Quantcast
Channel: Fantastik Canavarlar
Viewing all 1601 articles
Browse latest View live

Jude Law, Albus Dumbledore’u Oynamak Konusunda Oldukça Heyecanlı!

$
0
0

Albus Dumledore‘un gençliğini önümüzdeki Fantastik Canavarlar filminde Jude Law‘ın oynayacağını öğrenmemizden yaklaşık 3 hafta sonra sonunda bu rol hakkındaki düşüncelerini öğrenebildik!

BBC London Jude Law‘ın yeni tiyatro oyunu Obsession‘ın tanıtımında kendisini yakalayıp bu rol ve Dumbledore ile Grindelwald aşkı hakkındaki düşüncelerini almış.

“Umuyorum ki yapacağım ilk iş J.K. Rowling ile buluşup tam olarak da bunun hakkında [Dumbledore ve Grindelwald ilişkisi] konuşmak ve onun kim olduğunu, Rowling’in kim olmasını istediğini bulup çıkarmak olacak. Ve de Rowling’in bu büyük adamın gençliğin hakkındaki vizyonu hakkında daha fazla şey öğrenmek elbette.”

Bu rol için korkup korkmadığı sorulduğunda ise şunları söyledi:

“Tüm olacaklar için sadece heyecanlıyım. Meraklı, heyecanlı -aslında, biliyor musunuz, güzel bir noktaya değindiniz. Tüm iyi işlerin korku unsuru barındırdığını düşünüyorum […] çünkü en iyisini yapmak istiyorsunuz. Herkesi memnun etmek değil, insanları ve kendinizi memnun etmek istiyorsunuz.”

Eğer Londra’daysınız Jude Law’ın Obsession oyununu Barbican Centre‘da izleyebilirsiniz. Onu Dumbledore olarak görmeyi bekleyecekseniz de filmin çekimleri bu yaz başlıyor. Fantastik Canavarlar 2 filmini ise 16 Kasım 2018‘de izleyeceğiz.

Genç Dumbledore rolü için Jude Law tercihi hakkındaki görüşlerinizi bizlerle paylaşmayı unutmayın!


J.K. Rowling, Bu Sefer de Severus Snape’i Öldürdüğü İçin Özür Diledi!

$
0
0

Geçtiğimiz birkaç yıl boyunca, her 2 Mayıs‘ta -Hogwarts Savaşı’nın yıl dönümünde- J.K. Rowling, Harry Potter ve Ölüm Yadigarları kitabındaki iyi ve kötü cadı-büyücülerin çarpışması sırasında acımasızca öldürdüğü karakterler için hayranlarına özür mesajı yolluyor. Bu yıl da bu mesajını Severus Snape için yolladı. Gelin bu tuhaf geleneği hep birlikte inceleyelim.

2015 yılında, Rowling Weasley ikizlerinden biri olan Fred Weasley‘yi öldürdüğü için özür dilemişti.

“Bugün sadece şunu söylemek istiyorum. Fred hakkında gerçekten üzgünüm. *Sizlerin mantıklı öfkenizi kabul ederek boynunu eğer*”

2016 yılında ise, kurtadam Remus Lupin‘in ölümü hakkında hissettiği üzüntüyü bizlerle paylaştı. Lupin, daha yeni doğan bebek Teddy’nin babasıydı ve annesi Tonks da ölmüştü.

“Bir kez daha, bugün Hogwarts Savaşı’nın yıl dönümü, bu yüzden söz verdiğim gibi bir ölüm için özür dileyeceğim. Bu yıl: Remus Lupin.”

“Arthur yaşadı, bu yüzden Lupin ölmeliydi. Üzgünüm. Bunu yaparken eğlenmedim. Editörümün beni ağlarken gördüğü tek zaman Teddy’nin kaderine ağlamamdı.”

Ve bu yıl, bizler için bir başka özür Tweet’ini bizlerle paylaştı. Bu özrü daima beklemiştik.

“Peki, geliyor. Lütfen birbirinizle saldırı savaşına girmeyin, fakat bu yıl öldürdüğüm kişi için özür diliyorum (fısıldıyor)… Snape. *Saklanmak için kaçar* “

Severus Snape karakteri, Hogwarts’ın İksir Profesörü ve Harry’nin uzun dönem düşmanı, Rowling’in en karmaşık ve en sevilen karakterlerinden biri.

Derinlerde dışlanmış bir adam; Voldemort’a genç yaşlarında katılıyor. Snape, kalbinde büyük bir değişikliğe uğruyor, güçlü kara büyücünün tüm hayatı boyunca sevdiği tek kadını öldürmeyi planladığını duyuyor; Harry’nin annesi Lily Evans Potter.

Lily’nin hayatını kurtarmak amacıyla, kendi hayatını tehlikeye atarak Voldemort’a ihanet ediyor ve Dumbledore ile çalışmaya başlıyor. Eylemlerini gizli tutuyor, Voldemort gücüne tekrar kavuşunca bir casus olarak rolüne kaldığı yerden devam ediyor – ne yazık ki Kara Lord tarafından öldürülüyor. Voldemort, Snape’in en güçlü asan olan Mürver Asa’nın sahibi olduğunu düşünüyor.

Kalpleri parçalayan bir şekilde, Snape’in ölümünden sonra, Harry bizzat eski düşmanının yıllar boyu süren fedakarlıklarını keşfediyor. Eski öğretmeninin sihirle çıkarılmış ve korunan anılarına dalıyor.

Snape karakteri, Harry Potter filmlerinde Alan Rickman tarafından oynanmıştı, ki aktörümüz de Ocak 2016’da vefat etmişti.

Aktör Rickman, Hary Potter ve Ölüm Yadigarları kitabının yayımlanmasından sonra Rowling’in kendisiyle Snape’in sırrının bir kısmını paylaştığını da açıklamıştı. Fakat hikayenin tamamını kendisine söylememişti. Rickman bunu 2011 yılında ise şöyle açıklamıştı:

Bana bir minik, küçük, kenarıda kalmış bir bilgi kırıntısı verdi. Bu, Snape karakterinin düşündüğümden çok daha karmaşık olduğunu düşündürmüştü ve hikaye herkesin düşündüğü gibi düz bir çizgide ilerlemiyordu.

Alan Rickman’ın vefatından sonra Rowling bu sırrın ne olduğunu tam olarak açıkladı: aktöre “daima” (always) sözünün manasını açıklamıştı (Snape karakteri bu ünlü sözü, Harry’nin annesini daima sevdiğini mutlak bir şekilde Dumbledore’a açıklıyordu). İlgili haberimize ulaşmak için tıklayın.

“Alan’a “daima” sözünün ardında neler olduğunu söylemiştim.”

Sizler bu gelenek ve Severus Snape’in ölümü hakkında neler düşünüyorsunuz? Peki gelecek sene için tahminleriniz var mı? Görüşlerinizi bizlerle paylaşmayı unutmayın!

Harry Potter’ın En Nahoş 6 Kararı

$
0
0

Büyücülük dünyasındaki prestijli statüsüyle tanınan, genç yaşta büyük işler başarmış güçlü bir büyücü hatta seçilmiş kişi de olsanız hata yapıyorsunuz işte! Eğer Harry Potter’sanız hatalarınız belirli bir noktada ölümcül bile olabilir. Sonuçta Sağ Kalan Çocuk da olsanız her şeyi doğru yapmanız mümkün değil. Gelin serinin baş kahramanı Harry Potter’ın verdiği en kötü kararlara birlikte göz atalım!

1. Sectumsempra

Melez Prens’te notu yeterli olmadığı için İksir dersini bırakmak zorunda kalan Harry ve Ron Profesör Slughorn’un dersine kabul edilmiş, yeni İksir kitapları gelene dek okul dolabındaki eski ders kitaplarıyla çalışmak zorunda kalmışlardı. Başta Harry’nin elden düşme ve yıpranmış İksir kitabının nasıl bir öneme sahip olabileceğini hiçbirimiz tahmin edememiştik. Öncelikle orijinal talimatların üstüne çiziktirilen yazılar Harry’i çileden çıkarsa da, bu yazıların yönlendirmeleri sayesinde kendisi dahil kimsenin beklemediği bir başarı kazanınca o da kitabın sahibine hakkını teslim etmişti doğal olarak.  Sonrasında ise Melez Prensin eski İksir kitabı Harry’nin başucu kitabı haline gelmişti hatırlarsanız. Kitaptan edindiği bilgiler sayesinde zehirlenen Ron’un hayatını kurtaran Harry’nin sayfalara çiziktirilmiş her şeye güvenmesine şaşmamalı, sonuçta bu kullanışlı notlar ona her konuda yardımcı olmakla kalmayıp, Hermione’nin şüpheleri vardı, karanlık büyüye dair bir iz de taşımıyordu. Bir istisna vardı elbette; Sectumsempra- düşmanlar için. Büyük ihtimalle Harry bu büyünün rakibine takla attıracağını veya yere fırlatacağını düşünüyordu, sonuçta denediği büyülerden en tehlikelisi Ron’un baş aşağı tavana asılmasına sebep olmuştu.

Yani Harry, Malfoy’la tuvalette yaptığı düelloda bu büyüyü kullanmaya karar verdiğinde onu kendi kanından oluşan bir göl içinde görünce hayatının şokunu yaşadı diyebiliriz. Tanımadığı birinin düşmanları için icat ettiği test edilmemiş bir büyüyü düelloda kullanması Harry’nin en iyi anlarından biri sayılmaz. Eh, en azından hatalarından ders çıkardı.

2. Zihnefend’i Ciddiye Almaması

Harry Zihnefend konusundaki en yetenekli insan sayılmaz, bunun aksine nefret ettiği Profesör Snape ise bu konuda uzman. Yani Harry ve ona Zihnefend öğreten bir Snape fikri biraz tüyler ülpertici değil mi? Bu dersler ikili arasındaki gerginliği yeni bir zirveye taşıdı diyebiliriz. Harry’i suçlayamayız, 11 yaşından beri nefret ettiği birine zihninin derinlerini açmak pek de hoş bir deneyim değil açıkçası.

Fakat Harry’nin yapmayı bırakması gereken şey konusunda Snape haklıydı, Harry Voldemort ile ilgili imgelere zihnini kapatmak yerine, onlarla ilgili takıntılı davranıyordu. Çünkü bu imgeleri Karanlık Lord’a karşı kullanabileceğine ikna olmuştu, sonuçta Mr. Weasley’in hayatını bu sayede kurtarabilmişlerdi. Voldemort’a izin vermeyi kesmesi gerektiğini bilmesine ve Hermione’nin uyarılarına rağmen Harry zihnini açık bırakmayı sürdürdü. Bunun trajik bir sonucu olarak Voldemort Harry’nin açık zihnine Sirius’a işkence ettiği sahte bir imge sızdırdı ve Harry’nin vaftiz babasını kurtarma girişimi Sirius’un gerçekten ölmesiyle sonuçlandı.  Bu olay sonrasında Harry’nin kendisini asla affetmediğini biliyoruz.

3. Uçan Araba Skandalı

Teknik olarak bu absürd fikir Ron Weasley’in aklının ürünüydü, fakat Harry de tam olarak itiraz etmiş sayılmaz değil mi? Harry de en iyi arkadaşının babasının yasadışı olarak büyülediği uçan arabayı ödünç alma fikrini hemen benimsedi sonuçta. Eğer Harry sakin kafayla düşünebilseydi veya daha iyisi Hermione ikisiyle birlikte olsaydı, Hedwig’le Hogwarts’a bir mektup yollayıp talimat beklemeyi akıl ederdi. Tabi bu fikrin pratikte o kadar da iyi olmadığını Şamarcı Söğüt’e çarpmadan önce çoktan anlamışlardı. Farklı bir seyahat yöntemi tercih etmiş olsalardı; 1) Küçük maceraları yüzünden Seçmen Şapka seremonisini kaçırmazlardı 2)Oldukça memnuniyetsiz bir Snape’le karşılaşmak zorunda kalmazlardı 3) Az daha okuldan atılmakla kalmayıp, Mr.Weasley’e Sihir Bakanlığı tarafından soruşturma açılmasına sebep olmazlardı.

4. Malfoy’u Katie Bell’i Lanetlemekle Suçlamak

Bu oldukça ilginç çünkü Malfoy cidden Katie’yi lanetlemişti ve Harry aslında haklıydı. Fakat bunu oldukça sinirli halde pat diye söylemesi haklı olmasının hiçbir işe yaramamasına sebep oldu. Hiçbir kanıt sunmadan aniden birini suçlamak ve bunu Profesör McGonagall  gibi birinin önünde yapmak ve kendini biliyorum işte diye savunmak pek de akıl karı değil. Harry’nin fevri ve tezcanlı doğası onun için önceden beri iyi sonuçlar doğurmadı. En büyük iki destekçisi Hermione ve Ron bile yıllardır düşmanlık besledikleri Malfoy ile ilgili teorilerini ciddiye almadı. Fakat şu da bir gerçek, Harry’nin kararlarının çoğu gibi bu da iyi niyetin ürünüydü, başka birileri daha incinmeden suçlunun yakalanmasını istiyordu o kadar.

5. Riddle’ın Güncesine Güvenmesi

Tamam kabul ediyoruz, henüz 2.sınıftaydı ve yaşı küçüktü. Fakat o zamana dek tecrübe ettiği şeyler biraz daha dikkatli olmasını gerektirmiyor muydu sizce ? (Aileni öldüren kara büyücü yıllardır senin peşinde! )

Mızmız Myrtle yıpranmış ve ıslak günceye dikkat çektiğinde(içinden geçerek yere fırlatılmıştı sonuçta) Harry’nin verdiği ilk tepki Ron’un  tepkisine aldırmadan günceyi incelemek olmuştu.Tehlikeli olabileceği ve lanetli kitaplara dair hikayeleri kulak arkası eden Harry güncenin gizemini koruyan Sırlar Odası’yla ilgili çözmek için günceyi saklamaya karar vermişti. Daha sonrasında günce üstüne yazılanlara cevap vermeye başlayınca dehşete düşmek yerine oldukça hevesli biçimde konuşmayı sürdüren Harry kitabın ona göstermek  istediği bir hatıranın içine bile girdi. Tıpkı Ginny gibi, Harry de nazik ve ona benzer yalnız bir yazgıya sahip olan Tom Riddle’dan etkilendi. Bu Harry’nin doğru şeyi yapma yönündeki dürtüsüne verilebilecek bir örnek, bu dürtü onun kendini soktuğu tehlikeli durumların da sebebi. Sırlar Odası’yla ilgili elinden geldiğince çok bilgi toplamak isteyen Harry, evi olarak gördüğü Hogwarts’ın kapanmasını engellemeye çalışmıştı.

6. Stan Shunpike’i Silahlandırması

Harry’nin Dursley’lerden ayrılma vakti geldiğinde, Zümrüdüanka Yoldaşlığı üyeleri tarafından harika bir plan yapıldı. Harry’i fark edilmeden güvenle kaçırmak yedi tane Harry Privet Drive’ı terk etti. Kim gerçek Harry’i sahtelerinden ayırt edebilirdi ki? Maalesef, onca kaosa rağmen Harry önceden tanıdığı Stan Shunpike’ın Voldemort destekçileri arasında savaştığını gördüğü an kendini ele verdi çünkü ona gerçekten zarar vermekten kaçındı. Bunun sebebi ise Stan’in Imperius laneti etkisinde kalmış olma ihtimaliydi. Buna dayanarak Stan’i silahsızlandırmakla yetinen Harry Lupin tarafından da söylendiği gibi imzası olarak görülen Expelliarmus’u kullanarak kendini ele vermiş oldu. Evet kabul ediyoruz,  Harry’nin davranışı asil de olsa, savaş stratejisi açısından bakıldığında bütün dikkatin ona yöneltilmesine yol açtığı da bir gerçek. Fakat diğer yandan bu karar Harry’nin akıl sağlığını koruması için oldukça gerekliydi, Harry bir katil değil çünkü, o ezilmişlerin kahramanı; her zaman doğru olanı yapmaya çalışan biri. Bilerek ve isteyerek birine zarar vermek hatta öldürmek Harry’e zarar verebilir veya onu karanlık bir yola itebilirdi.

Siz neler düşünüyorsunuz? Bunlar haricinde aklınıza gelen farklı yanlış kararlar var mıydı? Bizlerle paylaşmayı unutmayın!

Harry Potter ve Kızıl Pelerin #9: Ginny Sahnede

$
0
0

* * *

önceki bölümleri okumadıysanız:

BÖLÜM 1: Karanlığın Şafağı

BÖLÜM 2: Arcanus Grines’in Adaleti

BÖLÜM 3: Seherbaz Adayları

BÖLÜM 4: Kaçakların Esrarı

BÖLÜM 5: Mezar Soyguncusu

BÖLÜM 6: Zindanlarda

BÖLÜM 7: Nigrum Mortem

BÖLÜM 8: Fedakar Bulunuyor

* * *

Ron, Grimmauld Meydanı On İki Numara’nın birinci katında, şöminenin karşısındaki sarmaşık desenli yeşil koltukta uzanıyordu. Bir zamanlar Regulus Arcturus Black olarak bilinen büyücünün, daha doğrusu ondan arta kalan yaratığın saldırısından kurtulmaya çalışırken incinen sağ kolu sarılıydı; Hermione kucağında üzerinde dumanlar tüten bir tas ile yanı başındaki tabureye çökmüş, Kreacher’ın hazırladığı sıcak çorbayı ona içirmeye çalışıyordu. Ancak Ron inferiuslarla dolu mağarada yaşananları kendi üslubuyla tekrar canlandırmakla meşgul olduğundan Hermione’nin bu konuda pek başarılı olduğu söylenemezdi.

“…Tam o sırada Harry bana bağırdı! Arkamı döndüm, bir de baktım İnferius bana doğru geliyor. Tüm gücüyle saldırdı! Bana vurmaya çalıştı, gardımı alıp hemen savuşturdum!”

Ron, darbeyi nasıl savuşturduğunu göstermek için sol kolunu sertçe havaya kaldırdı. Bu hareket incinen diğer kolunu da sarstığından canı yandı ve yüzünde bir acı ifadesiyle devrilerek koltuğa gömüldü.

Hermione kızgın ve bıkkın bir ses tonuyla, “Yavaş ol Ron, birazcık dikkat etsen kolun şimdiye dek çoktan iyileşmişti,” dedi.

Ron sanki onu hiç duymamış gibiydi, “…Sonra kafasından tutup onu ittim, ama elindeki koca baltayla…”

Harry, Ron’un abartılı anlatım tarzı yüzünden ağzından fırlayan kahkahayı zorlukla zapt ederek sahte sahte öksürdü. Ron ona sitemle baktı ve sözlerine devam etti:

“…Yumruğuyla demek istedim; bana vurmayı başardı; sonra diğer İnferiuslar, ki en az yüz tane saydım…”

Harry içmekte olduğu balkabağı suyunu ifritlerin sarmaşıkların ardında gizlendiği Black halısına püskürttü, Hermione artık dayanamayarak Ron’u susturdu ve kızgın bir ifadeyle:

“Kingsley ile Gawain’i hiç affetmeyeceğim! Şu halinize bir bakın! Bu olanları Mrs Weasley öğrensin bir bakın neler oluyor!” diye çıkıştı. Ama o an konuşması en az Molly Weasley kadar tehditkardı.

Harry ağzını ve kot pantolonunu kağıt peçeteyle silip sükûnetle, “Ron’un annesi bu işi öğrenmeyecek, çünkü ona söylemeyeceğiz Hermione. Olanları öğrenirse burada bir gün daha kalamayız. Bakanlıktaki sorumluluklarımıza da elveda deriz,” dedi.

Hermione kaşlarını çatıp tepkili bir şekilde baktı, yine de lafı fazla uzatmamayı tercih etti.

O sırada Kreacher, başının üzerinde kocaman bir tepsi, içinde neredeyse kendi boyuna gelen dev bir çaydanlık, yanında çay takımı ve silme tarçınlı kurabiyeyle dolu kocaman bir tabakla odaya girdi.

“Efendi Wizzy’nın başka bir isteği olur mu? Efendi Wizzy kendini iyi hissediyor mu? Kreacher ona hemen ağzına layık bir tost yapabilir.”

Kreacher yürürken boynunda Arcanus Grines’in Regulus Black’in cüppesinden aldığı altın saat sallanıyordu. Ev cini, Harry bu saati ona verdiğinden beri hiç çıkarmamıştı; halinden o kadar memnundu ki kendisinden her isteneni yerine getirebilmek için için evde dört dönüyordu. Hermione onu üzmemek için Regulus’un cesedinin bir İnferius’a dönüştürüldüğünün anlatılmasına izin vermemişti.

Ron, Kreacher’ın getirdiklerini görünce Hermione’nin içirmeye çalıştığı çorbayı bırakıp tarçınlı kurabiyelere saldırdı. Kreacher çayları koydu, kurabiye tabağını Ron’un kucağına bırakıp, görkemli bir reverans yaparak odadan çıktı. Ron’a sinirlenen Hermione pöfleyerek gözlerini devirdi ve tam karşıdaki koltuğa, Harry’nin yanına oturdu. O sabah boz bir posta baykuşunun getirdiği Gelecek Postasını tekrar eline aldı. Manşette Rita Skeeter imzalı haberin başlığında dev puntolarla BAKANLIK İNFERİ’LERE KARŞI yazıyordu.

“Rita yine iş başında… Ron’un yaralandığını gizlesek bile gazeteyi okuyan herkes mağarada olan biteni öğrenmiştir bile. Mrs Weasley bize bir çığırtkan yollamadan ya da bizzat gidip Kingsley’i lanetlemeden ona bir baykuş yollamalıyız.” Gözleri satırlar arasında dolaştıkça yüzünde kuşkulu bir ifade belirdi, “Haberde ne kadar çok detay var, sanki sizinle mağaraya gelmiş gibi…”

Harry dalgın dalgın, “Elwyn, mağarada benimle ilgilendiği sırada saçında renkli bir böcek dolanıyordu. Sanırım üç büyücü turnuvasında yaptığı gibi biçim değiştirmiş, her şeyi bu şekilde öğrenmiş olmalı,” dedi.

Hermione, Elwyn’den bahsedilince her zaman olduğu gibi huysuzlandı, “Bu kız etrafınızda çok dolaşıyor Harry, Ginny de ondan hoşlanmıyor.”

Harry ne zamandır birine Ginny konusundaki kızgınlığını ifade etmeyi beklediğinden aniden çıkan fırsata balıklama atladı, “Ginny önce John Beresford’un başucunda beklemeyi bıraksın. Ayrıca Rita artık senin onu Bakanlığa ispiyonlayacağından korkmuyor mu?”

Hermione kederle, “Mortimer’ın anlattığına göre Kingsley ile konuşmuş ve kendisini animagus olarak kaydettirmiş. Ayrıca Bakanlığa Voldemort ve kayıp ölüm yiyenler hakkında hayati bilgiler vermiş. Nott’un zaman döndürücüsünü de bu sayede buldular. Mahkeme onu şartlı tahliye ettirdi; dolayısıyla hatalarını tekrarlamaması gerekiyor; bu yüzden de Bakanlık hakkında daha kontrollü yazıyor. Ama bireylere karşı tavrı yine aynı tabii…”

Sayfaları çevirmeye başladı ve sağ üst köşede büyü-magazin yazan bir sayfada yine Rita Skeeter imzalı bir haber buldu. Endişeli bir ses tonuyla,

“Vay canına! Sen ve Ginny için yazdıklarına baksana!” Harry elinden gazeteyi neredeyse yırtarcasına kaptı.

Haberdeki resimde Harry, Ginny, Elwyn ve tanımadığı kumral, renkli gözlü yakışıklı bir gençten oluşan bir dörtgen vardı. Tam ortalarında kanayan, kırık bir kalp nabız gibi atıyordu.

en iyi dostu Ron Weasley bir İnferiusla dövüşürken, aynen eski kız arkadaşı Cho Chang gibi Ravenclaw binasından mezun Elwyn Baines ile flörtleşen Harry Potter için Hogwarts’taki uzatmalı sevgilisi Ginny Weasley’in neler düşündüğünü merak ediyoruz. Gerçi Ginny Weasley’in de teselliyi son yılların en parlak arayıcı adayları arasında gösterilen Jonathan Beresford’un kollarında arıyor olduğu söylentileri kulislerde dolaşıyor…

Gazeteye yeniden ortak olan Hermione nefretle tısladı, “Hain kadın! Böyle yazdığı için şimdi gerçekten bu dedikodular ortalıkta dolaşacak!” Kafasını kaldırıp Harry’ye teessüf eder gibi baktı, “Harry, o kızla flört etmiyordun değil mi? Umarım Ginny bunu okuyup üzülmemiştir.”

Harry bu sözler üzerine parladı, “Flört etmek mi? Ginny’nin üzülmesin mi? Bunu okuyunca benim üzülme ihtimalim yok mu acaba?”

Hermione sanki odada tek başına kestiriyormuş da Harry aniden koltuğa, yanı başına cisimlenmiş gibi şaşkın bir ifade takındı, “Harry, Ginny ile John’un arasında böyle bir şey olamaz, onlar sadece arkadaşlar.”

Harry gözlerini kısıp kaşlarını çattı, “Sen bunu nereden biliyorsun?”

Hermione bu soru karşısında bir an sarsıldı, dudaklarını ısırdı, “Bana yazmıştı,” dedi kısaca.

Harry duyduklarına inanamıyormuş gibi kocaman açtı gözlerini, “Ginny bana tek kelime yazmıyor, ama sana yazıp John Beresford’dan mı bahsediyor?” diye sordu. Hermione bir şeyler geveledi ama Harry onu dinlemedi bile. İşaret parmağını sallayarak “Bak sana ne diyeceğim,” dedi, “Sanırım artık Hollyhead Harpies maçına gitmek istemiyorum. Ginny de böylece o kahrolası Jonathan Beresford ile doyasıya eğlenebilir.”

Ron, Harry’nin tepkisinden ürkerek araya girme ihtiyacı duydu, “Abi, yavaş…”

Harry kendi kendine söylenerek ayağa kalktı, Ginny’ye ve Hermione’ye o kadar kızgındı ki Hermione’nin onu yanlış anladığı ve mantıksız davrandığı konusundaki şikâyetlerini duymazdan geldi. Odanın içinde bir süre volta attı ve sonunda “Mağarayla ilgili başka ne yazmış? Yazdığı süprüntüler dışında bilmemiz gereken bir şey var mı?”

Hermione Harry’ye göz ucuyla bakarak yeniden gazeteyi karıştırmaya başladı, hızlı hızlı sayfaları çevirdi, “Arcanus Grines’e övgüler, Arcanus Grines’in becerileri, Arcanus Grines’in Ron’u kurtarışı – Ron hani İnferiusları tek başına yakalamıştın?- Arcanus Grines, Arcanus Grines,  vay canına ona bayağı hayran olmalı. Bir de Kingsley’i tebrik etmiş. Haa, Arcanus Grines gibi bir değeri Bakanlığa kazandırdığı için.”

Gözleriyle sayfayı taradı ve en alt kısma kadar indi, “Güzel haber, Elphias Doge iyileşiyormuş.” Kısılan gözleri bir anda şaşkınlıkla açıldı: “Ah, Ludo Bagman tutuklanmış!”

Harry az önce duyduklarını unutup şaşkınlıkla bağırdı: “Ne?”

Ron da yerinde doğrularak büyük bir merakla konuya müdahil oldu, “Ölüm yiyenlerle bir ilgisi var mı?”

Hermione haberde hızlı hızlı göz gezdirdi, “Oh hayır, salaş bir meyhanenin bodrum katında Keleker dövüşü düzenleyip bahis oynatıyormuş. İspiyonlayan da kim dersiniz? Ragnok, Quidditch Dünya Kupasında ondan parasını alamayan cincüce. Bagman şu anda Azkaban’daymış.”

Ron bir yandan tarçınlı kurabiyeleri yutup parmağını yalarken bir yandan da sırıtıyordu, “O adam bir deli, bahisle aklını bozmuş.”

Hermione ise onun aksine ciddi ve düşünceliydi; gazeteyi katlayıp kaldırdı ve “Bu iş benim çalıştığım daireyi de ilgilendirir, malum Keleker’lerin ticaretinin yapılması ya da dövüşürülmesi yasak,” dedi. Ayağa kalktı, kapıya doğru yürürken Harry ve Ron’a dönüp, “Ben Thornburn’e yardım etmek için Bakanlığa gidiyorum,” dedi. “En azından neler olup bittiğini öğreneyim,” diye de ekledi.

Kreacher o çıkarken tekrar odaya döndü ve çaylarını tazeledi. Harry koltuğa çökerek şöminede büyük bir çatırtıyla yanan odunları izledi, hüküm süren sessizliği bozan Ron oldu.

“Harry?”

“Efendim?” dedi düşünceli düşünceli.

“Sana birkaç şey sormak istiyorum ama dürüstçe cevap ver lütfen…”

“Tamam…” dedi Harry keyifsizce.

“Sence Seherbaz olmak için uygun biri miyim?”

Harry ona başını çevirdi, “Elbette, neden ki?”

Ron karanlık figürlerin resmedildiği kubbe tavana bakarak dudak büktü, “Başımı sürekli belaya sokuyorum. Mağarada az daha kendimi boğduruyordum. Belki de George bu konuda haklıydı.”

Harry kararlı bir ifadeyle, “George sadece seni yanında istediği için öyle söylüyordu. Bence gayet iyi gidiyorsun.”

Ron, Harry’nin bu sözleri üzerine keyiflenerek koltuğunda biraz daha dikleşti, “O zaman sana bir soru daha…” Duraksadı ve gözlerini Harry’ye dikti, “Elwyn Baines ile mağarada aranızda ne geçti?”

Harry öfkeyle kaşlarını çattı, “Önemli bir şey değil, sadece havadan sudan konuştuk. Herkes bu konuyla neden bu kadar ilgileniyor ki?” diye sordu.

Ron duraksadı ama sözlerine devam etti, “Bu işe karışmayacağıma dair kendime söz verdim ama dışarıdan hiç de anlattığın gibi basit görünmüyor. Sana diyeceğim şu, Ginny üzülsün istemiyorum, sen de yıllardır en iyi arkadaşımsın, ilişkiniz yürümüyorsa zorlamanın anlamı yok…” Ron berjere uzanıp kahverengi battaniyeyi aldı, üzerine örttü ve arkasını dönüp kestirmeye hazırlandı.

Harry buna diyecek bir şey bulamadı. Bir süre daha şöminede dans eden alevleri izleyip, yanan odunların çıtırtısını dinlemeye devam etti. Ta ki Mrs Weasley’e iyi olduklarını haber verecek bir baykuş yollamak için diğer odaya gidene kadar.

* * *

Gelecek Postası’nda Harry ve Ginny ile ilgili haberin çıkmasıyla beraber Grimmauld Meydanı On İki Numara’daki baykuş trafiği katlanarak arttı. Gelen mektuplar arasında Harry ile Ginny’yi birbirine çok yakıştırdığı için olanlara üzülenler de vardı, ayrıldıkları için sevinen de. Hatta daha önce yolladığı süpürge üzerindeki yarı çıplak resim Ginny tarafından çöp kutusunda yakılan genç cadı, şansını bu defa ağzında altın bir snitch ile çektirdiği iç gıdıklayıcı bir pozla denemişti. Bu fotoğrafı da Hermione yüzünde onaylamayan bir ifadeyle yaktı, Kreacher ıslık çalarak halıya dökülen külleri süpürdü ve faraşla çöpe döktü.

Söz konusu Harry olduğunda bazı büyücüler genel kanının aksine haddini aşmaktan pek çekinmiyordu. Hatta sihir dünyasının dopdolu gündeminde özel hayatlarıyla insanları meşgul ettiklerini düşünen biri sürekli çığırtkan yollayıp duruyordu. Harry çığırtkanları açmama kararı almıştı almasına ama bekleyen çığırtkanların yeri göğü inleten bağırış çağırışları yüzünden canından bezmişti. En sonunda boş bir odada kulak tıkaçlarını takıp tümünü aynı anda açtığında yanıp dağılan kağıt parçalarından oluşan bir konfeti yağmurunun altında kaldı. O kadar büyük bir gürültü duyuldu ki Hermione içeri kadar giden seslerden Harry’nin Walburga Black’in tablosunu yeniden ortaya çıkardığını sandığını söyledi.

Bu olumsuzlukların dışında hayatlarında güzel şeyler de olmuyor değildi. Grimmauld Meydanı artık onları iyice benimseyen Kreacher’ın da desteğiyle iyiden iyiye bir yuvaya dönüşmüştü. Ron’un tam anlamıyla iyileşmesiyle ikili Bakanlığa daha sık gitmeye başlamış ve Seherbaz Bürosunun gerçek bir parçası olmuştu. Robards ikisine bolca zaman ayırarak evrak işleri veriyor ve prosedürlere hakim olmaları için elinden geleni yapıyordu. Kingsley’de eline geçen her fırsatta onlara yardım ediyor, sorularını cevaplıyordu. Aslında görünüşe göre Bakanlıkta onlara mesafeli yaklaşan tek kişi Harry’nin büyücü dünyasındaki cazibesine direnmekte olan Arcanus Grines’ti. Seherbaz Bürosundaki ilk tanışmalarında verdiği sözü tutmuyordu, onlarla ilgilenemeyecek kadar meşgul görünüyordu. Harry, Hermione’nin aksi yöndeki telkinlerine rağmen Grines ile aralarındaki mesafeden gayet memnundu. Grines’in onlar odada yokmuş gibi davranmasından rahatsız olsa da zaten yardımına ihtiyacı olmadığını tekrarlayıp duruyordu. Ron da bir türlü Arcanus Grines’in hayatını kurtardığını kabul etmek istemiyordu: “O sırada ne düşünüyordu bilmiyorum ama mağarada az daha kafamı uçuracaktı. O büyüyü yapmasa da dev baltayı zaten İnferius’un elinden almıştım.”

Hermione’nin sorumlulukları da aynen Harry ve Ron gibi gözle görülür şekilde artmıştı.  Lupin yasasının yürürlüğe girmesiyle beraber ilk kurt adamlar istihdam edilmeye başlanmış, dolunayda Bakanlığa teslim olmuş ve kurtboğan iksirlerini içerek zindanlardaki yerlerini almışlardı. Dolunayın ardından güvenle işlerine geri dönmelerinde herhangi bir sakınca kalmamıştı. Büyücü Toplumu bu yeni yaklaşıma ihtiyatla yaklaşmıştı yaklaşmasına ama arada çatlak sesler de çıkmıyor değildi. Doksan yedi yaşında olduğunu ama Cornelius Fudge’nin kendisine Merlin Nişanı verdiği günden beri böyle bir rezalete şahit olmadığını söyleyen Phil Ponsonby, neden bu kararın kurt adamlarla sınırlı kaldığını anlamadığını, Bakanlığın vampirleri de yarı zamanlı işe alarak gündüz çalıştırabileceğini baykuş postasıyla yolladığı mektupta kinayeli bir şekilde önermişti. Bir de ev cinleri konusu vardı tabi. Büyücü Toplumu ev cinlerine henüz kendilerinin dahi almayı istemediği geniş hakları vermeye pek istekli görünmüyordu. Tüm bu olumsuzluklara rağmen ön yargıları yıkmak için cansiperane bir çaba gösteren Hermione henüz pes etmiş değildi ve ev ziyaretlerini sürdürüyordu. Ta ki Edmonstone’ların evinden dönene kadar.

