağa kalkmak için güç bulabiliriz. Sanat, doğaya insanın sesini duyurmanın bir yöntemi ve yaşayan tüm canlılar ile olan muhteşem bağımızı hatırlatmanın da bir yolu.”

Newt’in doğa ve sanat arasındaki bu büyülü ilişkiye katılacağından hiç şüphemiz yok. Özellikle tüm o yaratıklar ile çevrili halde kendini evinde hissetmesi düşünülürse!

Britanya Kütüphanesi’ndeki Harry Potter Sergisi’nden Nefes Kesen Parçalar

$
0
0

Bu yılın sonlarına doğru açılacak olan Harry Potter: Sihir Tarihi adlı sergide, J.K. Rowling’in Felsefe Taşı’ndaki Seçmen Şapka şarkısının el yazması taslağı ve daha önce hiç görülmemiş bunun gibi birçok obje hayranlarla buluşacak!

Biletlerinin ilk partisi 3 Nisan’da satışa sunulan sergide yer alacak üç objeyi Pottermore bizlerle paylaştı. Harry Potter ve Felsefe Taşı’nın ilk yayımlanışının yirminci yılı kutlaması vesilesiyle sergide Britanya Kütüphanesi’nin arşivindeki ender kitaplardan, el yazmalarından ve hazinelerden tutun da J.K. Rowling’in orijinal taslakları ve çizimlerine kadar pek çok nesne yer alacak. İllüstratör Jim Kay’den parçalarla birlikte Harry Potter’ın yayıncısı Bloomsbury editörünün notları da sergilenecek.

Seçmen Şapka şarkısının ilk taslağı ile birlikte yüzden fazla sihirli obje bu serginin çekirdeğini oluştururken Harry Potter hikayelerinin temelini oluşturan büyü ve folklorun kökenleri de keşfedilecek.

İşte o Seçmen Şapka şarkısından bir kuple:

Devamını ne yazık ki ancak sergide görebilirsiniz.

Britanya Kütüphanesi’nin baş kütüphanecisi Julian Harrison ise objelere hayran kalmış.

“Bir yazarın eliyle yazdığı orijinal taslakları görmek her zaman heyecan vericidir ve J.K. Rowling’in Seçmen Şapka şarkısı için yazdığı taslak da kesinlikle bir istisna değil. Harry Potter hikayelerinin ayrılmaz bir parçasının en başta nasıl yazıldığını ve nasıl değişime uğradığını görmek olağanüstü. Bunun, her çeşit ziyaretçinin sergimizde görmeyi beklediği türden bir lezzet olmasını umuyoruz.”

Julian ayrıca Britanya Kütüphanesi koleksiyonundaki büyüye dair bazı erken tasvirlerden örnekler de göstermiş.

 “İksir bölümünde yer alacak olan Britanya Kütüphanesi koleksiyonundan bu iki harika parçayı da sergileyeceğimiz için ayrıca mutluluk duyuyoruz.”

1480 yılında basılmış olan kitapta bir cadının kazanıyla ilk defa tasvirini görüyoruz.

Britanya Kütüphanesi’ne göre bu tasvir Ulrich Molitor tarafından yazılan Cadılar ve Dişi Falcılar Üzerine adlı kitaptan alınmış. Tasvirde iki yaşlı kadının, dolu fırtınası yaratmak için yanan geniş bir çanağa sırasıyla yılan ve horoz koyduğunu görüyoruz.

İksir Sınıfı isimli ikinci parça ise, 1491 yılında Latince “Sağlık Bahçesi” anlamına gelen Ortus Sanitatis isimli metinden alınmış.

Görselde elinde asası ve üzerinde cüppesi ile yaşlı bir iksir ustasıyla tarifler için kitabı açık tutan asistanını görüyoruz. Profesör Snape bu öğretme metoduyla ilgili ne derdi kim bilir.

Harry Potter: Sihir Tarihi sergisi 20 Ekim 2017’de Britanya Kütüphanesi’nde tüm sihir severlerle bulaşacak. 28 Şubat 2018’de kapanacak olan serginin 20 Ekim’den 31 Aralık’a kadar olan biletleri satışa sunuldu bile, daha sonra diğer biletler de satışa çıkacak.

Bilet fiyatı yetişkinler için £16, diğer grup için ise £5 ile £11 arasında değişiyor. Daha fazla bilgi için Britanya Kütüphanesi’nin web sitesine bakabilirsiniz.

Sırf Harry Potter değil, onu oluşturan temayı da yakından görüp keşfedebileceğimiz bir serginin olması çok hoş olmuş. Sizce sergide başka neler bulunmalı? Peki ya gitmeyi düşünür müsünüz?

Viewing all 1601 articles
Browse latest View live