Edward Edmonstone’u denetlemek için evine gittiğinde yine her zamanki gibi ev cininin sert tepkisiyle karşılaştı. Farpy adındaki ev cini çayına tuz ve pul biber atmakla kalmadı, Hermione’nin ayakkabısının altına kalıcı yapıştırma büyüsü yaptı, yaptığı büyü bozulunca da cüppesinin cebine uyuklayan bir yılan koydu. Hermione Grimmauld Meydanına döndüğünde kapının önünde anahtarı çıkarmak için elini cebine atınca yılan onu sokuverdi:

“Ayy! Merlin’in sakalı! Bu da ne?”

Yorgun ve bezmiş durumda olan Hermione kanayan elini sıkı sıkı tutup ağzına hiç yakışmayan galiz bir küfür savurdu, yere düşen yılan hemen tekrar doğrulup üçgen başını havaya dikti ve Hermione’ye dönerek saldırı pozisyonu aldı. İlk şoku atlatıp kendine gelen Hermione “Vipera Evanesca!” diye bağırarak sağlam elinde tuttuğu asasını salladı. Yılan kapkara dumanın içinde yok oldu.

Hermione, “YETER! BIKTIM ARTIK!” diye bağırdı aceleyle içeri girerken; eli şakır şakır kanıyordu.

Asasını eline doğrultup önce zehirini boşalttı. Açık yarasından dışarı beyaz damlalar yerdeki parkelere döküldü. Ardından parkeyi dikkatle temizledi ve elindeki yarayı ustaca kapadı.

Kreacher’ın ortalarda görünmemesini fırsat bilerek asasını merdivenlerde asılı ev cini kafalarına doğrulttu. Duvara asılı plaka yerinden çıktı ve hole doğru inmeye başladı. Tam o sırada kucağında dev tabakta kocaman bir elmalı pastayla yemek odasına giren Kreacher kıyameti kopardı ve pastayı elinden bırakıp, yalvararak yerde tepinmeye başladı.

Hermione önce Kreacher’a, sonra plakaya asılı ev cinlerinin kafalarına şöyle bir baktı ve iyice kontrolden çıktı.

“TAMAM! PEKİ! SEN NASIL İSTERSEN ÖYLE OLSUN!” plaka ağır ağır yerine döndü ve duvara tekrar yapıştı. Kreacher’a döndü, “Hiç merak etme Kreacher, bundan böyle bu plakaya dokunmayacağım. Hatta bundan böyle ev ziyaretleri de yok! Mortimer ile konuşacağım. Ev cinleri nasıl istiyorlarsa öyle yaşasınlar! YETER! Canıma yetti!”

Çantasını ve boynundan çıkardığı atkıyı öfkeyle yere fırlattı.

Gürültü üzerine koşarak hole gelen Harry ve Ron onun çığrından çıkışını şaşkınlıkla izlediler, odasına çekilirken de arkasından bakakaldılar. Kreacher da o sırada atalarının kafalarına sevgiyle sarılıp öpmekle meşguldü. Ron Harry’ye Kreacher’ı işaret ederek sağ eliyle kafadan kontak anlamına gelen evrensel işareti yaptı.

25 Kasım akşamı Ginny’den bir baykuş geldi.

Baykuşun gagasındaki kocaman zarfı alıp baktıklarında, içinden Ginny’nin mektubu ve üç tane de maç bileti çıktı. Gözleri parıldayan Ron, ilgisiz görünmeye çalışan Harry’ye biletlerin üzerinde yazanları okumaya başladı:

PUDDLEMERE UNITED – HOLYHEAD HARPIES

BÜYÜK BRİTANYA QUIDDITCH KUPASI

28 KASIM 1998 CUMARTESİ, RIVER PIDDLE ARENA, 15.00

NEHİR YATAĞI, MİSAFİR TARAFTAR ALT BÖLME

SIRA: 008 KOLTUK: 12

ÜCRET: 4 GALLEON, 22 SICKLES, 8 KNUT

Biletlerin üzerinde, heyecanlı bir quidditch maçı oynanıyordu. Vurucu bludger’ı kovalayıcıya doğru yollarken, kovalayıcı savunmadan ustaca sıyrılarak muhteşem bir sayı yapıyordu. Sonrasında hep birlikte sayıyı kutlarken sahne yeni baştan başlıyordu. Çemberden geçen quaffle’ı büyülenmiş şekilde tekrar tekrar izleyen Ron yüzünde mest olmuş bir ifadeyle Harry’ye döndü, “Harry bu inanılmaz! Puddlemere United ile Holyhead Harpies arasında müthiş bir rekabet var. Bu biletler bir servet değerinde! Ginny bunları alacak parayı nereden bulmuş ki?”

Sorusuna yanıt bulabilmek için gözleri hızlı hızlı Ginny’nin mektubunu taradı, okurken bir yandan dudakları oynuyordu. Harry artık ilgisiz görünmeye çalışmaktan vazgeçmiş, merakla Ron’u izliyordu.

Sonunda mektubu indirdi ve Harry’ye baktı, “Vay canına!” dedi. Kendini zorlukla toparladı, “Görünüşe göre hazırlık maçı kupa maçıyla çakıştığından iptal olmuş. Quidditch Kupasında takımlar kadrolarında yirmi yaşın altında en az iki oyuncu tutmak zorundalar ve Harpi’lerin gençlerinden biri sakatmış. Ginny’yi derbiye çıkaracaklar. Yedek başlayacak, oyuna girme şansı sıfıra yakın ama yine de inanılmaz. Bu biletler de ücretsiz. Annemle babamı da davet etmiş!”

Harry kuşkuyla baktı, “Quidditch maçlarında oyuncu değiştirilmiyor sanıyordum.”

Ron heyecanla, “O kural lig için geçerli, kupa maçlarında taktik amaçlı değişikliklere izin veriyorlar,” dedi.

Harry Dünya Kupasından beri hiç profesyonel bir quidditch maçına gitmemiş olduğundan ister istemez heyecanlandı. Bir yandan da Ginny’yi izleyecek olmaktan buruk bir sevinç duydu. Bir anlığına maça gitmemeyi düşündüyse de sonrasında ne olursa olsun Ginny’nin bilet göndererek onu davet etmiş olduğunu ve gelmemenin kabalık olacağına karar verdi. Bu durum Ron’un mutluluğunu daha içten bir şekilde paylaşmasına sebep oldu.

“Maç bu cumartesi, annem ile babamı buraya davet eder, hep birlikte gideriz. Harika!”

Harry için gün güzelleşmişti. Her ne kadar ona karşı kızgın olsa da Ginny onu maça davet etmişti, bu barışmak için güzel bir fırsat olacaktı. Birden Ginny’yi affetmeye ne kadar hazır olduğunu fark ederek bu haline hayret etti.

* * *

28 Kasım sabahı Grimmauld Meydanı On İki Numara’da ilk defa misafir ağırlanacağından evde hummalı bir çalışma vardı. Üçü, (Ron ile Harry Hermione’nin zoruyla) mutfağa, Kreacher’ın yanına inmiş, Mr ve Mrs Weasley’i en iyi şekilde ağırlamak için kahvaltının hazırlanmasına yardım ediyorlardı. Ron pişirdiği her domuz pastırmasına karşılık iki tane yediğinden Hermione tarafından kızağa çekilmişti; o kös kös domates doğrarken, Harry kış çayı ile ilgileniyordu. Kreacher ise gözlerini kocaman açmış, salçalı sosisin içine doğradığı sarımsakların ölçüsünü tutturmaya çalışıyordu. Weasley’ler tüm tencereler ateşten kaldırıldığı an geldiler, neyse ki parmesanlı ekmekleri ağzına attığı ve keki çaktırmadan bozduğu için mutfaktan kovulan Ron, giriş kattaki yemek salonunun masasını çoktan hazırlamıştı.

Hep beraber kahvaltıya oturdular. Mrs Weasley özellikle ısırgan otlu kek ile salçalı sosise tam not verdi ve Kreacher için övgü dolu sözler söyledi. Mr Weasley ve özellikle Ron ise yiyecekler çatallarını batırabilecekleri kadar uzun süre önlerinde sabit durduğu sürece ne yediklerine aldırmıyor gibiydiler. Mrs Weasley’in Kreacher’ı övmesi üzerine keyiflenen Hermione salçalı sosis ile ısırgan otlu keki aynı anda ağzına sığdırmaya çalışan Ron’a ekşi bir surat ifadesiyle bakmaktan geri durmadı.

Kahvaltının ardından birinci kattaki oturma odasında Hermione, Mortimer Thornburn’un Brezilya Sihir Bakanlığındaki bir dostunun hediyesi olan leziz kahveden ikram etti. Her ne kadar Ron ile Harry isteksiz olsa da, Mrs Weasley’ın ısrarı üzerine mağara görevinin son derece yüzeysel ve sıkıcı bir versiyonunu tekrar anlatmak zorunda kaldılar. Bu yeni versiyonda Kingsley, Grines ve Robards ana karada tüm işi hallederken Ron ile Harry güvenli bir mesafeden onları izliyordu. Grines’in Ron’u kurtarışı da sadece Rita Skeeter’ın abartılı anlatımıyla süslediği hayali bir hikayeydi.

Sohbetleri saatine bakan Mr Weasley’in geciktiklerini fark etmesiyle sonlandı. Kahvelerini hızla bitirip üstlerine muggle kıyafetleri giymeye gittiler.

Ron ile beraber hızla giyinip gelen Harry, “Mr Weasley, River Piddle Arena tam olarak nerede? Oraya nasıl gideceğiz?” diye sordu merakla.

Mr Weasley, sırt çantasındaki yeşil, altın sarısı renkte atkı ve flamaları kontrol ederken kafasını kaldırdı,  “Ah… Aslında Wareham’da Harry, bu da yaklaşık 120 mil bir yol gideceğimiz anlamına geliyor. Bu yolun tamamını toplu taşıma ile gitmek ciddi anlamda zaman kaybı olur, o yüzden Bournemouth’a cisimleneceğiz. Orada iki opsiyonumuz var, birincisi Güney Batı Tren Hattını kullanmak…”

Ron hevesle araya girdi, “Harika! Hogwarts ekspresiyle seyahat etmek gibi olur!”

Sanki maça değil de yıl sonu balosuna gidiyormuş gibi şık ve bakımlı görünen Hermione da yanlarına geldi, merakla sordu, “İkincisi ne Mr Weasley?”

Mr Weasley gülerek, “İkincisi Puddlemere United taraftarlarının genelde kullandığı daha hızlı bir yol. Yani hızır feribot…”

Harry feribotun kalabalık bir büyücü topluluğunun çevreye fark ettirmeden rahat rahat maça gitmesi için iyi bir yol olduğunu düşündü. Suyun ortasında olmaları muggle gözlerinden uzak olmalarını sağlayacaktı.

Mr Weasley devam etti, “Tabi, bu atkıları saklamamız yerinde olur. Puddlemere United Britanya’nın en eski Quidditch kulübüdür. Holyhead Harpies ondan hemen sonra kurulmuştur. İki takım arasında ciddi bir rekabet var ve feribotta Harpileri tutan büyücüleri görmek istemeyebilirler.”

Mrs Weasley de yanlarına geldi, konuşulan konuyla tamamen ilgisiz görünen kuşkulu bir yüz ifadesiyle Ron’a baktı ve gözlerini kıstı, “Çöp kutusundaki sargılar kime ait? Evde biri mi yaralandı?”

* * *

Ve cisimlendiler…

Harry yeniden dengesini bulduğunda gözlerini açtı ve cisimlendirmenin yarattığı o sıkışma duygusunun rahatsızlığından kurtulmaya çalıştı. Kendisini hiç beklemediği bir şekilde bir muggle lunaparkının ortasında bulmuştu. Tam Mr Weasley’e dönerek doğru yere geldiklerinden emin olup olmadığını soracaktı ki birkaç metre gerilerindeki Bournemouth Rıhtımı yazan kocaman tabelayı gördü.

Mrs Weasley, Hermione ve Ron da en az onun kadar şaşkındı. Ron’un yüzü, kollarına ufak koltuklar yerleştirilmiş dev ahtapotu gördüğünde neşeyle aydınlandı ve yanına gidip babasınınkini çok andıran bir merakla incelemeye başladı. Hermione ise Mrs Weasley’e ailesinin ufakken kendisini götürdüğü lunaparkı anlatıyordu. Harry, altı ufak oturaktan oluşan şirin bir dönme dolabın yanına gitti. Hemen yanında da içinde isabetli atış yapanlara çeşitli ödüller dağıtıldığı bir kulübe vardı.

Mr Weasley etraflarını inceleyerek eğlenmeleri için kısa bir süre tanıyıp köstekli saatini göstererek, “Hadi ama, gecikeceğiz. Beni takip edin,” diye seslendi.

Lunaparkı arkalarında bırakarak kumsala dik uzanan köprünün üzerinde yürümeye başladılar. Köprünün iki yanındaki korkuluklarda muggle’lar fotoğraf çekiyor, bazıları da bozuk parayla çalışan dürbünlerle etrafı izliyordu. Kasımın son günleri olduğundan hava iyice soğumuştu, deniz son derece dalgalıydı ve sert bir rüzgar esiyordu. Onlar yürüdükçe etrafta görünen muggle’lar azaldı ve en sonunda yüz adım ötede köprünün sonundaki korkuluklara ulaştılar. Artık insan sesi iyice azalmıştı, hırçın deniz ve rüzgar sesinin dışında hiçbir ses duyulmuyordu.

Harry korkuluğun üzerine sabitlenmiş tabelada yazan yazıyı okudu:

YÜZMEK, DALMAK VE BALIK TUTMAK YASAKTIR. SAHİL GÜVENLİK.

Mr Weasley bir an için çevresine baktı, etrafta onları izleyen bir muggle olmadığını görünce sırt çantasını indirdi.

“Eh neredeyse vardık sayılır…” Tekrar köstekli saatine baktı. “On iki elli beş… Neredeyse…”

Harry şaşkınlıkla etrafına bakındı. Belki yüzlerce metre mesafede onların dışında kimsecikler yoktu. Neyle karşılaşacağını bilemediğinden kafasında ihtimaller dört dönüyordu; rıhtım mı hareket edecekti? Bir şey feribota mı dönüşecekti? Feribota gitmek için anahtar mı kullanacaklardı? Az sonra tüm tahminlerinin gerçekten uzak olduğu anlaşıldı.

Mr Weasley onlara döndü, “Şimdi benim söyleyeceğim cümleyi tekrar edip dosdoğru uyarı tabelasına doğru yürüyün. Aynen peron dokuz üç çeyrek’te yaptığınız gibi…”

Herkes ona dikkat kesildi, Mr Weasley büyülü cümleyi söyledi:

Şu bludger’ları savuşturun çocuklar, şu quaffle’ı da buraya atın.

Harry Mr Weasley’e şaşkın bir ifadeyle bakarken, Ron bilmiş bilmiş gülümsedi, “Hah, şu Puddlemere United’ın marşı, şimdi anladım.”

Mr Weasley Mrs Weasley’e döndü, “Önce sen geç istersen hayatım, Hermione! Sonra sen. Sonra Ron, Harry ve en son da ben geçeceğim.”

Mrs Weasley sihirli sözleri söyledi ve hızlı bir şekilde levhaya doğru yürümeye başladı, korkuluklara çarpıp devrilerek suya düşeceği yerde sanki tabelanın ortasında delik açılmış ve onu yutmuş gibi ortadan kayboldu. Molly Weasley’i çekingen görünen Hermione takip etti, Ron da hemen peşlerinden gitti. Şimdi sıra Harry’deydi.

Şu bludger’ları savuşturun çocuklar, şu quaffle’ı da buraya atın.

O da diğerleri gibi yürüdü ve tabelaya değdiği anda kendisini ahşap döşemeli bir salonda, cümbüşün tam ortasında buldu.

Harry feribot denince kafasında muggle’ların kullandığına benzeyen, zemin katında arabaların dizildiği, üzerinde açık güvertesi ve kapalı salonuyla klasik anlamda bir toplu taşıma aracını canlandırmıştı. Ancak içine bulundukları şey her neyse görebildiği kadarıyla araç taşıyacak bir yeri bulunmuyordu. Büyücülerin (Mr Weasley gibileri saymazsanız) pek motorlu araç kullanmadığını düşünürseniz çok esrarlı bir durum değildi tabi. Ancak geniş pencerelerle çevrili dev kamarada normal olan pek bir şey de yoktu.

Feribotun salonu iki çapraz hasır sazı arması ve lacivert renklerle donatılmıştı. Ateş viskisi ve kaymak birası içen şimdiden sarhoş olmuş Puddlemere United taraftarları omuz omuza vermiş, Biz şen Hipogrifleriz, ne hoş gezeriz isminde bir parçayı söylüyordu. Harry bu parçayı ya şükran günü, ya da noelde Sirius ve Mundungus’un detone sesinden dinlediğinden neredeyse emindi. Dev kamaranın bir ucunda büyücünün biri dev bir hipogrifi duvara zincirlemiş, sıçanlarla beslemeye çalışıyordu. Görevlilerden biri adamı buraya hipogrifini sokamayacağı konusunda uyarmaya çalışırken sinirlenen hayvan gagasıyla duvarı deliverdi.

Harry etrafında olan bitene öyle dalmıştı ki omzunda bir el hissettiğinde şaşkınlıkla olduğu yerde zıpladı. Mr Weasley hemen arkasından gelmiş, sırıtıyordu, “Kıyak ha? Ne dersin?”

Kıyaktı tabi;

Bir büyücü fazlaca heyecanlanıp Weasley ikizlerinin maytap ve havai fişeklerini hatırlatan bir cismi ateşe verdi. Dört belki de beş metre yükseklikteki kubbe tavan bir anda lacivert yıldızlar ve parlak fenerlerle doldu, çarkıfelekler sekerek oraya buraya çarpmaya ve etraflarında dönüp durmaya başladı. Kafasına lacivert bir kukuleta takmış olan tıknaz bir büyücünün cübbesi alev aldı, bir başkası onu söndürmeye çalışırken en az dört kişiyi tepeden tırnağa ıslattı. Puddlemere United resmi cübbesi giymiş dört büyücü salonda kimseyi umursamadan Quidditch oynuyordu. İnce uzun iki boruyu yere dikmiş, ucuna sepet bağlamışlardı ve birer tutucu ile kovalayıcıdan oluşan takımlarla sayı yapmaya çalışıyorlardı. Yolladıkları quaffle son anda eğilen Mr Weasley’in kafasının hemen üzerinden geçip duvara çarparak patlayınca Harry bunun saman tıkıştırılmış bir kapşon olduğunu fark etti. Oyuncular yanlarına gelip özür dilediler. Kapşonla saman parçalarına bir an kederle bakıp, tamir büyüsüyle eski haline getirdiler ve oyunlarına devam ettiler.

O esnada feribotun ölüm perisinin çığlığını andıran düdüğü duyuldu. Ses içeride öyle bir yankılandı ki zaten huysuz huysuz kıpırdanmakta olan hipogrif bir anda şahlandı. Feribotta bağlı bulunduğu duvarını tekmeleyerek yıktı, dışarı çıktı ve arkasına bakmadan mavi gökyüzüne doğru uçup gitti. Sahibi arkasından ağzı açık bakakaldı. Görevli, duvarda açılan deliği görünce başını ellerinin arasına alıp kasketini yere vurdu ve feribot ağır ağır hareket ederek rıhtımdan ayrıldı.

Harry, Ron ve Hermione hemen dev pencerelerden birine giderek dışarıyı izlemeye başladılar. Başlangıçta Harry bunun normal bir feribot yolculuğu olacağını sandı ama yanıldığı çok kısa bir sürede anlaşıldı.

Feribotta yüksek sesli bir çatırtı duyuldu, üçü birbirine ve çevrelerine panikle baktılar, sonra yavaş yavaş suya gömülmeye başlayınca Harry kaza geçirip battıklarını düşündü. Geminin önce burnu, sonra gövdesi sonra da arka bölmesi büyük bir uğultuyla suyun içine girerken kendisini yüzerek canını kurtarabilmek için hazırladı.

O sırada Mr Weasley düşmemek için yan yatmış feribotun duvarına tutunarak yanlarına geldi, elindeki kupada kaymak birası vardı, “Arka tarafta kantin var, bir uğrasanız fena olmaz,” diyerek içeceğinden bir yudum aldı. “Yanında da muggle’ların bardakların içine koydukları ufak şemsiyelerden veriyorlar.” Şemsiyeyi içkinin içinden çıkarıp burnunun ucuna kadar getirdi, şaşı gözlerle incelemeye başladı, “Gerçi bunun yağmuru keseceğinden şüpheliyim. Harry bu tam anlamıyla ne işe yarı-”

Panik içindeki Hermione sözünü kesti, çok bariz bir gerçeği açıklar gibi dışarıyı işaret etti, “Mr Weasley batıyoruz?!”

Mr Weasley ne olduğunu anlamamış gibi dışarı baktı, feribot artık tamamen sular altına gömülmüş, pencerenin dışında irili ufaklı balıklar belirmişti. “Eh, battığımız falan yok, bu feribot suyun altından gidiyormuş. Williamson söylemişti, onda sezonluk kombine bilet var.” Umursamaz bir tavırla içeceğinden bir yudum aldı ve onların şaşkın haline gülerek ona seslenen Mrs Weasley’in yanına döndü.

Harry, Ron ve Hermione gözlerini kocaman açarak birbirlerine şaşkın bir ifadeyle baktılar. Salondaki eğlence ise sanki feribot bir denizaltı gibi bütünüyle suya girmemiş gibi tüm hızıyla devam ediyordu. Az önce hipogrifin yıktığı duvara hemen müdahale edilmiş olacak, sanki görünmez bir branda serilmiş gibi hiç su sızdırmıyordu. Feribot hızlanmıştı, neredeyse hızır otobüsün süratiyle suyun içinde ilerliyordu. Arada önlerine çıkan kayalıklara neredeyse sürtünerek geçiyor, her sert manevrasında birkaç bardak kırılıp, içkiler yere dökülüyordu.

Aniden içeride bir ses yankılandı: “Sol tarafımızda Brownsea Adası!”

Hemen sol taraftaki pencereye doğru koşuşturdular ama bulanık suda aniden beliren büyükçe bir kara parçası dışında bir şey göremediler. Altlarında vaktinde sahipleri tarafından denize düşürülmüş ya da atılmış çer çöp vardı. Hatta Harry tam denizin tabanında gömülü beyaz bir sürat motoru gördüğünü sandı. O kadar hızlı gidiyorlardı ki tekrar bakmak istediğinde çoktan geçip gitmişti. Tam tepelerinde ise sıra sıra dizilmiş gemilerin siluetleri görülüyordu. Harry bu durumdan su yüzeyine yaklaştıklarını anladı.

Bir saat kadar sonra feribot bir koya girdi, iki taraftaki pencerelerde de kara belirdi ve içerisi karanlığa gömüldü. Salonun ışıkları kendiliğinden yandı. Feribot hızlı manevralarla suda ilerliyordu.

Yükselmeye başladıklarını hissettiler, feribotun burnu havaya dikildi, yine kırılan bardak ve çanak sesi duyuldu. Hemen en yakınlarındaki sabit objeye tutunmaya çalıştılar, Ron, Harry’ye tutunmayı tercih edince beraber yere yuvarlanıp duvara yapıştılar. Sonunda su yüzüne çıktıklarında feribotun içi aydınlandı ışıklar da kendiliğinden söndü.

Feribotun iskele tarafındaki kapısı açıldığında insanlar şarkılar söyleyerek inmeye başladı. Harry, Hermione ve Weasley’ler de kalabalığı takip ettiler. Çıktıkları yer, ağaçlarla çevrili bir çayırdı. Toprağı yer yer sarı otlar kaplamıştı. Hemen karşılarından bir otoban geçiyordu. Suyun derinliklerinden aniden çıkan bir feribot normalde muggle’lar için son derece ilgi çekici görülmeliydi. Ancak bölge büyülenmiş olmalıydı ki akan araç trafiğine rağmen arabasından inip onlara bakan kimse görülmüyordu.

Mr Weasley, “Herkes burada mı bakalım? Harika! A-ha! Bu yol A-351 olmalı, sırtımızı buraya verip yürüyelim, kalabalığı takip edelim,” dedi.

Bunu yaptılar da. Şarkılar söylemekte olan kalabalığın arasında yüz adıma yakın bir yol yürümüşlerdi ki karşılarında terk edilmiş köhne bir fabrikayı andıran bir yapı çıktı. Duvarları gri, pencerelerinin pek çoğu kırıktı. Hemen önünde tekerleksiz, aksları üzerinde duran paslanmış bir kamyonet vardı. Etrafına çitler ve yer yer devrilmiş dikenli teller çekilmişti. Çimler oldukça uzun zamandır biçilmediğinden yer yer bir insan boyuna ulaşmıştı.

Beraber yürüdükleri kalabalık Bournemouth rıhtımında, feribota geçmelerini sağlayan şarkının nakaratını tekrar etmeye başladı,

Şu bludger’ları savuşturun çocuklar, şu quaffle’ı da buraya atın!

Şu bludger’ları savuşturun çocuklar, şu quaffle’ı da buraya atın!

Şu bludger’ları savuşturun çocuklar, şu quaffle’ı da buraya atın!

Harry, Hermione ve Weasley’ler de onlara keyifle eşlik etti, yıkılan dikenli telleri geçtikleri an sanki bir tül perdesinin arasından sıyrılmış gibi hissettiler. Önlerine çıkan yeni bir dünyaydı sanki. Az önce yıkıntı halinde gördükleri fabrika dev bir Quidditch sahasına dönüşmüştü. Sahadan gök gürültüsünü andıran bir gürültü ve bangır bangır müzik sesi geliyordu.

Harry, yıkık dökük bir fabrika ha diye düşündü. Sahayı istenmeyen gözlerden bu şekilde saklıyorlardı demek!

Az önce gördükleri Kamyonet Puddlemere United’in lacivert rengine boyanmış bir seyyar mağazaya dönüşmüştü. Çatısından lacivert- kum sarısı atkılar, şapkalar sarkıyordu. İki yandaki camekanların ardında poşetlenmiş cübbeler dizilmişti. Hemen yanında bir içecek standında komik lacivert şapka takmış bir adam limon şerbeti ve gerçekten lezzetli görünen şokopoplardan satıyordu. Masasının üzerinde deste deste çikolatalı kurbağa kartları dizilmişti.

Hemen önünden vuvuzela çalarak geçen büyücü Harry’nin irkilmesine sebep oldu. Etrafı incelemeyi bıraktı ve fark etmeden uzaklaştığı Ron ile Hermione’nin yanına gitti.

Mrs Weasley, “Acaba Ginny’yi maçtan önce görebilir miyiz Arthur?” diye sordu.

Mr Weasley onu yanıtladı, “Sanmıyorum, stadyuma takımla beraber gelecektir. Haydi, gelin, içeri girelim, maçın başlamasına çok az kaldı…”

Hep beraber stadyumun etrafında yarım tur attılar, Harry kulak kabarttığında yükselen tezahüratların dışında son derece kıpır kıpır ve canlandırıcı bir parçanın çaldığını duydu. Sözler başladığında da Ejder Gözünden bahsedildiğini duyar gibi oldu. Bir yandan da etraflarından marşlar söyleyen taraftarlar geçiyordu. Holyhead Harpilerinin koyu yeşil – altın sarısı renklerini taşıyan gösterişsiz ve sönük girişe doğru yürüdüler. Gişede suratsız bir hoş geldin büyücüsü oturuyordu, “Biletler!” dedi, aksi aksi.

Uzatılan biletlere öylesine baktı ve gözlerini kısarak Arthur Weasley’i incelemeye başladı, “Art Weezly siz misiniz?”

Ron’un babası kaşlarını kaldırarak cevap verdi, “Arthur… Weasley… Evet benim, Sihir Bakanlığı’nda çalışıyorum… Bir sorun mu var?”

Adamın gözleri kısıldı ve bir çizgi halini aldı, “Hımm… Hayır, Teşekkürler!”

Hep beraber gişeyi geçerek merdivenlere doğru yürüdüler, bir kat çıktıklarında ALT BÖLME yazan tabelayı gördüler ve dar bir koridordan müthiş bir tezahüratın yükseldiği Quidditch sahasına ulaştılar. Misafir takımın seyircisine ayrılan bölme sahayı cepheden değil, çaprazdan görüyordu, yine de yerleri fena değildi.

Harry Dünya Kupasına gitmişti ancak belli ki derbinin havası bir başkaydı. İçerinin atmosferi daha ateşli, bir yere kadar daha düşmanca ama keyifliydi. Hemen taş basamaklarla sekizinci sıraya çıktılar ve yerlerine yerleştiler. Ron sağına, Hermione ise soluna oturmuştu, Harry onlarla beraber maçı izlemeye gelenlerin genellikle cadılar olduğunu fark etti. Holyhead Harpilerinin sadece cadılardan oluşan bir quidditch takımı olduğu düşünülürse pek de şaşırtıcı değildi bu durum.

Stadyumdan yükselen müzik sesi aniden kesildi. Skorbordda görünen Büyücü Klası dergisinin reklamı ekrandan silindi ve yerine Puddlemere United sıfır, Holyhead Harpies sıfır yazısı belirdi. Yüksek perdeden bir ses stadyumun her yerine yayıldı.

PUDDLEMERE UNITED – HOLYHEAD HARPIES BRİTANYA QUIDDITCH KUPASI MAÇINA HOŞ GELDİNİZ!

Stadyumdan alkışlar yükseldi, ardından anons yapan büyücü Holyhead Harpies’den başlayarak iki takımın kadrolarını saymaya başladı. İsmi söylenen oyuncu sahanın ortasına kadar uzanan bir koridordan çıkıp uçarak tribünleri selamlıyor ve kendi alanına geçiyordu.

Tutucu pozisyonunda Hadley!

Kumral, uzun boylu bir cadı, koridordan fırlayarak ufak bir tur attı ve sahanın Holyhead Harpies’e ayrılan kısmındaki yerini aldı. Tribünlerden kısa süreli ıslık ve homurtular yükseldi.

Anons yapan büyücü vuruculara geçti, adı söylenen Haines de uçuşunu tamamlayıp Hadley’in yanına indi ve elini omzuna koydu.

Bu defa Gwenog Jones’un ismi stadyumda yankılandı.

Jones belli ki Hadley ve Haines ile kıyaslandığında rakip tribünler tarafından açık ara en çok nefret edilen oyuncuydu. Puddlemere United taraftarı onun adı anons edildiği anda ayağa kalkarak ıslıklamaya ve yuhalamaya başladı. Harry oturduğu yerden yakındaki tribünleri incelediğinde Jones’un motivasyonunu bozabilmek için ona özel bazı pankartlar hazırlandığını da fark etti. Bu pankartlardan birinde Jones bir mantikorun ağzında debeleniyor, bir diğerinde de kafasına aşağı yukarı ejderha yumurtası büyüklüğünde bir bludger yiyerek beceriksizce süpürgesinden düşüyordu.

Jones da diğer Harpies oyuncuları gibi koridordan süpürgesinin üstünde fırladı, koyu yeşil, altın sarısı maç cübbesiyle tribünleri yavaşça turladı. Harry’nin en fanatik Puddlemere taraftarlarının oturduğunu gözlemlediği kuzey tribünün önünde iyice yavaşlayarak onlara el salladı. Ron Harry’ye doğru eğilerek, “Jones rakip taraftarlar tarafından hiç sevilmez. Çok sert ve ağzı bozuk bir oyuncudur. Protestolardan etkilenmediğini göstermeye çalışıyor,” dedi. Gerçekten de oradaki seyirciler, hatta tüm stadyum çıldırmış gibi bağırmaya başlamıştı. Harry asasını kaldırıp ona bir lanet yollamaya kalkan tepeden tırnağa lacivert cübbeli ve kukuletalı bir adamın güvenlik büyücüleri tarafından zorlukla zapt edildiğini gördü. Gwenog Jones, Harry, Hermione ve Weasley’lerin oturduğu tribünün önünde oyalanıp kendi taraftarını alkışladıktan sonra Hadley ve Haines’in yanına inerek eliyle onların beline vurdu. Yüzü çok ciddiydi ve gözleri ona nefretini ifade eden Puddlemere taraftarını tararken yüzünde tek bir kas bile oynamıyordu.

Jones’un ardından kovalayıcıların isimleri okundu: Langford ve Reagan. Onlar stadyumu turlarken seyirci yine makul miktarda tepki gösterdi ve iki oyuncu da kendi takım arkadaşlarının yanına indiler.

Sıradaki isim Wilda Griffiths oldu.

Seyirci ilginç bir şekilde Griffiths’i yuhalamak bir yana alkış kıyamet bir şekilde karşıladı. Stadyumu dolaşırken adına coşkuyla tezahürat yapıldı. Hermione Ron’a bunun sebebini sorunca Ron, “Puddlemere United ile gelecek sezon bin galleon karşılığında anlaştığı konuşuluyor. Geçen ay Gelecek Postası yazmıştı. Yani seneye onlar için oynayacağını düşünüyorlar,” diye açıkladı durumu.

Bu sebepten olsa gerek Griffiths, bulundukları tribünün önüne geldiğinde sevgi gösterileri diğer Harpies oyuncularına göre pek cılız kaldı. Griffits’ten sonra Arayıcı Shelby de turunu tamamladı ve arkadaşlarının arasına katıldı.

Asıl oyuncuların ardından bu defa yedek kulübesinde oturan oyuncuların adı okundu; Sanders ve Sawyer’ı takip eden Ginny koridordan mermi gibi fırladı ve stadyumdaki turunu attı. Kızıl saçları rüzgarda savrulurken Harry midesinde özlemden kaynaklanan bir burkulma hissetti. Onunla görüşmemeyi ya da Noel’de Kovuk’a uğramamayı nasıl düşünebilmişti ki?

Ginny bulundukları tribünün önünde havada döndü ve onlara mutluluk ve gururla el salladı. Harry aynı gururu hissediyordu, elinde olmadan gülümsedi. Weasleyler, Ron ve Hermione hepsi ayağa kalkarak onu alkışladılar. Harry onu ne kadar özlediğini o ana dek fark etmemişti.

Ginny de yedek kulübesine indi ve Sanders ile Sawyer’ın arasına oturdu.

Ev sahibi Puddlemere United kadrosu büyük bir coşkuyla seyirciye tanıtıldı: Tutucuları Keane, vurucuları çelimsiz görünen Banks ve iri yarı Barrett,  kovalayıcıları Layton, kızıl saçlı Redding ve Whittaker, son olarak da arayıcıları Benjy Williams.

Puddlemere United oyuncuları gök gürültüsünü andıran tezahüratlarla karşılandılar ve seyircileri tarafından coşkuyla teker teker tribünlere çağırıldılar. Özellikle Benjy Williams duruşuyla ve karizmasıyla farklı bir oyuncu olduğunu belli ediyordu. En çok alkışı da o aldı. Puddlemere United oyuncuları hemen kendi sahalarında bir yuvarlak oluşturup galibiyet yemini ettiler.

Puddlemere United takımının yedekleri sayıldığında tanıdık bir yüz, tutucu Oliver Wood da kulübedeki yerini aldı. Harry, Hermione ve Weasley’ler eski bir Gryffindor oyuncusu olduğundan onu da ayakta alkışladılar. Bu durum bulundukları tribünde garip bakışlara maruz kalmalarına sebep oldu.

Hermione tepkili tepkili, “Alttaki grup da alkışladı, ne var ki bunda?” dedi kaşlarını çatarak.

Mr Weasley onlara doğru döndü, sesini duyurabilmek için bağırarak, “Kupa maçı olduğundan tek maç oynanacak ve kazanan bir üst tura çıkacak,” dedi. “Puddlemere United’ın en iyi oyuncusu arayıcı Benjy Williams, Holyhead Harpies’de de Gwenog Jones müthiştir. Harika bir maç olacak!”

Harry ona kafasını salladı ve boynundaki atkıyı havaya kaldırarak tezahürata başlayan tribüne katıldı.

Puddlemere seyircisi de Celestina Warbeck’in söylediği Şu bludger’ları savuşturun çocuklar, şu quaffle’ı da buraya atın! isimli şarkıya eşlik ediyordu. Bağırış çağırışları hakemin düdüğüyle kesildi. Benjy Williams ve Gwenog Jones orta sahaya geldiler birbirlerinin elini sıktılar. O kısacık anda dahi aralarındaki gerilim belli oldu, Benjy Williams görev yerine dönerken elini ovuşturuyordu. Ron, “Normalde Quidditch takımları vurucularını erkeklerden seçiyor, ama Gwenog Jones en az erkek vurucular kadar kuvvetlidir. Bu yıl maç başına ortalama Quaffle düşürme dahil tüm kariyer rekorlarını egale etti,” dedi.

Hakemin düdüğüyle beraber maç başladı. İlk atak Puddlemere United’tan geldi, Layton ve Redding quaffle’ı birbirlerine aktararak Holyhead Harpies sahasına geçtiler, Whittaker Langford’u şaşırtarak arkasına sarktı ve quaffle’ı alarak iyi bir atış pozisyonu yakaladı. Ancak Gwenog Jones’un yolladığı bludger mermi gibiydi ve onu kafasına yiyen Whittaker’ın gözleri bir anda şaşı oldu, sersemleyen oyuncu quaffle’ı düşürdü ama hemen toparlanarak savunmaya döndü. Bu defa Holyhead Harpies’den Langford takımını atağa geçirdi, Griffits ve Reagan, pası verdikleri kovalayıcının arkasından dolanarak örme yaptılar ve rakip savunmayı şaşırttılar. Griffits bir anda şans buldu ve quaffle’ı sol üst çembere doğru yolladı, ancak bu orta karar bir denemeydi, Puddlemere tutucusu Keane quaffle’ı iki hamlede yakaladı. Puddlemere United seyircisi iki oyuncuyu da coşkuyla alkışladı. Harry Griffits’in kulaklarına kadar kızardığını gördü. Çünkü Gwenog Jones belli ki elindeki sopayı tehditkar jestlerle ona doğru sallayıp pek nahoş sözler sarfediyordu. Hakem oyunu durdurmadan yanına giderek onu uyardı, Jones omuz silkti ve görev yerine döndü.

Puddlemere bu defa Whittaker’ın şahsi çabalarıyla sayı yapma şansı yakaladı. Ancak tüm savunmadan sıyrılan Whittaker rakip çembere, hatta sayı alanına yaklaşamadı çünkü Wilda Griffits süpürgesini onunkine kilitleyerek faul yapmıştı. Hakem düdüğünü çaldı, “Kenetleme! Puddlemere lehine penaltı!” diye bağırdı. Whittaker penaltıyı sağ alt çembere doğru kullandı, quaffle Hadley’in hemen elinin altından geçti ve Puddlemere on sıfır öne geçmiş oldu. Gwenog Jones Griffits’in yanına giderek bir şeyler söyledi ve Griffits’in suratı düştü, muhtemelen bir sonraki Holyhead Harpies hücumunda Banks’in yolladığı bludger’dan kaçamayarak quaffle’ı düşürmesinin en önemli sebebi buydu. Ancak bu hatası da bir başka sayıya sebep oldu ve Redding sayesinde hem Puddlemere United yirmiye karşı sıfır öne geçti hem de Hadley ile Griffits Gwenog Jones tarafından ciddi bir şekilde haşlandılar.

Yine de Jones’un tepkisi takımı biraz canlandırmış gibiydi, Langford ve Reagan birer sayı yaparak skoru eşitledi ve bayram yerine dönmüş, seyircilerin keyifle şarkı söylemekte olduğu stadyumu susturdu, skor yirmiye karşı yirmiydi. Altın snitch henüz görülmediğinden Benjy Williams hala gökyüzünü taramakla meşguldü. Shelby ise belli ki Benjy’nin ona olan üstünlüğünün farkında olduğundan vaktini snitch’i arayarak değil, hasmını marke ederek harcıyordu.

Puddlemere’in Layton ile bulduğu sayıya, Harpies, Griffits ve Langford ile cevap verdi. Misafir takım öne geçince hem seyircinin tavrı değişti hem de maç ciddi anlamda sertleşip, hızlandı.

Quaffle bir ev sahibi takıma, bir diğer takıma geçiyordu. Ona sahip olmak çok zordu çünkü  Gwenog Jones sopasını öyle bir sallıyordu ki üst üste üç hücumda Puddlemere kovalayıcılarının quaffle’ı düşürmesine sebep oldu. Ev sahibi takımda da Banks ile Barrett iyi çalışıyordu ama maçın on beşinci dakikası geçildiğinde skor seksene elli Holyhead Harpies’in lehineydi.

Bu noktada işler karıştı, Banks üst üste iki defa Griffits’e quaffle’ı düşürtüp, United kontra atağı sayıyla sonlanınca Gwenog Jones kendi oyuncusuna bas bas bağırarak hakaret etti ve hakem bu davranışından dolayı evsahibi takıma penaltı çaldı. Layton penaltıyı sayıya çevirince maçta yeniden eşitlik sağlandı. Harpies iki sayı buldu ancak quidditch sahalarında çok rastlanmayan bir olay tam o sırada gerçekleşti. Griffits quaffle’ı bir defa daha düşürünce Gwenog Jones bludger’ı dosdoğru ona doğru vurdu. Bunu beklemeyen Griffits yerden yaklaşık üç metre yükseklikte bludger’ı kafasına yedi, süpürgesinden düştü ve yere yığıldı. Şifacılar sahaya girerek ona müdahale ettiler. Puddlemere United’tan çelimsiz görünüşlü Banks, Layton ve kızıl saçlı Redding hakemin etrafını sararak bunun bir penaltı olması gerektiğini söyledi. İstediklerini de aldılar almasına ama çift sekiz sarmalı ile çemberlerin önünde uçarak kovalayıcının dikkatini dağıtmayı başaran Hadley penaltıyı spektaküler şekilde kurtardı.

Griffits saha kenarına şaftı yerinden oynamış şekilde getirilince Gwenog Jones kulübede oturmakta olan Ginny’yi işaret etti. Ginny inanamayan gözlerle pek çok kadın quidditch oyuncusunun idolü olan Jones’a bir anlığına baktı ve heyecanla cübbesini çıkarıp süpürgesine atlayarak havalandı.

Mr Weasley ve Mrs Weasley heyecandan çıldırmış gibiydiler. Harry, Ron ve Hermione de aynı heyecana kapılıp çılgınlar gibi Ginny için tezahürat yapmaya başladılar. Ginny oyun seviyesine çıkarak  takım arkadaşlarına katıldı. Skor seksene karşı yüz deplasman takımı lehineydi.

Ginny’nin oyuna girmesiyle Harpies’in aksayan hücum düzeni bir anda ritmini buldu. Reagan quaffle ile yükselerek rakip kovalayıcıları üzerine çekti ve Gwenog Jones’un Redding’i bludger ile alt etmesinden faydalanan Ginny Porskoff manevrasını müthiş bir sayıyla bitirdi. Quaffle a öyle bir falso vermişti ki rakip tutucu Keane sanki şaşırtılmış gibi bedeninin altı bir yana üstü öbür yana bakar pozisyonda kalmıştı.

Hemen bu pozisyonun ardından Woollongong kaçışını denediler, hızla zig zaglar yaparak rakip savunmayı yanılttılar ve Ginny’nin inanılmaz bir vücut manevrasıyla iki kovalayıcıyı üzerine çekmesiyle Langford quaffle’ı Keane’nin bacakları arasından yolladı. Skor Seksene karşı yüz yirmi olmuştu.

Ginny sanki Harpies ile yıllardır uçuyormuş gibi uyumluydu. Reagan ile Langford’un aklını okuyormuş gibi sürekli sahadaki en doğru yere uçuyor, pozisyon alıyor ve daima avantajlı noktada quaffle ile buluşuyordu. Bu durum rakip kovalayıcının onu marke etmesini zorlaştırıyordu. Takım arkadaşları da onun yeteneğini çabucak kabullenmişlerdi ki quaffle’ı ona vermekten çekinmiyor, sorumluluk alması için cesaret veriyorlardı. Holyhead Harpies skoru seksene karşı iki yüz yaptığında gördükleri karşısında şoka girerek sus pus olmuş Puddlemere seyircisi tekrar canlanıp takımlarını yüreklendirmeye çalıştı. Ama bu defa da Gwenog Jones sahneye çıktı. Sopasıyla öyle işler yapıyordu ki Puddlemere kovalayıcıları quaffle’a dokunmak dahi istemiyordu, onlara defalarca quaffle’ı düşürttü. Ev sahibi takım skor açısından kilitlenmişti ve hiçbir şey üretemiyordu. Seyirci bu yüzden maçı kaybedeceklerini anladığından ilgileri panikle altın snitch’i aramakta olan Benjy Williams’a döndü.

Saha onun ismiyle inlerken skor artık seksene karşı iki yüz otuza gelmişti. Aradaki yüz elli sayılık fark altın snitch’i Williams yakalarsa maçın berabere biteceği ve üst tura çıkan takımı penaltıların belirleyeceği anlamına geliyordu. Bu da bir türlü sayı üretemeyen United’ın maçı kazanma umutlarının yeşermesi anlamını taşıyordu. Williamson snitch’i tam o anda gördü, Kuzey tribününü taşıyan direklerin hemen yanında Gwenog Jones’un çok yakınlarında uçuyordu. Williamson bir mermi gibi fırladı, Shelby de onu takip etti, havadaki lacivert yeşil iki lekeden ibarettiler, snitch onlar yaklaşınca canlandı ve hızla kaçmaya başladı Williamson snitch’i yakalamak üzereydi çünkü Shelby’den çok daha hızlıydı. Ama Gwenog Jones tam o ufak altın topu yakalamak üzereyken snitch’e sopasıyla vurarak pozisyonu bozdu. Hem seyirci hem de Williamson adeta çıldırmıştı. Hakem penaltı çaldı, tüm stadyum Gwenog Jones’un ailesi ve yetiştiriliş tarzı konusuna değinen çirkin bir tezahüratı haykırmaya başladı.

Penaltıyı Puddlemere United’dan Redding kullandı, Hadley inanılmaz bir şekilde kurtardı bu atışı da. Ama Williamson yine snitch’in peşindeydi, bu defa Güney tribününe doğru uçuyordu. Bludger Banks’e doğru uçarken Ginny Quaffle’ı aldı, orta sahayı büyük bir hızla geçti ve rakip kovalayıcılar daha ona yaklaşamadan çok ama çok uzun mesafeden quaffle’ı rakip çembere doğru savurdu.

Aynı anda Williamson kararlı bir şekilde snitch’e doğru uçuyordu, artık aralarındaki mesafe bir metreden fazla değildi ve gittikçe azalıyordu. Ginny’nin yolladığı quaffle Layton, Whittaker ve Redding’in korku dolu bakışları arasında havada süzüldü de süzüldü; Keane quaffle’ı yakalayacak gibiydi ama bordo renkli siyah dikişli top birden dışarı falso alarak sağ üst çemberin içinden sekti ve içeri düştü. Aynı anda da Benjy Williamson’un yumruğu altın snitch’in üzerine kapanmıştı.

İlk önce müthiş bir gürültü ve zafer dolu tezahüratlar duyuldu Puddlemere tribünlerinden. Sonra hakemin düdüğü çıkan tüm coşkulu sesleri susturdu. Ginny’nin sayısı geçerli sayılmıştı, Williamson da altın snitch’i yakaladığından maç bitmişti. Holyhead Harpies Ginny’nin belki yıllarca konuşulacak inanılmaz sayısı ile kazanmıştı, Skorbord ışıl ışıl parlıyordu: 230 – 240! Harpies çeyrek finaldeydi!

Ginny yeşile boyalı tribünün tam önünde kollarını havaya kaldırmış seviniyordu ki ki çelimsiz Banks maçın bitmiş olmasına aldırmadan bludger’ı öfkeyle ona doğru savurdu. Bludger Ginny’nin beline isabet etti ve iki metre mesafeden düşerek tribüne çakılmasına sebep oldu. Sahanın içi de karışmıştı, Gwenog Jones, çelimsiz Banks’i sağ kolunun altına sıkıştırmış yumruklarken, Benjy Williamson bir yandan Haines’in kafasına indirdiği sopadan kaçmaya çalışıyor bir yandan da Keane’i zaptetmeye uğraşıyordu.

Harry karmaşaya aldırmadan endişe ve dehşetle basamakları dörder dörder atlayarak Ginny’nin yanına indi. Saçlarının kokusunu oradan bile alabiliyordu. Önünde duran iri yarı bir genci iterek geçmeye çalıştı. Ginny’nin başucuna geldiğinde az önce yanından geçmeye çalıştığı gencin Ginny’yi şefkatle kaldırmaya çalıştığını fark etti ve planladığından çok daha sert bir şekilde elini onun üzerinden çekmesini söyledi.

Genç ona dönerek fütursuzca, “Bunu söylemek sana düşmez,” dedi.

Harry onun elini itti ve Ginny’yi kolundan tutmaya çalıştı. Neyse ki kızın durumu ciddi değildi, yavaşça ayağa kalkıyordu. Arkalardan biri “Sakin ol Jonathan,” deyince Harry kiminle karşı kaşıya olduğunu anladı. Demek bunun için Oliver Wood’u alkışlamışlardı, Gryffindor öğrencileri arasında o da vardı. Jonathan Beresford, Harry’nin karşısına dikildi ve ona meydan okuyarak, “O sakin olunca olurum,” dedi.

Bunun üzerine çileden çıkan Harry onu tüm gücüyle göğsünden itti. John Beresford bir an sendeledi ama kendini toparladı. Karşılık vermeye kalkınca birbirlerine girdiler. Güvenlik büyücüleri olaya müdahale ederken Ginny ikisini de sakinleştirmeye çalışıyordu ama çabası boşunaydı. Keşmekeşin ortasında, kendisini zapt etmeye çalışanlara rağmen Harry bir şekilde Beresford’a yumruğunu indirmeyi başardı. Burnu kırılarak kanlar içinde kalan Beresford yere yığıldı; Ginny, yüzünde Harry’ye kendisini berbat hissettiren büyük bir utanç ifadesiyle onu kaldırdı. Sonra öyle bir bağırdı ki herkes donup kaldı:

“EN GÜZEL GÜNÜMÜ MAHVETTİN!”

Bu söz müthiş bir suçluluk duygusnu harekete geçirdi. Harry kendisine gözlerini dikmiş dehşetle bakan kalabalığı fark etti. Ron, Hermione ve Weasley’ler de yanlarına gelmiş ve her şeye şahit olmuşlardı. Güvenlik görevlileri artık boğuşmayı bırakmış olan Harry’den ellerini çektiler. Hırsından gözyaşlarına boğulan Ginny bir kez daha bağırdı:

“BİTTİ! BİR DAHA BANA SAKIN YAZMA!”

Burnu hala şakır şakır kanayan John Beresford’un yüzünü beceriksizce silmeye çalıştı, sonra da destek olmak için koluna girdi ve yere düşen süpürgesini de alarak kalabalıktan uzaklaştı.

Harry bir şey söylemek için ağzını açtı, ama bu rezilliğin üzerine konuşacak bir şey yoktu sanki. İçini yeniden kıskançlık bürüdü, kendisini yalnız ve dışlanmış hissetti. Yumruklarını sıktı, büyük bir öfkeyle en yakınındaki koltuğu tekmeleyerek kırdı. Kalabalıktan bir korku nidası yükseldi, sonra da kimseyle konuşmadan karanlık koridora doğru yürüdü, orada gözden kayboldu.

* * *

Dokuzuncu bölüm 19 Mayıs 2017‘de FantastikCanavarlar.com‘da!

Harry Potter ve Lanetli Çocuk Nisan 2018’de Broadway’de Sahnelenmeye Başlayacak!

$
0
0

Broadway’de Harry Potter ve Lanetli Çocuk‘un resmi açılışı 22 Nisan 2018 Pazar günü New York’taki Lyric Tiyatrosu’nda yapılacak!

Yapımcı Sonia Friedman ve Colin Callender geçen sene Lanetli Çocuk’u Amerika’ya getirmeyi planladıklarını ve Broadway gösteri merkezi olarak da Lyric Tiyatrosu’nu seçtiklerini açıkladı. (Daha önce yapmış olduğumuz haber için tıklayın.)

Bu saygın tiyatro salonu şu anda tam bir dönüşüm geçirmekte ve mekan prömiyer için tamamen yenileniyor.

Lanetli Çocuk yakın zamanda En İyi Yeni Oyun ve En İyi Yönetmen dahil olmak üzere rekor kırarak dokuz Olivier Ödülü kazandı.

Harry Potter ve Lanetli Çocuk, J.K Rowling ve yönetmen John Tiffany tarafından geliştirilen orijinal, yeni bir hikayeyi temel alan Jack Thorne’un yeni bir oyunudur. Oyun 2016’da Londra’nın Palace Tiyatrosu’nda gösterime girdi.

Broadway’de Lanetli Çocuk hakkında daha ayrıntılı bilgiler önümüzdeki aylarda açıklanacak. Şimdilik, Cursed Child NYC Twitter sayfasını takip edebilirsiniz.

Biletler bu sonbaharda satışa sunulacak ve sadece resmi Cursed Child web sitesinden satın alınabilecek. Biletlerin nasıl ve ne zaman satın alınabileceği ile ilgili tüm ayrıntılar yakında açıklanacak.

Harry Potter ve Lanetli Çocuk oyununun bütün hikayesine buradan ulaşabilirsiniz.

Weasley İkizleri Yeni Bir Televizyon Projesiyle Tekrar Karşımızda Olacaklar!

$
0
0

Leakycauldron sitesinin haberine göre, Weasley ikizleri James ve Oliver bir televizyon programının hazırlığı içerisinde. İpuçları çoktan gelmeye başladı. Sizler için düzenlediğimiz habere gelin birlikte bakalım.

James ve Oliver Phelps nazik ve sevecen tavırları ile aradan geçen bunca yıldan sonra hayranlar arasında tıpkı Weasley ikizleri gibi hala çok seviliyor. Geçtiğimiz yılın haziran ayında Florida’da gerçekleşen Megacon’da yine hayranların ilgi odağı olan ikizler, yakın zamanda tekrar karşımıza çıkacakları bir projenin ipuclarını da verdiler.

Nerds and Beyond’un haberine göre, Oliver katılımcılara üç prodüksiyon şirketi ile temas halinde olduklarını söylerken, muhabirin detaylı soruları karşısında ser verip sır vermese de, projenin Amerika’da olacağını ve Spike TV’nin adaylar arasında olduğunu belirtti. Projenin hala planlama aşamasında olmasından dolayı daha fazla bilgi ne yazık ki paylaşılmadı ancak üzerinde çalışıldığının tekrar altını çizmek gerek.

Geçtiğimiz zaman içerisinde yaşanan bu durum hayranlarını merak içinde bırakmıştı. Fakat yeni haberler var!

A new project coming soon. #TwinCities

A post shared by oliver_phelps (@oliver_phelps) on

Oliver Instagram hesabından paylaştığı fotoğrafa “Yeni bir proje çok yakında geliyor. #TwinCities.” Nerds and Beyond’un tahminlerine göre, ikizler geçen sene bu proje üzerinde çalışıyordu. Henüz kesin bir açıklama yapılmamış olsa dahi, üzerinde düşünmek ve tahminlerde bulunmak için yeterince zamanımız var. Beyin fırtınası zamanı!

#TwinCities (İkiz Şehirler) başlığı ikizlere ve onların seyahatlerini bir gönderme olabileceği gibi, ikizlerin o anda bulunduğu yer ya da çekimin yapıldığı şehirler de olabilir. Örneğin Minneapolis ve St. Paul bölgeleri genellikle ikiz şehirler olarak anılır. Böylece kullanılan başlık gerçek manası için seçilmiş olabilir ve programın içeriğini vurguluyor olabilir.

Oliver’ın gönderisi projede kimlerle çalışıldığına dair bir bilgi içermiyor. Eğer proje söylenildiği gibi televizyon için hazırlanıyorsa, Spike TV’nin New York merkezli olduğu ve James’in toplantılar için Los Angeles’a gittiği bilgileri şu an için elimizde. Şimdilik prodüksiyon firması hakkında tahminde bulunmak zor çünkü Los Angeles merkezli birçok firma mevcut.

Programın temel içeriği hakkında Nerds and Beyond’un iki muhtemel teorisi var; senaryo bazlı bir program veya bir reality şov. Gerek MegaCon’da gerekse Instagram gönderisinde içerik hakkında elde edilmiş net bir bilgi yok. Ancak, ikizler temel izleyici kitlesini MegaCon’da işaret etmişti. Kalabalığa doğru bakan Oliver şöyle demişti; “Hedef kitlemiz sizsiniz millet.” Bu söz, organizasyona katılan herkese ya da sadece Harry Potter hayranlarına istinaden söylenmiş olabilir.

Sonuçta ortaya çıkacak olan her ne ise ikizlerden daha heyecanlı bir şekilde bekliyoruz ve doğrusunu söylemek gerekirse, bizlere hitap edecek bir şeylerin hazırlık aşamasında olması nefesimizi kesiyor. ( Neredeyse )

Yapılacak olan program her ne olursa olsun, Weasley izleri taşıyacağı şüphesiz. Ülkemizde de gösterimini heyecanla bekliyoruz.

MTV’nin İlk “Cinsiyet Ayrımcılığından Uzak” Oyunculuk Ödülü Emma Watson’ın Oldu!

$
0
0

Geçtiğimiz ay Cinsiyetsiz Ödüller (Gender-Neutral Acting Award) kategorilerinin açıklanmasıyla MTV‘den Chric McCarthy “Seyirci aslında kadın-erkek ayrımını yapmıyor, biz de dedik ki, ‘hadi bunu yok edelim!'” demişti. Geçtiğimiz gün ise bu ödüllerin ilki sahiplerini buldu!

Bir önceki gün MTV ilk büyük çaplı cinsiyetsiz sinema ve televizyon ödüllerine ev sahipliği yaptı. Amaç ‘en iyi erkek oyuncu‘ ve ‘en iyi kadın oyuncu’ gibi ikiye ayrılmış kategoriler yerine ‘en iyi oyuncu’ gibi cinsiyet gütmeden tek bir ödül verilmesi. İlk ödüllerden birinin sahibi de tanıdığımız ve çok sevdiğimiz bir oyuncu; Emma Watson oldu. Beauty and the Beast‘deki rolü ile en iyi aktör ödülünü kazanan Emma Watson o gece ilham verici bir konuşmaya da imza attı.

Cinsiyetsiz Ödüller girişimi hakkındaki düşüncelerine yer verdiği konuşmada etkileyici sözler söyledi.

“MTV’nin oyunculuk adına cinsiyetsiz ödüller verme girişimi herkes için farklı bir anlam taşıyor. Ancak benim için bu kendini başkasının yerine koyma yeteneğini ifade ediyor. Ve bu iki farklı kategoriye ayrılmak zorunda değil. Bu benim için çok anlamlı.”

Ödüllerin bir başka kazananı ise Netflix‘in Stranger Things dizisinde tanışıp sevdiğimiz Eleven karakterini canlandıran Millie Bobby Brown oldu.

Cinsiyetsiz ödüller kavramı bazı kesimlerce şimdilik yanlış bir girişim olarak görülüyor. Şimdiye kadar alınan ödüllerin büyük çoğunluğunu erkek adayların aldığını düşünüldüğünde böyle bir girişimde kadınların domine edilip ödül alamayacaklarını düşünenler var. Ancak günümüzde cinsiyet kavramının biyolojik olarak kaldığı ve düşünsel olarak yok olmaya başladığı şu dönemlerde böyle bir girişim çok da şaşırtıcı değil.

Bu girişimin ilk ödülünü sevdiğimiz bir oyuncunun alması ise tabii ki oldukça güzel! Siz ne dersiniz?

Pottermore’a Göre Harry Potter Filmlerinin En Komik 8 Karakteri

$
0
0

Harry Potter kitapları çoğu zaman bizi kıkır kıkır güldürdü, ancak aktörlerin gösterişli oyunculukları sayesinde bize filmlerde de eğlenceli anlar yaşatan karakterleri unutmayalım.

Lafı daha fazla dolandırmadan, en iyi komedi performans ödüllerine hep birlikte göz atalım. Pottermore seçiyor!

1. Cormac McLaggen

Gryffindor‘un Tutucu olan yedek oyuncusunu öyle çok sevimli bulmadığımız halde itiraf etmek gerekirse Cormac‘ın küstahlığı ve yalakalığı andıran flörtleri bizi kesinlikle çok eğlendirdi. Hermione’ye potansiyel göstermelik flört muamelesi yapan Corman’ın parmaklarından akan dondurmayı şehvetli bir şekilde yalamanın bir kızın kalbine giden yol olduğunu düşünür gibi bir hali vardı. Gryffindor Quidditch takım seçmelerinde kendine olan güvenini ve Hermione’ye ‘ağzını hareket ettirmeyi sevdiğini’  belirtmesi onun “o kişi” olmadığının başka bir kanıtıydı. Özellikle Slughorn’un Noel Partisi‘nde servis edilen ejderha tartarına karşı verdiği olumsuz tepkilerinden zevk aldık. Ve bozulmuş midesini Profesör Snape’in ayakkabılarına boşalttığı sahneden.

2. Ron Weasley

Kenara çekilin, Fred ve George! Çünkü Rupert Grint ve yüz ifadeleri oldukça efsanevi. Profesör McGonagall ile – tüm sınıf arkadaşlarının önünde – Noel Balosu için dans etmesi konusuna verdiği son derece dehşete kapılmış ve karmaşık tepkilerinden özel olarak bahsetmemiz lazımdı. Ancak Fleur Delacour‘u nasıl kazayla baloya davet ettiğini anlatması bizim favorimiz.

“Fleur yanımdan geçiyordu. Yürümesine bile bayılıyorum biliyorsunuz.”

3. Hermione Granger

Ansiklopedik büyücü bilgisi ile tanınan Hermione’nin zekâsının biraz hafife alınmış olduğunu düşünüyoruz. Harry Potter ve Felsefe Taşı’nda (2001) Harry ve Ron’un daha fazla onları öldüretecek ya da “daha kötüsü kovdurtacak” fikir üretmeden önce yatacağını söylemesi hepimizin Hermione’nin mantığına dair favori sahnelerinden. Daha olgun Hermione Slughorn’un Noel partisi sırasında Cormac’a verdiği tepkiler de dahil olmak üzere gülmekten hiç çekinmedi. Cormac’ı kendinden uzak tutmak için ejderha tartarı yemeye o denli hevesli oluşu bizi tıpkı okuldaki partide hayran hayran bakanların istenmeyen ilgisinden kaçınmaya çalıştığı anı hatırladığımızda olduğu gibi gülmekten iki büklüm ediyor.

4. Gilderoy Lockhart

Büyüleyici ve yakışıklı olabilir belki ama Lockhart aynı zamanda kilometreler boyunca yaşayan en yalancı, korkak ve gösterişçi insan. Ancak belirgin kusurlarına rağmen, Gilderoy Lockhart‘ın aslında biraz komik olduğunu söyleyebilir miyiz? Obliviate‘in dışında, Lockhart asasını salladığı her büyüde felaket derecede beceriksizdi, ama bu asla onun modunu veya egosunu köreltmedi. Cornish cinperileri bile onun hakkından gelebilmişti üstelik. Lockhart etrafını hepsi de altın buklelerini ön plana çıkaran, süsleyen veya sallayan kendi portreleriyle donatmıştı. Artı, herkesin ona karşı çok bariz olan rahatsızlığının da zerre farkında değildi ki bu da onu en komik karakter seçimi için gerçek bir yarışmacı yapıyor. Ve Kenneth Branagh’ın efsanevi canlandırması da korkunç derecede mükemmeldi.

5. Severus Snape

Severus Snape’in komedi meselelerine girme ihtimalinin hiçbir zaman olmamasına karşın Alan Rickman‘ın performansı o kadar güzeldi ki hepimizin her izleyişte gözleri dolmuyor değil, itiraf edelim. Umbridge’in sorgulamasında verdiği yanıtlar ve ‘açıkça’  cevabı açıkça mükemmellikti. Ron ve Harry sessiz olamadıklarında ise “elleriyle” dahil olduğu yaklaşımdan bahsetmiyoruz bile- elbisesinin kollarını yukarı doğru dikkatlice sıvaması çok Severus Snape’çeydi.

6. Harry Potter

Harry Potter ve Melez Prens (2009) kesinlikle serideki en karanlık filmlerden biriydi ancak aynı zamanda Daniel Radcliffe sayesinde en komik anlardan bazılarını içeriyor. Harry, o kadar sık Voldemort’un varlığından dolayı işkenceye maruz kalıyor ya da tehlikeye atılıyor ki espri anlayışını nadiren takdir edecek fırsat buluyoruz; neyse ki, Felix Felicis sadece içene iyi şans getirmekle kalmıyor aynı zamanda içindeki komedyeni de ortaya çıkarıyor. Harry’nin Aragog’un kıskaçlarıyla yaptığı şaklatma hareketini Hagrid’in en sevdiği canavarın defininde taklit etmesi mükemmel derecede zamanlanmıştı. Ayrıca “Zaten seçilmiş kişi benim,” dedikten sonra Hermione’den başına aldığı hızlı vuruş hepimizin yüzünü güldürmüştü.

7. Lavender Brown

Ron, sevginin sürekli dışa vurulmasını çok eğlendirici bulmadı, ama biz kesinlikle bulduk. Lavender, Won-Won‘dan hoşlanmaya başlamadan önce kıyıda kenarda çok zaman harcayabilirdi, ama o zamanın büyük bir kısmını ön planda geçirdi. Lavender’in Hogwarts Ekspresi’nde pencereye kalp çizerkenki yüz ifadesi ve bunu gören Ron ve Harry’nin tepkileri bizi gülmekten kırıp geçirmişti. İğrenç bebek sesi ve korkunç mücevher seçimi yeteri kadar işkenceydi zaten. Ron’un sonunda taze aşklarını bitirmesiyle öfkeli bir şekilde yaptığı yıkıcı tahribat ile komik bir dokunuş yapmayı başardı.

8. Argus Filch

Hogwarts’ın oldukça yaşlı ve her güne yatağının ters tarafından kalkarak başlayan kofti görevlisi, sıklıkla komik olmakla suçlanmıyor. Fakat Dumbledore’a önemli bir mesaj vermek için absürt bir enerjiyle Büyük Salonda koşması Filch’in kasıtsız  komik dehasını ortaya çıkarıyor. Bunu geliştirebilecek tek yol Bayan Norris‘in de Filch’in yanında hoplaya zıplaya gelmesi olabilirdi.

Peki ya sizi filmlerde en çok eğlendiren karakter hangisiydi? Yorumlarınızda belirtmeyi unutmayın!


Büyücülük Dünyasının En Popüler Kedileri!

$
0
0

Cadı ve büyücüler harikalar, ama Harry Potter serisinin asıl starları olan kedileri de unutmayalım!

Uyarı: Yazının kalanı spoiler içermektedir!

Kediler ve cadılar yüzyıllardır birbirleriyle iş birliği içinde, hatta tarih, kedilerin sahiplerinin büyülerine yardımcı olan aile üyeleri sayıldığını bile yazmış. Büyücülük dünyası için bu derece önem taşıyan varlıkların Harry Potter dünyasındaki yerini tahmin edebilirsiniz. En önemli karakterler içinde  bu tüylü, tembel ve günün çoğunu uyuyarak geçiren sevimli varlıklar da yer alıyor.

Hikayenin belirli noktalarında kediler kilit rolü üstlendi, sonuçta Felsefe Taşı’nda hikaye Privet Drive’ı izleyerek Vernon Dursley’in dengelerini ciddi anlamda bozan bir kediyle başlıyor (Profesör Mcgonagall’ın Animagus hali olan kedi biçimine bürünmüş haliydi aslında). Peki Sırlar Odası’nda aylarca uğraşarak Çoközlü İksir yapmayı başaran Hermione’nin Millicent Bulstrode’un kedisine ait tüyleri iksirine katarak kazayla kediye dönüşmesini hatırladınız mı? Neyse ki Madam Pomfrey fazla soru sormadı.  Ayrıca Lily’nin Sirius’a yazdığı mektupta Harry’nin oyuncak süpürgesiyle evin kedisini neredeyse öldürdüğünden bahsetmesini de unutmayalım, Potter ailesinin bir kedisi vardı! Maalesef Harry ailesiyle geçirdiği bu mutlu anları sonradan hatırlayamayacak kadar küçüktü.

1. Crookshanks

Büyücülük dünyası üzerinde doğrudan etkisi olan pisiler de var elbette. Bu kedilerin en önemlisi ise şüphesiz Crookshanks. Tanıdığımız en zeki cadılardan biri olan Hermione’nin kendi türünün en zekisi olan bir kediyi sahiplenmesi hiçbirimizi şaşırtmadı tabiki. Aksi ve garip şekilde ezilmiş suratı, kızıl tüyleriyle(Hermione’nin kızıl saça olan zaafını zaten biliyoruz ;)) Crookshanks Azkaban Tutsağı’nda hepimizi şoka sokan gerçeği ilk keşfedenlerden olmuştu: Scabbers’ın aslında bir fare olmadığını.

Bu keşfi yapmasının sebebi çok zeki olması veya yarı Kneazle yani büyülü kediye benzer, aslan kuyruğu gibi gür bir kuyruğa sahip olan ve şüpheli davranışları sezmekte oldukça başarılı bir canlı olmasından kaynaklanıyor olabilir. Scabbers’ın Peter Pettigrew olduğunu ortaya çıkarmadan önce Sirius’un köpek haliyle iletişim kurabilen Crookshanks, Gryffindor ortak salonunun parolalarını onun için çalarak haini yakalamak için harika bir fırsat yarattı. Bu da bize kedilerin gizemli yeteneklerini asla küçümsemememizi gösteriyor- ve aynı zamanda kedi ve köpeklerin aslında iyi geçinebileceğini.

2. Mrs Norris

Mrs Norris; cılız, lambaya benzer şiş gözlere sahip gri renkli bir yaratık. Kuralları çiğneyenlerin kokularını almakta özel bir yeteneğe sahip olduğu da şüphesiz. Argus Filch’in en iyi dostu ve yardımcısı. Aynı zamanda Crookshanks’in birinci sırada olduğu etki yaratan kediler listesinde Filch’le kelimeler olmadan iletişim kurma ve onu kuralları çiğneyenlere yönlendirme yetisi sayesinde ikinci sırada yer alıyor. Ne yazık ki, Mrs Norris Harry’nin ikinci yılında açılan Sırlar Odası ve onun saldığı dehşet yüzünden taşlaştı. Onun öldüğüne inanan Filch yüzünü ellerinin arasına alarak hıçkırıklara boğulmuştu. Filch’in şansına, öğrenciler için aynısını söyleyemeyiz, Mrs Norris yılın sonunda Adamotu sayesinde eski haline dönebilmişti. Filch’in nazik yönünü çok az görmemize rağmen kedisini tatlım gibi sevgi sözcükleriyle çağırdığına birçok kez şahit olduk. Eh, bu da öğrencileri bileklerinden tavana asmak için okul müdürüne yalvaran biri için oldukça şefkatli bir hareket bizce.

3. Arabella Figg’in Kedileri

Koftiler ve kediler arasındaki bu esrarengiz ilişki de ne böyle? Argus Filch’ten sonra seriye ikinci bir kofti karakter daha dahil oluyor ve onun da kedilere karşı özel bir ilgisinin olduğunu görüyoruz. Belki de büyücülük dünyasıyla bu kadar içli dışlı bir ev hayvanıyla takılmak onlara birazcık daha büyülü hissettiriyordur, kim bilir. İkinci yılında Filch’in kofti olduğunu keşfeden Harry, beşinci yılının yaz tatilinde kaçık komşuları Arabella Figg’in de kofti olduğunu öğrenince şoka girmişti.

Arabella’yı ilk olarak Harry’nin kedi düşkünü dadısı olarak tanımıştık, Harry’nin onunla kalmaktan keyif aldığı pek söylenemezdi. Little Whinging, Ruh Emici saldırısına dek Harry Arabella Figgs ve kedilerinin yaz tatillerinde ona Dumbledore talimatlarıyla göz kulak olduğunun farkında bile değildi. Yıllarca kedi albümleri karıştırarak sıkılan Harry çevirdiği sayfalarda bulunan kedilerin aslında birer casus olduğunu bilse eminiz fotoğraflarla daha fazla ilgilenirdi.

4. Profesör Umbridge’in Hogwarts Ofisi

Hepimizin bildiği gibi Dolores Umbridge kedilere büyük bir hayranlık besliyor. Harry’nin Karanlık Lord’un döndüğünü herkese duyurmasını engellemek için yaz tatilinde yolladığı Ruh Emici’lerle ilgili Arabella Figgs’i uyaran kedilerinden biri olan Tibbles’ın ta kendisiydi! Haberi alan Figg, Dumbledore’u alarma geçirmişti. Tibbles’ın bu derece büyük bir işi başarabilmesi Koftiler ve kedileri arasındaki inanılmaz bağı gösteren harika bir örnek. Biçim değiştirmiş bir çay poşetinden başka bir şey olmadığını iddia eden Arabella Figgs’in kendine haksızlık ettiğini belirtmeliyiz.

Sonuç olarak şunu söylemeye çalışıyoruz; Harry Potter Lord Voldemort’u kediler olmadan alt edemezdi. Büyük ihtimalle…

Sırlar Odası Boyunca Fawkes’ın Aklından Geçen 32 Olası Düşünce

$
0
0

Albus Dumbledore‘un sadık anka kuşu Fawke ilk kez Sırlar Odası’nda ortaya çıktı ve bütün günü kurtardı. Peki ya kitap onun bakış açısından yazılmış olsaydı? Gelin maceranın bu yeni halini bir de Pottermore’dan okuyalım!

“Kapının arkasındaki altın tünekte, yarısı yolunmuş bir hindiye benzeyen, tiridi çıkmış bir kuş duruyordu. Harry ona bakakaldı, kuş da yeniden o boğuk sesi çıkartıp nefretle ona baktı. Onun çok hasta göründüğünü düşündü. Gözleri donuk bakıyordu ve Harry ona baktığı sırada kuyruğundan birkaç tüy daha düştü.”

– Harry Potter ve Sırlar Odası

  1. Ne kadar korkunç ve garip. Yanma Günüm ve işte Sağ Kalan Çocuk içeri giriyor.
  2. Yo hayır, kendi başıma çaresiz sesler çıkarmıyordum. Daha çok boğazımı temizlerken çıkardığım sesti o. Kendimi ateşe vermek üzereyken gerekli enerjiyi toplamanın ne kadar zor olduğunu bilemezsiniz.
  3. Gözlerimin donuk değil daha ziyade büyüleyici olduklarını da eklemek isterim. Dökülen tüyler birazcık küçük düşürücü olsa da.
  4. Acaba çocuk bana dik dik baktığının farkında mı? Nahoş yetiştirilme tarzının farkındayım ancak yine de bir takım görgü kurallarına sahip olması gerekirdi.

“Harry şok içinde feryat etti ve geri geri gidip masaya çarptı. Heyecanla etrafına bakınıp bir yerlerde bir bardak su aradı, ama göremedi. Bu arada kuş bir ateş topu halini almıştı. Son bir vahşi çığlık attı, bir saniye sonra yerde dumanları tüten bir kül yığınından ibaret kalmıştı.”

  1. Oh, işte bu çok garip. Yanma zamanı.
  2. [Küller tarafından boğulmuş] Muhteşem, ona çığlık attırdım. (Eğer zaman zaman yanıp kül olursanız küçük şeylerde de eğlenecek bir nokta bulursunuz)
  3. En azından bu sefer herhangi bir portreyi ateşe vermedim. O gün çok rahatsız ediciydi.
  4. Gerçekten bir bardak suyu anka kuşunun üzerine mi boşaltacaktı bu? Albus’la Hogwarts’ın yangın planı hakkında özel olarak konuşmalıyım.

“Eh, vakti gelmişti doğrusu. Günlerdir berbat görünüyordu. Ben de ona gayret etmesini söylüyordum.” Harry’nin yüzündeki sersemlemiş ifadeyi görünce de kıkırdadı.

  1. O kadar da kötü görünmüyordum ama Albus. Bir ara sen de aynaya bir bakmalısın. Biraz sakal tıraşına ihtiyacın var sanki, değil mi?
  2. Çocuğun yüzündeki ifadeden de memnun kaldım ama. Belki de burada olması çok da kötü değildir.

“Fawkes bir anka kuşudur, Harry. ankalar ölme vakti gelince alev alırlar, sonra da küllerinden yenide doğarlar. Gözünü üstünden ayırma…” Harry hızla geri dönünce minicik, buruş buruş, yeni doğmuş bir kuşun kafasını küllerden uzattığını gördü. Küçük kuş, yaşlı olanı kadar çirkindi denilebilir.

  1. Senin onayına ihtiyacım yok, genç adam. Girdiğim her türlü formda muhteşemim ben.
  2. Ben her ankayım! Hepsi benim içimde!

“Onu bir Yanma Günü’nde görmen ne yazık,” dedi. “Genellikle çok yakışıklıdır: Harikulade kırmızı ve altın rengi tüyleri vardır. Büyüleyici yaratıklar bu anka kuşları. Çok ağır yükler taşıyabilirler, gözyaşlarının iyileştirici gücü vardır ve çok sadık hayvanlardır.”

  1. Bahsettiğim şey tam olarak buydu Albus. İşte bu yüzden senle iyi anlaşıyoruz.
  2. Yanma Günü’nde özgüven patlamasından daha iyi bir şey yok, size bu kadarını söyleyeyim.
  3. Şimdi eğer biri bana kendi tüylerim büyüyene kadar tüylü fular ödünç verebilse muhteşem olurdu.

“Riddle ağzını açtı, ama donakaldı. Bir yerden müzik sesi geliyordu. Riddle hızla arkasına dönüp boş odaya baktı. Müziğin sesi gidecek yükseliyordu. Ürpertici, tüyleri diken diken eden, dünya dışından geliyor gibi bir müzikti; Harry’nin saçları dikildi ve kalbi sanki şişip iki misline ulaştı.”

  1. Evet, işte bu benim melodim.

Sonra, tam ses iyice yükselip Harry’ye müziğin göğüs kafesinin içinde çaldığını düşündürmeye başlamıştı ki, en yakın sütunun tepesi alevlendi.”

  1. Biliyorum biliyorum , harika değil mi?
  2. Bir anka kuşu gibi yüksel diyorum.

“Kuğu büyüklüğünde kıpkırmızı bir kuş ortaya çıkmıştı. Kemerli tavana doğru şarkısını söylüyordu. Bir tavuskuşununki kadar uzun, pırıl pırıl bir kuyruğu ve buruşuk bir bohçayı kavramış, altın rengi parlayan, pençeleri vardı.”

  1. Flaşlı fotoğraf çekmek yok lütfen, evet evet bu benim.

Kuş şakımayı bırakmıştı. Harry’nin yanağının yanında kımıldamadan, sıcacık duruyor, dik dik Riddle’a bakıyordu. “Bir anka kuşu…” dedi Riddle, kuşa bilmiş bilmiş bakarak.

  1. Kaptan Aşikar’a beş puan gidiyor.

“Ona gelince -” dedi Riddle, Fawkes’ın bıraktığı buruşuk şeye bakarak, “o da okulun eski Seçmen Şapka’sı.” Öyleydi. Yamalı, yıpranmış ve tozlu Şapka, Harry’nin ayaklarının dibinde hareketsiz yatıyordu. Riddle gene kahkahalarla gülmeye koyuldu. Öylesine gülüyordu ki, karanlık oda kahkahalarıyla çınlıyor, sanki aynı anda on Riddle kahkaha atıyormuş hissi veriyordu. “Dumbledore’un savunucusuna gönderdiklerine bak! Şakıyan bir kuş ve eski bir şapka! Şimdi kendini cesur hissediyor musun, Harry Potter? Şimdi kendini güvende hissediyor musun?”

  1. Bu genç adamın ciddi anlamda görgü kurallarını öğrenmeye ihtiyacı var. Karanlık Lord’a dönüştüğünü vs. biliyorum ama tam şu anda benimle nasıl konuştuğunu duydunuz mu?
  2. Albus’a, Tom Riddle hakkında çok fazla endişelenmemesi gerektiğini söylemeyi unutmamalıyım. Bana sorarsanız, biraz benmerkezci görünüyor.

“Harry sırtı Oda’nın karanlık duvarına çarpana kadar geriledi. Gözlerini kapatırken Fawkes’ın kanadının yanağını yaladığını ve kuşun havalandığını hissetti. Harry, “Bırakma beni!” diye bağırmak istiyordu, ama bir anka kuşunun yılanlar kralına karşı ne şansı olabilirdi ki?”

  1. Oh, birazcık inancın olabilir sanki.

“Fawkes yılanın kafasının etrafında uçuyor, basilisk ise bir kılıç kadar uzun ve keskin dişleriyle çılgınca onu yakalamaya çalışıyordu. Fawkes dalışa geçti. Altın renkli uzun gagası gözden kayboldu ve aniden yere kapkara kan boşandı. Yılanın kuyruğu savrulup Harry’yi sıyırdı geçti ve Harry daha gözlerini kapatamadan, ona doğru döndü. Harry onun yüzüne baktı ve iki koca yuvarlak sarı gözünün anka kuşu tarafından deşilmiş olduğunu gördü. Yere kan boşalıyor, yılan acı içinde tükürüp duruyordu. “Hayır!” diye bağırdığını duydu Riddle’ın. “Kuşu bırak! Kuşu bırak! Çocuk arkanda! Hâlâ onun kokusunu alabilirsin! Öldür onu!” ”

  1. Aha, Sırlar Odası’nın devasa canavarı adı verilen bu yaratık aslında devasa bir ahmakmış.

“Aniden yanından bir kırmızılık geçti ve Harry dibinde hafif bir pençe takırdaması duydu. “Fawkes,” dedi Harry kısık sesle. “Müthiştin, Fawkes…” Kuşun güzel başını, yılan dişinin kolunda deştiği yere yasladığını hissetti.”

  1. Ah Harry, ağlatma beni şimdi. Aslında, dur bekle, ben inanılmaz bir anka kuşuyum, lütfen Tanrı aşkına biri beni ağlatsın.

“Sen öldün, Harry Potter,” dedi Riddle’ın sesi, tepesinde. “Öldün. Dumbledore’un kuşu bile bunun farkında. Ne yapıyor, görüyor musun, Potter? Ağlıyor.” Harry gözlerini kapatıp açtı. Fawkes’ın kafası bir netleşti, bir bulanıklaştı. Parlak tüylerden aşağı iri, inci gibi damlalar süzülüyordu.

  1. Bak, gözüme sadece toz kaçtı tamam mı? Belki bir süre siz de duygularınızla iletişime geçmelisiniz. Ayrıca dürüst olmak gerekirse benim gözyaşlarım BÜYÜLÜ.

“Harry kafasını hafifçe salladı. Fawkes hâlâ kafasını Harry’nin koluna yaslamış, orada duruyordu. İnci gibi gözyaşları yaranın etrafında parıldıyordu – ama artık yara yoktu. “Çekil oradan, kuş,” dedi Riddle’ın sesi birden. “Çekil onun yanından. Çekil dedim sana!” Harry başını kaldırdı. Riddle, Harry’nin asasını Fawkes’a doğrultmuştu; tabanca patlaması gibi bir gümbürtü çıktı ve Fawkes gene altın rengi ve kırmızı bir leke gibi havalandı. Riddle, Harry’nin koluna bakarak, “Anka kuşu gözyaşları…” dedi sessizce. “Elbette… iyileştirici güç… unutmuştum…”

  1. İşte Hogwarts’ta Zümrüdüanka Çalışmaları dersini eklemek için bir başka neden.

“Büyük, al kanatları karanlıkta yumuşak bir altın parıltısı saçan Fawkes’ın öncülüğünde, borunun ağzına doğru yürüdüler. Gilderoy Lockhart orada oturmuş, usul usul bir şarkı mırıldanıyordu.”

  1. Albus’la bu sevimli ahmak adamın işe alımı hakkında gerçekten iki çift laf etmem lazım.

“Ron başını hayır anlamında salladı. O anda Fawkes, Harry’nin yanından uçarak geçti. Şimdi onun önünde kanat çırpıyordu, boncuk gözleri karanlıkta parlıyordu. Uzun, altın rengi kuyruk tüylerini sallıyordu. Harry ona ne yapacağını bilemeden baktı. Ron şaşırmış bir halde, “Tutunmanı istiyor sanki,” dedi. “Ama bir kuş senin ağırlığını oradan nasıl yukarı taşır?”

  1. Bak havuç kafa, ben sıradan bir ev serçesi değilim.
  2. Hem sen bu senenin başında sümüklü böcek kusan çocuk değil miydin?

“Bütün bedenini olağanüstü bir hafiflik hissi sarmış gibiydi ve hemen sonra, vijit diye havalanıp borudan yukarı çıkmaya başladılar.”

  1. Evet çocuklar, bir anka kuşu gibi yükselin, ben size söyledim!

“En başta, Harry, sana teşekkür etmek istiyorum,” dedi Dumbledore, gözleri yeniden parıldayarak. “Oda’da bana gerçek bir sadakat göstermiş olmalısın. Başka hiçbir şey Fawkes’ın sana gelmesini sağlayamazdı.”

  1. Ben memnun etmesi zor bir kuşum, biliyorsunuz.

Bu da ilginizi çekebilir:

Azkaban Tutsağı Boyunca Crookshanks’ın Aklından Geçen 33 Olası Düşünce

Emma Watson’dan Evde Ders Çalışan Hayranına Hayat Öpücüğü!

$
0
0

Geçtiğimiz günlerde, Emma Watson evde mutsuz bir şekilde ders çalışan bir hayranına yaptığı minik jestle, bir kez daha ne kadar harika bir insan olduğunu kanıtladı!

Hermione‘nin tam bir inek olduğunu söylersek kimse karşı çıkamaz herhalde. Elbette bu ‘zeki değil’ anlamına gelmiyor. Belki de kendisi bu kadar zeki olduğu için günün her saatini öğrenmekle geçiriyor. Eh, döneminin en iyi cadısı olmak kolay değil!

Hermione‘nin karakteri de Emma Watson‘a işlemiş gibi görünüyor. Bunun örneklerini hayatında çokça görmüştük zaten. İki hafta önce de bir hayranı ile görüntülü konuşurken ona çok çalışmasını öğütlemekten kaçınmayarak bu örneklere yenisini ekledi. Hayranın annesi Emma Watson‘a rastladığında hemen ders çalışmakta olan kızını arayarak ona göstermiş. Gelin bu şahane olayın geri kalanını o hayranın ağzından dinleyelim:

I was just studying for my Bio exam when my Mom called to show Emma Watson standing behind her, then she approached and…

Therese Kiara paylaştı: 26 Nisan 2017 Çarşamba

“Biyoloji sınavına çalışıyordum da annem arkasında duran Emma Watson’ı göstermek için aradı, sonra yaklaştı ve Emma’ya kibarca kameradaki bana selam söyleyebilir mi diye sordu. Emma oldukça kibar ve tatlıydı.

ANNEM: Selam, sizden bir iyilik isteyebilir miyim? Kızıma bir selam söyleyebilir misiniz lütfen? Sizi görmek istiyordu ancak evde ders çalışıyor.

EMMA: Elbette! Selam! Sıkı çalış!

AMAN TANRIM, NEFES ALAMIYORUM

Çalışmak için harika motivasyon.”

Emma Watson yaptığı bu minik konuşma ile Kiara‘ya hayatının gününü yaşatmış gibi görünüyor. Şu an evde ders çalışmakta olan gençler, siz de Emma Watson‘ı dinleyin! Evren için kısacık şu hayatta okunacak, öğrenilecek o kadar çok şey var ki!

Peki ya böyle bir an sizin başınıza gelse? Tepkiniz nasıl olurdu? Yorumlarınızı bizlerle paylaşmayı unutmayın!

Gizli Kahramanlar: Pomona Sprout

$
0
0

Pottermore, her ay Harry Potter kitaplarında biraz gölgede kalmış gizli kahramanlar hakkında yazılar yayınlamaya karar verdi. Bu ayın kahramanı ise Pomona Sprout! Gelin hep birlikte Profesör Sprout‘un ne kadar cesur ve iyi kalpli olduğuna göz atalım.

Neşeli Bitkibilim Profesörü bütün mükemmel Hufflepuff erdemlerine ve daha fazlasına güzel bir örnektir. Şimdi de Profesör Sprout’a spot ışıkları altında bir zaman verelim.

Bunu direk Profesör Sprout’a söyleyelim – kalbinin yüzeyinde nazik ve sıcak biri, köklerindeyse tamamen bir güç kaynağı, Hogwarts’ın temellerinden biri. Yamalı ve sökük şapkasıyla, çılgın kabarık saçlarıyla ve toprak dolu tırnaklarıyla, şen şakrak profesörümüz sadece bahçe işlerinden anlayan biri değil. Aynı zamanda Hogwarts çalışanlarının bir parçası ve herhangi bir sorun karşısında şaşırtıcı derecede işe yarar bir hanım.

Evet, Sprout kağıt üzerinde nazik ve yaklaşılabilir biri olsa da, hala serasının önündeki arazide dimdik duruyor. Voldemort‘un yükselişe geçtiği, Hogwarts’ın Albus Dumbledore‘un zamansız ölümünden sonra gelecek yılın tüm derslerini iptal etmeyi düşündüğü zamanları hatırlayalım.

Kederine rağmen, inançlarına sarılarak ‘… bir öğrenci bile gelmek istese, o zaman okulun o öğrenci için açık kalacağına’ inanmıştı.

Düşünceli sözleri, ürkek Neville Longbottom‘a ilham kaynağı olarak büyük akademik başarıları elde etmesini sağlamıştır – aslında, bir zamanların talihsiz öğrencisi Profesör Sprout’un yerini alarak Bitkibilim Profesörü oldu. Pomona, Bina puanlarını en parlak öğrencilerine dağıtır, hangi Bina’ya ait olduklarına bakmadan… yine de Hufflepuff Ortak Salonu’nu dekore etmek için birincil bitki ve mantar türlerini serasından aşırdığı söylenebilir. Binanın, büyülü bahçeciliğin en iyi örneklerini taşımasına şaşmamak gerek.

Bazı zamanlar yufka yürekli olabilir – pek sevgili Adamotu yavrularına zor kışı atlatmak için minik atkılar ve çoraplar örer. Diğerlerine, bu nankör ve anlaşılmaz yaratıklar olan adamotları dahil, gösterdiği bu nazik ve özenli bakım, Sprout’un neden Hufflepuff Bina Başkanı olduğunun en kısa özeti olabilir. Ayrıca değerli Adamotlarının sahnede oynadığı önemli rolü de unutmayalım. Adamotu İksiri sayesinde Hermione Granger, Neredeyse Kafasız Nick ve kedi Bayan Norris dahil Basilisk bakışına maruz kalanların hayatı kurtulmuştur.

Bunların hiçbiri, Pomona’nın zayıf iradeli ve kolay yönetilen biri olduğu anlamına gelmez. Kesinlikle gelmez. Harry Potter, Üç Büyücü Turnuvası’nda Cedric Diggory‘ye karşı yarıştığında, Sprout tercihini Bay Potter yerine Hufflepuff mazlumu Cedric Diggory’den yana kullandığını sır olarak saklamamıştır.

Aynı zamanda cesurdur da. Bitkibilim uzmanı ya da değil, Şamarcı Söğüt‘ün yaralarını saracak kadar cesur ruhludur. Kariyeri boyunca göz kamaştırıcı bitkilerle sürekli karşılaşmış olması olasıdır, Zehirli Dokunakula gibi: diş çıkarırken çok risklidir, ve bir kalbi ısıtacak bir bitki değildir.

Kendi tarzıyla, Başmüdire Dolores Umbridge Büyük Salon’da iken  uzun zamandır arkadaşı olan Minerva McGonagall uzunca ve kurnazca bakışarak bu kötü insanı hor görmüştür. Dahası, bu fazla nazlı geçici patronunun işlerini, Harry Potter’a havadan Bina puanları vererek baltalamaya çalışmıştır. Bu puanları, genç büyücünün Dırdırcı’ya verdiği röportajda Voldemort’u ve dolaylı olarak Umbridge’in geçici işini kınamasıyla, Potter’a vermiştir.

Dahası, Kim Olduğunu Bilirsin Sen, Hogwarts’a saldırmaya geldiğinde, iş arkadaşlarının umutsuzluğunun farkına vararak, Sprout, tüm okulu cesaretlendirerek “ona karşı direnebileceklerini” aşılamıştır. Kaçınılmaz savaş başladığında, Pomona ipleri eline alarak kaleyi savunma görevini üstlenmiştir. Cesurca, kendi diktiği adamotlarını Ölüm Yiyenler’e fırlatarak işgalcileri savuşturmuştur.

Bu yüzden haydi Adamout İksiri kadehlerimizi Pomona Sprout için kaldıralım – belki de çok belli bir kahraman değil, fakat kesinlikle (birçok yönden) kendini geliştiriyor.

Her ay, Pottermore, Harry Potter serisinden daha fazla ilgi hak ettiğini düşündüğümüz bir karakteri spot ışıklarına alacak. Bizler de bu harika seriyi sizler için Türkçeleştirmeye devam edeceğiz!

Sizler Pomona Sprout hakkında neler düşünüyorsunuz? Görüşlerinizi bizimle paylaşmayı unutmayın!

Saklı Kalmış Bir Kahraman: Lily Potter çevirimiz için buraya tıklayabilirsiniz!

J.K. Rowling’in Yazdığı Sirius Black ve James Potter Öyküsü Çalındı!

$
0
0

J.K. Rowling‘in 2008 yılında kaleme aldığı, Sirius Black ve James Potter‘ın kısa macerasını konu alan öyküsü çalındı!

J.K. Rowling, hayranlarına 25,000 Pound‘a alıcı bulan ve bir hırsızlık sonucu çalınan Harry Potter serisine ait el yazması ön bölümü satın almamaları çağrısında bulundu! Seferberlik zamanı! Kayıp aranıyor!

Bir yardım kampanyası sırasında 25,000 Pound’a alıcı bulan, Rowling tarafından elle yazılan ve dünyada bir eşi daha olmayan Harry Potter öyküsü, The Telegraph‘ın haberine göre çalındı. Hırsızların eserin değerini bilmeden davranmasından ve esere zarar vermesinden korkuluyor.

Söz konusu çalınan öyküyü okumak için tıklayın!

J.K. Rowling tarafından, bir posta kartının arkasına yazılan ve yaklaşık 800 kelimeden oluşan bölüm, bir yardım kampanyası sırasında Birmingham’lı bir hayırsever tarafından satın alınmıştı. Hırsızlık ise, evin sahibinin Steven Segal ile birlikte Bangkok’a yaptığı bir iş gezisi sırasında gerçekleşti.

Rowling, Harry Potter hayranlarından bir eşi daha olmayan bu el yazmasını satın almamalarını rica etti.

El yazması eseri 2008 yılında PEN yararına düzenlenen bir açık artırmada satın alan kişi, hırsızlık olayını Bangkok’tayken kız kardeşi ile yaptığı bir telefon görüşmesinde öğrendi.

Eve giren hırsızlar, ev sahibinin babasından kalan diğer bazı mücevherat ile birlikte sıradan bir A5 kağıt gibi görünen Rowling tarafından kaleme alınan el yazmasının da bulunduğu üç kasayı soydu.

Sadece isminin açıklanmasını isteyen iş adamı Hira, yaşanan korkunç hırsızlığın bir fırsatçılık olduğunu ve eseri çalanların onun kıymetini bilmeden bir kenara atacak olmalarından korktuğunu belirtti.

“Büyük bir Harry Potter hayranı değilim,” şeklinde konuşan Hira sözlerine şöyle devam etti:

“Hayır kuruluşuna yardım için satın aldım ve kutusundan dahi çıkarmadım. Böyle bir şeyin olması gerçekten şok edici.”

25,000 Pund’a alıcı bulan posta kartının, güncel değerinin 60,000 Pound olduğu tahmin ediliyor.

West Midland Polis departmanı, 13 Nisan ile 24 Nisan arasında gerçekleşen hırsızlığa ışık tutacak tüm kaynaklara açık olduklarını belirterek, dünya üzerindeki Harry Potter hayranlarının konuya hassasiyet göstereceklerini umduklarını söyledi.

Konuyu araştıran polis müfettişi Paul Jauncey ise şunları söyledi:

“Bu eşsiz parçayı satın alacak kişi, gerçek bir Harry Potter hayranı olacaktır. El yazmasını gören ya da satın alması teklif edilen kişilerin polis ile irtibata geçmesini istiyoruz.”

Rowling, Twitter üzerindeki yaklaşık 10 milyon takipçisi ile şunları paylaştı:

“Eğer bu eşya size teklif edilirse lütfen satın almayın. EnglishPen hayrına yapılan müzayedede, yazarların özgürlüğünü desteklemek için satın alınmıştı.”


Bankalara yatırım danışmalığı yapan, eserin 47 yaşındaki sahibi Birmingham’daki evinde konuştu.

“Büyük bir şok yaşadım ve bu duruma alışmam biraz zaman aldı. Steven Seagal ile Bangkok’a yaptığım bir iş ziyareti sırasında hırsızlık olayını öğrendim. Kız kardeşimden bir telefon aldım, hepsi bu. Sonrasında kasaların çalındığını öğrendim. Üç kasayı birden götürmüşler ve içlerinden birinde el yazması vardı. Gerçek hedefin Rowling’in eseri olup olmadığından emin değilim. Şanslı günlerindelermiş gibi görünüyor. Eşi benzeri olmayan bu eser, tamamen benim sorumluluğumdaydı.”

Son derece korkunç bir olay ve güvenli bir şekilde tekrar elime geçmesini umuyorum. Esas korkum ise hırsızların onun gerçekten ne olduğunu ve değerini bilmemeleri ihtimali. Artık bunca insan durumdan haberdar iken, satmaları ve alıcı bulmaları gerçekten çok zor.

El yazması ile birlikte bazı mücevherleri de çaldıkları için, eserin değerini anlamadan bir kenara atmalarından ve mücevherlere odaklanmalarından korkuyorum. Böyle eşsiz bir eser tamamen kaybolabilir.”

Sadece tek bir Harry Potter kitabı okuduğunu belirten Hira sözlerine şöyle devam etti:

“Asıl amacım elinde iyi fırsatlar bulunmayan insanlara yardım etmekti. Böylece verdiğim para daha güzel projelerin ortaya çıkması için kullanılabilirdi.”

O zamanlar müzayedede, bir pazarlığın ortasındaymış gibi hissettiğini söyledi.

Steven Seagal’ın temsilcileri ise gazetecilerin konu hakkında görüşme isteklerine henüz yanıt vermedi.

El yazması hikaye, Harry Potter’ın doğumundan üç yıl öncesine giderken, James Potter ve Harry’nin vaftiz babası Sirius Black’in gençliği ile ilgili bir kısmı anlatıyor.

Motosikletleri ile hız limitini aştıkları için peşlerine takılan iki muggle polisten, süpürgeleri ile kurtulmaları da hikayede anlatılan bölüm içerisinde.

El yazmasında bulunan hikaye, sonrasında matbaaya girmiş ve kitapçılarda neredeyse 10,000 kopya satmıştı.

2008 yılında Telegraph gazetesinin haberine göre, bahsi geçen hikaye bir gün içerisinde en hızlı ve en çok satan kısa öykü olarak tarihe geçmişti.

Eğer, el yazmasının nerede ve kimde olabileceği hakkında bir fikriniz varsa, lütfen West Midland Polis departmanı ile iletişime geçin. İngiltere biraz uzak kalırsa ve yerel emniyet teşkilatına ulaşmanız da zaman alırsa, Rowling’e bir tweet atarak yardımcı da olabilirsiniz.

Söz konusu çalınan öyküyü okumak için tıklayın!

İmkânsızı Başarmak: “Genç” James Potter’ı Sevmek Mümkün mü?

$
0
0

Pottermore, her ay hayranları kendi aralarında ikiye ayıran karakterleri savunmaya çalışacak. İşte ilk yazı da genç James Potter‘la ilgili. Hep birlikte James Potter’ın savunulacak yönlerine (ya da tam tersi mi demeliyiz?) bakalım! 

Harry Potter’ın babası Hogwarts’da zorba bir öğrenciydi. Ama belki de bu onun suçu değildi…

Asil, fedakar bir kahramana dönüşmesine rağmen, James Potter – kendi müstakbel eşinin ağzından çıkan söz – “kendini beğenmiş zorbanın teki” olarak başlamıştı okula.

Sınıfta sergilediği kötü davranışları yüzünden aldığı sayısız cezalar bir yana, genç James büyüye olan büyük yeteneğini doğrudan okul arkadaşları üzerinde memnuniyetle uygulardı. Bazen okul koridorunda rastgele bunu yapardı veya bir keresinde talihsiz Bertram Aubrey’in kafasını normalden iki katı boyutuna getirmişti.

James Potter’ın bu acımasız davranışlarından en uç noktası tabii ki de Severus Snape’e yaptığıydı. Bir S.B.D sınavı sonrası James yanında suç ortağı Sirius Black’le, savunmasız genç Snape’le karşılaşmış, onu yere itip ağzını pembe sabun baloncuklarıyla doldurmuştu, ardından onu havaya kaldırarak solgun yüzlü zayıf Slytherinli çocuğu kıkırdayan kalabalık öğrenci grubunun önünde elbiselerini çıkarmakla tehdit etmişti.

Lily Evans kalabalığın arasında bu kendini beğenmiş zorbaya karşı gelen tek öğrenciydi. Buna rağmen – ya da bunun yüzünden desek daha doğru olabilir – James çok geçmeden kızıl saçlı Muggle doğumlu büyüleyici cadıya aşık olmuştu.

Bu durum ise Snape için daha da katlanılmaz bir hal almıştı. Onun gibi Lily’den çocukluktan beri hoşlanan yağlı saçlı, soluk renkte sıska biri, bu ortaya çıkan yakışıklı, ukala Quidditch oyuncusuyla nasıl karşılaştırılabilirdi?

Doğrusunu isterseniz, öyle de oldu ve Snape, James’e içinde karşı öyle bir kin besledi ki bu kinini oğlu Harry üzerinde de devam ettirdi. Genç Harry, Snape’e acı çektiren kişiye bu kadar benzerken ve aynı zamanda gözleri annesi Lily’nin berrak ve güzel gözlerine çekmişken Snape’i kim suçlayabilirdi?

Bu da şu soruyu doğurmakta – James Potter neden böylesi korkunç bir zorbaydı? Böyle yeteneğe, dış görünüşe ve pek çok arkadaşa sahip olanlar kendilerinden daha azına sahip olanlara cömert olmaları gerekmez mi?

Ne yazık ki böyle bir durum nadiren gerçekleşiyor. Buradaki sebep belki de – bahane değil, bir sebep – James’in yetiştirilme tarzıdır. Euphemia ve Fleamont Potter James doğmadan önce bebekleri olması için yıllarca uğraştılar ve bunu gerçekleştiremediler. James doğduğunda ise çok daha yaşlı ve varlıklıydılar, böylece James maddi anlamda sıkıntı çekmeden, kardeşi olmamasının getirdiği özgürlükle, onun üzerine düşülen bir ortamda büyüdü.

Elbette bu olumsuz bir durum değil. Aksine sevgi, huzur ve bolluk her çocuğun yetiştirilmesinde kilit unsurlar olmalıdır. Ama bazen bir çocuk kısıtlamalar ve alçakgönüllülük duygusuyla yetişirse empati geliştirmeye daha yatkın olabiliyor. Belki de bu yüzden James’in üstünde “iyi bakılmış, hatta çok sevilmiş olmanın getirdiği o tarif edilemez hava var gibi görünüyordu” ki bu Snape’de apaçık bir şekilde eksik olan bir şeydi ve bu yüzden James bazen böylesi kötü tavırlar takınmıştı. Bu halleri ancak onun yakışıklı, havalı Sirius ve düşünceli, akıllı Remus’la oluşan arkadaşlıklarıyla düzelmeye başlamıştı.

Açık konuşmak gerekirse Snape, James’in yol açtığı sıkıntıların suçunun bir kısmını üstlenmeli. O ve James Hogwarts Ekspresi’nde karşılaştıkları ilk anda ağız dalaşına girdiler. Snape onun Gryfifndor masasında yer almadaki hevesli haline hafif küçümser bir tonla karşılık verdi: “Yani zeki olacağına kaslı olmayı tercih ediyorsan.”

En kötüsü de S.B.D. zamanı gerçekleşen olayın ardından, öfkeli ve küçük düşürülmüş Snape “küçük pis bir Bulanık” Lily’nin yardımına ihtiyacı olmadığını iddia etti. Bu durum da sevdiği tarafından hoş karşılanmadı ve beklenildiği gibi, Lily en sonunda kötü çocuk Potter’la birlikte oldu.

Ama o kadar da acımasız olmayalım. Genç James Potter pek çok iyi şey de yaptı. Yakın arkadaşı Remus Lupin’in kurt adam olduğu ortaya çıktığında, onu dışlamak şöyle dursun, kendisi Animagus olmayı öğrenme yolunda olağanüstü bir adım attı. Öğrencilik hayatının sonlarına doğru okul koridorlarında rastgele öğrencilere büyü yapmayı bıraktı ve sonrasında okul başkanı oldu. Bu haylaz halleri bile iyi bir şeyle sonuçlandı – en yakın arkadaşlarıyla birlikte oluşturduğu Çapulcu Haritası, Hogwarts öğrencilerinin gelecek kuşağı için kötüye karşı verilen savaşta çok değerli bir hazine haline geldi.

Hiç kimse mükemmel değildir. James Potter’ın kendi eşi bile en başta onunla çıkmaktansa Dev Mürekkep Balığı’nı tercih edeceğini iddia etmişti. Ancak en yakın arkadaşı olarak Sirius Black’in daha sonra söylediği gibi: “Birçok kişi on beş yaşında budaladır. Baban büyüyünce düzeldi.”

Siz bu savunmaya katılıyor musunuz? Görüşlerinizi bizimle paylaşmayı unutmayın! Gelecek ay Kreacher’ı savunma yazısında görüşmek üzere!

Harry Potter ve Kızıl Pelerin #10: Ölümcül Hata

$
0
0

* * *

önceki bölümleri okumadıysanız:

BÖLÜM 1: Karanlığın Şafağı

BÖLÜM 2: Arcanus Grines’in Adaleti

BÖLÜM 3: Seherbaz Adayları

BÖLÜM 4: Kaçakların Esrarı

BÖLÜM 5: Mezar Soyguncusu

BÖLÜM 6: Zindanlarda

BÖLÜM 7: Nigrum Mortem

BÖLÜM 8: Fedakar Bulunuyor

BÖLÜM 9: Ginny Sahnede

* * *

Holyhead Harpies’in kupada bir üst tura çıktığı maça sadece Ginny’nin muazzam kovalayıcı performansı değil, Harry’nin Jonathan Beresford ile yaşadığı tartışma da damgasını vurdu. Rita Skeeter olaya bir Burnuk’un cincüce yapımı kadim bir kral tacına sarılması gibi yaklaştı ve gündemden düşmemesi için de elinden geleni yaptı. Gelecek Postası yoğun ilgi sebebiyle o hafta her gün çift baskı yapınca Harry yine Grimmauld Meydanı On İki Numara’ya gelen mektup ve çığırtkanlarla uğraşmak zorunda kaldı. Neyse ki Ron ve Hermione aralarında bu konuyu konuşmamak üzere sessiz bir anlaşmaya varmış gibiydi; dışarıda kıyamet kopar büyücü dünyası Gelecek Postası magazin servisinin haberleriyle çalkalanırken en azından yalnız oldukları anlarda Quidditch maçındaki olaylar hiç gündeme gelmiyor gibiydi. Ta ki Noele bir hafta kala, yani 17 Aralık’a dek.

Ron ile Hermione, Noel tatilini Weasley ve Granger ailelerinin kaynaşması için iyi bir fırsat olarak görmüşlerdi; Kovuk’ta ilk defa bir muggle ailesi ağırlanacaktı. Bu yüzden haklı olarak aileden saydıkları Harry’yi de aralarında görmek istediler. Ancak Harry, o geceyi Kovukta geçirmeyi kesin bir dilde reddetti. Bunun en önemli sebebi Ginny ile karşılaşmak istememesiydi, zaten Quidditch maçında yaşanan olanlardan dolayı kendini Weasley ailesine karşı hala mahcup hissediyordu. Günlerce süren ikna çabalarına rağmen bu kararından geri adım atmadı. Bu arada kararını vermişti vermesine ama Kreacher onlara karşı daha önce hiç olmadığı kadar sempatik davransa da Harry ev cini ile baş başa Noel kutlamayı pek de iple çekiyor sayılmazdı.

Öte yandan yaşanan gerginlik iyi bir sonuç da verdi; Harry artık mesleğine daha fazla odaklanmaya başladı. Ginny ile arasında geçenler sık sık kafasını meşgul etse de kendisini seherbaz cüppesi içinde hayal etmek işine tekrar dört elle sarılmasını ve çalışmak için motive olmasını sağlıyordu. Bu yüzden Ron’un ve Hermione’nin desteğiyle daha iyi olmak için var gücüyle çalışmaya başladı.

Bu süreçte tek başlarına mücadele etmediler. Harry’ye ve Ron’a yardım etme konusunda fikrini değiştirmiş görünen Arcanus Grines onlara iyi bir Hayalbozan Büyüsü yapmanın inceliklerini gösterdi. Harry onunla çalışırken, her ne kadar kişisel olarak sorunlar yaşasa da Grines’in eşsiz bir taktisyen olduğunu fark etti. Değişen durum ve şartlara göre anında farklı bir yol belirliyor, kendisini her defasında başarıyla yenileyebiliyordu. Bu da onu müthiş bir partner ve korkutucu bir düşman yapıyordu. Gawain Robards görünüşünün aksine çok iyi bir düellocuydu ve Karanlık Sanatlara Karşı Savunma konusunda sonsuz bilgi ve deneyimi vardı. Özellikle Ron’un kalkan Büyüsünü mükemmelleştirmesinde çok büyük bir rol oynadı. Yakın dövüşte adeta etrafına bir duvar örüyordu. Ama Harry’nin o hafta öğrendiği en etkileyici şey Grines’in hayalet büyüsüydü.

Hayalet Büyüsü sözsüz bir büyüydü, Grines büyülü sözleri aklından geçirip asasını savurduğunda sanki görünmez merdivenlere tırmanır gibi birer saniyelik kesitlerle yer değiştiriyor, düşmanının zihni muffiliato büyüsünü andıran fısıltılarla uğraşırken onun zayıf noktalarını belirleyip öldürücü vuruşu yapıyordu. Grines bu büyüyü çok kısa süreyle gösterdi, çok ileri düzey bir büyü olduğunu ve ustalaşmak için yıllar istediğini ısrarla tekrarladı. İşler, Kingsley Seherbazlık sınavının tarihini ilan ettiğinde onlar için daha da ciddi bir hal aldı. Harry ile Ron 14 Mart’ta yazılı, 15 Mart’ta ise uygulamalı sınavlarına girecek ve eğer başarılı olurlarsa resmi olarak Seherbaz ünvanına kavuşacaklardı.

Sınav tarihi belli olmuştu olmasına da adaylar, içerik ve sınav tekniği konusunda kendilerini büyük bir belirsizliğin ortasında buldular. Harry Hogwarts’taki beşinci yılında Alastor Moody, Remus Lupin ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı’nın üyesi başka büyücülerle beraber onu Grimmauld Meydanı’na götürmek için Privet Drive’a gelen Tonks’tan sınavın içeriğini kısmen öğrenmişti; hatta Tonks, bir animagus olduğu için Saklanma ve Biçim Değiştirme’den iyi notlar aldığını söylemişti. Öte yandan iflah olmaz bir sakar olduğundan, Gizlilik ve İz Sürme’den neredeyse kalıyordu anlattığına göre. Bakanlıkta Mr Weasley’in samimi dostlarından biri olan Seherbaz Williamson, sınavda Taarruz ve Savunma büyülerinin değerlendirildiğini söylemişti. Bu durumda yazılı sınav konusunda Harry’nin aklına ilk gelen şey Hogwarts’taki SBD’lere benzeyeceği oldu. Uygulama için de eğer bir jüri önünde istenen büyüleri yapmaları istenecekse iş neredeyse çantada keklik sayılırdı.

Ron ise bu konuda onunla pek aynı fikirde değildi, “Senin için söylemesi kolay tabi, Karanlık Sanatlara Karşı Savunma’dan Olağanüstü almıştın. Umarım sınavdan Beklenenin Üzerinde ya da Uygun almam Kingsley için yeterli olur.”

Harry Ron’un kendisiyle ilgili iyimser  varsayımına itiraz etti, “Benim de yapamadığım pek çok şey var. Bir kere Cisimlenmekten nefret ediyorum, gizlilik konusunda da Görünmezlik Pelerini daima işimi gördü. İş büyüyle gizlenmeye geldiğinde ne yapabileceğimizi notlayacaklar.”

Onların sınav konusunda debelenmesini günlerce izleyen Gawain Robards, sonunda “Seherbazlık çok ciddi, yorucu ve zor bir meslektir. Bu yüzden de Büroya birilerini kabul ederken ince eler sık dokuruz. Sınav hakkında daha fazla şey öğrenmeye çalışmayın, herkes bozulmaz yemin ile bağlı, size bu yüzden bilgi vermiyor kimse,” açıklamasını yapınca işin rengi değişti, soru sormayı istemeye istemeye bırakmak zorunda kaldılar.

* * *

21 Aralık’ta Bakanlık istihbarat büyücüleri beklenmedik haberlerle geldiler. Mağara görevi, Ginny ile aralarında geçenler, Seherbazlık Sınavı derken Harry’nin aklından tamamen çıkmış olan kaçak ölüm yiyenler Rodolphus Lestrange ile Nott, Norwich yakınlarında görülmüştü. Bu durum Bakanlıkta ve büyücü toplumunda büyük bir şok yaratmıştı, çünkü İrlanda’ya kaçtıkları ve bir daha asla İngiltere’ye dönmeyecekleri düşünülüyordu. Ama onlar beklenenin aksine geri dönerek büyük bir gizlilik içinde ülkenin yarısını kat etmişlerdi.

Kingsley, İstihbarat Büyücüsü ile olan görüşmesini düşünselini kullanarak Harry ve Ron ile paylaştı. Yüzünü tamamen kapayan bir peçenin ardından fısıltıyla konuşan bir büyücü, Kingsley dışında kimseye güvenmiyor olacak, görüşmelerinde takma ad kullanıyor ve bizzat Bakan dışında kimsenin sorularına cevap vermiyordu.

Bahsi geçen anıda Kingsley’e şunları söylemişti.

“İrlanda’nın güneydoğusunda, Wexford’da ıssız bir deniz feneri var. Hook adındaki bu fener yakın bir geçmişe kadar muggle’ların ziyaret etmeyi çok sevdiği bir yerdi. Ancak birkaç hafta önce feneri hayaletlerin sardığına dair dedikodular dolaşmaya başladı, üstüne bir muggle çocuk kaybolunca tekinsiz olduğuna dair bir kanıya varıldı, el ayak çekildi. Biz kaçakların buradan yola çıktığını, Lynmouth’tan İngiltere’ye giriş yaptığını düşünüyoruz. Tamamen ağaçlarla kaplı yemyeşil bir doğa parkı, gizlenmeye uygun bir yer. Bristol, Coventry, Peterbrough hattını izleyerek Norwich’e geçtiklerini düşünmek için geçerli sebeplerimiz var. Bu hat üzerinde açıklanamayan bazı olaylar yaşanmış; hayaletli meskenler, yiyecek hırsızlığı, kafası karışmış, anıları değiştirilmiş muggle’lar söz konusu. Hepsini teker teker sorguya çektik. Ancak Norwich kırsalından sonra izler açıklanamaz bir şekilde kayboluyor, saar onki hiç vlmamışlar gibi. Yine de bazı muggle’lar bize anlaşılır eşgal vermeyi başardılar. Özetle kesinlikle İngiltere’nin doğusunda olduklarını söyleyebiliriz.”

Büyücünün gidişinden sonra Kingsley, yanına gelen Grines’e olanları anlatıp, düşünceli dşünceli, “Hakkını vermem gerek Arcanus, bir kez daha kuşkuların doğru çıktı,” diyordu.

Grines kaşlarını çatarak, “Bölgeyi karış karış aramalıyız. Gelecek Postası’yla irtibata geçerek koyduğumuz ödülü bir hatırlatalım: Tam sayfa bir ilan geçelim. Ayrıca Londra’da da gizlenebilecekleri yerleri kontrol altına almalı, buralarda kuş uçurtmamalıyız. Aklıma ilk gelen  Borgin & Burkes, Malfoy Malikanesi, Nott’un zaman döndürücüsünü bulduğumuz mesken ve Grimmauld Meydanı. Bir de Azkaban tabi.”

Kingsley merakla, “Neden Azkaban’a dönmek isteyeceklerini düşündün?” diye sordu.

Yanıt anlamlıydı, “Eski kadroyu yeniden toplamak isteyebilirler. Artık Ruh Emiciler yok ama Cornelius Fudge’ın hatasına düşüp toplu bir firara göz yumamayız. Ayrıca önemli konumdaki birilerini rehin alma ihtimaline karşı el broşürü bastırarak herkesi dikkatli olmaya davet edelim.”

Ron bu yeni durumdan ve yürürlüğe giren katı prosedürlerden pek de memnun olmadı, Bakanlığa girişte dördüncü defa aranır, Argus Filch’inkini çok andıran bir sırsezici ile sertçe dürtülürken yüzünü buruşturarak, “Eh, şimdi yandık. Annem gelip misafir odasına yerleşmek isteyecek,” yorumunu yaptı. Ama Mrs Weasley Grimmauld Meydanına yerleşmekten ziyade üçlünün eve dönmesi konusunda baskı yaptı; ancak daha sıkı korunacakları konusunda garanti verilince yelkenleri suya indirdi. Harry, Ron ve Hermione artık gerçekten de Dedalus ve Hestia olmadan hiçbir yere kımıldayamıyorlardı. Bu önlemlerin dışında, Grines ve Kingsley’in de desteğiyle Grimmauld Meydanı On İki Numara’ya ekstra koruma büyüleri yapıldı. Davetsiz bir misafir odalarına girerse, Harry,  Ron ve Hermione’nin cep sinsioskopu fıldır fıldır dönüp onları uyaracaktı. Bu yüzden Kreacher herkes uyurken ve onlar evde yokken nereye girip çıktığına dikkat etmesi konusunda uyarıldı.

* * *

Harry Quidditch maçından sonra Mr Weasley ile ilk defa Noel’den bir gün önce karşılaştı. Öğleden sonra Ron ile beraber Atrium’da yürürken Mr Weasley de kaçırdığı öğle yemeğini telafi edebilmek için Chef Wizard’a doğru koşturuyordu. Harry gergindi ama Mr Weasley onunla konuşurken sesinde hiç soğukluk hissedilmiyordu; tam aksine aralarındaki iletişim maçtaki olay hiç yaşanmamış gibi sıcak ve candandı. Harry yine de uzun yıllardır tanıdığı Mr Weasley’in eskiye nazaran keyifsiz olduğunu fark etti. Ron da onunla aynı fikirde olsa gerek, sebebini sordu ve pek beklemedikleri bir cevap aldılar.

“Açıkçası bugünlerde George için endişeleniyorum. Geçen gün Verity uğradı, Weasley Büyücü Şakaları’nda işler pek iyi gitmiyormuş. Dükkana hiç uğramadığını, uğradığında da işlerle ilgilenmediğini söyledi. Kovuk’a da haftalardır uğramadı desem yeridir. Molly ile çözüm bulmaya çalışıyoruz ama sizin desteğinize de hayır diyemem doğrusu… Noel’i beraber geçirirsek belki durumu biraz olsun düzeltebiliriz.”

Ron bu sözlere şaşırdı, “Daha Ağustosta işlerin çok iyi olduğunu ve Hogsmeade Şubesi için birini aradığını söylemişti,” dedi.

Mr Weasley dudak büktü, “Belli ki işin rengi değişmiş…”

Harry kendisini suçlu hissettiğinden Weasley ailesine ufak da olsa yardım etme fırsatı eline geçtiği için sevinmişti, sakin bir şekilde, memnuniyetle yanıtladı: “Tabi Mr Weasley, bugün mutlaka uğrayıp konuşuruz.”

Bu diyaloğu Hermione’ye aktardıklarında beklentilerinin aksine pek de şaşırmış görünmedi, “Eh, Kovuk’ta son karşılaştığımızda da iyi görünmüyordu, öyle değil mi? Bir uğrayalım. Bu arada Harry, Noeli Kovukta bizimle geçirmeme konusundaki çocukça inadını sürdürecek misin?”

Harry asabi bir ses tonuyla, “Bunun inatla falan alakası yok. Ginny ile aramızdakiler bitti, ben de üzerine set çekmek istiyorum, bunu artık kabullen Hermione,” diyerek kestirip attı.

Hermione sabırla, tane tane, “Bunun doğru olmadığını sen de biliyorsun. Ginny o sözleri anlık sinirle söyledi. Konuşarak halledemeyeceğiniz bir sorun yok aranızda. Sen buna cevap ver asıl: Ginny’yi seviyor musun, sevmiyor musun?”

Harry bu soruyu beklemiyordu, bekliyor olsa dahi Hermione ile bu konuyu tartışacak değildi, zaten o anda bunu yanıtlamak da zordu. Bu yüzden soruyu geçiştirdi.

Bir yandan da içine kurt düşmüştü bir kere. Seviyor muydu sahiden? Hogwarts’taki altıncı yılında Ginny Dean ile çıktığında, Bill ile Fleur’ün düğününde Victor Krum Ginny’nin bir sevgilisi olup olmadığını sorduğunda ne kadar kıskandığını hatırladı. Aynı duruma yine düşse yine kıskanacağını biliyordu. Bunu tekrar kaldırabilir miydi? Belki kaldırırdı belki kaldıramazdı. Ginny’yi Quidditch sahasında gördüğünde heyecanlanmıştı, gururlanmıştı. Ama Ginny onu anlamıyordu, bu kesindi. Harry’yi olduğu gibi bir türlü kabul edemiyor, kendi istek, hırs ve ihtiyaçlarını önde tutuyordu. Bu düşüncelerinin içindeki sevgiyi körelttiğini acı acı fark etti. Ginny’yi eskisi kadar olmasa da seviyordu, ama onunla olmak istemiyor, onun yanında kendini tam hissetmiyordu. Özellikle bu aralar onunla olmak iyi gelmiyordu ki bu hissettikleri arasında en kesin olan şeydi.

Bu düşüncelerle, Hermione ve Ron’la Bakanlığın girişindeki şöminelere doğru yürüdü. Sanki kafasında önemli bir eşiği aşmış, rahatlamış gibi hissetti. Bu da o an en çok ihtiyaç duyduğu şeydi

* * *

George Weasley’in Ağustos ayında söylediği şeyler arasında en azından bir tanesinin doğru olduğu anlaşıldı: Diagon Yolu gerçekten de eski havasına kavuşmuştu. Çatlak Kazan’ın neredeyse tüm odalarının ışıkları yanıyordu ve önünde kalabalık bir büyücü grubu hararetli bir sohbetin ortasındaydı. Hep beraber kalabalığı yarıp barın içinden geçerek arka taraftaki küçük avluya çıktılar. Diagon Yolu’na açılan duvarın önüne geldiklerinde Hermione asasını uzattı ve tuğlalardan birine dokundu. Duvar açılarak bir kemere dönüştü ve siyah lambaların aydınlattığı tanıdık, kaldırım taşlarıyla döşeli cadde önlerinde belirdi.

Kuzey sırasında üçüncü bina olan Kaliteli Quiddich Malzemeleri yine her zamanki gibi ışıl ışıldı. Ron ile Harry, yılların alışkanlığıyla yine vitrine yaklaşıp yeni ne var ne yok kontrol ettiler ve bu yüzden Hermione’nin tepkisini çektiler. Ama bu tepkinin pek hedefine ulaştığı söylenemezdi, çünkü ikisinin de gözü vitrinin tam ortasında duran sanat eserinin üzerinde sabitlenmişti: Etiketinde Ejder Nefesi yazan bir sanat eserinin üzerinde…

Ateşoku’nun bir üst modeli olan Ejder Nefesi, maksimum hıza ulaştığında arkasında alevlerden bir iz bırakıyordu, zaten içten patlamalı mekanizması sayesinde yüz kilometre hıza Ateşoku’yla kıyaslandığında üç saniye daha çabuk ulaşıyordu. Hava durumu sensörüne sahipti; yağış yaklaştığında binicisini uyarıyor, ona daha konforlu bir sürüş sağlıyordu. Yastıklama sisteminin süpürge ilminin en yeni bulgularına göre optimize edilmiş olması da cabasıydı. Fren sistemi de iyileştirilmişti ve önüne bir engel çıktığında otomatik fren devreye girerek çarpışmayı önlüyor, aynı zamanda Büyücüyü korumak için kalkan büyüsünü kendiliğinden devreye sokuyordu. Ron ile Harry süpürgenin çelik alaşımla desteklenmiş gövdesini mest olmuş bir yüz ifadesiyle incelediler, sonra fiyat etiketini okudular ve yüzlerindeki ifade yerini şoka bıraktı. Ejder Nefesi’yle uçabilmek için ufak çaplı bir serveti gözden çıkarmak gerekiyordu.

Ron sırıtarak elini ceplerine attı ve astarını dışarı sarkıtıp dökülen birkaç Galleonu avucunda topladı, “Eh süpürgeyi değilse bile en azından yıpranmış birkaç telini alabiliyorum. Bakanlık için iki, üç yıl daha çalışır akşamları parşömen çiğnersem gövdesini almam için hiçbir engel yok.” Harry de bu sözlere onunla beraber tasasızca güldü. Sonra da beraber ileride onları bekleyen Hermione’ye doğru yürüdüler.

Flourish ve Blotts’un ışıklı vitrinine sıra sıra dergi ve kitaplar dizilmişti. Büyücü Klası’nın dışında muggle bir genç kız ile ile Büyücünün umutsuz aşkını konu alan, 1998’in en popüler kitabı Aşkım, Asam ve Sen’in yirmi kadar kopyası vitrinde parıldıyordu. Kapağında büyücü, genç kıza asasından çıkan çiçekleri uzatmıştı. Dükkânın hemen önüne de beş katlı seyyar raflar yerleştirilmiş, raflara da hareketli kartpostallar dizilmişti. Hermione dalgın dalgın bu kartpostalları incelerken Harry ile Ron’un arkasından yaklaştığını fark etmeyince korkuyla yerinden sıçradı; elinde güneşli bir Londra sabahında parkta frizbi oynayan bir Korgi’nin dönüp durduğu kart yere uçuverdi. Onu yerden alırken suçlu suçlu “Beni korkuttunuz,” dedi.

Ron Hermione’nin bu tavrı üzerine gözlerini kısarak, “Kimin için bakayım o kart?” diye sordu. Hermione sahte görünen, umursamaz bir tavırla, sessizce “Hiç kimse,” diye yanıtladı.

Ron acımasızca, “Hiç kimseye selam söyle, Bulgaristan’da havaların nasıl olduğunu da sor, Mutlu Noeller dilediğimi de ilet…” dedi.

Hermione kıpkırmızı oldu, Harry onun bu haline gülmeden edemedi.

Hermione kendisine surat yapan Ron’a kekeleyerek bir şeyler anlatırken hep beraber Madam Malkin’in dükkanının önünden geçtiler. Gringotts’un önündeki güvenlik ifritleriyle göz göze gelmemeye çalıştılar; Gelecek Postası Genel Merkezi’nin ışıkları göründüğünde Ron asasını kaldırdı: “Ne dersin? Rita Skeeter içerde midir? Onu buradan bile lanetleyebiliriz.”

Harry kızgın bir ifadeyle, “Bence elbisesinin içine burnuk atalım…”

Hermione araya girdi, “Yapamazsınız, artık Bakanlık’ta çalışıyorsunuz, en ufak bir adli suçta atılırsınız. Onun yerine Mr Ollivander’a bir uğrayıp merhaba diyelim mi? Ne dersiniz?”

Harry isteksizce, “George ile konuştuktan sonra uğrarız,” dedi ve asa dükkanını da pas geçerek Weasley Büyücü Şakaları’na ulaştılar.

Geçmişte aydınlatma büyüsüyle göz kamaştıran Weasley Büstü arızalıydı ve dükkana neredeyse terk edilmiş bir hava veriyordu. Bir zamanlar havai fişek gibi dikkat çeken parlak vitrinden de pek eser kalmamıştı. Soldaki raflar yarı yarıya boştu. Kalan ürünler ise tozluydu, sadece birkaç şenlik fişeği cansız cansız havada dolanıp kafa üstü yere çakılıyordu. Sağ tarafta hayli hırpalanmış, cansızca açılıp kapanırken akortsuz, düzensiz sesler çıkaran dev bir akordeon, birkaç tozlu iksir ve kutusundan çıkıp yere dağılmış birkaç hileli asa vardı.

Endişeleri, gördükleriyle beraber artarken içeri girdiler. Dükkânda tek tük müşteri vardı; üzerinde mor kırmızı bir çalışan cübbesiyle, kısa sarı saçlı, genç bir cadı olan Verity, okul çağında genç bir cadıya cansız bir ifadeyle bir şeyler anlatıyordu. İçeride de rafların yarısı boştu. Dükkan ilgisizlikten kırılıyor gibiydi. Adam asmaca oyun setindeki minik tahta adam darağacına ulaşamadan kafa üstü düşüp kalıyordu. İmla denetimli kalemler, sanki şahin saldırısına uğrayan güvercin tüyleri gibi etrafa saçılmıştı. Şaka kazanlarının üzerinde bir parmak toz vardı. Aşk ikseirleri bulundukları raflarda o kadar uzun süre beklemişti ki, bilşenlerine ayrılmış, altı hardal rengi, üstü sarı olmak üzere iki katmana bölünmüştü. Pigme Pofidikler kafeslerinin dibinde karınlarını ovuşturarak tembel tembel yatıyorlardı. Etraflarındaki hareketsizlik sanki onlara da sirayet etmişti. Önlerindeki fiyat etiketinde 5 Galleon, 3 galleon ve 2 Galleon’un üzeri çizilmiş ve fiyatları 15 Sickle 20 Knut’a kadar düşmüştü.

Verity müşteriyle konuşmasını bitirmişti, Harry, Ron ve Hermione’yi görünce gözleri parladı, hemen koşarak yanlarına geldi, sıcakkanlı bir “Merhaba…” dedi.

Ron, “Merhaba Verity. Buraya ne oldu böyle?” diye sordu merakla.

Verity keyifsizce, “İşler çok iyi gitmiyor, çoğu müşterinin talep ettiği ürünler bitti; olanların bir kısmı da zarar gördü ya da bozuldu. Bu yüzden beklediğimizin yarısı kadar bile satış yapamıyor, genelde günü zararla kapıyoruz.”

Harry araya girdi: “Niye ki? George Ağustosta işlerin çok iyi olduğunu söylemişti.”

Verity kaşını kaldırarak, “Aslında Mayıstan beri hiçbir şey çok iyi değil. Bay Weasley kardeşini-yani kardeşinizi- kaybettikten sonra hiç kendine gelemedi desem yeridir. İlk başlarda Weasley Büyücü Şakaları’nda yüzünden düşen bin parçayken, etrafa iyiymiş gibi görüntü verdiğini ve şakalar yaptığını fark ediyordum. O zamanlar dükkanla ilgileniyordu, buluşlar ve yeni fikirlerle geliyordu. Eski performansına yakın bir-iki ürün çıkarmayı da başardı. Ama sonra nedense her şeyi boş verdi. Tüm zamanını yukarıda, tavan arasında geçirmeye başladı. Yeni ürünler üzerinde çalışmıyor; bazı günler onu görmeye gittiğimde, aşağıda yoğunluk olduğunda dahi onu oturduğu yerde duvarı seyreder halde buluyorum.”

Harry, Ron ve Hermione üzüntüyle birbirlerine baktılar.

Ron, “Onu şu anda nerede bulabiliriz?” diye sordu.

Verity, “Bugün hiç aşağı inmedi, hala üst katta…” dedi kederle.

Ron, Hermione ve Harry aceleyle üst kata çıktılar ve aşağı yukarı bekledikleri bir sahneyle karşılaştılar: Ortalık darma dağınıktı. Çamaşırlar etrafa saçılmıştı, yemek artıkları lavabodan taşıyordu. Oda sanki günlerdir havalandırılmamış gibiydi. George Weasley kahverengi mor desenli ayakkabılarını çıkarmıştı, sağ ayak başparmağı çorabındaki delikten fırlamıştı. Buruşuk mor takımıyla radyonun karşısında oturmuş, Harry’nin ayırt edebildiği kadarıyla Büyücü Telsiz Ağını açmış, Puddlemere United – Holyhead Harpies Quidditch kupası maçının banttan tekrarını dinliyordu. Hoş, pek dinlediği de söylenemezdi, maç oynanırken az önce Verity’nin söylediği gibi duvara bakıyordu. Baktığı yerde Weasley ikizlerinin bir zamanlar vitrine asmış oldukları bir poster vardı. İkisinin de elleri Weasley Büyücü Şakalarının ürünleriyle silme doluydu ve tepelerinden düşmekte olan BÜYÜK İNDİRİM yazısının harflerinden kafalarını korumaya çalışıyorlardı. Harry oturduğu koltuğun hemen yanındaki masanın üzerinde büyük bir kısmı boşalmış bir ateş viskisi şişesi gördü.

George Weasley ziyaretçisi olduğunu fark etti ve alkolün etkisiyle dağılmış bir ses tonuyla “Heeey, hoş geldiniz,” diye bağırdı. “Buyrun… Buyrun… Evimdeymiş gibi davranın.”

Nefesi buram buram ateş viskisi kokuyordu. Hemen çer çöpün arasından üç tane tabure bulup buluşturdu ve eliyle üstün körü temizledi. Harry taburelerin birini yerinden kaldırdığında el büyüklüğünde bir örümceğin çamaşır yığınına doğru panikle kaçtığını fark ettiyse de Ron’un bu durumu fark etmediğini görünce hiç bozuntuya vermedi.

“Sizi buraya hangi münasebetsiz rüzgar attı, anlatın bakalım…”

Hermione üstünde gri, büyük bir leke görünen taburesine bir an kaşlarını kaldırarak baktı, sonra her ne düşünüyorsa boş verip oturdu, “Seni görmeye geldik, George… Kovuk’a hiç uğramıyormuşsun. Mr ve Mrs Weasley senin için endişeleniyor.” Gözleri odayı şöyle bir taradı, “Görünüşe göre haklılar da.”

“Kendini fena salmışsın, abi,” diye ekledi Ron.

George acı bir gülümsemeyle, “Haklısın, beni reddedişinin acısını atlatmaya çalışıyorum küçük kardeşim. Malumun insan her gün İnferiuslar tarafından neredeyse balık yemi yapılacak küçük kardeşi tarafından reddedilmiyor.”

Ron öfkesini zorlukla dizginleyerek, “Balıklara yem falan olmuyordum, bunun konuyla ne ilgisi var ki şimdi?”

George umursamaz görünen bir tavırla, “Son derece talihsiz bir an bana akıl veriyorsun gibi hissettim de… Neyse ki hemen geçti,” dedi. “Ee Noelde ne planlıyorsunuz? Hermione ev cinleriyle mi geçireceksin? Ron, Newcastle’da çok ferah bir mağara biliyorum, eminim gitmek için ölüyorsundur. Harry bir maçı daha berbat etmek istiyorsan bunu unut, yarın Quidditch ligi tatil.”

Hermione ona dik dik bakıp, “Aslında George, Noel’i Kovuk’ta geçireceğiz. Weasley ve Granger aileleri bir arada olacak. Harry de ge… (Harry ona dik dik baktı) – neyse- Senin de geleceğini umuyoruz.”

George kaşlarını kaldırdı, “Eh, babamı biraz tanıyorsam bütün gece diş dolgusunun ne kadar dahiyane bir buluş olduğunu, lokal anestezinin mantığını tartışmasını izlemek müthiş olurdu Hermione, ama maalesef feci önemli işlerim var.”

Ron kızgınlıkla, “Puddlemere United – Holyhead Harpies maçının tekrarını banttan dinlemek gibi mi?”

Tam o sırada radyodan sevinç çığlığı yükseldi, Puddlemere Layton ile sayı bulmuştu.

George esneyerek, “Belki bu defa Puddlemere kazanır diye tekrar dinliyorum. Ha, bir de Harry’nin kavga çıkardığı yer çok eğlenceli… Quidditch Lig Kupası kurulduğu tarihten beri hiç bu kadar keyifli olmamıştı.”

Hermione anlayışla, “George, umursamaz görünmen, umursamadığın anlamına gelmiyor. Hep beraber olmak sana da iyi gelebilir…”

George düşünceli düşünceli, “Kalabalığa alerjim var,” dedi. Sonra bir an ciddileşerek, “Sorun sizde değil, yanlış anlamayın, sadece…” Duraksadı ve çok basit bir şeyi budalanın birine izah eder gibi tane tane, “Artık bana hiçbir şey o kadar eğlenceli gelmiyor,” dedi. “Umrumda değil yani.” Ellerini iki yanına açtı, yapacak bir şey yok der gibi.

George’un ses tonundaki samimi hava odanın sessizliğe gömülmesine sebep oldu. Ron’un kızgın yüz hatları yumuşadı, Harry rahatsızca başını önüne eğdi.

Sessizliği Hermione bozdu, “George, bunun üstesinden tek başına gelmek zorunda değilsin. Herkes senin için endişeleniyor. Bize biraz şans versen…”

George onun sözünü tamamladı, “Fırsat bu fırsat içimi daha da karartırdınız… Ron, suratındaki o can çekişen ifadeyi silebilir misin? Verity sana göz yaşartan, yanak nemlendiren nugattan mı verdi? Yardıma ihtiyacım yok ve hayır Kovuk’a gelmiyorum, annemin ölüm döşeğindeymişim gibi davranacağını düşününce, evet gerekirse Büyücü Yetenek Yarışmasının sekizinci tekrarını dinlerim daha iyi.”

Ron ayağa kalktı, şaşkın bakışlar arasında kararlı adımlarla yürüyerek George’un karşısına dikildi. George’un gözleri şaşkınlıkla açıldı. Ron ona bakıp, “Bak George, bugüne dek daima Fred ile çok iyi bir ikili oldunuz. İşin aslı ikinizin arasındaki bağı hep kıskandım. Ne de olsa sen benim ağabeyimsin. Bu gece bizim için çok önemli, gelmek istersen… Şey… Çok memnun oluruz…”

George renk vermedi ve gözünü radyoya dikti. Şimdilik ondan bir cevap alamayaklarını anlayıp oturdukları tabureden kalktılar. Hep beraber merdivenlere doğru yürüdüler. Sessizliği bozan George Weasley oldu:

“Gelirim, ama anca…”

Kafalar öne sürdüğü şartı dinlemek için beklentiyle ona doğru döndü.

“Deniz halkı ağaca çıktığında…” diye tamamladı sözlerini. George’un yüzü çok ciddiydi, onlara kısa bir süre bakıp yüzünü yine duvara döndü.

Belli ki bu savaş kolay kazanılamayacaktı. Hermione gözünü devirdi, Ron boynunu eğdi ve ağabeyine mutlu noeller diledi, sonra da merdivenlerden aşağı indiler.

* * *

Ron ile Hermione Kovuk’a erken gideceği için Noel sabahı saat sekizde ayaktaydılar. Anlaşılan Mrs Weasley, aynen Fleur ile Bill’in düğün haftasında olduğu gibi histerik bir hale bürünmüş, tüm aileyi teyakkuza geçirmişti. Weasley Büyücü Şakaları’ndan dönerken Hermione ile Ron’un arasında geçen bir konuşmaya kulak misafiri olan Harry, onun Ginny’yi Hogwarts ekspresinden çıkar çıkmaz ev cini gibi çalıştırmaya başlattığını öğrendi. Daha fazlasını duyamadı çünkü ikisi Harry’nin onları duyduğunu anladıkları anda Ginny konusunu kapadılar.

Hediye verme faslında keyifleri yerindeydi. Ron, Harry’nin ona verdiği kızıl yaldızlı hediye paketini sıyırdığında içinden sırtında adının yazılı olduğu bir Chudley Cannons forması çıktı. Hermione ise adının baş harflerini taşıyan ejder derisi bir cüzdan almıştı. Hermione Ron’un aldığı yeni Tez Tekrar Tüyü ile Harry’den gelen Barry Egerton’un Modern Çağ Büyücülerinin Karanlık Tarihi: Asa’nın Kanlı İzi isimli eserini coşkuyla çantasına yerleştirdi. (Ne zamandır On Dokuzuncu Yüz Yıl İngiltere’sinin tarihsel gerçeklerini anlatan bir kitap istiyordum!) Harry ise Ron’dan gelen cep düşman aynasını memnuniyetle karşıladı. Aynayı açar açmaz, üzerinde kendisine sinsi sinsi bakan Jonathan Beresford’un yüzü belirdi. Harry’nin gözleri nefretle kısıldı. Kapatıp Hermione’un Bakanlık’taki masasına koyması için aldığı, snitch şeklinde altın kalemliğin yanına koydu.

Hermione Kovuk’a cisimlenmeden hemen önce Harry ile şansını son bir kere daha denedi. Tabi ki başarısız oldu ve evden biraz da küskün bir şekilde ayrıldı. Ron onun aksine elini Harry’nin omzuna anlayışlı bir şekilde vurdu ve karşılıklı olarak Mutlu Noeller dilediler.

Harry sonunda Kreacher ile yalnız kalmıştı. Ev bir anda sessizleşmiş, kederli, kasvetli bir hal almıştı. Kreacher’ın yaptığı Noel süslemeleri dahi havayı değiştiremiyordu. Harry bir süre kitap okumayı denedi ancak dikkatini bir türlü odaklayamıyordu. Kalkıp evde dolaştı ancak bunun da pek faydası olmadı. Bir süre kestirmeyi düşündü ama pek uykusu da yoktu.

Sonunda oturup Hagrid’e bir mektup yazmaya karar verdi, boş parşömen ve tüy kalemle masasına oturduğunda aklına yazacak pek bir şey gelmedi. Zaten ne anlatacaktı ki? Sevgili Hagrid, nasılsın? Görüşmeyeli Ginny’nin ilk resmi Quidditch maçında rezalet çıkardım ve bir Hogwarts öğrencisini yumrukladım. Umarım iyisindir. Kederle gülümsedi ve tüy kalemi gerisin geri aldığı yere bıraktı. Kovuk’a gidip Ron ile Hermione’ye sürpriz yapmayı dahi düşündü, ama bu fikri kendi içinde değerlendirdiğinde mantığının kabul etmesi için can sıkıntısından çok daha fazlası gerekliydi. Hermione neyse de yanında Ron olmadığında cidden büyük bir boşluk hissediyordu. O anda George Weasley’i çok iyi anladı; çünkü Puddlemere United – Holyhead Harpies maçının tekrarını dahi izlemek cazip hale gelmişti. Sonunda Bakanlığa giderek Seherbazlık Sınavına hazırlanmaya karar verdi. Belki Kütüphanede olmak bu konudaki motivasyonunu artırırdı. Bir şekilde öğleni etmişti en azından, cüppesinin düğmelerini iliklerken Kreacher’a akşam yediye doğru geleceğini söyledi. Kreacher boynunda Regulus Black’in cep saati sallanırken keyifle konuştu, “Kreacher Harry Potter’a harika bir Noel yemeği hazırlıyor, Harry Potter için Giffords’taki ev cinlerinden pembe şarap ödünç aldı. Efendi Potter bu akşam Balina gibi şişecek.”

Harry çekingen bir şekilde yanıt verdi, “Eee, aslında Kreacher, o kadar da abartmasak hiç fena olmayacak. Bakanlık’tan kaçta çıkacağımı dahi bilemiyorum,” dedi, “Aslına bakarsan sana bir patronus göndereyim olur mu? Kararımı değiştirirsem diye. Sen de bir gece de olsa dinlenmiş olursun.” Bir yandan Kreacher’ın hazırlayacağı sofra göz önüne gelmişti. Muhtemelen ev cini en az sekiz kişiyi tıka basa doyuracak kadar yemek yapmış ve masayı baştan sona donatmış olacaktı. Kreacher yerlere kadar eğilerek onu selamladı. Harry ev cinini yerden kaldırarak elini sıktı, ona mutlu noeller diledi. Arkasını dönüp Bakanlığa cisimlenmek üzereyken Kreacher ona seslendi, “Efendi Harry?”

Harry arkasını döndü merakla, Kreacher sözlerine devam etti, “Kreacher eskiden olduğundan daha mutlu Grimmauld Meydanı’nda. Efendi Potter gerçekten eşsiz bir Büyücü, aynen Dobby’nin bir zamanlar anlattığı gibi. Çok daha büyük bir Büyücü olacak gelecekte, Kreacher bunu biliyor, bundan emin.”

Harry istemsizce gülümsedi, “Teşekkürler Kreacher, sayende burası bize gerçek bir yuva oldu. Mutlu Noeller…” Bir yandan da akşam Grimmauld Meydanı’na dönmeden ona güzel bir Noel Hediyesi alma konusunu aklına not etti.

Kreacher da ona keyifle el salladı, “Mutlu Noeller…”

Harry giyindi, evden ayrılmadan önce gerekli efsunları yerleştirdi ve cep sinsioskopunu kontrol etti, alet kusursuz bir şekilde çalışıyordu. Dışarıda ince bir kar yağışı başlamıştı.

* * *

Harry, belki de gecenin bir vakti Dumbledore’un Ordusuyla Bakanlığa girdikleri günden beri Atrium’u hiç bu kadar ıssız görmemişti. Mr Weasley daha önce resmi tatil günlerinde sadece her bölümden birer nöbetçi büyücünün çalıştığını söylemişti söylemesine ama bunu bilmek ayrı bir konuydu, görmek ayrı. O karınca yuvası havası, o koşuşturma kaybolmuştu. Harry asansörlere doğru yürürken arkasından birinin seslendiğini duydu:

“Mr Potter! Mr Potter!”

Harry arkasını döndü ve Gilbert Wimple’ın kendisine doğru koşturduğunu gördü. Wimple ile tanıştığında feci bir haldeydi, alnında boynuzlar vardı, yüzü isle kaplıydı, ancak şu anki görünümü de pek iç açıcı değildi. Pejmürde görünüyordu, gözlerinin altında gri halkalar vardı, belki günlerdir uyumamış gibiydi. Onun bir işkolik olduğunu bilen Harry, hortkuluklar hakkındaki yaklaşımını beğenmiyor olsa da adama acımaktan kendini alamadı.

Wimple’ın yanında uzun boylu, kalın kaşlı ve yüzü çiçek bozuğu olan bir Büyücü vardı. Harry bir türlü hatırlayamasa da adama baktığında garip bir aşinalık hissetti. Sanki daha önce bir yerlerde görmüş gibiydi bu çatık kaşlı adamı.

Gilbert Wimple onu duymuş gibi söze girdi, “Tanıştırayım Mr Potter: Theodore Pullman. Daha önce karşılaştınız mı bilemiyorum ama kendisi benim asistanımdır. Biz Kristal Mağaradayken İnferi’leri zindanlarda karşılayan, aslında tüm işlerimde bana destek veren sağ kolumdur.”

Harry Pullman’a dönerek, ”Memnun oldum,” dedi. “Potter, Harry Potter…”

Pullman donuk bakışlarla hiçbir şey söylemeden ona uzanarak elini sıktı.

Harry bu durumdan rahatsız olduysa da, Wimple onu kolundan çekiştirerek kulağına fısıldadı, “Pullman dilsizdir, bir büyü kazası, onu bu yüzden yanlış anlamanızı istemem…”

Üçü beraber asansöre bindiler, Pullman arkalarındaydı, Wimple ona dönerek, “Bugün değerli vaktinizden biraz çalmam mümkün olur mu? Size bizim bölümde göstermek istediğim şeyler var.”

Harry kafasında bir bahane uydurup Wimple’ı atlatmayı düşündüyse de bu fikrinden caydı. Zaten tüm gün Kingsley’in anısını izleyecek ya da Savunma Büyülerini çalışacak değildi ya. Wimple’ın Bürosunda en azından biraz daha zaman öldürmüş olurdu. Bu yüzden Grimmauld Meydanı’na saat yediden önce dönmeyeceğini söyleyerek Wimple’ın teklifini kabul etti.

Asansörden inip Deneysel Büyüler Dairesi’nin ıssız, geniş ve uzun koridorunda yürümeye başladılar. Damocles Belby ve Demyan Dung’un tablolarını geçerek çelik kapının önüne geldiler. Karşılama mesajı koridorda yankılanmaya başladığında, uzayan kulaklar yuvalarından çıktı. Wimple hemen bir kalkan büyüsü yaparak onları makul bir mesafede tuttu ve Harry Potter ile Theodore Pullman eşliğinde odayı ziyaret etmek için geldiğini söyledi. Açılan bölmeye asalarını yerleştirip içeri girdiler.

Oda aşağı yukarı Harry’nin hatırladığı gibiydi. En azından Hortkuluklardan geriye kalanlar, büyük kitaplık ve pek çok eşya yerli yerindeydi. Ama Kızıl Pelerin’in tutulduğu poligon kaldırılmıştı. Yerine bir gardırop yerleştirilmiş ve içi siyah astarlı parlak kızıl pelerinler sırayla askılara dizilmişti. Her Pelerin’in üzerine ufak bir parşömen parçası tutturulmuştu, hepsinin üzerinde de farklı bir isim vardı: Kingsley Shacklebolt, Arcanus Grines, Gawain Robards ve Seherbaz Bürosuyla diğer üst düzey Bakanlık çalışanlarının isimleri.

Wimple Pelerinlerden birinin manşetinden tuttu, “İşte, Pelerinler kullanıma hazır. Yeni yılda onları sahiplerine dağıtacağız. Sadece Mr Shacklebolt’un son onayını bekliyoruz,” dedi.

“Hatta Mr Grines sabah uğrayıp kendisininkini deneme nezaketini gösterdi. Seherbazlık sınavının ardından bu ikisi de sizin ve Mr Weasley’in olacak…” diye ekledi. İsimsiz parşömenlerin iliştirildiği iki Pelerin’i gösterdi. Harry pek dışarı göstermek istemese de, içini büyük bir heves kapladı. O sınavı ne pahasına olursa olsun verecekti.

Pullman zaman döndürücünün önünde duruyordu. Ona doğru baktığında Harry’nin gözüne mekanizma üzerinde yaptıkları değişiklikler ilişti. Döndürücü daha büyümüş ve gelişmişti. Harry’nin bakışlarını fark eden Wimple gururla eserini işaret etti: “Sizi hem pelerini göstermek, hem de bunun için çağırdım Mr Potter. İşte modern Dünyanın yeni zaman döndürücüsü…” Hep beraber cihazın önüne geldiler.

Harry detayları incelemeye başladı, cihazın üzerine kum saatine benzeyen altı adet kadran eklenmişti. Bu kadranların altında da cam bir bölme vardı. “Bunlar da nedir?”

Wimple gururla yanıtladı, “Gün, Ay, Yıl, hemen sağındaki üç kadran da saat ve koordinatların girileceği yerler. Alttaki bölmeye de hatıratı koyuyorsunuz.”

Harry merakla sordu, “Hatırat da nedir?”

Wimple derin bir nefes aldı, alnı kırış kırış oldu, “Hatırat, dönmek istediğiniz gün, ortamın parçası olan bir objedir. Zaman döndürücü o güne dönmek için hatıratı sabit alır ve onun geçmişi boyunca ilerler. Örneğin Hogwarts’ta Karanlık Lordu öldürdüğünüz ana geri dönmek isterseniz, Mürver Asa’yı buraya koymak iyi bir yöntem olabilir. Ya da o gün üzerinizde olan kıyafetin ya da Karanlık Lordun cüppesinin bir parçası… Hepsi aynı işi görecektir.”

Harry endişeyle, “Hepsi bu kadar mı? Bunu yaptığımız anda Mayıs ayına dönebilir miyiz?”

Wimple gülümseyerek “Hayır,” dedi. “Zaman Döndürücü konusunda hala son aşamaya gelemedik, hatta o noktadan çok uzağız. Size bu cihazın ihtiyaç duyduğu gücü çok nadir bileşenlerden oluşan, zor bir iksirin sağlayabileceğini zaten belirtmiştim. Şu anda sadece bileşenlerin çok kısıtlı bir kısmını temin edebildim. Tamamını bulsam bile döndürücü bu haliyle değil aylar, birkaç hafta dahi geri gidebilirse şaşarım. Ama bu mekanizma Modern zaman döndürücünün yıllar sonra dahi hatırlanacak atasıdır. Belki gelecekteki zaman döndürücüleri ceplere dahi girebilecek ancak açıkça bildiğim tek bir şey var: İhtiyaç duyacağı güç gerçekten yine müthiş bir güç olacaktır.”

Harry Wimple’a endişeyle baktı, kısa ve net konuştu: “Onu yok edin…”

Wimple şaşkınlıkla ona baktı, “Burada dünyayı değiştirmekten, binlerce farklı ihtimalden, tarihin akışını değiştirmekten bahsediyoruz Mr Potter. Korku tüm bunları yok etmek için yeterli bir sebep mi sizce?”

Harry başını salladı, “Evet Mr Wimple, yeterli. Ben geçmişi gördüm. Alnımdaki yara iziyle defalarca karşısında durdum. Kaybedenlere bir şans daha veremeyiz.  En ufak bir hatanın dahi dönüşü olmayabilir.”

Wimple’ın yüzü kaskatı oldu, “Bunu yapmayacağımı biliyorsunuz değil mi? Onu yok etmeyeceğimi… Çalışmalarımı sürdüreceğimi…”

Harry kafasını kaldırıp ona baktı, “Evet biliyorum. Bu da sizin hatanız olarak konuşulacak. Ben de tüm gücümle hata yapmamanız için uğraşacağım.”

Harry sözlerini tamamlayıp kapıya doğru yürüdü, Pullman ilgiyle bir Harry’ye bir Wimple’a bakıyordu.

“Karanlık Lordu alt eden kişinin bu denli korkuyla yaşaması inanılır gibi değil!” diye bağırdı Gilbert Wimple.

Harry ona döndü ve gözlerinin içine baktı.

“Korkmuyorsunuz, çünkü bilmiyorsunuz. Korkunun yanından bile geçmemişsiniz. Umarım yaptıklarınızın sonuçlarını yaşamak zorunda kalmazsınız!”

Harry odayı hışımla terk ederken arkasına dahi bakmadı. Noel’den sonra ilk işi Kingsley ile konuşup Wimple’ın çalışmalarıyla ilgili uyarmak ve endişelerini bildirmek olacaktı.

* * *

Bir hışımla kütüphaneye daldı, Seherbazlık Sınavına dair bulabileceği tüm kaynakları çıkardı ve kitapların arasına kayboldu. Ama kafası fazlasıyla doluydu, bu durum onu zorluyordu. Zaman döndürücünün yaratması muhtemelen milyonlarca senaryo istemsizce kafasında dolaşıyordu. Kitapları aldığı yere bırakıp Eğitim Uygulama Odasına geçti. Burası Dumbledore’un Ordusu ile kullandıkları ihtiyaç odasını fazlasıyla andırıyordu, Bakanlık çalışanlarının pratiklerini geliştirmesi için tahsis edilmişti. Hayalbozan Büyüsünü, Arcanus Grines’in hayalet Büyüsünü tekrar etti. Az da olsa mesafe kat etmeyi başarmıştı.

Saat altıya doğru artık hem aklı hem de vücudu ciddi bir şekilde yorgun düşmüştü. Tek isteği Chef Wizard’a gitmek, bir fincan kahve içmek, ardından Kreacher’ın hazır sofrayla kendisini beklediği Grimmauld Meydanı’na dönmekti. Bir yandan da Ron ile Hermione’un Kovuk’ta ne yaptığını da öğrenmek için can atıyordu. Mr Weasley, Hermione’nin ailesini severdi. Harry sorun çıkmayacağından emindi, yine de olan biteni merak ediyordu.

Atrium’u koşar adım geçip Chef Wizard’a doğru yönlendi. Şarap şişelerinin dizildiği rafların arasından yürüdü, Turuncu – altın sarısı cüppe giymiş Hoşgeldincadısı’nın karşısına geçti. Cadı onu selamlayarak içeriye davet etti.

İçerideki masaların pek azı doluydu. Belli ki Büyücülerin büyük bir bölümü ailelerinin yanına gitmişti, herkes Noel hazırlıklarını tamamlamakla meşguldü. Bu durum Harry’yi fazlasıyla yalnız hissettirdi. Grup olarak toplanan tek masa restoranın tam ortasındaydı ve gürültülü bir şekilde eğleniyorlardı. Harry fazla oturmayacağını söyleyerek onlardan mümkün oldukça uzak bir masa istedi, restoranın tenha arka bölümüne doğru yürüdüklerinde Harry, kırmızı deri koltuklu localardan birinde Elwyn Baines’in oturduğunu gördü. Tanıdık, konuşabileceği birini bulmanın sevinciyle onun yanına gitti. Masasının üzerinde Chef Wizard’ın en sevilen içeceklerinden biri olan Yaban Mersini aromalı orman kahvesi ve Şifacı’nın El Kitabı – Can Kurtaran Büyüler isimli bir kitap açık duruyordu.

Harry, “Mutlu Noeller, bugün Bakanlıkta olduğunu bilmiyordum,” dedi.

Elwyn Baines kafasını kaldırıp ona baktığında Harry’nin yüzündeki gülümseme aniden yok oldu. Kızın yüzündeki gülümseme buruktu, yeni ağlamış gibiydi. Daha önce ağlayan kadınlarla özellikle de Cho ile olan deneyimleri pek de parlak geçmemiş olan Harry tedirgin hissetti. Ama Elwyn kendisini çoktan toparlamış gibiydi, Harry’nin desteğine ihtiyacı yoktu belli ki.

“Evet, buradaydım, sabah St Mungo’da takibimdeki hastaların son durumunu kontrol edip geldim. Otursana…”

Harry karşısına oturdu, Yaban Mersinli Orman Kahvesi siparişi verdi, tekrar yalnız kaldıklarında Elwyn’e akşamki planlarını sordu.

“Burada kalıp çalışacağım sanırım, KŞS’ler yaklaşıyor.”

Harry merakla sordu: “KŞS nedir?”

“Kıdemli Şifacı Sınavları. St Mungo’da Bölüm Başkanı olmayı hedefliyorum. Bu yüzden 10 ana daldan en az altısının “Kusursuz” olması gerekiyor. Anlayacağın gerçekleştirmesi zor bir hedef. Şifacı olmanın doğal sonuçları…”

“Noel’de dahi çalışmanı gerektirecek kadar zor olmamalı. Kendine fazla yükleniyor olabilir misin?” dedi Elwyn Baines’in yorgun yüzüne bakarak. Ama Elwyn Baines yorgun olduğunda dahi çok güzel görünüyordu.

Genç kadın gülümsedi, “Ailem şu anda yurtdışında önemli bir seminerde, onlar da benim gibi şifacı. Dolayısıyla bu Noel’in benim için pek anlamı yok. Bizim ailede işkolik olmak doğuştan gelen bir özellik. Sen neden hala buradasın?”

Harry bir an duraksadı, masadaki Chef Wizard logolu mendillerden birini eline alıp kurcalarken, “Ron ile Hermione’nin ailesi bu gece bir araya geliyor. Orada olmamamın daha doğru olduğunu düşündüm.”

Elwyn Baines imalı imalı sırıttı, “Ginevra’nın Ron Weasley’in kızkardeşi olduğunu unutmuşum. Malum Gelecek Postası tüm hafta seninle uğraştı.”

“Evet, çünkü Jonathan Beresford’a vurarak budalalık ettim,” dedi Harry gözlerini indirerek.

“Hayır, Jonathan Beresford’un sadece burnunu kırıp bırakarak budalalık ettin,” diye düzeltti Elwyn Baines.

Harry’nin gözleri koca koca açıldı, “Nasıl yani?”

Genç kadın kahvesinden bir yudum aldı, “Poppy Pomfrey çok sevdiğim bir arkadaşım. Hogwarts’ı ziyaret ettiğimde bazen Quidditch maçlarına denk geliyorum. Malum, sakatlık olduğunda müdahale edebilmek için saha kenarında bekliyoruz. Beresford burnu büyük, kendini beğenmişin teki ve hala bir çocuk. Her yerde Harry Potter’dan daha iyi bir arayıcı olduğunu söyleyip duruyor.”

Harry’nin vücudu nefretle kasıldı. Ona dersini vermek için masadan kalkıp Ateşoku’nu almaya gitmemek için kendini zor tuttu.

Elwyn onun bu hislerinin farkına varmamış gibi devam etti, “Defalarca Quidditch Kupasını kazanmış, Macar Boynuzkuyruk’un etrafında uçmuş ve Üç Büyücü turnuvasında birinci gelmiş, Lord Voldemort’u alt etmiş bir Seherbaz Adayıyla kendisini karşılaştırması bile bence çok komik.”

Harry bu övgü karşısında bütün olumsuz duygularından sıyrıldı. Elwyn böyle düşünüyordu demek.

Genç kadın ona gülümsedi. Harry midesinde bir şeylerin oynadığını fark etti. Hatta Elwyn ile her konuştuğunda aynı heyecanın ve gerginliğin onu sardığını fark edip şaşırdı. Ne yapmak istediğini düşündü. Ginny ile Jonathan Beresford arasındaki her neyse onu ilgilendirmiyordu, hatta Elwyn’in yanında olduğu sürece onlarla ilgili her şey çocukça geliyordu. Ginny Beresford’un nasıl bir ukala olduğunu görememişti ama Elwyn onun notunu doğru şekilde verecek kadar zekiydi. Karşısındaki kadına baktı, onun yanında olmanın ne kadar hoşuna gittiği çok açıktı. Bunun üzerine cesaretini topladı.

“Bak ne diyeceğim. Neden Noel yemeğini burada yemiyoruz? Chef Wizard Londra’daki en iyi restoran sonuçta. Tabi bu akşam çalışmamayı göze alabiliyorsan.”

Söylediği anda buna pişman oldu, az önce Elwyn Baines’e çıkma teklifi etmişti. Ve bunu öyle doğal bir sükunetle yapmıştı ki Elwyn Baines’te de Fleur Delacour gibi Veela’lık olup olmadığını merak etti. Elwyn’in vereceği cevabı beklerken neredeyse kalp krizi geçirecekti.

Genç kadın bir an için Chef Wizard’ın yüksek kubbeli tavanına baktı, sonra da gülerek “Eh, bu durumda Can kurtaran Büyülerin Canı Cehenneme!” diyerek kitabın kapağını kapayıp çantasına koydu, sonra da “Violet, buraya bakar mısın? Bize Menü getirir misin?” diye seslendi.

Harry’nin içini büyük bir sevinç kapladı. Ama Kreacher’a onu beklememesi için bir patronus yollamalıydı. Masadan kalkmak için ne bahane uyduracağını düşünürken Violet masaya geldi. Menüleri verirken, “Mr Potter, size baykuş postasıyla bir paket geldi, teslim almak için girişe kadar gelebilir misiniz?” dedi.

Harry hızla siparişini verdi ve Elwyn’e bakarak “İzninle,” diyerek masadan kalktı, girişe yöneldi.

Giriş Bankosunun yanında üstünde hala kar taneleri bulunan mağrur bir baykuş, gagasında neredeyse boyundan büyük bir paketle Harry’yi bekliyordu. Harry paketin ipliğini çözdü, Hoşgeldincadısı’ndan ufak bir kurabiye alıp Baykuşa verdi ve baykuş teşekkürü çok andıran bir ciklemeyle uçup gitti.

Harry fırsattan istifade ederek Kreacher’a patronusunu da yollayıp, elinde paketle masaya geri döndü. Bu yüzden vicdanı sızlasa da yapacak bir şey yoktu. Bu akşamı Elwyn ile geçirmek istiyordu. Evet, istediği buydu.

Masaya geri döndüğünde Violet şaraplarını getirmişti bile. Elwyn meraklı gözlerle onu izlerken, paketin sağını solunu incelemeye başladı. Sonra özenle içini açtı.

“Vay canına, Kingsley Shacklebolt’tan bir hediye… Üstelik bir mektup da yazmış…”

Sevgili Harry,

Arşivde çalışırken odalardan birinde üzerine adının yazdığı bir kutu bulduk. Karanlık Lord’un ailene saldırdığı o meşhum gece Godric’s Hollow’daki evin büyük bir kısmı havaya uçmuş ve eşyaların büyük bir bölümü zarar görüp kullanılmaz hale gelmişti. Anlaşılan özel eşyaların bir kısmı o gece eve gelen Bakanlık görevlileri tarafından kurtarılmış ve belirli bir yaşa geldiğinde sana teslim edilmek üzere Bakanlığa getirilmiş. Cornelius Fudge ya da Scrimgeour aranızda geçenler ne olursa olsun sana bu kutuyu iletmiş olması gerekirdi. Yaşanan gecikme sebebiyle Bakanlık adına senden özür dilerim.

Mutlu Noeller, Kingsley Shacklebolt

Kutunun içinden bir başka mektup daha çıktı. Zarfın üzerindeki ismi gören Harry kısa süreli bir şok geçirdi: Severus Snape.

Büyük bir özenle zarfı açtı ve yazanın kim olduğunu anlamak için mektubun altındaki imzaya baktı, aklından geçen ismi orada gördü de: Lily Potter.

Görünüşe göre annesinin Profesör Snape’e yazmış olduğu mektup yıllar sonra Harry’nin eline geçmişti. Satırlar arasında hızla göz gezdirdi ve mektubu yeniden özenle zarfın içine yerleştirdi. Kutudan mektubun dışında ufak oyuncak bir süpürge ile asa, ayrıca eski bir fotoğraf albümü çıktı.

Harry iç çekerek kadeh kaldırdı, merakla onu izleyen Elwyn’e, “Bu kutudakiler enkaza dönen bir ev, Gringotts’taki altınlar dışında ailemden geriye kalan tek şey,” dedi. “Kutunun şerefine…”

Elwyn de kadehini kaldırarak şarabı içti, mektubu işaret ederek sordu, “Annen Severus Snape’e bir mektup mu yazmış? Bildiğimiz Severus Snape’e yani…”

Onun şaşkınlığı Harry’yi eğlendirdi. Gerçekten de geçmişte olanları bilmeyen birinin annesi ile Severus Snape’i bir arada düşünmesi zordu. Harry Elwyn Baines’e düşünselinde gördüklerini anlattı. Severus Snape’in nasıl bir aileden geldiğini, Lily Evans ile tanışmasını, babasının gençliğinde ona yaptıklarını ve birbirlerinden nasıl uzaklaştıklarını. Severus Snape’in cesurca nasıl Lord Voldemort’un yanında casusluk yapıp hayatının sonuna kadar Lily Evans’ı sevdiğini.

Elwyn bunları ağzı açık dinledi. “Gelecek Postası, Severus Snape’in Yoldaşlık için casusluk yaptığını yazmıştı. Ama sen bu şekilde anlatınca kulağa daha da inanılmaz geliyor.”

“O tanıdığım en cesur adamdı,” dedi Harry.

Elwyn, “Lily Evans’ın kalbini kazanmaya yetmemiş,” diyerek gülümsedi.

Harry, muhtemelen karnı aç olduğundan şarabın etkisine girmeye başlamıştı. Elindeki kadehin dibini gördüğünde içi ısındı ve olanları daha rahat kabullenmeye başladı. Aslında her şeyin yolunda gittiğini, hayatın zaman döndürücü, Lestrange, Nott ya da Ginny konusunda endişelenmek için çok kısa olduğunu fark etti.

“Belli ki Lily Evans’ın aradığı şey cesaret değildi,” yorumunu yaptı.

Tepelerinde sohbetseli oluşmaya başlamıştı. Harry çakırkeyif olmasına rağmen Chef Wizard’a ilk geldikleri günü hatırladı ve o an büyünün doğasını keşfetti. Sohbetseli masadaki konuşma tam anlamıyla tüm kaygılardan uzak, dürüst ve içten bir hal alınca oluşuyordu. Yani iki kişi arasındaki mesafe olabildiğince azalınca. Harry, Lily Evans ile Severus Snape’in çimlere uzanmış gökyüzünü seyreden imgelerine baktı. Elwyn’in kadehi boşalmıştı, Harry uzanıp tekrar doldurdu.

Genç kadın, “Sence aradığı neydi?” diye sordu.

Harry, “Bence aradığı bir şey yoktu, sadece anı yaşıyordu. Severus Snape arkadaşı, James Potter sevdiği adamdı, hepsi bu,” dedi. Kendi sözleri kulağına uğultu halinde geliyordu. Bir anlık akıl dinginliğinde bu sanırım Hermione’nin kuracağı türden bir cümleydi diye düşündü.

Yemeklerin geldiğini hatırlıyordu. Ama Elwyn de yemeğine dokunmadı, o da. Sohbetselinde Elwyn’e sarıldığını ve onu öptüğünü gördüğünü de hatırlıyordu. Ve geçmişini ardında bırakarak bunu gerçekten yaptığını da.

Uzun süre ayrılmadılar, ta ki cebindeki sinsioskop çılgınlar gibi ötmeye başlayana kadar.

* * *

Hem sarhoş olduğundan hem de Elwyn’i öpmek hoşuna gittiğinden Harry’nin ilk tepkisi normalden yavaş oldu. Sinsioskopun ötüşünü ciddiye alıp almamak arasında kaldı. Sonra tehlike anında, Little Hangleton’da, Sırlar Odası’nda, Hogwarts Savaşı’nda tecrübe etmiş olduğu duyguyu tekrar yaşadı: Tüm hisleri geri geldi ve içgüdüleri harekete geçerek onu karşı karşıya kaldığı duruma odakladı.

Kreacher odalardaki alarmları tetiklememesi konusunda uyarılmıştı. Bu işin kazara gerçekleşme ihtimali düşüktü; Grimmauld Meydanı’na birileri girmişti. Kreacher şu anda tehlikede olabilirdi.

Harry Elwyn Baines’in elini tutup gözlerinin içine baktı, “Şu anda Grimmauld Meydanı’na birileri girmiş olabilir. Eve dönmem gerekiyor.”

Baines başını salladı, “Bana ihtiyacın olabilir, beraber gidelim.”

Harry buna itiraz etmedi, hemen ceplerinden birkaç Galleon çıkarıp masaya bıraktılar, beraber restoranı terk ettiler. Atrium’u geçerek şöminelere doğru uçarcasına koştular. Harry, Elwyn’in elini tuttu ve Grimmauld Meydanı On İki Numara’ya cisimlendiler.

Dış kapının önünde belirmişlerdi.

Karşılarındaki kapı aralıktı. Harry için bundan sonra yaşanan her şey ağır çekimdeydi sanki.

Sokak kapısını savurarak içeri koştu, bir yandan da Kreacher’a sesleniyordu. Yanıt alamadı. Asası havada, önce yemek odasına girdi; tek kişiye servis açılmış ama masa tek karış boş yer kalmayacak şekilde yemekle donatılmıştı. Harry bunu görünce içi acıdı, belli ki Patronus’u çok geç göndermişti.  Merdivenlerden mutfağa indiler; Kreacher mutfakta da, yatak odası olarak kullandığı kilerde de yoktu. Uyurken sarındığı kirli yastık kılıfı boştu. Elwyn’in asasının parlayan ucu merdivenleri aydınlatırken içindeki panik dalgası daha da yükseldi.

Birinci kata çıktılar, Harry’nin, Ron’un ve Hermione’nin odası da boştu.

Harry Kreacher’ı birinci kattaki oturma odasında buldu. Bedeni sarmaşık desenli iki koltuğun arasında, yanan şöminenin tam karşısında, yerdeydi.

Hemen başucuna eğildi, nabzını, kalp atışını duymaya çalıştı. Ama daha Kreacher’ın bedenine dokunduğu anda içinde bir yerde ne olduğunu sezmişti. Elwyn hemen elini ev cininin boynuna götürdü. Elini çektiğinde kaçınılmaz olanı dile getirdi…

“Ölmüş, Harry…”

Harry her yanı uyuşmuş şekilde şöminenin karşısında ayağa kalktı. Onun nasıl bir ruh hali içinde olduğunu anlayan Elwyn ona arkadan sarıldı.

O sırada merdivenden sesler geldi; önce Ron, sonra Hermione, Mr Weasley ve en sonunda Ginny odaya girdiler.

Dobby’den sonra Kreacher da ölmüştü, gece yatarken sarındığı yastık kılıfı sonsuza dek boş kalacaktı. Grimmauld Meydanı da bir yuva değildi artık. Sirius’tan ona kalan son şey de yitip gitmişti.

On birinci bölüm 5 Haziran 2017‘de FantastikCanavarlar.com‘da!


Çok Konuşulan(!) 9 Hogwarts Yasağı

$
0
0

İstediği kadar Cadılık ve Büyücülük Okulu olsun, sonuç itibarıyla Hogwarts da bir okul ve bir okul olur da hiç yasaklı şeyler olmaz mı?

Şimdi konu büyücülük dünyası oldu mu akla hayale gelmeyecek pek çok obje işin içine giriyor elbette ama Filch’in yasaklı listesindeki 437 objenin tamamı da mantıklı sebeplerden dolayı orada değil.

Profesör Umbrigde, Hogwarts’ın ilk Yüksek Müfettişi olduğu zaman o yasaklı liste o kadar yorucu, uzun ve sıkıcı bir hale geldi ki listedeki her bir nesneyi buraya koymaya kalkışsak Harry’nin Gilderoy Lockhart’ın hayran mektuplarına cevap yazarken yaşadığı darlanmayı burada hep birlikte yaşarız. İşte bu nedenle Umbridge’in sıkı yönetiminden önce dahi listeye girmiş yasaklı objelerden beş tanesi huzurlarınızda.

1. Kaytaran Çerezkutuları

Fred ve George’un şaka dükkanı piyasayı sallamış olabilir ancak Hogwarts’ın kara borsasında yaptıkları kurnazlıklar unutulmadı. Belalı ikizler tarafından zekice planlanan, piyasaya sürülen ve satılan o kaçak mallar Filch, Mrs Norris ve ardından Profesör Umbridge’in dikkatlerini epey bir dağıtmıştı.

Kaytaran Çerezkutuları’nın en çok istenilen çeşitleri öğrencilerin dersten çıkmalarını sağlamak için tasarlandı:

 “Onlar çift uçlu, renk kodlu sakızlar,” diye açıkladı George. “ Eğer Kusturan Pastiller’in turuncu kısmını yersen kusarsın. Hastane Kanadı için dışarı fırladığın an – seni tamamen sağlıklı yapan ve tercih ettiğin boş zaman aktivitelerine devam etmeni sağlayan – mor kısmı yutuyorsun…”

– Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı

Bir diğer popüler seçenek ise size dramatik bir burun kanaması yaşatan ve sınıftan burnunuzu sımsıkı tutarak dışarı koşmanıza yarayan Burun – Kanatan Nugatlar.

İkizler tarafından Hogwarts’a sokulan yaramaz eşyaların okula girişiyle mücadele etme girişiminin bir sonucu olarak Filch’in Weasley Büyücü Şakaları’ndan alınan her şeyi yasaklaması, tahmin edeceğiniz üzere o nesneleri daha da popüler yaptı ve hatta öyle ki yasaklı nesneleri zararsız birer eşyaymış gibi gizleyen özel Baykuş Sipariş Servisi başlamıştı.

2. Tazı Dişli Frizbiler

Hiçbir köpek, belki de zağar Fang dışındaki hiçbir köpek, bir Tazı Dişli Frizbi yakalamak istemez. Bu korku verici sivri dişleri olan oyuncak kendi etrafında gezinir ve sürekli olarak homurdanır. Kesinlikle ölümcül bir büyücülük oyunu.

Harry “her şeyin saklandığı yer” olarak da bilinen İhtiyaç Odası’na ilk kez girdiğinde nesiller boyunca öğrenciler tarafından diğer döküntülerin arasına alelacele istiflenmiş bir Tazı Dişli Frizbi koleksiyonu bulmuştu.

3. Aşk İksileri

Ergenlerle aşk iksirleri adeta ateş ve barut gibidirler. Ve Ron’un Harry yerine bir sürü Çikolatalı Kazan yiyerek keşfetme talihsizliğinde bulunduğu gibi, aşk iksirlerini ne kadar uzun süre muhafaza ederseniz zayıflamanın aksine o kadar güçlenirler.

Fred ve George sağolsun, kendilerini gönül işleri konusunda şanssız hissedenler aşk iksirlerini parfüm ya da öksürük şurubu şeklinde gizlenmiş olarak Weasley Büyücülük Şakaları’ndan sipariş edebilirler.

“Romilda Vane,” dedi Ron yavaşça ve bunu söylediğinde yüzü en saf gün ışığından bir ışın yüzüne çarpmışçasına aydınlandı.

Harry “Bu bir şaka, öyle değil mi? Şaka yapıyorsun,” demeden önce birbirlerine bir dakika boyunca baktılar.

“Sanırım…Harry, sanırım onu seviyorum,” dedi Ron boğuk bir sesle.

– Harry Potter ve Melez Prens

4. Baruffio’nun Beyin İksiri

Sınavlara çalışmak büyücüler için bile oldukça zor bir şey, o nedenle Harry ve Ron S.B.D.leri gözden geçirirken Ravenclaw’lu Eddie Carmichael tarafından teklif edilen bir şişe Baruffio’nun Beyin İksiri tarafından akılları çelinmişti. Ne yazık ki Hermione, Sınıf Başkanı sıfatıyla iksire çoktan el koymuştu bile.

Muhtemelen böylesi daha iyi. Ne olsa da kurutulmuş Doxy pisliğinden yapılıyor.

5. Hatırlatıcı

Eğer ilk yılında Draco Malfoy, Neville Longbottom’ın Hatırlatıcı’sını alıp uçmasaydı Harry yüz yılın en genç Arayıcı’sı olamayacaktı.

Harry’nin süpürge üzerindeki hünerlerini açığa çıkardığı gerçeğini bir kenara koyarsak, bir Hatırlatıcı küre şeklinde ve kağıt hafifliğinde, bir şeyi unuttuğunuzda rengi değişen bir nesnedir. Çıldırtıcı şekilde size neyi unuttuğunuzu hatırlatmaz ancak Hogwarts’ın sınav salonlarından size bir ipucu vermeye çalışabilir diye yasaklanmıştır.

6. Otomatik Cevap Tüyü

Oldukça bariz sebeplerden dolayı Büyücü Sınav Otoritesi, Hogwarts öğrencilerinin Otomatik Cevap Tüyü bulundurmalarına pek de sıcak bakmıyor.

Telefonlardaki T9 özelliğinin büyücülük versiyonu gibi bir şey olan bu tüyler, beyninizde olmayan tüm bilgileri sınav kağıdına yazmanızı sağlıyor. Maalesef, Ayrılabilir Kopya Manşetler ile Kendini – Düzelten Mürekkep de benzer sebeplerden dolayı sınav dönemlerinde pek hoş görülmüyor.

7. Tekrar – Vuran Bumerang

Ne yazık ki Harry’nin Hogwarts’ta olduğu dönemde karşılaştığımız bir Tekrar – Vuran Bumerang olmadı ancak Harry’nin dördüncü yılında Filch’in yasaklı listesinde bir görünmüştü. Bir tanesiyle bile tanışmamış olabiliriz ama esasında bildiğimiz bumerangın bir tık daha öfkelisi oluyor.

8. Çığlık Atan Yo-yo’lar

Yo-yo’lar pek çoğumuzun sevdiği  nesneler olsa da da sihirli versiyonlarını idare etmek epey güç çünkü sesleri inanılmaz derecede ince ve yüksek. Bu da yine Harry’nin dördüncü yılında, muhtemelen Hogwarts ahalisinin işitme sağlığını korumak adına yasaklanmıştı.

9. Dırdırcı

Profesör Umbridge’in sinir bozucu saltanatı altında Hogwarts’ta yalnızca eğlenceli şeyler değil gerçek bilgiye ulaşmak da yasaklanmıştı. İnkar etmesi imkansız hale gelmeden önce Xenophilius Lovegood’un “deli paçavrası” Dırdırcı’sı, büyücü basınında Kim – Olduğunu – Bilirsin – Sen’in geldiğini yazabilen ender yayınlardan biriydi. Harry’yle olan detaylı röportajının ardından Dırdırcı, Umbridge’in emirleri üzerine, okuldaki her öğrencinin okumasını garantileyerek Filch’in yasaklı listesinde birinci sırada yerini almıştı.

Profesör Umbridge okulu gizlice gözetliyor, öğrencileri rastgele durdurup kitaplarını ve ceplerini ters yüz etmelerini istiyordu: Harry onun Dırdırcı kopyalarını aradığını biliyordu ama öğrenciler ondan birkaç adım öndeydiler. Harry’nin röportajının olduğu sayfalar, eğer kendilerinden başkası okursa ders kitaplarından bir kısma benzeyecek şekilde büyülenmiş ya da sihirli bir şekilde kendileri tekrar okumak isteyene kadar boş sayfalar haline getirilmişti.

– Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı

Hogwarts’ta yasaklanan tüm bu şeylerden sizin favoriniz hangisi? Görüşlerinizi bizlerle paylaşmayı unutmayın!

Bir Slytherinlinin Kaleminden Tüm Çıplaklığıyla Hogwarts Gerçekleri

$
0
0

Ekşi Sözlük yazarı ortamvirusu, Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Okulu’nda Slytherin‘e seçildikten sonra yaşadığı zorlukları esprili bir dille kaleme almış. Gelin ortamvirusu’nun yaşadığı maceraya hep birlikte ortak olalım!

harry potter ve dalkavuklarıyla aynı dönemde hogwarts’ta okumuş bir slytherinli olarak kaleme aldığım gerçeklerdir. filmlere ve kitaplara konu olmuş, başta dumbledore olmak üzere çeşitli odakların büyük paralar kazandığı harry potter efsanesinin aslında neleri örtbas etmek için yaratılmış bir haksızlıklar silsilesi olduğunu tüm samimiyetimle anlatıyorum. saygılarımla.

birinci yıl:

slytherin mezunu babamla vedalaştım, bavullarımla king’s cross tren istasyonu’na girdim. saçına taç takıp kahküllerini toplayarak yara izini ortaya çıkarmış bir çocuk omzuma dokundu:
“pardon, ben harry potter. ailemi kaybettim ve bana burada yardımcı olacak kimse yok. peron dokuz üç çeyrek ne tarafta?”
sanırım o da benim gibi 1. sınıf öğrencisiydi. tam yolu tarif edecekken uzun boylu çilli bi herif “aaa sen harry potter’sın. ben de bakanlıkta çalışıyorum, adım arthur weasley. gel götüreyim seni oraya.” diyip müşteri çalan esnaf gibi harry’nin koluna girdi.

neyse, sihirli duvardan geçtim ve hogwarts express’ine girdim. her yer doluydu. tek bir kompartıman boş görünüyordu: harry ve yanında altın madeni bulmuş gibi sevinçli duran kızıl bi çocuk dışında kimse yoktu.
karşılarına oturdum. tren hareket etti. sonra bi kadın geldi, tost çikolata falan satıyormuş. ron hemen bir sürü çikolata, balkabağı suyu, yarım ekmeğe kaşar vs aldı. sonra elini cebine attı ve ahh cüzdan kovukta kalmış diye inledi. harry’nin “sorun değil ya ben öderim, sonra ateşlersin bana.” demesiyle ron’un bitine kan yürüdü. beleşe aldığı yiyeceklerden bitiremediklerini adının peter pettigrew olduğunu sonradan öğrendiğimiz bi fareye yedirmeye başladı embesil.
birkaç dakika sonra kapı açıldı, içeri hermione granger adında bi kız daldı: “sen harry potter’mışsın. oturabilir miyim?”
kimse adımı sormuyordu, ben de hayvan incelermişçesine gözlem yapıyordum.
hermione harry’yi soru yağmuruna tuttu, tabii harry halinden çok memnun.
harry “ya bana bir sürü okuldan burs geldi: durmstrang, beauxbatons vs. ama dumbledore benden özellikle rica etti. ‘bizim okula gel, hiçbir şeyine karışmayacam, ceza almayacaksın, quidditch kaptanı olacaksın, her konuda tam yetki.’ dedi. ben de eyvallah dedim, geldim işte. ben buradayım diye ne biçim reklam yapacak ihtiyar ahahah” dedi.
hermione büyülenmiş gibiydi, asasını çıkarıp “bak büyü yapmayı biliyorum ben.” deyip asayla bi tüyü uçurmaya başladı. harry de parmağıyla yara izini gösterip “bunu da uçursana buradan” dedi.
ron’un işi gerçekten çok zordu, bavulları falan koyduğumuz yukarıdaki bölüme uzanıp orada bi kılıftan gitar çıkardı ve çalmaya başladı.
hermione ve harry, 1-2 dakika ron’u dinledi. parçanın bitişine yakın harry cebinden john lennon çerçeveli bi gözlük çıkarıp taktı ve hermione “aa harry! sen beatles sever misin?” dedi. harry wikipedi kokan bilgilerle beatles’tan bahsederken ron yine sessizliğe gömüldü. “ya siz ne iğrenç bi topluluksunuz” diyip çıktım kompartımandan. içeride büyülü batak oynanan bi kompartıman dikkatimi çekti.
-beyler girebilir miyim?
-tabii kardeş, adın ne? ben malfoy, bu crabbe, bu da goyle.

işte aradığım nezaket buydu.

yolculuk bitti, bavullarla aşağı indik. “genşler buradan teknelere binecez.” diye bi böğürtü duyduk. babam “ayı görürsen korkma o hagrid” demişti ama yine de korktum. bu hagrid, öyle bi malmış ki kulübesinin arkasında hipogrif, ejderha, pitbull gibi hayvanları çiftleştirip yavrularını satıyormuş. hagrid, “harry nerede? gel harry, benim tekneye bin.” diye onu götürdü. oooh her yerde torpil. bizim tekneye ron bindi, üzgün görünüyordu. “utanmıyor musun?” diye sordum, öyle yüzüme baktı sadece.

giriş kapısına ulaştık. uzun boylu nemrut bi kadın geldi, arkadaşlar hogwarts’a hoşgeldiniz falan derken adının neville olduğunu öğrendiğim gerizekalı görünüşlü bi çocuk “aha kurbağa” diye yerden bi hayvan aldı. dedim sen napıyorsun, bıraksana hayvanı.
“ben ileride botanikçi olacam. botaniğe girmek için biyoloji netlerinin yüksek olması lazım. kesip inceleyecem bunu!” diye karşılık verdi. lan bırak dedim, itişip kakışırken mcgonagall napıyonuz diye bağırdı. bu hemen “hocam evcil hayvanımın neden kurbağa olduğunu sorguluyor” dedi. şerefsiz mcgonagall hemen beni “biz burada insanların seçimlerine saygı duyarız” diye azarlamaya başladı. yav he, liberal art school he he! ulan dedim içimden, senin otoparktaki süpürgeni çizecem. sonra bi baktım potter’la goyle itişiyor. mcgonagall siz napıyonuz orada yaa diye olaya müdahale etti.
goyle’un kilolarıyla dalga geçiyormuş harry, göbeğini sıkıyormuş “bunlar ne ha bunlar ne” diye… school bully lan bu!
mcgonagall “harry yapmaz öyle şey” dedi. ben goyle’un yanına gittim, çocuk ağlıyor. elimi omzuna attım. inanılmaz sinirim bozulmuştu. bizim tayfa da işte böyle ufak ufak oluşmaya başladı.
sonunda içeri girdik.
bi baktık bin tane öğrenci bizi izliyor. içeride de bi tane şapka, leş gibi içki kokuyor.
“ben seçmen şapka, bin yıldır buradayım. ne mevzular gördüm gençler. siz daha kimsiniz ki lan.”
sonra bi başladı şarkı söylemeye, nara atıyor resmen:

“hogwarts ocağı
ırmakları var gürül gürül
hipogrife bin uç, püfür püfür
hagrid ayısı koşar gümbür gümbür
ne güzeldir hogwarts ocağı

lupin koşar hav hav
voldemort’u var, safkanlığa tav
sirius diyecek ölmeden çav
ne güzeldir hogwarts ocağı

ama cübbeli salazar slytherin efendi geldi
laik yapıyı komple bitirdi
yurtlar bile ayrıldı kızlı erkekli
ne güzeldir hogwarts ocağı”

salazar slytherin kurucu üye bi kere. gelip de hogwarts’ı falan bozmadı. hogwarts tarihi öğrencilere düpedüz yanlış öğretiliyordu. geçmişin değiştirilmesi, geleceğin kontrolü falan hep 1984’te okumuştum, oha lan dedim.
yine de seçmen şapkanın üslubunu gündemi dumbledore’un odasından takip edip tüm gün tablolardaki emekli müdürlerin esir geyiğine maruz kalmasına bağlıyorum. sonra seçimler başladı. mcgonagall isimleri okumaya başladı. harry’nin ismini okuduğu gibi seçmen şapka “gırifindooor” diye bağırdı. ciddi bi sessizlik ortamı oluştu. mcgonagall “şşş seçmen, bekleyecektin, kafasına taksın önce, sen napıyosun ya :(”
snape geldi, burada şike kokusu mu alıyorum dedi.
dumbledore hemen “hayır snape alkol kokusu alıyorsun ehehe ah şu seçmen” falan diye şapkayı savundu.
neyse, harry şapkayı kafasına taktı. gerizekalı seçmen tabi fark etti az önce yaptığı hatayı. baktı işsiz kalacak, düşünüyor gibi yaptı birkaç dakika. en sonunda gırifindoooor diye bağırdı.

malfoy gitti, siliteriiiiğn.
goyle gitti, siliteriiiiiğn.
ben gittim, “gryffindor’a atacağım seni, bağırıyorum ona göre?” dedim ki lan seni keser elbezi yaparım şerefsiz! bu hemen siliteriiiin diye anırdı. çocukların geleceği böyle iğrenç bi şapkanın elinde işte, çok yazık.
slytherin masasına oturduk, bir sürü abi var. snape geldi, biz 1. sınıf öğrencilerine dönüp “genşler hoşgeldiniz.size yanlış yapan olursa direkt bana gelin, gidip kırayım bina puanlarını” dedi. masadaki abiler falan da gelip bir bir tanıştılar bizimle. bunca haksızlığın içinde birlik halinde duran küçük ama onurlu bir bina olduğumuzu anladım.

bu arada tek bir öğrenci bile hufflepuff’a seçilmedi. sonradan öğrendik ki hufflepuff tamamen kağıt üstüne kurulu kara para aklamak için kurulmuş hayali ve paravan bir binaymış… hogwarts’ta kuvvetler ayrılığı ilkesi rawenclaw(yasama)-grifindor(yürütme)-slytherin(yargı) şeklinde oluşturulmuştu. hufflepuff’ın binasının nerede olduğunu bile kimse bilmiyordu ve simgesi resmen vatandaşla dalga geçer gibi porsuk olarak belirlenmişti. biliyorsunuz porsuk tüneller kazarak bir şeyler kaçırır…

neyse seçimler bitti, dumbledore ayağa kalktı. işte hoşgeldiniz, harry potter da bu yıl bizim okulda, hogwarts gelişiyor bilmem ne. sonra çıkardı ağzındaki baklayı:
“bakın hep hogsmeade’ten yemek söylüyorsunuz. içine ne koydukları belli deyil. yemekhanenin yanına kurduğum kantinde dambi büfe hizmete girmiştir! yiyecekseniz oradan yiyin. hogsmeade’ten yemek getiren süpürgeli kuryelerin okula girişini yaptığım büyülerle engelledim, hayatta giremezler araziye.”
bunun üzerine snape ayağa kalktı:
müdürüm sakın yanlış anlamayın ama “yemekhanenin hemen yanına bambi büfe’den çaldığı isimle dambi adında kantin açan dumbledore, işletmesinde sigortasız ev cini çalıştırıyor!” diye iddialar var. bunlara ne diyorsunuz?

biz coştuk tabii tüm masa. masaya falan vuruyoruz ellerimizle, alkışlıyoruz, gülüyoruz. gerçek bi solcu lan bu snape. helal olsun.
peki dumbledore ne yaptı:

sonra “hadi yumulun” dedi ve bir sürü yemek çıktı ortaya. çok güzel değiştiriyor gündemi bu adam.
aslında daha ilk günden bu kadar haksızlık şike görmesem güzel okul diyeceğim ama…
zindanımıza indik, uyuduk. tabii haksızlıklara karşı hep sesini yükselten bi bina başkanınız olursa tüm binalar manzaralı yerlerde, sizse zindanda uyursunuz. eski evrak çantasıyla samsun 216 kokan yamalı cüppesi, ilimle karanlığı yenme azmi, haksızlığa karşı çay bardağıyla idealist bi duruşu var snape hocamızın.

iksir dersine girdik birkaç gün sonra.
harry geç geldi, snape de git geç kağıdı getir dedi.
harry de “ne kağıdı yeaa” falan diyor.
snape de kovdu bunu. harry 10 dk sonra dumbledore’la geldi, bi yandan da ağlıyor…
dumbledore dedi ki “snape, lütfen.”

neyse, snape muhteşem bi öğretmen. derste benim anlamadığım noktalar oldu. çıkışta odama gel dedi. kendi teneffüsünü bana ayırdı, anlattı yine. fedakar ve idealist bir öğretmen.

ıntroduction to süpürge dersi var arazide. bi çıktık, yine gryffindorlar.
sonradan öğrendik ki hogwarts’ta slytherinle gryffindor fenci, rawenclaw eşit ağırlıkçı, hufflepuff da sözelciymiş. biz gryffindor’la aynı alan olduğumuz için derslerimizin çoğu ortakmış. tabii şimdilerde böyle değil, katsayılar kaldırılmış hep. ulan ya ne hale geldi hogwarts’ımız.
bu potter zengin ya, önceden öğrenmiş uçmayı
havada artis artis uçuyor. gryffindor kızları falan alkışlıyor.
meğerse daha okullar açılmadan bunu takıma almışlar, haksızlık lan bu!
süpürge hocası geldi, kadın bi şeyler öğretmeye çalışıyor.
harry sürekli lafını kesiyor “hocam peki şurasını şöyle tutsak böyle olur mu?” “rüzgar faktörüne karşı şöyle etsek olur mu?”
öğrenmeye çalışıyormuş gibi yapıp kendi bilgi şovunu sunuyor…

birkaç hafta sonra burs ofisine gittim. belgeleri toplamıştım. zaten ailem dar gelirli, kesin bi şeyler çıkar diyorum. bi girdim, içerisi weasley dolu! dumbledore benim belgelere baktı ve “yine senin durum iyi, bak senden çok daha kötü durumda olanlar var. memur baba+7 çocuk!” diye weasley’leri gösterdi. “sana dambi büfede geçen indirim kuponu verebilirim ancak.” deyip yolladı. ağlayarak çıktım, malfoy gelip elini omzuma attı. “bizim malfoylar holding var, sana burs kesin çıkar oradan.” dedi. gözyaşlarımı silerek gülümsedim, teşekkür ettim.

akşam oldu, yemekhanedeyiz. sarıklı bi hoca daldı içeri(profesör quirrell)
müdürüm müdürüüüm diye koşuyor, “içeri ifrit daldıııı!” deyip bayıldı. panik ortamı oluştu.
“bahçeye çıkın, belediyeyi arayalım gelip alsınlar” falan diyor dumbledore.
bu arada hermione tuvalette kalmışmış, harry ile ron da onu kurtarmışmış ifriti dövüp. lan böyle saçmalık mı olur?
harry o hayvana galleon verip okula çağırdı ve para karşılığında dövdü. kahramanlığa doymuyor şerefsiz!

quidditch maçı oldu, ben de dürbünle izliyorum.
bizim slytherin arayıcısı tam topu yakalayacak, harry ile omuz omuza mücadele ediyorlar.
harry snitch’in üstüne görünmezlik pelerinini attı, snitch yok oldu ve ağzından başka bi snitch çıkardı! maçı kazandılar! orijinal snitch ortada yok tabii…
ben “şikee şikeeee!” diye bağırdım. gryffindorlar üstümüze yürüdü. snape’in yanındaydım, üstümüze molotof attılar ve snape’in cüppesi tutuştu!
artık alıştık böyle olaylara, napalım.

bi gece uyandım, zindanda su kalmamış. yemekhaneye inmek için zindandan çıktım.
koridorda bi baktım harry! takip ettim. bi odaya girdi. kelid aynası var, ona bakıyor.
baktım aynada kendisini görüyor ama yara izi çok daha büyük.
100 metreden görülebilecek kadar büyük! ulan dedim, ruh hastası…

allah aşkına bana şu iki resim arasındaki farkı söyleyin ya:

bi gün yasak ormanın oraya sigara içmeye indim. bi baktım yaralı bi unicorn, can çekişiyor. tek boynuzlu, yazık nasıl güzel bi hayvan. hagrid’in kulübeye koştum, kapıyı çaldım ama açmıyor. lan dedim bari okulun veterinerinin numarasını ver! cevap vermiyor.
camdan içeri baktım. harry, ron ve hermione içeride. hagrid bunlara yavru ejderha satmaya çalışıyor!
diyor ki “bak harry, binmediğin zamanlarda bunu astronomi kulesine bağlarsın acaip karizman olur!”
re-za-let! baktım çıkmıyorlar dışarı, cebimden yeşil lazer çıkarıp hagrid’in zağarı fang’e sıkmaya başladım. aptal köpek lazeri kovalamaya başladı. lazeri unicorn’un oraya sıktım, bu da oraya koştu. bağırdım “fang yasak ormana koşuyooor!” bunun üzerine çıktı kulübeden hagrid…

bu arada okulda puan sistemi var. biz çakıyoz gryffindorlara. aramızda yüzlerce puan fark var.
artık okulun son günü geldi. bizi geçmelerinin hiçbir şekilde imkanı yok.
neyse, ben tuvalete gittim. ron’la harry geldiler, benim içeride kabinde olduğumu bilmiyorlar. nası gülüyorlar ama.
diyorlar ki
“olm dumbledore son puanları açıkladığında snape’in yüzüne çok dikkatli bakıp düşünseline çıkartacam ifadesini, 10 yıl gülecem!” “dumbledore’a helal ama bizi şampiyon etmek için cidden güzel kumpas kurdu!”
“3 başlı köpeği nasıl uyuttuysa hayvan uyanamadı bi daha! az önce arka bahçeye gömdüler.”
“lan çoban matıyla yendim o devasa satranç takımını. level’ı nası kolaylaştırdıysa dumbledore!”
ben anladım ki dumbledore bunları şampiyon etmek için kahramanlık yaptırdı, başka çareleri kalmamıştı çünkü, aramızda yüzlerce puan farkı var…
masalarımıza geri döndük. salon kalabalık, salon heyecanlı.
dumbledore kalktı ayağa. işte “dün harry, ron ve hermione okulu kurtardı. bi hocanın sarığının içine voldemort gizliymiş, harry sayesinde hin emellerine ulaşamadı. köpek için bilmem kaç puan, satranç için bilmem kaç puan, okulu kurtardıkları için bilmem kaç puan…”
ve şampiyon oldular.
hemen snape’in yanına gidip anlattım olayları.
“sakın ama sakın kimseye anlatma! hafızanı silerler, akıl hastanesinde çürürsün…” dedi ve gözyaşlarımı sildi elleriyle, sevgi dolu bi sesle ekledi “haklıların mahkum edildiği bir ülkede, bütün doğruların yeri cezaevidir. unutma.” bileğine sectumsempra’yla attığı façayı gördüm. “hocam neden bileğinize lilim diye faça attınız? lily kim?” diye sordum. uzaklara baktı… suskunlaştı…

ilk yıl bitmişti, haksızlıklara karşı savaşacağımız 6 yılımız daha vardı…

ikinci yıl:

king cross’un girişinde slytherin’den arkadaşlarla buluştuk.
hogwarts express’inin peronuna bi girdik, express kalkmış! metrobüs var bir tane!
dumbledore’un marifeti. neyse, çıktık perondan. metrobüs için özel biletlerden aldık(artık ulaşım ücretsiz değil eskisi gibi)
okula vardık, çimlerde yürüyoruz. bi uçan araba daldı araziye, gitti güzelim şamarcı söğüt ağacına bindirdi. olay yerine koştuk, içinden ron’la harry çıkmaz mı!
“metrobüs yapmışlar, akbil yoktu biz de bunu çaldık!”
lan dedim oto hırsızlığına mı başladınız şerefsizler! tam hogsmeade jandarmasını arayacağız benim android telefonla(bir tek android çekiyor hogwarts’ta. dinozor dambi antinokia büyüsü sıkmış etrafa bir tek), mcgonagall geldi, “hayır çalmadınız o ron’un babasının arabası di mi ron?” dedi
ron’la harry bakıştılar, “evet hocam babamın arabası” dedi ron.
dakka bir dosyayı sümen altı bir…

yemekhanedeyiz, dumbledore konuşma yapmak için kalktı.
“bildiğiniz gibi dambi büfe’de chicken menüden hipogrif gagası çıktı diye bi söylenti var. bunlara kulak asmayın vs. münferit olaylar bunlar falan filan”

ginny diye bi kız gelmiş. kız yemekhanede çıkan her şeyin fotoğrafını çekip instagram’a koyuyor. weasley işte, görgüsüz.

gilderoy lockhart diye bi hoca gelmiş. ders başladı, yavşağın teki herif.
harry ile sürekli sidik yarıştırıyorlar.
bu diyor ki ben gittim bilmem nerede kurt adamları öldürdüm, kitaplarımda yazıyor.
harry diyor ki ne var ben de voldemort’u öldürdüm.
gilderoy diyor ki benim 100 tivitim var ama 100.000 takipçim var.
harry diyor ki benim sıfır tivitim ama 1.500.000 takipçim var.
ahaha lan bunları izlemek acaip zevkli lan, gerizekalılar.
neyse çıktık dersten, yürüyoruz.
bi baktık harry, hermione ron üçlüsü bi kedi heykelinin başındalar.
altta da yazı var “sırlar odası açıldı akıllı olun” diye.
hademe geldi, onun kedisiymiş. “allah da sizi taş etsin canileeeer” diye zılgıt çekmeye başladı.
ulan dedim ağaca arabayla girdiniz, üç başlı köpeği öldürdünüz, ejderha alıp sıkılıp barınağa gönderdiniz kediden ne istediniz hayvan düşmanları!
çektim asayı, girişecem.
harry baktı ortalık karışıyor, hemen yara izini tutup “ahh acıyor ahhh” falan diye kendini yere attı.
dedim “kalk lan ayağa john lennon kılıklı!”
sonra dumbledore geldi, götürdü bunları…

bu arada düello kulübü kurulmuş, oraya gittik.
bu gilderoy şekil kasıyor, snape ile düello yapmaya kalktı.
snape başganımız buna bi expelliarmus çaktı var ya ahahahah
ama ne yazık ki potter gerizekalısı kullanabildiği tek büyüyü böylelikle öğrenmiş oldu. ileriki yıllarda da sadece bunu ve accio’yu kullandı. adamın kapasite iki büyüyü kaldırabiliyor ancak. üçüncüyü öğrenmek istersen bunlardan birini unutması gerekiyor.
sonra malfoy’la harry çıktı döğüşmek için. malfoy yılan çıkardı asasından, adam tam slytherinli ya! 🙂
harry şerefsizi başlamaz mı yılanla dedikodu yapmaya!
hemen millet etkilendi falan, neyse düello bitti. çıkışta ron “harry bana da öğret nerede kursa gittin” diyor. harry şerefsizi gittiği kursu söylemiyor. “abi dil öğrenim seti indirmiştim torrentle, içinden yılan dili de çıktı ama ben öğrendikten sonra windows çöktü her şey silinmiş. şimdi de kapattılar o torrent sitesini” diye kolpalıyor.

bu arada malfoy’un babası sağolsun, dumbledore’a dava açtı.
hem metrobüs, hem dambi büfe, hem lise mezunları profesör diye hogwarts’a atamalar falan ortalık karışık.
ama ne zaman dumbledore’un duruşmalar yaklaşsa tak biri daha taş oluyor ve gündem değişiyor!

quidditch maçındaydık mesela. slytherinler olarak tam kazanacağız, gryffindorlar sayı yaptı. gryffindorların oturduğu yerden bi maganda havaya asa sıktı ve yemyeşil büyü havada uçmakta olan yepisyeni hipogrif’e çarptı! veteriner nerede diye bağırıyorum, tüm slytherin takımı hayvanın başına toplanmış. suni teneffüs yapmaya çalışıyoruz. bu arada hakem oyunu durdurmamış meğerse. tak harry yakaladı snitch’i. şampiyonluğunuz batsın şerefsizler, çekildik binamıza.

bu olaylar dışında güzel bir yıl geçti, yıl sonu yaklaştı. birkaç kişi daha taş oldu sadece.
son gece zindanda büyülü batak atıyoz crabbe ve goyle ile.
haber geldi, harry basilisk diye bi yılanı öldürecek!
ulan hayvan düşmanı şerefsiz! ben basilisk bursu alıyorum malfoylar holding’ten! burs gidecek!
çıkardım asayı, fırladım bahçeye, harry’nin ağzına sıçacam.
bu taş etme mevzularını toparlayabilmek için suçsuz günahsız yılanı öldürecekler!
dedem tom riddle’ın yakın arkadaşıydı, biliyordum basilisk’i.
okulun arka kapısına belediye arabası yaklaştı, içine yılanı soktular. yılanı öldürmemişler ama yuvasından ettiler.
suçlu yılan oldu, potter tetikçi gibi suçu üstlendi, “yılanı öldürdüm” dedi.
gryffindor yine şampiyon oldu, dumbledore bir sürü suçtan beraat etmişti, arada onun beraati kaynadı ve potter yine kahraman oldu.
ve ben burssuz kaldım…

neyse, okul bitti. malfoy’un ailesi ile benimkiler tren istasyonundalar.
malfoy’un babası delirmiş. malfoyların ev cini varmış, onu çalmış adamdan potter.
ben anladım ki bu sihir dünyasında insan olarak bi yere gelinemiyor. kötü olacaksın arkadaş!
“takma kafana be lucius abi.. dobby; insanların özel mülklerine izinsiz girip suç işleyen, sigortasız çalışmak isteyen, çorap fetişinden muzdarip çok tuhaf bi hayvandı.
bundan sonra dark side’tayım. pislikle uğraşırken ben de kirlenmek istiyorum abi… emrindeyim!”

üçüncü yıl:

bütün yaz televizyonda sirius black’in haberleri izledik. babam dedi ki “bak okulda iki tane it vardı, biri bu biri de lupin. lupin kurt kırmasıydı ama bu sirius direkt karabaş”
bu sirius, james’i voldemort’a satmış, bir sürü masum insanı öldürmüş, şimdi de hapisten kaçmış.
ahaha ulan dedim potter yusuf yusuftur şimdi bakalım ne olacak. bu yıl çok eğlenceli geçecek gibi görünüyor.
bu arada yazın harry kim 500.000 galleon ister’e çıktı. slytherin’in simgesine solucan dedi, daha ilk soruda elendi ahahah gerizekalı cahil.

eylül ayı geldi. okula gitmek için girdik perona. bi baktık metrobüs bu sefer metro olmuş! neymiş, tren de metrobüs de dışarıdan görünüyormuş, yerin altından giden araç lazımmış! herifler tüm rayları kaldırmışlar, daha geçen yıl aldıkları metrobüsleri garaja çekmişler ve metro hattı döşemişler…
ulan dedim dambi, yine sihir bakanıyla ne ihaleler kovalıyon…
yolculuk başladı. lupin açtı bizim kompartımanın kapısını “boş yer var mı gençler?” diye.
dedim la hoşt! gitmiyor ama.
kaldırıp asayı deynekle vurur gibi üstüne koştum, kai kai diye kaçtı ahaha! artık böyle bu işler, herkes akıllı olacak.
neyse metroyu bi durakta ruh emiciler durdurdu, kimlik kontrolü yapıyor adamlar.
potter bunları görür görmez kendini attı yere, bayıldı yine. ben de cebimden not defterini çıkarıp potter sayfasındaki “bayılma” kısmına 29. çiziği attım. tam bir histriyonik kişilik bozukluğu bu adamdaki.

“histriyonik kişilik bozukluğunun sebepleri:
bu bozukluğun sebebi bilinmemektedir fakat bir yakınının ani kaybı, aile içinde sürekli kaygı doğuran bir hastalık bulunması, ebeveynlerin boşanması ve genetik sebeplerin etkili olabileceği düşünülmektedir.
histriyonik kişilik bozukluğunun belirtileri:
-ilgi odağı olmadığı durumlarda rahatsız olma
-ilgi çekmek için fiziksel görünümü kullanma
-gösteriş yapma, yapmacık davranma ve duygularını aşırı bir abartı ile gösterme
-telkine yatkın olma, kolay etkilenme
-aniden gelen fiziksel ağrılardan şikayet etme, bayılma, ağlama krizleri”

buyrun, bu da harry potter için hazırladığım bayılma algoritması:

psikiyatrist olmaya karar verdim bu gryffindorlar yüzünden.

neyse, toplandık salona 4 bina. dumbledore çıktı, dedi ki “yeni hocanız hagrid!”
“ulan lise terk herifi profesör diye nasıl atadın dambiiii! kadrolaşmanın böylesini görmedik laaaan! ensendeyim oluuum!” diye bağırdım, tüm masa alkışladı beni. snape kalktı ayağa, “slytherin’e 50 puan!” diye bağırdı. artık böyle, herkes akıllı olacak.

ilk dersteyiz. hagrid gerzeği bize hipogrif gösteriyor.
işte eti mükemmelmiş, tek hipogriften 500 kg löp et çıkıyormuş, hem de sadıkmış vs.ayriyeten istediğin zaman binip uçabiliyormuşsun falan filan.
malfoy sevmek için elini uzattı, hipogrif malfoy’u ısırmaz mı!
bu hipogrifler 5 yaşına gelince sahiplerini yiyor lan, acil önlem alınmalı! hemen şikayet dilekçesi yazdık bakanlığa. neyse, malfoy’un kuduz aşısı olması gerekiyordu, oradan kaptık izni. 1 ay boyunca londra’ya gidip geldik.

bu arada lupin, karanlık sanatlara karşı savunma dersini veriyor.
kaldırdı beni tahtaya, diyor ki “sana kalkan büyüsü gösterecem. hadi bana bi lanet yolla.” mırıldanarak altyazı büyüsü söyledim, fak yu! dedim. altyazı çıktı hemen: lanet olsun diye ahahaha ama var ya snape mineyp falan kapının aralığından izliyor, o bile yerlerde ahaha.
neyse, dedi ki “biraz ciddiyet lütfen!” neyse bir iki sectumsempra falan gönderdim, it herif hemen protego diyor engelliyor falan. baktım böyle olmayacak, asayı deynekle vurur gibi sallayarak yine bunun üstüne üstüne yürüdüm. kai kai diye yasak ormana kadar koştu ahahahah ama var ya nası gülüyoruz… snape geldi slytherın’e 100 puan! diye bağırdı.

öğretmenler günü geldi. siyah beyaz gördüğü ve sudan korktuğu için kuduz lupin’e suluboya aldım! snape’in gülmekten gözünden yaş geldi ahahaha

hogsmeade köyünde üç süpürge diye bi bar var. artık yaşımız tutuyor ya, oraya takılmaya başladık. bi gün üç süpürge’deyiz, bi baktık fred weasley! oturmuş entel birkaç cadıyla “ben kaymakbirasıyla sarhoş olmam.” falan diyor. sonra iran düşünseli’ni övmeye başladı, işte çok sanatsalmış falan filan. sonra baktı kimse etkilenmiyor “”vejetaryen olmayan herkes aslında ölüm yiyici” diye zırvalamaya başladı. 4. birada ettiği laf: “sirius black de vatanseverdi voldemort da” ahahahah!
en son o kadar çaresizdi ki yemekhanede çalışan ev cini bi hatuna mesaj atıyordu “napıosn güzellik? ” diye.
ama sabah attığı ilk tweet: “hogsmeade’te bi günah gecesi şimdi de hangover :s”
kaymak birası resmen baileys lan… olm biraz ağar olun, cüppenize uygun hareket edin lan… siz üç süpürge’de kaymak birası içerken biz domuz kafası’nda masaya yumruğumuzu vurup “masaya hipogrif sütü ve veela getir hancı” diyorduk grifindor bebeleriiiiğğğ!

quidditch maçı yapıldı bi gün. ben yine dürbünle izliyom. hakemin o yöne bakmadığı bi anda harry’nin yanından bi slytherin uçarak geçti, harry kendini süpürgeden yere attı! artık nası planladılarsa harry düşerken dumbledore büyü sıktı, harry yere çok yavaş indi. hakem kırmızı kart çıkardı bizim oyuncumuza böyle faul yapılır mı diye! biz delirdik bağırıyoruz falan, ruh emiciler bile sahaya daldı protesto etmek için.
ertesi günkü gazete manşeti: ruh emiciler sahaya dalınca harry potter süpürgesinden düştü…

intikam almak için belediyeyi aradık, gelip lupin’e küpe taktılar.

yine de hakkını yememek lazım. lupin o kadar akıllı bir kurt kırması ki doğru bir eğitimle 250 büyüye kadar öğrenebiliyor. harry’de bu sayı iki: accio ve expelliarmus.

karanlık sanatların vize zamanı geldi.
gryffindorlarla ortak sınav yapacaklar. hepimizi sınav salonuna aldılar, ben hemen gidip lupin’in sandalyesine pire damlası döktüm. neyse bu geldi, oturmasıyla kaşınmaya başlaması bir oldu ahahahaah. pireler bunun üstünden atlayıp en ön sırada oturan hermione’yle ron’a hücum etti, hermione hemen bi büyü attı ve pireler yok oldu. te allah’ım ya iki dakka eğlenelim diyoruz, hemen arıza çıkarıyor bu gryffindorlar. neyse, lupin kağıtları dağıtmaya başladı. bi baktım soruların hiçbirini bilmiyom! cüppemin altından itköpek-kovucu ses dalgası cihazımı çıkartıp lupin’e sıkmaya başladım.

tabii o bizim duyamadığımız sesleri duyuyor ya, bu birden kaikaikai diye dışarı fırladı. bu çıkar çıkmaz hemen biz kopya çekmeye başladık, harry kalktı hemen ayağa, yiğitlik yapacak aklı sıra gerizekalı bize doğru geliyor. neyse sağolsun malfoy ayağa kalkıp onunla düelloya başladı, biz bu arada soruların yarısını cevapladık. lupin gitmiş, snape’i alıp gelmiş. snape’i hem de! neyse snape ”accio it köpek kovucu” dedi(it ile köpeği vurgulayarak tabii), benim cihaz uçup gitti bunun eline. elinde cihazla lupin’e bakıp gayet ciddi “bu sınıfta it köpek yoksa bu cihaz neden sizi rahatsız etti anlamadım.” dedi. tabii lupin kemküm mode on. snape’in sınıftan çıkmasıyla ben ayağa kalktım, lupin bak bak asaya bak diye asamı alıp camdan aşağı attım, getir oğlum diye bağırdım(huyunu biliyorum tabii itin) bu hemen fırladı bahçeye asayı kapıp getirmeye ahahahaha ama biz var ya yerlerdeyiz artık bıraktık kopya çekmeyi komple kahkaha atıyoruz. milletin gözünden yaş geldi. snape de bizi kapıdan izliyormuş, içeri dalıp slytherin’e 200 puan demez mi! bu sırada şerefsiz harry pür dikkat bizi izliyor. gidip düşünseline çıkartmış görüntüleri, dumbledore’a izletmiş. neyse 5 gün uzaklaştırma aldım. gittim, çatlak kazan’ın üst katında oda tuttum. her gün kaymakbirası olsun, veela’sı olsun on numara takıldım. bu arada ben özgürlüğün tadını aldım ya, erasmus’a gitmeye karar verdim. malfoy’u da ikna ettim ikinci dönem erasmus yapalım diye.

malfoy’la ben erasmus yapmaya karar verdik ama bizde ortalama ne gezer? her akşam zindanda büyülü batak oynuyoz, hagrid’in kulübesine yeşil lazer tutuyoz, geceleri de acıkınca yemekhaneye inip ev cinlerine yemek hazırlatıyoz. günler böyle geçiyor ve ortalama tabii yerlerde, repeat olmamak için lupin’e hogsmeade’ten kemik bile aldım hediye olarak düşünün yani.
derken harry gerzeği görünmezlik pelerinini okulda yine bi yerde unuttu ve ben de hemen hacıladım tabii. midterm ve finallerde sorular hazırlanırken pelerinin altına malfoy ile girip öğretmen odasına sızdık ve tüm soruları gördük. ortalama o biçim oldu, snape’in de torpiliyle erasmus’a beauxbatons çıktı!
biz sevinçten deliriyoz doğal olarak beauxbatons’da kızlar teklif ediyor olm, her yer veela! abaza lobisinin ebedi üyeleri ron harry falan kıskançlıktan geberiyor ahahaha! biz malfoy’la okulun spor salonuna yazıldık, ev cinlerini de bağladık paso yağsız et, lapa pirinç falan hazırlatıyoruz bize. hatta yemekhanedeki tüm etleri bitirdik, neyse ki hagrid’in malfoy’u ısıran hipogrifini o ara kestiler de et çıktı bize.. protein ağırlıklı beslenme, düzenli spor ve uyku derken çıkardık sixpackleri, bomba gibiyiz ama gümbür gümbür erasmus’a gidiyoz oluuum! ben daha trendeyken facebook’ta yaşadığım ülkeyi değiştirip fransa yaptım, malfoy da hogwarts’taki sevgilisinden ayrıldı baykuşla ayrılık mesajı yollayıp.
neyse bavullarla girdik beauxbatons’a, binaya varmadan çimlerde bi veela gördüm. hemen “pişt angel! where is our bedroom? we are so tired of all the darkness in our lives.” diye girizgah yaptım, dil var tabii boru değil. malfoy da asayla dürtüklüyor beni “ehehe yavaş ol olm zeheheh” diye. hatun fransızca cevap vermez mi! bak bizi anlıyor ama fransızca cevap veriyor! neyse ben google translate büyüsü yaptım, konuşunca altta fransızca altyazı çıkmaya başladı. bu arada diğer veelalar da “kim bu yakışıklılar?” modunda çevremize toplanmaya başladılar.
işte çektiğim bu foto ilk erasmus fotomuzdur:

erasmus maceralarımızı ise başka zaman anlatacam zehehe ulan hey gidi günler! genşler hogwarts günlerinin değerini bilin, bi daha geri gelmiyor o günler.
ikinci dönem komple erasmus’la geçti, çok güzeldi.

dördüncü yıl:

okula gelince öğrendik, ateş kadehi turnuvası varmış ve beauxbatons geliyormuş!
aahaha ulan tabii hasta oldular malfoy’la bana, bırakamıyorlar bizi.
salona bunlar girer girmez malfoy’la ben kalktık ayağa, sarıldık beauxbatons kızlarıyla, tüm okul bizi izliyor!
durmstang bi geldi, itü makina lan resmen! bu yıl da çok eğleneceğiz belli oldu.
masaya oturduk beauxbatons kızlarıyla. ron bizim masaya geldi, alakasız bi slytherin öğrencisine soru soruyor işte “kalın uçlu nokia şarzı var mı?” diye. lan dedim git ihtiyaç odasına, orada vardır abaza! beauxbatons kızlarını yakından görmek için bulduğu bahaneye bakın gerizekalının…

viktor krum da tam abaza çıktı. tamam anladık ingilizce bilmiyon ve “benim tıvaytır’da 10.000 takipçim var” diyerek veela yemeye çalışıyon ama tıvaytır ne lan?

bu arada ruh hastası bi hoca geldi alastor moody diye. başı gözü ayrı oynuyor yavşağın. daha ilk derste alıp örümceğe eziyet etti. bu gryffindor mezunlarının hepsi mi böyle ya? neymiş; eski komandoymuş, bir sürü ölüm yiyen avlamış, süpürgeden süpürgeye atlarken havada asa değiştiriyormuş. ya dedik yürü git ahahahah!

üç büyücü turnuvasına katılacakların isimleri okundu. harry de çıkmaz mı!
biz oha diyoruz masalara vuruyoruz, dambi diyor ki “okulun tanıtımı için harry de olmalı!”
diğer okullara haksızlık lan, böyle bir şey olabilir mi?
en sonunda dedi ki “biz o kadar masraf yapıyoruz, turnuva bizim okulda, o zaman bizim iki tane yarışmacımız olacak”
rezalet lan rezalet!
sinirimden o turnuvalarda neler olduğunu anlatmak bile istemiyorum. yine şike üzerine şike:
harry’ye sakinleştirici verilmiş ejderha mı dersin o hayvancağızın yumurtasını çalması mı dersin, son görevde labirentte patlaruçlu kelekerleri patlatmaları mı dersin…
(hagrid ayısı keleker üretmek için pitbulla hamam böceğini çiftleştirmiş. yem olarak da çatapat vermiş. bu hayvancağızlar çıkmış ortaya)
artık labirentte ne olduysa cedric diggory öldü ve harry potter kazandı!
nası öldüğü tam olarak bilinmiyor ama harry’yi aklamak için bi senaryo yazdılar işte yok anahtar varmış da, yok karanlık lord öldürmüş de…
babamı aradım, onun ölüm yiyen arkadaşları da var çünkü.
dedi ki “evet lordumuz bu akşam canlandı, artık tüm oylar ona. ama harry kolpalıyor, voldemort bu akşam parti toplantısındaydı ne cinayeti?”

ertesi gün dambi kalkıp “voldemort canlandı, cedric’i o öldürdü, harry’ye kadeh kaldırın!” demez mi?
ulan dedim bu ne acaip tiyatro, oha lan oha!
hayır okulu da ülkeyi de yanlış tanıttık, hem durmstranglar hem de beauxbatonslara haksızlık yapıldı. bizi avrupa birliği’nden çıkarsalar haklılar yani.
harry de kaptı 1.000 galleonu. çok güzel çok, aynen devam.

beşinci yıl:

artık bu kadar skandaldan sonra dumbledore’u denetlemesi için müfettiş gönderdiler.
umbridge adında, pırıl pırıl idealist bi kadın.
daha ilk dersten “bu yıl karanlık sanatlara karşı savunma dersinde tamamen kuramsal çalışacağız, asa kullanmayacağız.”
oh be! alkışladık. sonra bizim kolpacı bi kehanet hocası vardı her gün burç muhabbeti yapan. işte onu görevden aldı.
hagrid ayısına kısıtlama getirdi. metroyu kapattı, hogwarts express’i geri geldi. dambi büfe’yi kapattı. okul yine muhteşem bi hale geldi. bu arada voldemort da siyasete atıldı ya, dumbledore nası tırsmış bi görseniz ahaha

bi gece çok acıktık malfoy, crabbe, goyle ve ben. canımız acaip piliç çekti. hogsmeade’teki mekanlar akşam 10’dan sonra süpürgeli kurye yollamıyorlar ya, dedik baykuşhaneye inelim. neyse ben mangal büyüsü yapıp ateş yaktım, malfoy da besili bi baykuş’u vurdu avada kedavrayla. kuş ron’unmuş, cimri şerefsiz bizi mahkemeye verdi! malfoyların bi hipogrifi vardı, baykuşhanedeki baykuşları tehdit ettirdik hipogrife, hepsi yalancı tanıklık yaptı da kurtulduk. tabii duruşmalara girmek için sihir bakanlığına gittik. bakın biz merdivenleri iniyoruz, bu ron harry falan hep özürlü asansörünü kullanıyor. böyle insanlar işte bunlar.
ceza almadık ama intikam almak istiyoruz. bunlar gerizekalılar dumbledore’un ordusu adında fayt kılap gibi bi şey kurmuşlar.
ulan harry! 🙂 özenti herif, onları ispiyonladık. hepsi ceza aldı.

zaten bu hogwarts’ta hayvan hakları savunuculuğu da bi garip. grifindorların zaten hepsi hayvan düşmanı ama yine de bazıları çabalıyor, çok komik oluyor.
mesela dukan diyeti ayağına yemekhanede hipogrif etlerini ekmeksiz yutan hermione erit’e niye üye olmuyon hayvansever deyil misin demiyor mu bana ahahaha! ulan ben olmasam 3. yıl dumbledore sirius’u öldürecekti lan. sirius daha kaçak, herkes bunu arıyor. dumbledore bahçeye zehirli kıyma koymuş, neymiş sirius okul çevresindeymiş. çıkardım asayı, hiç düşünmeden sıktım dambi’ye. şerefsiz suçlu olduğunu biliyor tabii, karşılık bile vermedi. hemen kaldırdı zehirli kıymaları cani herif. zaten bu herife o kadar dahi mahi diyorlar, biz bunun bilgisayarını hekledik. bi görseniz var ya, komedi! adamın mailinin şifresi fawkes! hogwarts’ın anasayfasına bile girmek için google’a hogwarts yazıp öyle giriyor ahahahah!

at adam vardı bi tane. tütün satıyordu yasak ormanın girişinde. umbridge müdahale etmeye gidince kaçırdı hocamızı beygir!
oha! okulun çevresinde takılanlara bakar mısınız? dumbledore’un ödü bokuna karıştı, gidip kurtardı kadını. sonra baktı görevden alınacak, sırf yalakalık olsun diye voldemort’a ödül verdi! bakın ödül gecesi konuşması:
“hogwarts eğitime katkı ödülü” bu yıl voldemort’a verildi! voldemort’un sinsi saldırılarını hep eğitim öğretim yılının sonuna gelecek şekilde planladığını söyleyen dumbledore, “eğitime katkı illa parayla olmaz, planlamayla da olur!” şeklinde konuştu.

bu fotoğrafı ben çektim:

voldemort da dumbledore da şerefsiz arkadaş, iğreniyorum ikisinden de…

bu arada lupin yine delikanlı adammış. onun sayesinde çoraplarımı bulamayınca nereye koyduysan ordadır diye anne azarı işiteceğime “accio çorap!” diyorum evde, kafalar rahat. faydalı şeyler de öğretmiş bize adam.

bu arada umbridge ile ortaklaşa yaptığımız çalışmalar sonunda hufflepuff’ın aslında bir kara para aklama merkezi olduğu gerçeğini ortaya çıkardık.
hufflepuff’ın nerede olduğunu biliyor musun? hiçbir öğrencisini tanıyor musun? yönetmeliği nedir bilgin var mı?
dumbledore ve sihir bakanının çuval çuval galleonu nerede aklanıyor hiç düşündün mü?
hufflepuff tamamen kağıt üstünde hayali bir binadır.

altıncı yıl:

okula bi geldik, girişe duyuru asılmış:

gryffindor: 3.50 ortalama + yiğitlik sınavı (2 kişilik kontenjan)
rawenclaw: 3,25 ortalama + zeka testi (4 kişilik kontenjan)
hufflepuff: 2,00 ortalama + neden hufflepuff temalı sözlü mülakat (sınırsız kontenjan)
slytherin: 1,50 ortalama

oha lan! bizim binaya sızmak için dumbledore yine bi numaralar peşinde ama.. koridorda gördüm, eli kararmış, gidici diyorlar.
dumbledore ile voldemort görünüşte iyi de olsalar hogwarts üzerindeki rantı paylaşamıyorlar, o yüzden karanlık kapılar ardında çok acaip olaylar oluyor.
örneğin voldemort malfoy’a emir vermiş gidip dumbledore’u öldür diye.
dumbledore da malfoy’un üstüne harry’yi salmış. harry tuvalette malfoy’a bıçakla saldırmış, neyse ki snape oradaymış da dikiş atmış hemen. snape, malfoy’un annesine delikanlı sözü vermiş çocuğu koruyacağım diye. helal lan, çok delikanlı adam.

harry’nin histriyonik kişilik bozukluğuna sahip olduğu gerçeğini de yaydım. artık rahat rahat bayılamıyor şerefsiz. geçen gün içindeki anka teli çıkarılmış kurusıkı asayı bileğine dayayıp sectumsempra diyerek intihar girişiminde bulunmuş… manyak işte. hem kolpacı hem manyak.
zaten tüm gün elinde çapulcu haritası, google’da kendi adını aratıyor birisi yeni bir şey yazmış mı diye…
çapulcu haritası fikrini o animagus kılıklı hayvan sürüsü(patiayak, çatalak,aylak vs) steve jobs’tan çaldı bu arada, çok abartmayın o tayfayı. ıpad’e navigation indirsene bi… evet? ne buldun? ne o?

bu arada teknoloji bu kadar gelişmişken halen baykuşta, parşömen kağıdında, dolma kalemde ısrarcı olmak resmen hipsterlık başka bir şey deyil.

bu yıl hızlı geçti. anlatmaya değer bir tek şu var:
sene sonunda dumbledore bakıyor hem eli komple simsiyah, ölecek. hem de hakkındaki yolsuzluk davalarından falan yırtmasının tek yolu ölmesi. intihar etmek için astronomi kulesine çıkıyor. snape bunu engellemeye çalışıyor. hatta o derece ki bellatrixler falan da geliyor atlamasın diye ikna etmek için. o kesimle de arası iyi ya voldemort’a önceki yıl ödül verdiği için. yok diyor intihar edecem. snape tutmaya çalışırken bu atlıyor ve snape hocamız aşağı itti diye yalan laf çıkarıyorlar… dumbledore ölünce hakkındaki tüm davalar da düştü, oh ne güzel.

cenaze günü hepimiz toplandık.
dumbledore’un anka kuşu vardı fawkes diye, cenazede “abi kuş benim”, “bahçede boş kümes var zaten” diyen bin tane insan vardı. cenazeden sonra hepsi kayboldu tabii, kuşu hogsmeade hayvan barınağı’na aldılar. hayvan arada bi kendini yakıyor diye o kadar dedim altına gazete sermeyin, yere sıçsın ne olacak diye ama dinleyen kim? hogsmeade hayvan barınağı’nda yangın çıkarmış! uyuttular güzelim hayvanı.

işte hogwarts böyle bir yer.

yedinci yıl:

işte bu yıl tartışmasız en şerefsiz yıl. tüm karanlık ilişkiler ortaya çıktı. bunca olay, bunca sözde düşmanlık niyeymiş her şeyi öğrendik.

son sınıftayız, stresliyiz, bpss’ye (büyü personeli seçme sınavı) hazırlanıyoruz ki sihir bakanlığında memur olalım. dumbledore’un torpili olmadan iş bulmak imkansız tabii. tom riddle bile mezun olunca ancak borgin&burkes’ta tezgahtar olabildi, düşünün yani. hermione bile test reklamlarında oynuyor para kazanmak için:

ama ders çalışmak ne mümkün? sürekli acaip acaip olaylar, çoğu gerçekdışı şeyler:
yok harry bakanlığı basmış, yok heri ejderha çalmış, yok bilmem ne.
neyse ki snape müdür, bi şekilde okuyoruz.
hatta snape sağolsun. sonunda o bile bıktı, mcgonagall’ı kedi sepetine koyup teee hogsmeade’in dışına bıraktı. ama kadın animagus oldu, yine okulu buldu.

neyse tam bpss’den önceki gece, sabah sınav var. stresten uyuyamıyorum.
bi anda aşağıda gürültü başladı, dedim ne oluyor
“lan koş mevzu çıkmış”
ne mevzusu?
“mcgonagall snape’e asa sıkıyor!”
ulan dedim yeter! indim salona, bi köşede potter ve tayfası, diğer tarafta snape hoca düello ediyorlar.
lan sizin allahınız yok mu ertesi gün sınav var amk diye bağırdım!
“lütfen odanıza” dedi mcgonagall.
ne diyon sen kadın dedim.
“tüm slytherinler zindana, size güvenmiyoz!” dedi.
“asıl ben size güvenmiyorum, eğitim düşmanı manyak karı!” diye bağırdım.
senin yüzünden uykumu alamayacağım, neyse zindana dönüyorum. daha ben yoldayken şovalyeler inmeye başladı “okulu koruycaz hööö savaş var höööö!” diye. ufak bi hoca vardı, havaya asa sıktı ve cam fanus oluştu vs
ben girdim zindana, kulaklarıma pamuk tıktım uyumaya çalışıyorum. bu sefer yangın alarmı ötmeye başladı, yangın söndürme fıskiyeleri su sıkıyor üzerime.
yeter lan yeteeeeer! ağlamaya başladım sinirden.
asamı çekip aşağı indim, bi de ne göreyim? tam olarak sahne şu:

dumbledore… şerefsizin hortkuluku varmış…
ben şok olmuş vaziyette bunlara bakarken önüme büyücü postası düştü ve daha ilk sayfada dev reklam:

altta da bakanlık kararı:
“hogwarts öğrencilerin okumasına uygun bir yapı değildir. eskidir ve yangına müsaittir. yerine otel yapılması uygundur.”

snape hocamızın gözleri belermişti; şakağındaki damar atıyor, elleri titriyordu “burası bir okul, bir eğitim yuvası! bu öğrenciler asa itiyor, büyü istiyor, okumak istiyor. hayır, otel yapamazsınız!” diye bağırarak voldemort’la dumbledore’a saldırdı! bunun üzerine voldemort’un yılanı nagini, snape hocamızı öldürdü!

ben ağlayarak okulu terk ettim, birkaç ay sonra diplomamı baykuşla evime gönderdiler.

19 yıl sonra:

hogwarts’a gittik pilav gününe. tabii herkesin çoluğu çocuğu olmuş, millet evlenmiş falan. normalde hiç muhattap olmayacağınız adamlarla böyle günlerde aynı masada oturursunuz ya, işte öyle bi ortam. neyse millet vay ne eğleniyor ne gülüyorduk falan diye unutulmaz anılarını anlatmaya başladı.
hufflepuff bi çocuk “ya biz birinde profesör flitwick’i ağlatıyoduk neredeyse ahahaha” dedi. hufflepufflar falan nası gülüyor ama, çok eğlenmişler hala unutamamışlar.
rawenclaw bi kız kalktı “birinde zeka testi çözüyorduk. hoca sonuçları okuduuu. bi baktık hepimiz sıfır almışız. sonra ağlamaya başladı birkaç arkadaşımız. meğersem 1 nisan’mış, hoca da şaka yapmış yaaa” dedi. tabii ki de en çok anlatan kız güldü bu çılgın anıya.
neyse, sıra malfoy’a geldi. ortalık sessizleşti, herkes dinliyor. malfoy da gayet sakin
“karanlık lord, dumbledore’u öldürme görevini bana vermişti. lanetli kolye yolladım, yanlışlıkla bi kız çarpıldı. zehirli içki yolladım, az kalsın ron gerzeği ölüyordu. baktım olmuyor, sihirli bi dolabı tamir edip okula vampir kurtadam fenrir greyback’i, bellatrix’i falan soktum. neyse ki bana gerek kalmadan snape öldürdü dumbledore’u.” dedi.
biz slytherinler kopuyoruz ama ahahahah yerlerdeyiz yok böyle bi şey.
sıra harry’ye geldi. bu tam söz alacak ben bunun sözünü kesip sesinin taklidini yaparak “bi gün yine bayılıyorum. kazayla yasak ormanda bayılmışım. bi uyandım at adamlar beni kaçırmış terbiye ediyolar” dedim. biz yine yerlerdeyiz ama tüm slytherinler ahahahaah
harry baktı ilgi çekemiyor, tek şansı yara izi ya hemen elini alnına götürdü “ahhh göremiyorum ahhhh yara izim çok acıyoorr” diye acıların çocuğuyum pozu yapmaya başladı. hermione falan hemen endişelendi (bu arada şerefsizliğe bakın, kız ron ile evlendi harry hala ona şekil yapıyor)
dedim “lan numara yapma, karanlık lord vefat edeli kaç yıl oldu şerefsiz! al, başın mı ağrıyor?” majezik büyüsü yapıp tam yara izinden vurdum bunu. bunun üzerine düello ortamı oldu, hocalar geldi ayırdı falan. oturduk tekrar masaya, ben bunlara yılların nefretini kusmaya başladım.
harry’ye “sen oğluna annenin belalısının adını koymuş bir gavatsın! gerçi sana da kızmamak lazım, kimin adını koyarsan koy manalı olurdu. hiç öyle anlamamış gibi bakma yüzüme! seni kim görse aaa gözlerini lily’den almışsın, yok lily çok acaip hatundu yok lily fenaydı diyip duruyordu… ne tesadüf ki baban da geyiğe dönüşüyordu sık sık. yoksa annenden kaynaklanan boynuzlarını kamufle etmek için mi? ayıp lan ayıp! yazık snape hocamız kimin için ölmüş… askeri hastanedeki 30 dk’lık sağlık muayenesinde 8 kere bayılıp askerliğe elverişli değildir raporu alabilmeyi de başarmışsın kahraman? 7. filmin sonunda voldemort’tan avada kedavra yiyince bile sadece bayıldın lan! işine gelmeyen her şeyde bayılabilen bir gavatsın sen!” dedim.
ron’a dönüp bağırmaya başladım: “ulan o kadar para kazandınız büyü dükkanından, okuldan bi öğrenciye burs mu verdiniz? okul arazisine bir sebil mi diktiniz? zaten j.k. rowling de açıklama yapmış keşke ron’la hermione’yi evlendirmeseydim diye. kadın haklı. kaç kere borç almışsınız kadından, hermione’nin dumbledore’un ordusu haberleşebilsin diye hazırladığı sahte galleonlarla borcunu ödemeye kalkmışsınız. bir de üstüne hermione’nin ailesi dişçi diye weasley sülalesi olarak gidip beleşe dişlerinizi yaptırmışsınız. sana daha ilk gün sormuştum bunu ron, yine soruyorum. utanmıyor musun ha utanmıyor musun?”
ron’un “iyi de biz burs aldık, geri ödemeli değildi ki o.” diye cevap vermesiyle kendimi tutamayıp yüzüne tükürdüm ve masayı terk ettim.
o günden beri hogwarts’a uğramıyorum ve çok mutluyum.

Can Güney Kuseyri / ortamvirusu

Harry ile Hermione arasındaki yasak aşkı anlattığı klibi:

Yazarın Hogwarts günlerini akordeon çalarak anlattığı klibi:

Blog adresi: http://slytherintrolu.blogspot.com.tr/

Daha fazlası için yazarın Twitter adresi: https://twitter.com/cangkuseyri

Not: Bu öykü yazarın izniyle birlikte Fantastik Canavarlar’a taşınmıştır.

J.K. Rowling’den Yazar Adaylarına İlham Verici Tavsiyeler

$
0
0

Twitter’da kişisel ve siyasi görüşlerini ifade etmekten hiç çekinmeyen ve bazen de Harry Potter’la ilgili yeni bilgiler sunarak bizi mükafatlandıran J.K. Rowling, bir yazardan gelen Tweet’e yanıt olarak Twitter’ını, sanatçı adaylarını yaratıcı bir uğraşı üzerinde çalışmaya teşvik eden Tweetlerle doldurdu.

Rowling, ilk Harry Potter kitabını yazarken keşke bu tavsiyeyi birisi ona verebilseydi diye Tweet attı. Pek çok yeni yazar gibi, Harry Potter ve Felsefe Taşı için yayınevi bulmadan önce ondan fazla ret mektubu almıştı. Rowling, Robert Galbraith takma adıyla yazdığı ilk Cormoran Strike gizem romanında da ret mektupları almıştı.


Tweet: İlk ret mektubumu mutfağımın duvarına yapıştırdım, çünkü bu favori yazarlarımla aramda ortak bir özellik oluşturuyordu!

Yazarları “kendini, bir şeyi ‘yapmayı düşünen’, onu ‘yapabilirim’ diyen ve ‘deneyen’ kişiden o işi YAPAN kişiye dönüştürmüş” olmaktan gelen başarı duygusu için çalışmaya teşvik etti.

Hepimiz Rowling’in bunun peşini bırakmama ve Harry Potter’a (yılı işin içine katmadan) okuyucu kitlesi bulma azminin memnuniyeti içerisinde yaşıyoruz.

Cesaret verici sözleri dışa vurmasında ilham kaynağı olan Tweet’ten etkilenmiş olacak ki onun altına yanıt olarak “Bugünün nutku burada biter” le kapanışı yaptığı bir dizi Tweet attı.

Tweet: 90’ların başında birinin bana bunu söylemesine pek çok kez ihtiyacım olmuştu. Pek çok nedenden ötürü muhteşem bir tavsiyedir.

Tweet: Okuyucu/dinleyici kitlesi bulamayan bir eser bile olsa başka şekilde öğrenemeyeceğin şeyleri öğretecektir sana.

Tweet: (Ayrıca okuyucu/dinleyici kitlesi bulamaması onun kötü bir eser olduğu anlamına gelmez.)

Tweet: Yaratıcı bir eseri bitirmede işin içine giren disiplin içtenlikle gururunu yaşayabileceğin bir şeydir.

Tweet: Kendini, bir şeyi ‘yapmayı düşünen’, onu ‘yapabilirim’ diyen ve ‘deneyen’ kişiden o işi YAPAN kişiye dönüştürmüş olacaksın. Ve o işi bir kere yaptın mı…

Tweet: … bir kere daha yapabileceğini öğreneceksin. Bu sana olağanüstü bir biçimde güçlendirici bilgi hazinesi sağlayacak. O yüzden ret korkusundan dolayı asla vazgeçeyim deme.

Tweet: Belki de üçüncü, dördüncü, beşinci şarkın/romanın/tablon “bunu başaran”, alkışı toplayan eser olacak…

Tweet: … ama diğerlerini bitirmeden oraya asla varamazsın (ki onlar da artık okuyucu/dinleyici kitlenin ilgisini daha da çekecek konuma gelecekler.)

Tweet: Bugünün nutku burada biter ve @beauty_jackson’a özgün bilgece sözleri için teşekkürler.

J.K. Rowling‘in ilham veren sözleri hakkında sizler ne düşünüyorsunuz? Görüşlerinizi bizlerle paylaşmayı unutmayın!

Azkaban’ın Korkunç Gardiyanları Ruh Emiciler Beyaz Perdeye Nasıl Aktarıldı?

$
0
0

Karanlık yaratıklar etrafta kol gezer, ve bir de Ruh Emiciler vardır.  Tamamen umutsuzluğun pençesine düşme hissinin vücut bulmuş hali olan bu yaratıklar, büyücülük dünyasının bizlere verdiği belki de en dehşet verici varlıkları olabilir…

Burada yazan bilgiler Harry Potter: The Creature Vault kitabından alınmıştır.

Ruh Emiciler, Azkaban‘ı koruyan hayaletimsi karanlık yaratıklar, Sirius Black‘i bulmak ve Azkaban’a geri götürmek için Harry Potter ve Azkaban Tutsağı kitabında Hogwarts’a gönderilirler. Harry, onların ruh emen güçlerinden oldukça zarar görür, bu yüzden Profesör Lupin kendisini koruyabilmesi için Harry’ye Patronus büyüsünü öğretir. Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı kitabında ise, Ruh Emiciler Harry ve Dudley Dursley’e Little Whinging’te saldırır. Fakat Harry onları kaçırmayı başarır. Son olarak, Ruh Emiciler Harry Potter ve Ölüm Yadigarları Bölüm 1 ve 2‘de Voldemort’un tarafında savaşırlar.

Ruh Emiciler eterik, maddesel olmayan, algılanabilir bir yapısı olmayan yaratıklardır. Harry Potter ve Azkaban Tutsağı filminin görsel geliştirme sanatçıları, peçeli, iskeletimsi bir şekle sahip bir yaratık tasarladılar. Bu şekil üzerine anatomik çerçeve oturtarak Ruh Emiciler süzüldüğünde ya da havada asılı kaldığında hareketlerini sağladılar. Kefen şeklinde, kafataslarından sarkan siyah cüppelerle sarmaladılar. Yaratık tasarımcıları, kostüm departmanıyla çok yakın bir şekilde çalıştı. Kostüm departmanı, süzülme efekti verebilen kumaşlar üzerinde çalışıyordu. Tipik olarak az ışıklandırılmış sahnelerde filme alınan Ruh Emiciler, renk paleti olarak sadece siyaha sahip olamazdı çünkü arka planda kaybolma ihtimalleri çok fazlaydı, böylece koyu grinin ve siyahın karışımı kullanıldı. Tasarımcılar, mumyalanmış vücutları referans aldılar ve üst üste binen dokularla, Ruh Emicilere çürümenin katmanlarına sahip görüntüyü işlediler.

Ruh Emiciler konuşmazlar ve kurbanlarından mutluluğu emmek için ağza benzer bir açıklığa ihtiyaç duyarlar. Bu yüzden, bu ürpertici ve tehditkar karakterlerin izleyici ile iletişim kurmalarının tek yolu hareketleriydi. Film yapımcıları Ruh Emicilere hayat vermek için pratik efektlere bel bağlamıştı. Kumaş kaplı Ruh Emici modellerini, farklı rüzgar ve ışıklandırma efektleri altında test çekimlerine aldılar. Filmi geri sararak ya da ağır çekimde oynattılar, fakat sonuçtan memnun kalmadılar. Bir kuklacı aynı fikirleri kullanmak için işe alındı, bu sefer su altında, karakterlerin yavaş ve etkileyici portresini çizmeyi umdular. Bu testler film yapımcılarının öngördüğü şeyleri yakaladı, fakat bu işlemi kullanmak aynı hareketleri tekrar etmeyi zorlaştıracaktı. Sonunda Ruh Emicilerin bilgisayar ortamında yaratılmasına karar verildi. Su altı testlerinin kayıtları önemli bir referans noktası sağladı. Dijital sanatçılar bu temelin üzerine fikirlerini geliştirerek Ruh Emicilere kendilerine özgü gerçekçi yer çekimini eklediler ve onları gizli ve doğaüstü varlıklar olarak göstermeyi başardılar.

Sizler bu yaratıklar hakkında neler düşünüyorsunuz? Gerçekten kitapta hayal ettiğiniz yaratıklarla uyuşuyor mu? Bizlerle paylaşmayı unutmayın!

Harry Potter ve Lanetli Çocuk’un Eski Kadrosuna Elveda!

$
0
0

Üstünden bir yıl geçtiğine inanabiliyor musunuz?

Harry Potter ve Lanetli Çocuk biz teorici hayranları tekrar bir araya getirmişti. Evet eleştirdik, çok gömdük ancak ilk oyunun sahnelendiği o akşamı unutabilir miyiz? İçeride neler oluyor öğrenelim de haber yapalım diye gece boyunca heyecanla beklemiştik. İlk Harry Potter kitapları ve filmleri çıktığından beri bu kadar heyecanlanmamıştık. Çoğumuz bu oyunu canlı bir şekilde izleyemedi. İzleyemeyen bu arkadaşlar da artık eski kadroyla izleyemeyecekler; Eski Lanetli Çocuk kadrosuna elveda derken yeni oyuncuları selamlıyoruz.

Değişim elbette kaçınılamaz. Ancak bu değişim isteksiz değildi. Orijinal kadro yollarına farklı projeler ile devam etmek istedikleri için bir yılın ardından Lanetli Çocuk tiyatrosuna veda ettiler. Bu oyunun sonu değil elbette. Size oyunun 2018’de Broadway’de olacağını duyurmuştuk. Yani en azından iki yıl daha sahnede olacaklar.

Peki yeni kadroda kimler var?

Yayınlanan ilk fotolardan biri Harry ve Ailesi. Harry’i artık Jamie Glover oynuyor. Ginny’yi oynayan oyuncu Emma Merrels ve Albus’u oynayan oyuncu da Theo Ancient.

Weasley ailesine gelirsek Ron karakterinde Thomas Aldridge‘i görüyoruz. Hermione’yi ise Rakie Ayola oynuyor. Helen Aluko ise kızları Rose’u canlandırıyor.

Diğer önemli ailesey Malfoylar. Draco rolünde James Howard‘ı görüyoruz. Rol oyuncuya tam oturmuş gibi. Oğlu Scorpius’u ise Samuel Blenkin oynuyor.

Oyuncuların sahnede nasıl olduğunu görmek için şu küçük videoya göz atabilirsiniz;

Oyuncular 24 Mayıs‘ta ilk defa sahneye çıktılar bile. Şimdilik gelen yorumlara bakacak olursak eski kadroyu aratmayacak gibi görünüyorlar.

Peki ya sizler bu yeni oyuncuları nasıl buldunuz? Eskilere göre nasıl gözüküyorlar? Yorumlarınızı bizlerle paylaşmayı unutmayın!

Viewing all 1601 articles
Browse latest View live